New York Stories (~ New York üçlemesi) ' Filminin Konusu : New York'ta geçen 3 insan hikayesi: birincisi, sadece yüksek sesli müzik ve güzel yardımcısının yanında işini yapabilen bir ressam; ikincisi, ayrılmış annesiyle babasını bir araya getirmeye çalışan 12 yaşında zengin bir çocuk, üçüncüsü ise ne kadar büyüse de annesinin etkisinden çıkamayan bir adam...
Radio Days(1987)(7,6-28331)
Husbands and Wives(1992)(7,6-24948)
Interiors(1978)(7,5-16431)
Broadway Danny Rose(1984)(7,5-21517)
Manhattan Murder Mystery(1993)(7,4-33437)
Another Woman(1988)(7,3-13127)
Mighty Aphrodite(1995)(7,1-35364)
Shadows and Fog(1992)(6,7-14857)
A Midsummer Night's Sex Comedy(1982)(6,7-16934)
Alice(1991)(6,6-13593)
Hollywood Ending(2002)(6,6-24173)
September(1987)(6,6-8261)
adından da beklenileceği üzere arkaplan olarak new york'un seçildiği, 100% new yorker insanların anlatıldığı bir üçlemedir new york stories.her üç filmdeki karakterler için kentin değişik milletlerin oluşturduğu karışık sosyal yapısına ait kişilerden çok diğer kesimlerden belirgin bir şekilde ayrılabilen sosyal gruplarına mensup kişiler seçilmiştir; martin scorsese'nin new york sanat çevresini, francis ford coppola'nın kentin zengin ve elit tabakasını, woody allen'ın da her zamanki gibi kendinin de dahil olduğu yahudi kesimini (burada özellikle yaşlı yahudi bayan karakteri) ele alması ile pek güzel pek gerçekçidir bu 100% new yorker karakterler.ilk iki film, martin scorsese'nin ve ford coppola'nınkiler pek isimlerine yakışır filmler değil maalesef, onları es geçmek ve woody allen'dan bahsetmek niyetindeyim bu yüzden.allen'ın flu çıkan aktörün hikayesinde* olduğu gibi akla mantığa nanik yapan bu filminde de yine önceki filmlerinden bildiğimiz, tanıdığımız, karakterinin her bir özelliğini defalarca etüd ettiğimiz woody var yine.bu defa hayatındaki tüm sorunları annesine endekslemiş allen'ın, hayatı olmayacak şekilde karışan ve kararan, ancak bu karmaşanın iyi bir olaya sebep vermesini anlatan hikayesindeki en akılda kalıcı sahne ise aşık olduğunu farkettiği andır kanaatimce.zaman zaman pek naif, pek vıcık gelse de elindeki soğuk tavuk buduna bakarak kadına aşık olduğunu anlamak gibi başka bir örneği kolay kolay görülmeyecek ifade şekli yüzünden severim açıkçası bu sahneyi.
(zoti - 15 Şubat 2002 03:40)
ilk filmde nick nolte, ishal götün sıçması misali, dev tuvale boya saçar. rock müzik eşliğinde harala hurala girişir, o renk senin, bu ton benim, düşünmeden boyar da boyar. acelesi olan bir duvar ustası gibi *sıva yapar. arap yağı bol bulunca götüne, new yorker boyayı bol bulunca o da götüne sürermiş demek ki dedirtir.yine de scorsese ve allen'ın işleri güzeldir. coppola'nın ki ise bayar.
(axellennox - 13 Kasım 2006 15:30)
nick nolte resim yaparken (boyali kasetlerden dinledigi) cream dinler. rossanna arquette i asistan olarak alir ev yatak i$lerinde kullanir, hatun ki$i bundan bikar da bir adamlar yattiginda ertesisabah nick nolte yine cream dinler. buradaki ve (bendeki) cream takintisi ters gibi du$mektedir, zira lou reed ya da velvet underground gibi nyc orjini seyler dinlense biraz daha uyar gibidir, ve fakat sonuna kadar ingiliz grubu dinlemek niyedir? hikayenin sonunda tekrar ba$a donme gibi atraksiyon vardir. bu hikaye ile tr deki buna benzer bazi olaylarin caki$masi ayrica uzuntu vericidir.
