Possession ' Filminin Konusu : Roland Michell, Randolph Henry Ash'le ilgili bir çalışma yapmak için aldığı bursla Londra'ya gider. Henry Ash özellikle eşine ithaf ettiği epik şiirleriyle tanınan bir şairdir. Ünlü bir akademisyen olan Maud Bailey ise Viktorya döneminin daha az tanınan şairlerinden biri olan Christabel LaMotte'nin hayatı ve kariyeri üzerine çalışmalar yapmaktadır. Maud ve Roland bu iki şair arasındaki gizli aşkını ortaya çıkaran aşk mektuplarına erişirler. Gizem arttıkça daha fazla araştırırlar ve kendilerini bir asır önce yaşanmış bu aşkın etkisinin içerisinde bulurlar.
In the Company of Men(1997)(7,2-12510)
Proof(2005)(6,8-40568)
Sliding Doors(1998)(6,7-64216)
Your Friends & Neighbors(1998)(6,4-7403)
Sylvia(2003)(6,3-9786)
Bounce(2000)(5,7-19350)
başrollerini vampir avcısı buffy etiketini ömrü billah üzerinden atamayacak olan sarah michelle gellar ve evimizin turtacısı, dalyan gibi delikanlı lee pacein oynadığı 2009da gösterime girecek olan film. konu dandik, ancak içinde lee pace varsa, hele bir de dövmeli mövmeli, bi kötü adam bi iyi adam rolündeyse dadından yinmez bir seyirliğe benziyor. bu da trailerı (horror demesine bakmayın, değil)http://www.youtube.com/watch?v=hoybouubocc
(bernaive - 19 Ekim 2008 20:13)
gwyneth paltrow'un başrolde yer aldığı, trailerındaki müziği süper etkileyici olan film. gelecek, izleyeceğiz.
(psi - 24 Eylül 2002 01:11)
4 kasim itibariyle ulkemizde vizyona girecek film, beklentilerin dusuk tutulmasi halinde zevkle izlenebilir, genelde temposu oldukce dusuk ve yogun bir havasi var. gwyneth paltrow pek zarif amerikali ginc rolunde aaron eckhart da baya iyiydi.
(neen - 24 Eylül 2002 14:21)
trailer'in sonunda, trailerlari seslendiren adamin filmin adini söyleyişine dikkatinizi çekmek isterim, zira pek bir komik olmuş... şöyle diyor:"poseşinhhhhhhhhhhhh" bir an oraya boşaldi saniyorsunuz...
(portakal - 28 Eylül 2002 12:28)
isabelle adjani'nin bu filmdeki performansını rahatlıkla insanüstü olarak niteleyebilirim. elbette çoğu insan gibi, oyuncunun inandırıcı olması gerektiğini düşünüyorum fakat bu kadarı da biraz fazla geldi bana. öyle ki, filmi izledikten hemen sonra nişantaşı'nda yürürken bir vitrinde adjani'nin büyük boyutlarda bir resminin asılı olduğunu görmüştüm ve dehşete düşmüştüm. sonrasında hızlı adımlarla oradan uzaklaştığımı hatırlıyorum.
