Butter on the Latch (~ Maslo na zasuwce) ' Filminin Konusu : Küçük kasaba olan Iowa'da, evlatlık kız,tereyağı oyma yeteneği keşfeder ve kendini kasaba yarışmasında iddialı bir kadınla karşı karşıya bulur.
6 donne per l'assassino(1964)(7,3-6967)
35 rhums(2009)(7,1-3628)
Les garçons sauvages(2018)(6,9-1360)
Madeline's Madeline(2018)(6,5-1829)
Laissez bronzer les cadavres(2017)(6,3-1546)
Q(1982)(6,1-5368)
Thou Wast Mild and Lovely(2014)(5,9-409)
platonik aşk insanın kendine yakışanı giymesi değildir'in ısrarcı bir hikayesidir. gördüğünde yüreğinin deliler gibi çarptığı, yüzünün kızardığı, dilinin tutulduğu, üzerinde nasıl duracağını bir kedi gibi merak ettiğin o kıyafetin, uygun bedende istediğin renkte kalmasada, olmayacak o kıyafetin daracık kabinde denenmesi esnasında ve sonrasında yaşadıklarının aynısının, sancılı vurucu bir hikayesidir. olmaz! ya popo geniş meme doldurmaz, ya popo kısmı olur meme kapanmaz. bir bakarsın ki kendine nefretle aynaya, nasıl bir hayal kırıklığı ile üzülürsün tutmasan ağlarsın. sonra aklın hiç durmaz, vazgeçmezsin bir kere daha bakarsın aynaya, bu sefer karnını içine çeker meme kısmına da biraz takviye ile bir ümit doğar içine (o kısmı kapatamayanların hiç ümidi olmaz ağlayarak kaçarlar kabinden) cesaretini toplayıp adımını kabinden dışarı atanlar, soran gözlerle bakar? fakat acı gerçek çok geçmeden duyulur, "pek olmamış" evet bence der yüreğine saplanmş o hançerle içeri girer, istemeden çıkartır ve ait olduğu yere sevgiyle bırakırsın kıyafeti ve bir süre durup onu öyle izlersin ve sonra.. biri gelir onu alır kabine girer giyer ve çıkar, "çok yakıştı" diyenlere sanki onu podyumda alkışlıyorlarmış edasıyla sırıtır. sen de nefret dolu gözlerle içinden, üzerinde paralansın! diyerek ordan uzaklaşır, unutup aramaya inanırsın. daha dün dinledim bu hikayeyi. kıza bir şey diyemedim ama, "kızlar ne kadar büyütüyor platonik aşk hikayelerini" diye düşündüm. dünyanın en süper modelinin ölçülerine bile sahip olsan beden kalmayınca üzerine olmaz güzelim.ona söylemedim ama ben olsam;- lütfen diğer mağzanızı arayıp sorar mısınız, bu kıyafetin ... bedeni var mı?