(r12 - 19 Şubat 2002 02:57)
nick nolte loft apartmanda kici basi boyali resim yaparken boyali kasetlerden procol harum'un a whiter shade of pale'ini dinliyordu galiba. hep ayni sarkiyi dinlemesi karakterin loft apartmandaki ressam karizmasina dantel olsun diye yapilmis olmali. salakca ve komikti halbuki.
(madeira - 1 Mart 2002 19:39)
güzel bir giriş * * , yorucu bir durak * * ve komik bir finale* * sahip film.scorsese'nin hikayesi bir içimizdeki şeytan hikayesidir. etkileyici ve oldukça iyi işlenmiştir. nick nolte'un başarılı oyunculuğu ve rosanna arquette güzelliği için bile izlenebilecek bir filmdir ki bunlardan daha fazlasını barındırdığı da su götürmez.capolla'nın hikayesi pek hikaye de olamamış gibidir filmde. halbuki iyi bir giriş yapmıştır filme capolla ama sonra biraz dağıtmıştır. gene de zoe için ve ufak zengin abu için katlanılır izlenir.woody allen'ınki aralarında en göze batanıdır zira oldukça komik ve başarılı bir filmdir. o kadar başarılıdır ki biz alıp reklam yapmayı bile başardık zamanında * adıyla özdeş bir metropol insanıın iç dünyasını yansıtan bir yandan da güldüren bir filmdir ve final için cuk oturmuştur. hatta filmler öyle iyi sırayla yerleştirilmişler ki filme tam uymuş. iyi bir girişle seyirciyi koltuğa oturtur, ortada biraz sıksa da dur bakalım dedirtir, finalde de güldürüp güldürüp hadi hoşçakal der. böyle garip bir filmmiş yazınca anladım ben de. *
(tanya - 24 Ocak 2008 02:19)
üç hikayenin de new york dışında diğer ortak özelliği, sanatçı ya da sanatçı olmaya çalışan insanların hikayelerde bulunmasıdır.kiminde başroller de, kiminde yan roller de. yönetmenler bi anlamda bize ''new york sanat kentidir'' demek ister gibiydiler.
(tanrek - 7 Mart 2009 17:41)
--- spoiler ---"sadece ayağını öpmek istedim... üzgünüm, kişisel bir şey değildi..."--- spoiler ---
(mbaran - 15 Temmuz 2011 13:40)
biz burada hayatın merkezindeyiz, sanatçının acı çeken portresi bu yaptığım. gösterime kadar biz böyleyiz. taciz ederiz. sevdiğimiz yalanını söyleriz. sonra normale döneriz. siz de bizi daracık pencerelerinizden izliyorsunuz demek ister gibi bir hali vardı scorsese amcanın.coppola bizi cocuklarımız yönetirken, biz kaç millet beraber mutlu mesut yaşarız bilemezsiniz. bir bilseniz ne eğlenceli hayatımız var. küçük rastlantılar bizi çoğunlukla kurtarır dedi ve kaçtı. hayatımızı öyle naif yaşarız ki ah ah. allen'sa bakmayın öyle hayatımız çok boktan olabiliyor. altından kalkamıyoruz bazen. annelerimiz çoğunlukla dünyayı zindan ederler bize, biz yine de annelerimize benzeyen kadınlara aşık oluruz dedi.sanırım gerçeği her zamanki gibi woody söyledi. bize ışıltılı uyduruk laflar söyleyeceğine insan cinsinin her yerde hep aynı olduğuna tanıklık etmemizi istedi. sağ olsun. insanların ikiyüzlülüklerini bu kadar açık söyleyen ve yine de bu kadar sevilen bir adam yoktur herhalde.
(vifend - 20 Mayıs 2012 01:37)
steve buscemi'yi de ilk bolumde yeraltinda bir yerlerde stand up yapan bir zirtapoz tiplemesinde goruruz.