(piggy in the mirror - 1 Ağustos 2009 21:12)
trailerındaki müzik: "loreena mckennitt-the mystic's dream"
(sitare durmus - 7 Ekim 2002 23:34)
bu romanla 1990 booker ödülü’nü alan a. s. byatt’ın, kadın bir romancı olduğu, kitaptaki “feminist eleştiriyi eleştiri” bölümlerini okuyunca hemen anlaşılıyor. metinde kullanılan farklı yazın teknikleri arasında, şiir, mektup günlük ve peri masalları da yer alıyor. kimi zaman anlatı duruyor ve araya günlükler, şiirler ya da bir peri masalı girebiliyor. o yüzden okunması pek de akıcı bir roman sayılmaz, fakat konusu ilginç olduğu için; bir aşk romanı olmanın yanında bir de dedektiflik romanı da olduğu için hikaye ilgiyle takip ediliyor.dili, fazla karmaşık değil, fakat özelikle 19.yy epik şiiri formatında yazılmış şiirler ve victoria çağı stilinde yazılmış mektuplar kimi zaman sıradan okuyucuyu zorlayabilecek bir dilde yazılmış. aralarda gerçek şairlerin gerçek şiirlerinden de dizeler var, bu şiirler için de araştırma yapmak şart; yakın okuma sevenlere duyrulur. bu çok sesli hikayedeki bazı diğer temalar da aşk, şiir, feminism ve psikanalist eleştiri, küçük kasabalar, eski evlere ve yabancı ülkelere seyahatler, hırsızlık, kandırmaca, hırs, ilişki korkusu. anlatı kimi zaman modern bir polisiye, bazen de epik şiir biçiminde. hem dış mekanlar, hem de iç mekanlar ayrıntılarıyla anlatılmış, hikaye zaten ingiltere’den başka ülkeler de dahil olmak üzere farklı yerlerde geçiyor. hikaye, iki tane düş ürünü 19. yy şairnin arasındaki gizli aşkı keşfeden iki araştırma görevlisi hakkında. yazar, ayrıca bu şairlerin edebi eserlerini de eklemiş. hem ash hem motte için sayfalarca şiir yazmış. la motte’nın peri masallarından bazıları da anlatıda yer alıyor. şairlerin biribirlerine yazdıkları çok sayıda mektup, ash’in karısının ve la motte’nın kuzeninin günlüğü de var. bu edebi türler, ash ve la motte’nin karakterlerini aydınlatıyor, onlara yeni boyutlar ekliyor. şiirler aynı zamanda ash ve la motte arasındaki aşkın metaforu görevindeler. konusu nedir diyenlere: bir ingiliz edebiyatı araştırma görevlisi olan roland mitchell, on dokuzuncu yüzyıl şairi randolph henry ash’le ilgili bir araştırma yapmaktadır. ash’e ait olan ve british museum kütüphanesinde bulunan vico adlı kitabı aramak için kütüphaneye gider. şairin kitabın kenarına ya da satır aralarına, çalışmalarında işe yarayacak notlar aldığını ummaktadır. kitabı incelemeye başlayınca, sayfalarının arasında bir mektup olduğunu fark eder. bu mektup, şair tarafından gizemli bir kadına yazılmıştır. şair, mektupta kadınla buluşmak istediğini anlatmaktadır. oysa ash’in evli olduğu bilinmekte, karısına sadık olduğu sanılmaktadır, böyle bir ilişki, akademik ve edebi dünyayı sarsacak bir keşiftir. ilk iş mektuptaki gizemli kadının kimliğini araştırmaya başlayan roland, tarihleri inceleyerek kadının christabel la motte olduğunu keşfeder. la motte peri şiirleri ve öyküleri yazan, az tanınmış bir şairdir. hayatı boyunca hiç evlenmemiştir. roland, la motte’nin hayatını daha iyi bilen birini bulmak ister ve akademisyen maud bailey ile tanışır, maud, la motta’nın soyundan gelen bir akademisyendir. birlikte araştırma yapmaya başladıkça kendilerini bu metinlerarası gizemli olaya daha da çok kaptırmaya başlarlar, ipuçlarını takip ederek başka şehirlerdeki mektuplara ulaşırlar. görünüşe göre ash ve la motte’nin bir sene kadar süren gizli bir ilişkisi olmuştur. ikili, bu gizleri aydınlatmaya çalışırken, peşlerinde de bir akademisyen ordusu vardır, ortaya çıkan belgeler ve gerçekler, çok büyük bir bilgi, prestij ve para kaynağı olacağı için pek çok kişi tarafından istenmektedir. iki akademisyen, bu gizemli olayları araştırırlarken birbirlerine aşık olurlar, fakat roland’ın pek de yolunda gitmeyen bir ilişkisi zaten vardır, maude’yse son ilişkisinin etkisinden kurtulamamıştır. kendi adıma the posession’u amacına ulaşan, başarılı kitap olduğunu düşünüyorum, biraz fazla ingiliz ve biraz fazla akademik görünüyor olsa da son derece genel temalar üzerine yazıldığı için belirli bir kitleye yönelik denemez. filmi izlemeyi iple çekiyorum desem doğrudur.
(eowyn - 7 Ekim 2002 23:47)
okuduğum reviewlarda filminin kötü bir adaptasyon olduğu söyleniyor. kitabını okumadım ama filmini çok beğendim."i can not let you burn me up, nor can i resist you.no mere human can stand in a fire and not be consumed" (trailerındaki müzik eşliğinde...)