(thunder storm - 14 Aralık 2007 19:40)
1996'da yaşadığım duygusal travmanın özeti.aydınger kağıtlarıyla dolu bir çantam,rapido kalemlerım,te cetvelim ve pergel takımlarım vardı.candan erçetin'in ikinci albümü çıkmıştı ve listeleri altüst etmişti.yeşil gözlü bi kızı seviyodum ve o beni tanımıyordu bile.16 yaşındaydım ve dünya yeşil gözlü kızın saçlarına takılıydı.çizim yapmaya çalışıp aydınger kağıtlarını heba ederken paralel evrende yeşil gözlü kızla,yeşil gözlü torunlarımızı gezdirmekle meşguldük.babamla her telefon görüşmemiz harika geçiyordu o zamanlar."burda kar var heryerde" dıyodu. "orda da yağdı mı?"yeşil gözlü kızın dolaştığı yerlerde geçiyordu zamanlarım.mutlaka karşılaşırız dıye okulun önündekı otobüs durağında beklıyordum hep.her akşam beşiktaş'a gidiyordum onunla aynı otobüste gideyim diye.karşısına oturup oylece seyrederdım. çaktırmamaya gayret ederek.tek kelıme edemeden.yüreğimi otobüs tutamaçlarına asardım parça parça.o beni tanımıyordu bile.yıllar sonra gelen edit:rapıdolarım kırıldı.çizim dosyamı kaybettim.zaten pergel kullanmayı da hiç beceremıyordum.okulu bıraktım.mühendis olamadım.yeşil gözlü kızı yıllar sonra facebook ta eşiyle verdiği bir pozda gördüm.mühendislik fakültesinin ek derslerini geç ödeyerek hınç almaya çalıştım kendimce.babamla asla 16 yaş kıvamında telefon gorüşmelerimiz olamadı bir daha...ve candan erçetin söylemeye devam etti."acı sözler sarf ettik biz,birbirimizi incittik biz.acı sözler sarf ettik biz,nerden baksan kaybettik biz"
(kobalt - 1 Eylül 2010 15:28)
aptal aptal fotoğrafına bakarken buldum kendimi.5 sene önce internette okey oynarken tanısmıstık. daha dogrusu tanısmak için binbirtürlü numaralar yapmış o zamanlar meşhur olan msn adresini almak için her türlü maymunluğu yapmıştım. nereden bilebilirdim ki aşık olacağım kızın onun olacağını.daha 2. sınıftaydı. ben ise okulumu bitirmiş lisansımı tamamlamak için sınavlara hazırlanıyordum. gel zaman git zaman okuldan kalan zamanlarında internete giriyor ödevlerini hazırlamaya çalışıyordu. bende onunla konuşmak için can atıyor ödevlerini bulma konusunda saçma sapan yardım planları kuruyordum. arada telefondan mesajlar atıyor aklıma geldiğini yada onunla ilgilendiğimi belirtmeye calışıyordum. arada telefonda konuşuyor yanlış anlamasın diye hep bi bahane ile arıyordum onu. 2 sene bu şekilde internet ve telefondan konuşmalarla geçti. mezun oldu. memleketine döndü. her üniversite öğrencisi gibi kendini kpss calışmalarına verdi. günlerden bir gün eskişehir'de işi oldugunu eskişehir'e gelecegini ve görüşmek istediğini söyledi. lakin ben çalışıyordum ve işimin sıklığı dolayısı ile görüşemeyecektim. aman allahım görmek için o kadar can attığım kız eskişehir'e gelicekti ve ben göremeyecektim. geldi de. neredesin diye aradığında izin alamadığımı söylediğimde olsun yine gelicem zaten o zaman görüşürüz demişti. hadi lan ordan sikiyim işini deyip gidemedim işte. zaman yine çabuk geçti. her aradığımda kusura bakma cok üzgünüm gelemediğim için klişesini söylemekten bıkmıştım. günlerden birgün yine eskişehire geldi. bu sefer kuzeni ile gelmişlerdi. ben işten cıktıktan sonra görüşecektik. görüştük de. hasiktir lan harbiden aşık olmuştum. o, yesil gözleri ile neler yaptığını anlatırken ben kafamda cok güzel hayallerimi başlatmıştım bile. ama garip bir şekilde uzunca bakamıyordum gözlerine. akşam tekrar memleketine dönücekti. ben ve arkadaslarımda aksam