(hemingway - 2 Aralık 2003 00:31)
olips reklamının yanısıra sihirbazın kaybettiği kadın cem yılmaz'ın hokkabaz'ını, bebeğe flüt çalan baba ise bebeğe klarnet çalınan eyvah eyvah'i öncelemiştir.
(kozniku - 16 Mayıs 2014 22:55)
üçlemenin martin scorsese ayağında nick nolte'un canlandırdığı karakter, sancı çeken sanatçı karikatürü gibidir adeta. yaratıcılığının kamçılanması için yara alması gerekmektedir. bunun da bal gibi farkındadır ve çıkar ilişkilerinin kanırtıcı boyutunu kendi hayatına "aşk" adı altında taşır. aşık olduğu! kadından tekme yedikçe tualin karşısına geçip harikalar yaratmaktadır. eserlerinin çepeçevre sergilendiği bir salonda bilirkişler tarafından taktir edilmek yegane gayesidir. bu uğurda her türlü acı mübahtır ona. karşısındaki kadının da ondan çıkarı vardır tabii ama ressamımız bencilliğin doruklarında kararlı ve mağrur bir virtüözdür, sanat ilahıdır. üretmek için kullanır ve atar. ve sonra bir daha bir daha...
(arsinoe - 9 Temmuz 2004 11:53)
martin scorsese - life lessonsfrancis ford coppola - life without zoewoody allen - oedipus wrecks
(miu - 25 Şubat 2005 00:19)
kirsten dunst'ın ilk gözüktüğü filmdir.
(zeck - 27 Şubat 2005 12:59)
işte yerseniz new york öyküleridir bunlar. tek ortak yanları new york sever üç yönetmence yapılan orta metraj filmler oluşudur. hele coppola öyle bir saçmalamıştır ki konunun değil new york ile herhangi bir şeyle alakası yoktur. sadece bir sahnede çocuktan çikolata aldıktan sonra dilenci şöyle der: "işte bu yüzden new york'u seviyorum" o kadar. reel anlamda yapılmış en kötü ve anlamsız filmlerdendir life without zoe. scorsese bölümü life lessons kısa bir after hours gibiyken, allen bölümü oedipus wrecks gerek zaman gerekse öykü olarak filmin formatına cuk oturan tam kıvamında bir filmdir. ne diyeyim hayatımın cüzi de olsa bir kısmı coppola'yı anlamaya çalışmakla geçiyor.
(grapes of butcher - 13 Mart 2005 14:02)
gercekci anlatimin ilk film life lessons'da en gercekci halini görürken, life without zoe'de abartinin da gerceklik olabilecegini gösterip, oedipus wrecks'de ise absürd bir gerceklik ötesi yaratilmis üc orta metraja yakın film.life lessons'da anlatılan hikaye o kadar gercege yakın bir dille aktarılmıs ki, hayatınızda bir sanatcıya asık olmussanız o filmin ne anlattıgını cok iyi anlarsınız. bu nedenle bana göre scorsese'ninki özel bir yere sahip.life without zoe'da zoe'nun annesinin "ben senin kızınım, sen de benim annemsin." sürcmesinin haricinde yakalanacak bir güzelligi yoktu ki bu bile zoraki geldi. copolla'nin kızına ufak bir armagani olsa gerek.oedipus wrecks'da ise, sihirbaz kutusunda kaybolan anne modeli ile, kaybolsun derken yerde gökte karsımıza cıkan sorunsallıkları öyle güzel özetlemis ki. tabi oedipus kompleksinin ters tepmesi halinde hayatı boyunca anne unsurundan kurtulamayan erkeklere de önemli bir gönderme.
(anahita - 8 Nisan 2005 00:39)
larry davidin de ufak bir rolle woddy allenin yakinlarinda durdugu gozlemlenmistir.
(lilith - 28 Nisan 2006 23:48)
uc hikayenin ucu de cok basarili degildir bence, kendilerine has mizahlari vardir ama. özellikle woody allenin hikayesi bence iclerinden en iyisidir. bir de bu hikayeyi izledikten sonra yeni olips reklaminin pek bi espirisi olmadigini anliyorsunuz.
(kudra - 28 Mayıs 2006 18:16)
Yorum Kaynak Link : new york stories