The Descendants (~ Senden Bana Kalan) ' Filminin Konusu : Toprak sahibi zengin bir baba olan Matt King (George Clooney), eşinin trajik bir bot kazası geçirmesinden sonra, geride kalan iki kızı ile ilişkisinin hiç de hayal ettiği gibi olmadığını farkeder. Matt, kızları ile olan ilişkisini düzeltmeye kararlıdır fakat gittikçe kötüye giden akıl sağlığı onun için hayatı oldukça zorlaştıracaktır.
Ödüller :
Nebraska(2013)(7,7-103983)
Sideways(2005)(7,5-169352)
Up in the Air(2009)(7,4-297541)
Michael Clayton(2007)(7,3-148508)
About Schmidt(2002)(7,1-120773)
The Ides of March(2011)(7,1-218875)
Golden Globe-Best Motion Picture - Drama
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Supporting Female"
Academy Awards - Oscar : "En İyi Uyarlama Senaryo"
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Screenplay"
bugüne dek gördüğüm en güzel film afişlerinden birine sahip: http://www.imdb.com/media/rm2586425600/tt1033575
(in memoriam - 24 Mayıs 2011 10:32)
imdb'nin tam olarak hangi kısmını komik bulup "comedy - drama" şeklinde sınıflandırdığını merak ettiğim güzel film. --- spoiler ---george clooney, bendenizi dahi gözyaşlarına boğan "veda" sahnesi ile oscar'ı çoktan alıp diğer heykelciğinin yanına yerleştirmiştir. george tüm film boyunca cidden mükemmel iş çıkarıyor.--- spoiler ---
(minca - 26 Ocak 2012 20:24)
içten bir film. bir ailenin hikayesi diyebiliriz. söylendiği gibi george clooney çok başarılı bir oyunculuk sergiliyor. aslında diğer oyuncular da öyle. ama yine de abartıldığı kadar yeni ya da çarpıcı bir film olmadığını düşünüyorum. tabii şu karlı günlerde evden dışarı çıkamazken hawaii manzaraları görmek güzel mi? güzel.
(lynnrowens - 27 Ocak 2012 19:18)
bir sideways ile kıyaslandığında sönük kalacak olmasına rağmen yine de güzel bir film. sideways'deki aynı durağanlık, aynı çaresizlik bunda da mevcut.ayrıca george clooney'nin koşuşu yarmaktadır bu filmde. şener şen ile postacı şaban arası bir şey. inşallah gerçekte de öyle koşmuyordur.
(barrett - 27 Ocak 2012 21:23)
mükemmel senarist kimliğiyle tanıdığımız alexander payne'den hem yönetmenlik hem senaryo açısından harika bir film. o kadar harika ki george clooney'i ve onun oyunculuğunu sevebilirsiniz bu filmle, o derece.--- spoiler ---karakterlerle giriş yapacak olursak; matt öncelikle. george clooney bu sefer rolünün hakkını gerçekten vermiş. aynı sene içerisinde the ides of march nere; bu film nere. yorgun adam matt, bıkkın biraz da. eşinin geçirdiği kaza üzerine kasabaya geliyor, türlü türlü sahnelerle bu psikolojideki bir adam nasıl olur gösteriyor. gerek diyalogları, gerek anlamsız gibi görünen çok anlamlı bakışları, gerek de yapmaya çalıştığı babalığı. alexandra var ayrıca, deli dolu genç kız. alkollü bir halde seyirciye sunuluyor kız öncelikle, sonrasında izleyicinin aklında oluşan "ne oldu da bu kız bu hale geldi ?" sorusu yanıtlanıyor; filmin göbeğine oturuyor alexandra. kardeşi scottie'ye karşı takkındığı anaç tavrı güzel gitmiş filme, bir de yeni jenerasyon natalie portman olabilir gibi bir iz bırakıyor filmde shailene woodley, gerek saf güzelliğiyle gerek oyunculuğuyla.filmi önemli sahneleriyle değerlendirecek olursak,film sörf yapan bir kadını göstererek başlıyor yakın metrajda. kadın öylesine mutlu ki bu sahnede, zevki öylesine damarlarında yaşıyor ki izleyenini sevecen, öpülesi bir kaç saate hazırlama edası taşıyor film. yani ters köşeyi en başta bir yapıyor film, mal gibi bakakalıyorsunuz hemen akabinde, film bitene kadar hem de.elizabeth hasta, hastanede yatıyor, eşi matt hastaneye görüşüne geliyor, kendince görüşüyor eşiyle, sonra odasından ayrılıp cam kapıya yaklaşınca altta sağda bir yazı