(psi - 8 Ekim 2002 21:49)
filmde en cok aklimda kalan bolum, isabelle adjani'nin metro cıkısında yaklasik 7 dk suren cıldırma, ele gecirilme, zahiri tecavuze ugrama vs vs gibi gondermeler iceren kesintisiz ama cok etkileyici olan sahnedir.
(neon tetra - 30 Kasım 2002 14:04)
sam neill'in in the mouth of madness ile birlikte en iyi oyunculuk performansını sergilediği filmdir.
(halitkin - 8 Ocak 2012 21:41)
sahip olma anlamlı sarah mclachlan'ın sevilesi bi şarkısılisten as the wind blows from across the great divide voices trapped in yearning, memories trapped in time the night is my companion, and solitude my guide would i spend forever here and not be satisfied? and i would be the one to hold you down kiss you so hard i'll take your breath away and after, i'd wipe away the tears just close your eyes dear through this world i've stumbled so many times betrayed trying to find an honest word to find the truth enslaved oh you speak to me in riddles and you speak to me in rhymes my body aches to breathe your breath your words keep me alive and i would be the one to hold you down kiss you so hard i'll take your breath away and after, i'd wipe away the tears just close your eyes dear into this night i wander it's morning that i dread another day of knowing of the path i fear to tread oh into the sea of waking dreams i follow without pride nothing stands between us here and i won't be denied and i would be the one to hold you down kiss you so hard i'll take your breath away and after, i'd wipe away the tears just close your eyes...
(insensitive - 6 Aralık 2000 16:25)
(bkz: sahiplenmek)
(orlando - 6 Aralık 2000 16:31)
isabelle adjani'nin yaratıkla seviştiği sahnede şoka uğramış, hipnozla uyutulup bilinçaltımın oyununa getirildiğimi düşünmüştüm. iyi filmdi, kaotik ve bungun.
(rapido - 24 Temmuz 2003 02:22)
zamanında kiss tv de gecenin bir yarısı izledigim andrej zulawski'nin yönettigi film. filmin kısa sürmesinden kıllanıp arastırma yaptıgımda uzun bir yaratıkla sevisme sahnesinin kesildigini ögrenmistim... orayı kesmek filmin anlattıklarını havada bıraktıgından ısrarla uncut versiyonunu izledigim; kanımca polonya sinemasının başyapıtlarından biri .( ha kac tane polonya filmi izledin dersen onu bilmem.)
(optic illusion - 24 Temmuz 2003 02:28)
andrzej zulawskinin zannımca en başarılı filmi. saplantı, tutku ve ihanet gibi sinema dili kullanıldığında çok yavan ve tatsız hallere girebilecek kavramların hakkı verilerek işlenişinin resmidir. çökmekte olan bir evliliktir söz konusu olan, ama non lineerdir anlatım biçimi; bu yüzden de metaforlar havada uçurur. ayrılık da baskın bir tema; yoksa filmin ikiye ayrılmış bir berlinde çekilmesi ve duvarın bu kadar sık bir şekilde filme nüfuz etmesi tesadüf değil. bu non lineer anlatım biçimi yüzünden, possessionı takip etmek zaman zaman zorlaşabiliyor. hele benim yaptığım gibi altyazısız izleniyorsa seyirci için bir azap halini alabiliyor bu durum. çünkü adjaninin histerik çığlıkları fransız aksanıyla birleşince pek kolay olmuyor söylenileni anlamak. zaten izlemesi zor olan (çünkü şematizasyondan nasibini almamış) sekansların birbirinden kopuk oluşu bu belirttiğim faktörle de birleşiyor. sonuçta possessionı takip etmek için çok çok ilgili ve dikkatli olmak gerektiği ortaya çıkıyor.gelelim filmin yıldızlarından birine. yaratık pek ilgi çekmiştir, filmi izleyen herkes yaratıklı sahneyi iyi hatırlar. fakat onun neyi simgelediği daha önemli bence. nedir onun hikmeti? ele geçirilme mi? markın kendiyle ilgili kuşkuları mı? yaratığı anna mı yarattı yoksa markın kendi korkularının tezahürü müydü? şurası açık ki