Facebook Yorumları
  • comment image

    "...
    vita activa... latince "hareketli, aktif yaşam" yanisi...

    böyle oluyor işte. o konuşmalardan sonra o susmalar geldiğinde, bildiği sözcükler batıyor insana... diyelim ki zorunlu kaldın kendi kendine konuşucan, böyle latince arapça filan parçalayıp hadiseyi mistik ve felsefik yarlardan aşağı yuvarlıyorsun. nooluyo peki?
    "hiç"in latincesini bilmiyorum.
    herneyse, vita activa işte... durmamak lazım. durdukça hayat üstüne gelir insanın. öyle dertleşecek bir geyik bulup keder seanslarına da giremiyorum artık. hem her seferinde karşımdakiyle "deşme benim derdimi derdim döver derdini" muhabbetine giriyoruz. meğersem arkadaşımın derdi benimkisinden "işlevi bakımından" önemliymiş oluyor. birken iki ediyoruz, şiddetimiz artıyor, beraberce kafayı yemeye meyyal haller yaşıyoruz.
    arabaya atlayıp yollara düşsem... iki kenarı ağaçlıklı klip işi bir yol üzerinde arabamın götürdüğü yere gitsem... ahşap telefon direkleri hızla akıp geçse, yokuş aşağı ufuk çizgisinde, güneş gurub etse, yol kenarlarındaki ıssız kır lokantalarında gurup rengi demli çaylar içsem...
    olmuyor ama işte. hayat yine karşı istikametten tomruk gibi ağır şeylerle yüklü olarak gelip olan kudretiyle adamın suratına çarpıyor. radyoyu açıyorsun, geyik spiker aniden susup kesici ve delici bir parça başlatıyor. değil aslında ama o hep sizin şarkınızmış gibi geliyor. yahut sağ şeritte ikiyle seyretmekte olan kavun yüklü bir kamyonun karoserine turuncu boyayla italik yazılmış bir lafla arızalanıyorsun. başka zaman "kainatın en kofti lafı" deyip geçtiğin o harf öbeği, her bir harfiyle gelip gözlerine mil çekiyor. sonra sen kırksekiz kilometre boyunca haybeye silecekleri çalıştırıp aküye eziyet ediyorsun. halbuki görüntüye düşen damlalar otomobilin camında değil oluyor.
    bu nedenle oturup kalkıp "gidelim buradaaan" diye de naralanamıyorum artık. zira çok ortada, hiçbir yere gidemiyorum, hatta yanımda kimseleri götüremiyorum. işte o yüzden değiştirdim o repliğimi artık. öyle firarlara niyetlendiğimde "alsınlar beni burdan!" diye bağırıyorum. biraz daha yüksek bağırıp kendimi telsizli amcalara mı aldırtmak istiyorum, yoksa uzaylılara mı manyel gönderiyorum, arapçasına dilim dönmüyo da "rabbim beni yanına al" diye duaya mı yelteniyorum? bilmiyorum. ama oluyo işte. alsınlar şimdi beni burdan.

    peki alsınlar..."

    atilla atalay

    hayaller kahyası/ daha ıssız zamanlar biliyorsun sen/ iletişim yayınları/ 3.b, istanbul 2000/ s.31-32


    (suyunrengi - 29 Haziran 2012 17:34)

  • comment image

    geçen gün bir süredir latince öğrenmeye çalışan birkaç çocuğa (yaşları 9-11) vita activa'yı arendt'in bağlamına şöyle bir değinip anlayabilecekleri seviyede anlattıktan sonra yorumlamalarını istedim. beklentim ile karşılaştığım sonuç arasında tezat ya da alakasızlık yoktu, aksine tam beklediğim gibi cevap/yorum duydum. çocuklar "eylem yaşamı"nı yapılan her işin "kaçınılmaz olarak eylem yaşamı"nı meydana getirdiğine, dolayısıyla böyle bir tamlamanın kendisinin bile gereksiz olduğuna hükmettiler. nasıl ama? çocuklar şöyle baktılar: insan dururken bile durma eylemi içindedir, dolayısıyla durmaktan başka bir eyleme geçtiklerinde zaten eylemliliği kanıtlıyorlarsa, bu durumda eylemsizlik diye bir şey olamaz, o halde "eylem yaşamı" tamlaması yersizdir. cümleler benim ama mantık onların. oldukça susturucu bir mantık, "zaten olgu varsa niye tanımlıyoruz?" demek istiyorlar.