beliriyor. ufacık yazı çok şey anlatıyor; "press red button". çünkü matt karısının vermiş olduğu karara rağmen düşünüyor, kırmızı tuşa basmak/hayatı sonlandırmak doğru olan karar mı. ona göre doğru gibi, ama gibi işte, net değil, ki olsa da bir şey değişmiyecek, karar verilmiş. matt kapıdan çıkarken yüz ifadesiyle bu psikolojiyi çok güzel yansıtıyor.minik kız scottie ile matt otururlar bir cafede, o arada eşinin kazasında motoru kullanan adam belirir ekranda. o adamın motoru kullanan adam olduğunu söylemez film diyaloglarla, ama matt'in bakışlarıyla siz bunu anlarsınız. mazlum moddaki matt karakterinin bakışlarını öylesine değiştirir ki bu adam, tamam dersiniz, elizabeth'in bu hale gelmesinde matt birisini suçlayaiblecekse o adam bu olmalıdır, ki gerçekten de odur bu adam. matt adamla tartışır, tabi ki yegane suçlu bu adam değildir eşinin bu duruma gelmesinde, ama matt'in birilerini suçlamaya ihtiyacı vardır, o yüzden de bu adam vardır. bu sahnede ufak scottie de tepkisiz kalmaz, orta parmakla ufacık kızın tepkisi gayet amerikanca bir şekilde tasvir edilir.alexandra'nın diziye giriş sahnesinin akabinde eve vardıklarında matt psikolojisini sözlere dökmeye başlar; "hayatımdaki kadınların kendilerini mahvetme çabası neyin nesidir böyle? elizabeth motorsiklet ve sürat teknesiyle ve alkolle; alexandra uyuşturucuyla ve kendisinden yaşça büyük adamlarla; scottie'nin ise elizabeth'in de gidişiyle benim gibi bir adamla kalarak ne gibi bir şansı olabilirdi ki?"evet, budur o dakikadaki matt karakteri, öyle bir karakterin kelimelerle ifadesi budur.alexandra ile matt'in o dakikaya kadar gayet normal olan, ama sebebi her daim merak edilen tartışmalarının sebebi ortaya çıkar. kız annesinin babasını aldattığını söyler en doğal, olması gereken şekilde. baba şaşırır, baba önce inanamaz, baba ne yapacağını bilemez. babanın karmakarışık olan kafası yeni bir boyut kazanır, matt karakteri artık yeni bir adam olur, böylece matt karakterinin güçlü anlatımı daha da güçlenerek devam eder.bu arada sid karakteri yedirilmeye çalışılır filme. yavşak, kendini beğenmiş, ukala bir tiptir sid karakteri. cahildir o dakikada bu karakter, hiçbir yaşam tecrübesi yoktur, ot içip genç kızların peşinde koşan bir tiptir. ta ki filmin ilerleyen dakikalarına dek. kendi hayatının ufak bir özetiyle kendini ilerleyen dakikalarda gerçekten tanıdan sid karakteri öyle bir noktaya gelir ki matt'e tavsiyede bulunur. hatta bunu bir ukalalık göstergesi olarak yapmaz; matt gelir ondan tavsiye ister.başka bir etkileyici diyaloglar sahnesi de elizabeth'in babası ile matt arasında geçer. baba doğal olarak matt'i suçlar. kızına hiçbir zaman uygun bir eş olamadığını, ona hakettiği şeyleri veremediğini söyler. baba kızını öylesine yükseltir ki bu anlatışlarında, elizabeth bir melek mertebesine yükselir. matt farkındadır her şeyin, söylediği her şeye kendince bir cavabı olduğunun, bir şey diyemez ama, dememelidir. susar, bunu becerir matt.matt araştırmaları sonucnuda alexandra'nın da gazıyla eşinin kendisini aldattığı adamı bulur, evine bile gider. asıl amacı eşini son kez görmesi için adama bir fırsat vermektir, tabi ki tek sebebi değildir bu. çünkü adamdır matt karakteri, adamın eşine durumdan bahsetmez; yalnızca adamla konuşur merak ettiği her şey hakkında. eşiyle arasında yaşayabileceği, yaşadığı her şeyi sorar merak ettiklerinin cevabını bulma adına. matt'e çok koyar bunlar. matt elizabeth'i ihmal ettiğinin gayet de farkındadır ama elizabeth'ten bu kadarını hiçbir zaman beklememiştir, bu sebepten kendince bir intikam almak ister, böylece de evden ayırlırken adamın eşini dudaklarından öper. bir öpücükten fazlasıdır bu, adamla