filmin ismi, özünü açıklamak için iyi bir seçim. fakat ele geçirilen kim?bana kalırsa cronenbergin brooduyla benzerlikler gösteriyor bu film; ikisinde de benzer öğelerin (işleniyor demeyelim) gözümü çarpıyor. fakat broodun kimi yerde müsamereyi andıran yapısına karşılık possession bir art movie gibi görünüyor. bir de benim kuruntum gibi gelebilir ama possessionın repulsion ile de yakın bağları var gibi geliyor.oyunculuk kalitesi de üzerinde çok konuşulabilecek bir durum bu filmde. isabelle adjaninin performansına diyecek yok, fakat tüm filmi de tek başına adjaninin sırtladığını söyleyenlere müsamaha gösteremiyorum. adjani kadar sık görünmese de kritik sahnelerdeki varlığıyla filmin kopuk noktalarını birbirine ekleyen sam neill benim için possessionın esas kahramanı.sonuçta possessionı gördüğüm en başarılı filmler listesine ilave ediyorum.bu arada ben de tıpkı optic illusionın başına gelmiş olduğu gibi fırtınalı bir gece yarısı kiss tvde izlemiştim ilk defa bunu. the endin ellerine sağlık, bir de altyazısı olsaymış...bu arada filmin bir sahnesinde apartmanlardan birinin dış duvarında yazan katıl ve kurtul yazısını, onun altındaki mhp imzasını hakikaten unutmak mümkün değildir.
(electric warrior - 16 Ocak 2004 19:15)
sisters of mercy sarkisi. daha once bundan guzel "possession" denmedi.carrion child,prey for me,play yourwild card, see the house come down around yourhead, home to me, so much dreamingsome say i'm growing cold andtaking overnothing, cuts, two ways.....possession: taking overstand these pictures on your shelfand wear your heart upon my sleeve,wear a dress that you can see through,see yourself inside;i'll be your imagination,tear apart what you believe,make a mess of your conviction,take away my pride and leave,nothing, but the debris,cuts, two ways,carrion child,prey for me, play yourwild card, see the house come down around yourpossession: taking over.....possession: shake shake shake shake shake shake;possession: taking over.....somehow the fact takes over, and the fiction coming through,somehow i do my crying breaking down for you,this way doubt takes over, contradiction coming through,this way i do my lying, making up and making out for you.....possession: taking overchild (nothing)prey for me (but the debris)play your wild card (cuts two ways)some say i'm growing cold andtaking over.....down around yourhead (nothing)home to me (but the debris)so much dreaming, see the house come down around yourpossession: shake shake shake shake shake shake shakepossession: taking over.....possession: shake shake shake shake shake shake shakepossession: taking hold
(dementia - 10 Kasım 2004 16:38)
sıkı filmmiş bu, zulawski'nin olan. hakikaten kabir azabı olabilecek filmlerde listeyi zorlar.yalnız büyük talihsizlik elbette. zulwaski'nin ingilizce çektiği ilk ve tek filmi. vatanında otoritelerle takıştıktan sonra anglofransez bir film çekiyorsun, üstelik berlin'de. gözünü sevdiğimin 80'leri işte.amerikan pazarı için oynanmış bir film, bir yerde ama, gene de avrupa'da rüştünü ispat ediyor. gore sevenler için fazla kriptik, art house sinema sevenler için fazla zorlama gelmiş. bana kalırsa oldukça ayarında, dozajında. iki saat boyunca zerre sıkılmadım. carlo rambaldi'nin sürüngen/yaratık/adam tasarımı da hiç fena değildir yani. öyle kitsch bir rezalet değildir.80'lerin başındaki o görsellik, hani sister saviour video klibinde de mevcut olan, nasıl desem, soğuk savaş estetiği berlin'in muhteşem mimarisiyle birleşince ortaya gayet kasvetli bir atmosfer çıkmış. yönetmen dış mekan kullanımında öyle özenli çalışmış ki, tarihi film