onun da çok sevdiği sanatçının konserine gidecektik. gelirmisin dedim. gelirim tabi ki dedi. ben biraz daha vakit geçirmek için elimden geleni yaparken kuzeni duruma el koyuyor ve konsere kalamayacaklarını söylüyordu. hersey altüst olmuştu. içimden bütün küfürleri sayarken o sıcacık gülümsüyor bütün sinirimi alıyordu. saatler geçmişti. artık gidiyordu. yine gelicem demişti. ben, artık bidahaki gelişine daha güzel vakit geçiriceğimizi söyleyip ufaktan yol aldım. gittim konsere. herşey boktandı. en sevdiği sanatcının en sevdiği parçasını bütün kalabalığa karşı içimden sessizce ona okudum. o an tek isteğim 1 saat de olsa yanımda olması ve en sevdiği parcayı beraber dinlerken ona sevgimi anlatmaktı. olmadı. konser bitti sevdiği adam gitti. akşam telefonda yavşak gülümseme ile konserin çok güzel geçtiğini sevdiği sanatcının süper bir konser verdiğini benimde cok eğlendiğimi söyledim. evet kurduğum hayalleri düşünürken çok eğleniyordum doğru. daha sonra kendini yine kpss calışmalarına verdi. tekrar gelicekmisin sorularım hep havada kalıyor gelmesinin zor olduğunu söylüyordu. hassiktir diyordum ya. hiçbirşey pek sikimde değildi. onunla telefonda konuşmalarım nadir mutlu olduğum anlardandı. ve bidaha gelmedi. ama bana gelen başka biri vardı. benden hoşlanan biri vardı ve kafamı resmen allak pullak etti. sanırım bende hoşlanmıştım ondan. yeni sevgilimle çıkmaya başladığımızın 13.gününde internette karşılaştım onunla. nerelerdeydin dedim hiç cevap yazmadın falan. uzunca bi sessizliğin sonrasında sevgilisi olduğunu söyledi. mutlu olmanı cok isterim dedim.(siktir lan içimden şaka yaptığını söylemesi için dua ediyordum) sanırım cenabettim dualarım tutmadı. telefonlarımı sevgilisi oldugu için açmıyormuş. iyi yaptın keşke haber verseydin o kadar aramazdım dedim. haber veremedim işte dedi. kendine iyi bak dedim. sende dedi. artık onu hiç aramıyor bütün vaktimi sevgilime ayırıyordum. içim içimi yiyiyor birgün gelecek olan bir mesajı bir telefonu bekliyordum. geldi de. ayrılmış. sevgilisi ona onun verdiği kadar değer vermiyormuş. gebersin piç dedim içimden. garip bir şekilde ilk defa birinin ayrılmasından mutlu oldum. sorun benim sevgilim vardı. nasıl olacaktı. zaman geçti. artık neredeyse konuşmuyor gibiydik. arada sevgilimin olmasından kaynaklanan garip bir soğukluk vardı. sevgilimden ayrıldım onu aradım. sınavı kazandığını uzak bir yere memur olarak atandığını söyledi. sanırım görüşemeyecektik. tam herşey düzelmiş derken herşey bombok olmuştu. hayırlı olsun allah yardımcın olsun dedim. telefonu kapattım. bidaha da aramadım. aradan çok uzun zaman geçti. artık sadece onun en çok sevdiği şarkı çalınca aklıma geliyordu. birgün internette karşılaştık. öğretmenliğin çok güzel olduğunu öğrencileri ile çok güzel vakit geçirdiğini falan söyledi. ben de dayı olacağımı onun mutluluğunu yaşadığımı söyledim. çok sevindi. inşallah yakın zamanda ben de anne olurum dedi. hassiktir dedim soramadım. inşallah allah herkese nasip etsin dedim. çıkmak zorunda olduğunu söyledi. kendine iyi bak dedim. sende dedi. artık herşey bitmişti. sanırım evliydi. o söyleyemedi bende soramadım. beynimi sikiyim söyleyemedim ondan hoşlandığımı. o da söyleyemedi. olduğu gibi kaldı herşey. artık o çok sevdiği parçadan nefret ediyorum.aptal aptal fotoğrafına bakarken buldum kendimi. o sırada winampta aşık olduğum kızın sevdiği parça çıktı. yaktım bi sigara dinledim yattım.