kadın arasında olacaklara davetiyedir. sonradan da görürüz ki matt bunu çok iyi başarmıştır, en akıllıca hareketi yapmıştır.julie filme damgasını atan bir sahneye imza atar ilerleyen dakikalarda. matt'in de katkılarıyla eşinden tüm gerçekleri öğrenir, eşinin cesaret edemediği şeyi gerçekleştirir, elizabeth'in yanına gelir, onunla yüzleşmeye. ve bu sahnede julie karakteri öylesine olması gerektiği gibidir ki, ağzı açık izlenesidir. ağlar julie burda, matt için ağlar, kızlar için ağlar, eşi için ağlar, hepsi aynı anlama gelen bir sürü duyguya tercüman olur.matt'in eşiyle bir veda konuşması yapması gerekmektedir, bunun farkındadır matt. her şeye rağmen en olmasını gerektiği şekilde vedasını eder matt; "hoşça kal elizabeth, hoşça kal aşkım, hoşça kal arkadaşım, kederim, neşem.. hoşça kal.. hoşça kal.."peşinden ağlar matt, dayanamaz daha da.eşi hakkında takınacağı tutum karşısında film boyunca gelgitler yaşayan matt sonunda en olması gereken tavrı takınmıştır, ve eşine insan gibi vedasını etmiştir.ayrıca filmin bitiş sahnesi de gayet hoştur. ailenin geride kalan üç bireyi koltukta yanyana otururlar, televizyon izlerler, televizyonda belgesel vardır, belgeselin konusu bir zamanlar tropikal bir bölge olan antartika'nın nasıl bu hale geldiğidir..--- spoiler ---edit: kader-keder ikilemi. pacta sunt servanda'ya teşekkürler.
(nahgalip sahsiyet - 29 Ocak 2012 21:04)
--- spoiler ---filmin son sahnesinde, baba ve iki kızının altında televizyon izledikleri sarı battaniye, komadaki annelerinin hastanedeki odasında üstüne örtülmüş olan battaniyedir.anne gittikten sonra da tüm aileyi bir araya toparladı gibi yorumlanabilir. önce scottie, sonra babası ve sonunun ne olacağını merak ettiğimiz asi ablası da battaniyenin altına girerek filmin sonunda mutlu aile tablosuyla içmizi ferahlatırlar. --- spoiler ---
(aynverd - 25 Şubat 2012 22:59)
sid karakterini canlandıran nick krause'nin temiz bir dayağı hak ettiği film.. böyle gamsız, yavşak, dünya sikime minare götüme takılan velet yok arkadaş.. bir de marifetmiş gibi --spoiler-- "her zaman yanımda biraz ot olur" --/spoiler-- diyor.. yavşak ya çok dövesim geldi arkadaş..
(kafa koparan manyak - 26 Şubat 2012 12:03)
sanırım bu yılın en abartılmış filmi.tamam film kötü değil ama güzel de değil hiç bir ilgi çekici hikayesi yok.9 adayın arasında en sıradan film de buydu zaten.sanırım akademi üyeleri sıradanlığı özlediler geçen seneden dolayı ondan aday yaptılar.kendimi grey's anatomydeki yan hikayelerden birini izliyormuş gibi hissettim.o kadar da komik de bulamadım.7/10
(gleek - 27 Şubat 2012 01:14)
finali gördükten sonra, tıpkı önceki payne filmlerindeki gibi aslında çok hüzünlü ama bir yandan da hayata karşı hala umutlu bir film izlediğimizi anlıyoruz. bunu yaparken, öyle klişe bir 'hayat her türlü zorluğa rağmen güzel' üslubu da kullanmıyor, hollywood usülü duygusal aşırılıklara da başvurmuyor. onun filmleri, her türlü yapmacıklıktan uzak bir stille, kendi yolunu kendisi bulup, sakinlik içerisinde akıyor aslında. mizah da işin içine kendi kendine, hem gerçekten komik, hem de abartısız bir tarz ile giriyor...(http://hayatimizsinema.blogspot.com/…alan-2011.html)
(diamant - 27 Şubat 2012 07:30)
tekdüze yapıya sahip ve çok güçlü kırılma noktaları olmayan bunun gibi tipik dramaları izlenebilir ve beğenilir kılan iki unsur vardır: oyunculuk ve sinemasal "anlar". bu filmde oyunculuklar son derece tatmin edici olsa da, beni filme bağlayacak o "anlar"dan mahrumdu. bu nedenle film bittiğinde etkisi fazla sürmedi bende. en etkili sahne, genç kızın havuz sahnesiydi galiba.
(paspasanahtarinustunde - 4 Mart 2012 12:06)
Yorum Kaynak Link : the descendants