çekenler bile bu kadar iyi olamıyor. o binaların içleri, dışlara insana beyoğlu'ndasın hissi veriyor.isabelle adjani 96'dan 2002'ye kadar sinema yapmamış, evvelinde velut bir oyuncu. aşağı yukarı filmografisindeki bütün filmleriyle de aram iyidir, boş çıkmamıştır. çok da dürüst kadındır, beğenmediği filmlerini açık açık söyler. şu filmde kullanıldığımı hissettim, der. o filmlerden biri de budur. cannes'da ödül almasına rağmen gurur duymuyor bu filmiyle. bazı kamera açılarından dolayı küçük düştüğünü sanıyor sanırım. halbuki ortaya ne görkemli bir oyun çıkarmıştır adjani.bir tiyatronun sahne arkasında çalıştığım 2 yıl boyunca kadın oyuncuların hayat kadını ve delirmiş kadın rolleri oynamaya özel bir düşkünlük ve ilgileri olduğunu sezmiştim. konservatuarların mezuniyet oyunları da çoğunlukla balataları sıyırmış karakterler üzerinedir zaten. iyi oyun var, kötü oyun var. herhalde adjani'nin burada çıkardığı bir başyapıt. onca kan, kusmuk, cerahat arasında oynaştıktan sonra her karede karşımıza tertemiz siyah topuklu botlarıyla çıkması hoşuma gitmişti. kir pas içerisinde geçen ama temiz bir stili olan bir film bu. sam neill bir survivor'a dönüşmeden önceki bütün karelerde sinek kaydı tıraş ve jilet gibi gömlekler, takımlar içerisinde görünür. adjani'nin, daha doğrusu filmdeki adıyla anna'nın mark'ı (sam neill) aldattığı erkek arkadaşı heinrich de mustafa sandal'ın bundan 10-15 yıl sonraki hali gibidir. düğmeleri göbeğine kadar iliklenmemiş ipekli gömlekler giyer, bronz bir teni vardır, acayip uzak doğu sporlarına hakimdir.izleyici sinirden nasıl gerim gerim gerilir konusunda birkaç gerçekten iyi sahne var burada. mesela anna'nın mutfakta 80'lerin o korkunç mutfak robotlarından birinde kıyma yapma sahnesi. benim bu sahneyi izlerken tesadüfen pizza yiyor olmam da kendi kendime "şaka gibisin" dedirtmiştir. sonra heinrich'in annesinin türbe gibi odası da iç karartıcı ve klostrofobik bir sahneye mekan olmuştur. keza heinrich'in mark'a yolladığı videokasetten çıkan görüntülerde anna'nın bale öğrencilerine nasıl duygusal şiddet uyguladığını görürüz. bu kadın gerçekten çok çekmiştir ve çektirmektedir.--- spoiler ---filmin başlarında almanya'nın devlet devlet binalarından birinde (devasa pencereler, ekolu holler) mark'ı yarım ay şeklinde saran patronları vire konuşurlarken kamera bir ileri bir geri tavaf eder bu çemberi. o sahnede adamlar bir şeyler söylüyorlarmış, sonra ana karakterlerin can verdiği art nouveau merdivenlerin orda polislerden birinin fuşya pembe çoraplarına zum yapılır; bu ikisi arasında bir bağlantı varmış.--- spoiler ---metro'da anna'nın isteriye tutulduğu veya zahiri tecavüze uğradığı sahneye gelince, bu sahne de herhalde excorsist'in parmak ısırtan sahnelerini galebe çalabilir. hem de efektsiz, robot sessiz. gerçi robotik bir şeyler burda da var: regan'ın içine şeytan girmiştir ya excorsist'te, burda da anna tanrı'nın içinde olduğunu iddia eder. bu berbat sahnelerde anna'nın sesi belli belirsiz robotik bir reverb'le yankılanır hep. çok yakın planlar da iyi işçiliktir doğrusu. yüzlerde seğiren kasları dahi yakalarız.velhasıl kelam, adamın başka filmini görmemekle birlikte bu film koca cronenberg filmografisinin yanına utanmasız sıkılmasız eklenebilir.
(velouria - 29 Eylül 2005 19:19)
doksanlarin baslarindan, john zorn katkili bir god albumu.. adeta 'o'nun varligina delalet..
(aritmi - 8 Ocak 2002 14:05)
sarah mc lachlan ın süper şarkısı. başarılı herşey vokaller özellikle.
(bloodymary - 22 Ocak 2002 20:31)
nedense kazaa da take your breath away diye geçen şarkı.
(bloodymary - 22 Ocak 2002 20:54)
Yorum Kaynak Link : possession