    elbette arendt'te çocukların bu mantığından fazlası olmalıdır. "olmalıdır" diyorum ama esasta olmasına gerek yok, aksine arendt'te çocuklardaki mantığın sözde daraltılışına tanık oluyoruz. "sözde" diyorum, zira aslında bilinçsiz bir şekilde daraltmak da istemiyor, sadece insanlık durumu'nun hemen başındaki deyişiyle üç temel insanî etkinliği emek, iş ve eylemi ifade etmek için bu tamlamayı tercih ettiğini söylüyor. tamam da, yukarıdaki örnekte de dile geldiğince "durmak" da temel bir insan etkinliği olamaz mı? keza durmamak da? arendt insanın durmadığını varsayıyor gibidir, bu bağlamda yukarıdaki çocuklarla hem uzlaşıyor, hem uzlaşmıyor. uzlaşıyor, çünkü durmak da dahil olmak üzere her eylem devamlılığın göstergesidir, neyin devamlılığı? yaşamın (vita) elbette, dolayısıyla eylem yaşamı kendinde var olagelen bir şeydir. uzlaşmıyor, çünkü bu devamlılığın başka eylem tiplerinden ayrılabilir gibi duran üç ayrı eyleme dayandığını varsayıyor, oysa bizim çocuklarda böyle bir ayrım yoktu.

    yüzümüzü tümüyle arendt'e çevirirsek, o emeği (labor) temelde insanın hayatta kalmak için sarfettiği çaba olarak tanımlar ve "doğal olarak" büyüyüp gelişmenin anahtar belirleyicisi olarak görür. iş (work) "doğal" değildir ona göre, insanın doğal olana tepki olarak sarfettiği "yapay" üretimi doğuran çabadır. eylem ise (action) insanlar arasındaki etkinlik, insanlar arasında olma, tek başımıza diğerlerinden farklı olsak da çoğunluğa katılmamızdır. özetlersek doğal olarak büyürken emek harcar, ayakta kalmak için iş yapar ve eylemle toplumsal bir varlığa dönüşürüz.

    ayrıca arendt kitabın ikinci bölümünde aristoteles / platon geleneğinin ve augustinus nezdinde hıristiyanların vita contemplativa yani "tefekkür yaşamı"nı (bu noktada bkz. http://jimithekewl.com/…9/quaestio-mihi-factus-sum/) öne çıkararak kent (polis) yaşamının gerekli gördüğü toplumsallaşma eylemine muhalefet eden ikinci bir sınıfın varlığının oluştuğunu söyler. bu ikinci sınıf eylem yaşamını tefekkür yaşamının önüne koymadığı için, diğerleri arasına karışma eylemini ikincil kılmak durumunda kalmıştır.

    buradaki karşı çıkış bana günümüzde deneyimlediğimiz hızlı, anlık ve paylaşımcı olmayı gerektiren vita virtualis'in ("sanal yaşam", çeviri bana ait ama başka bir yerde de vardır belki) vita contemplativa'ya olan karşıtlığını hatırlatıyor. niçin ekşi'de, twitter'da ya da başka bir sanal mecrada, kimin odağına gireceğini (hatta girip giremeyeceğini) kesinkes bilmeden düşünceni ya da yaşam deneyimini paylaşıyorsun? virtualis "erdeme / karaktere özgü" anlamında aynı zamanda, yani burada bir sözcük oyunu yaparsak yeni bir karakterin yeni bir erdem deneyimiyle karşı karşıyayız. yukarıda bu erdemin içeriğini özetledim: "hızlı, anlık ve paylaşımcı". birinden biri yoksa, erdem gereği giderilmemiş ya da atıl kalmış oluyor.

    arendt'in "insanlar arasında olma" eylemine eylem yaşamının bir bileşeni olması bağlamında yüklediği anlam virtualis vita için de geçerli, bireyin gerçek yaşamından bu sanal yaşama ne kadar gerçek unsurlar aktardığının önemi üzerinde durmuyorum, bu facebook gizlilik ayarlarıyla sizin aranızdaki bir mesele, burada dikkatimi çeken nokta arendt'in eylem yaşamındaki gibi virtualis vita'da da diğerlerine katılımın üstü örtük ya da değil, son kertede apriori olarak dayatılmış ve bizim de buradaki varlığımızla bunu kabul etmiş olmamızdır. oysa evvelce tefekkür tek kişilikti, belki hala bazıları için öyle ama bazılarımız tefekkürü gerçek ya da sahte sanal eylemlerle bu boyuta taşıyor ve bu yeni erdemi, öbür erdemin yerine koyuyor. (bu gerekçeyle sosyal medyaya girmeyen "düşünen adam"lar tanıyorum, bilgisayarı email atmak için kullandıklarını söyleyen az sayıdaki insanın bir kısmını oluşturuyorlar.) bu bir sorun mu, değil mi? her şeyin bir sorun olduğunu varsayan biriyim, galiba ikinci bir soruya ihtiyacım var. bu sorun beni ne kadar ilgilendiriyor ve bunu aşmalı mıyım?


    (jimi the kewl - 9 Mayıs 2015 21:56)

  • comment image

    hannah arendt insanlık durumu kitabının daha ilk başında emek, iş ve eylemi ifade etmek üzere kullandığını belirtir bu tamlamayı. tüm kitap boyunca arendt, batı felsefe geleneğinin vita contemplativa yani tefekkür karşısında ikincil bir konuma ittiği vita activa'yı, özellikle de insan eylemini kurtarmaya çalışır; ona kaybettiği değeri geri kazandırmak için uğraşır.


    (tenar - 15 Mart 2005 22:53)

Yorum Kaynak Link : vita activa