(fake cocuk - 23 Şubat 2011 08:43)
bu hikaye aktör sean patrick flanery'in yasadığı gerçek bir hikayedir:jane came into my life headfirst in 1973 when i was 8 years old. i wasstarting into my bowl of cocoa puffs, listening to my new 45 of simon andgarfunkel’s "sound of silence," when i heard a repetition of small,passion-filled breaths that are usually reserved for nubile porno stars. myeyes followed the sound through the sliding glass window, across ourbackyard, up the fence, and collided intermittently with what i can onlydescribe as the perfect embodiment of everything that i find wonderfulabout this life. i never noticed anyone moving into the house that oursshared a rear fence with, much less that they had a trampoline, or a lotmuch less that jane would bounce on it. my hatred of gravity was punctuatedby the fact that it only allowed my short glimpses of jane’s face beforecalling her back down, never failing to notify her long black hair last soit hovered in the air just that much longer. from that moment on, janewould be the catalyst for all my ideas, secrets and dreams, never allowingmy passions a moment’s rest.the next day, although completely unaware of it, jane became the star of my first short film. i documented her rhythmic bouncing on an old windupbolex movie camera that my grandfather had given me--one five-minute shotof the top of my fence with jane’s head coming in at regular intervals. ikept the film in an old charles chips container in my closet along with allof my other prized possessions. either projected on my bedroom wall or outmy back window, jane bounced to "sounds of silence" all summer long.i came face-to-face with jane for the first time when a brainstorm told me to confront my claustrophobia by locking myself in the trunk of my father’scar after figuring out how to open it from the inside. i was determined tostay in for 10 minutes, and i was halfway through the first five secondswhen panic set in. my brain was on sabbatical somewhere near the enginecompartment, and i couldn’t get the latch (whose mechanism i had committedto memory) to be my friend. i hollered and yelled as i flailed around inthe trunk until it finally popped open, at which time i leaped out,gracefully catching my shoe on the rim and going into a 10-point face plantin the center of the driveway.why fortune sent jane walking home via my front sidewalk on this very day haunts me still, but she stood there staring at me from no more than 10feet. it wasn’t until then that i realized that jane was nothing less thanan alien being beamed down for the sole purpose of making a mockery of ourfemale population. her presence caused me to slip into inarticulateness,and after an inordinately long pause, i searched my vocabulary and came upwith, well, "...hi." she then answered back with an equal if not moregusto-filled "hi," the only difference being that it was then followed,after what seemed like three weeks, with a devastating "bye."after our chance meeting by the car trunk, i began writing letters to jane and sending them to a fictitious address, my rationale being that if shewere meant to get them, then the postman would recognize the name andreroute them accordingly. i began receiving the returned letters unopenedand eventually starting mailing them from the 7-eleven mailbox, aftergetting a verbal reprimand from the disturbed postal worker who couldn’tunderstand someone making the same address mistake over the course of manyyears.i never told a soul about my affection for this tempestuous creature, but she moved me so much that i kept on going. jane was a drug that couldcompletely reorganize my chemistry from across the fence, so i wasprivately devastated when my mother sold my charles chips can in a garagesale, oblivious to the magnitude of it’s contents. i learned early in lifethat there were 17 important people in the universe and that jane was nineof them. i am convinced that she was the prototype for lenny kravitz’s"butterfly."jane’s parents were woodstockers who actually numbered their children.jane was originally two, but it became her middle name by the time idiscovered her. jane two. she was a true flower child, and the more ilearned about her, the more i fell in love. most of my information camefrom her mother, who ended up being my homeroom teacher in eighth grade.she would often speak of her daughter, and because she was their only girland went to a different school, i was sure i was the only one who knew whoshe was. she would bring pieces of art that jane had painted to show theclass, but it wasn’t news to me, as i had watched jane create them in hergarage weeks before.one day, jane’s mother asked everyone in the class to write down aninvention and turn it in the next day. she even brought an example for usto look at. it was for an antigravity machine that utilized two objectsthat wielded the same attraction and would thus cancel each other out. oneof the objects was a cat, because that no matter how you held a cat anddropped it, it would land on its feet. the other was a slice ofpeanut-butter toast that, with 14 years of breakfasts to the inventor’scredit, had been proven to always land peanut-butter-side down if dropped.the inventor suggested that if the toast were strapped to the back of thecat, peanut-butter-side up, then the cat would just hover, each sideinsisting on hitting the ground when only one could be allowed to. i didn’t need to see the “two” at the top of the page to know who wrote it. this was the jane vernacular, and i was in love. john lennon once said: “no one i think is in my tree,” but i had definitely found someone in mine. her nonsense suited my nonsense, and to say i was smitten would qualify for the understatement of the year contest. jane was the most perfect person in the history of perfect people, or in the history of ever for that matter.jane was the answer.by the time i left for california in 1989, i had accrued 143 lettersstamped return to sender and postmarked as early as nov. 14, 1973. jane hadmoved to another part of the city in ‘84, but i kept sending them to thesame address, as they had become a sort of therapy. the day i left with mycar packed, i drove by the art supply store where she worked and sent agoodbye letter to her from the mailbox right in front of her store.in october of ‘96, another 44 letters later, i found myself back in myhometown at a friend’s wedding, listening to the obligatory "how yabeen?"s, when someone asked if anyone remembered "that love child, jane,who always had her head in the clouds." i froze. he then proceeded toaddress the table with some other shit he called language and ended thesentence with "you know she’s got cancer?"i had never wanted to violate a person more severely with a carving knife, but my claustrophobia had spread to my fingers, and i could no longer make a fist. i got up and left, and an hour and a couple of phone calls laterwas outside jane’s hospital room, trying to control my heart rate beforetelling my hand to knock. her mother opened the door with her lips moving,but nothing coming out. i walked past her and saw jane on the bed lookingmore beautiful than i could have possibly remembered. she said, "sean," andat that moment the viscosity of my blood changed. i couldn’t move. jane notonly remembered me; she knew my name.that night, i told her all the times i watched her bounce, and i was the one who stole her charlie’s angels t-shirt from the swimming pool. sheadmitted that she had left the copy of ultravox’s vienna on my doorstep formy birthday in 1981, and that she’d read all of my papers her motherbrought home to grade, and that the bastard who had taken her to everyfestivity was actually her cousin because all the other boys thought shewas weird, and that she had seen me standing in line one halloween for theschool’s haunted house and jumped behind the counter so that she could bethe one to hold my hand and place it in the bowl of grapes while whisperingin my ear that they were eyeballs, and that she was angry that she’s missedout on so much of life, and why the hell didn’t i talk to her sooner?before she fell asleep, i told her that i would send her a box with thelast 23 years of us inside.i leaned over the pillow that she was dreaming on and kissed her goodnight at 6:43 a.m. and promised her that i would attend her gallery opening in two weeks, after a brief return to los angeles. as i left, i couldn’t comprehend how anything wretched could live inside something so beautiful, nor how her new haircut could be sufficient in keeping her thought cage warm.jane died on nov. 1. her mother said that she’d received my box ofletters, and the she had read every one of them. she also said she wouldsend me a package that she said jane had wanted me to have. this wasn’t theplan. i had dreams to live, and i didn’t remember jane’s absence being inany of them. i was welcomed into this jesus time-share experience when igot here, and i knew that some stays would be shorter than others, butsomehow now i felt betrayed. jane’s stay was too short, but she drove herpoint home... straight into my heart.a month later, i pulled into my driveway and noticed a ups box on mydoorstep. with a mixture of trepidation and desire, i opened it up. insidewas a partially rusted charles chips can that was much smaller than iremembered. it contained about 100 feet of slightly yellowed film and a 45of simon and garfunkel’s "sound of silence" with sean + two written in thecenter in purple crayola.written by : sean patrick flanery
(akheron - 27 Ağustos 2004 01:19)
herkes elit, herkes ingiliz zaten
(exgavator - 20 Haziran 2016 14:43)
(bkz: plütonik aşk)
(alfred hickorkmaz - 30 Temmuz 2005 00:09)
Yorum Kaynak Link : platonik bir aşk hikayesi