Breaking and Entering (~ Hirsiz) ' Filminin Konusu : Kriminal ve duygusal anlamda hırsızlık üzerine bir öykü olan “Breaking and Entering”de, farklı dünyalardan gelen ve yolları Londra’da kesişen iki grup insan vardır. Bunlardan birincisi, uzun süreden beri bu kentte yaşayan Londra’lılar: ikincisi ise, bu kente sonradan gelip King’s Cross bölgesine yerleşen yabancılardır. Londralı bir peyzaj mimarının kentin yoksul kesiminde açtığı lüks ofisi üst üste birkaç kez soyulur. Genç mimarın hırsızlık olayının sorumlusunu bulmak için yaptığı araştırmalar, onu alışkın olduğu dünyanın güvenli ortamından çok uzaklara düşürecektir.
Cold Mountain(2003)(7,2-130549)
Sleuth(2007)(6,5-28690)
360(2012)(6,2-14921)
Alfie(2004)(6,2-51113)
“uzun süre önce ‘breaking and entering’ adlı bir sahne oyunu yazmayı denemiştim” diyen anthony minghella, bunu şu sözlerle anlatıyor: “o oyundaki ana fikir, davetli oldukları bir partiden eve dönen bir çiftin, evin soyulduğunu fark etmeleriydi. nelerin çalındığının envanterini çıkardıklarında ilginç bir durumla karşılaşıyorlardı. evden hiçbir şey çalınmadığı gibi bazı şeyler eklenmişti. üstelik eklenen bu şeyler, çiftin evliliğindeki problemleri işaret ediyordu. bu fikri çok sevdiğim halde oturup yazma fırsatı bulamadım.” minghella sözlerine şöyle devam ediyor: “birkaç yıl sonra stüdyo olarak kullanmak üzere londra’nın kuzeyinde eski bir kilise odası satın almıştık. o günlerde oğlum max’in memnuniyetsiz bir ses tonuyla, ‘ofis için kötü bir semt’ dediğini hatırlıyorum. okulu o bölgedeydi ve yöreyi iyi tanıyordu. ancak ben mekanı çok sevmiştim. tadilat işlemleri sırasında romanya’da ‘cold mountain’ için mekan taraması yapıyordum. ofisten sürekli olarak, ‘merhaba, hırsız girdi’, ‘merhaba, yine hırsız girdi’ şeklinde telefonlar geliyordu. sekiz hafta içerisinde 13 kez soyulmuştuk. kısaca ‘hırsızlıkla imtihan’ adını verdiğim bu olaylar, 15 yıl önce aklıma gelen fikri hatırlattı. aynı şeyi söylemenin farklı bir yolu olduğunu düşünmeye başladım. bir suç meydana gelince ardından tamiri gerekebilirdi. bir hırsızlık olayı birşeylerin düzene girmesine / sabitlenmesine sebep olabilirdi. bir hasar meydana gelince o hasarı tamir etmek için gösterilen çabanın herkesi daha güçlü kıldığı şeklinde bir düşünce vardı aklımda… ayrıca başka insanlardan birşeyleri ‘çalmanın’ farklı yöntemleri olduğu düşüncesi de şekillenmişti. çok çeşitli hırsızlıklar vardı. bu filmde bunlar anlatılıyor.” görüntü yönetmenliğini (the scent of green papaya ve merchant of venice 'den tanıdığımız) benoit delhomme ’un üstlendiği filmin özgün müziklerini gabriel yared bestelemiş. juliette binoche'nin oyunculuğuna dikkat!yapımcı tim bricknell, amira rolü için neden juliette binoche ’nin seçildiğini şu sözlerle açıklıyor: “bu rol için önceleri uzun süre bosnalı veya doğu avrupalı bir kadın oyuncu aradık. ancak sonuçta böyle bir rolü hiç kimsenin juliette’den daha iyi oynayamayacağını hissettik. doğu avrupalı kadınları oynama konusunda belli bir birikimi vardı. bütün dünya onu ilk kez ‘the unbearable lightness of being – varolmanın dayanılmaz hafifliği’ adlı filmde görmüştü. kieslowski ile çalışmıştı. ayrıca bu rolü teklif ettiğimiz zaman kendisinin bosnalı olmadığını bildiği halde kabul etti. bosna dili ve aksanını öğrenmek için olağanüstü sıkı çalıştı. karakteri geliştirmek için elinden geleni yaptı. juliette binoche olağanüstü bir oyuncudur, belki de dünyanın en iyi film oyuncusudur.”jude law’ın, rol arkadaşı juliette binoche ile ilgili yorumu şöyle: “juliette kesinlikle bugüne kadar izlediğim en ilham verici oyunculardan birisi. ruhunda özgürleştirici ve korkusuz bir hava vardır. aynı zamanda üstlendiği rolü en gerçek şekilde oynayacak kadar ayakları yere sağlam basar. oyunculuk öyle bir spordur ki, karşınızda iyi bir oyuncu varsa sizin de kalitenizi yükseltici etki yapar. juliette binoche ile karşılıklı oynarken bu kalitenin hemen farkına varıyorsunuz.”yönetmen anthony minghella ise yazdığı senaryolarda kadın karakterleri nasıl kaleme aldığını şu sözlerle açıklıyor: “yazarken aklımdan oyuncular geçmez. aslında yazım sürecinin bir tür kendi kendini keşfetme süreci olduğunu düşünüyorum. bosnalı göçmen amira karakterini yazarken ben amira gibi oldum. başka bir deyişle kendimi düşündüm. başka insanları hayal etmek o kadar da mekanik bir süreç değildir. olağandışı ve ilginç bir süreçtir diyebiliriz. yazarken yapmaya çalıştığım şey, kendi acılarımın, düşüncelerimin, sevinç ve üzüntülerimin derinliğine inmek, bunları bir şekilde açığa çıkartmaya çalışmaktan ibarettir. böyle bir süreçten çıktığınızda iki farklı kadın yarattığınızın farkına varıyorsunuz. bence asıl ilginç olan budur. sonrasında daha mekanik bir süreç başlar. filminizin merkezinde iki kadın karakter vardır ve bu iki role uygun oyuncuların kimler olabileceğini düşünmeye geçersiniz. amira ve liv adını verdiğim bu iki tutkulu kadın rolleri için oyuncu belirleme sürecinde çok az isim ön plana çıkabildi. bunlardan birisi amira rolünü verdiğim juliette binoche, diğeri ise liv rolünü verdiğim robin wright penn oldu.”göçmen bir aileden gelmesi nedeniyle bu insanları çok iyi tanıdığını belirten juliette binoche, ise filmin senaryosunun kendisinde uyandırdığı etkiyi şu sözlerle tanımlıyor:“büyükannem polonya göçmeniydi. fransa’da terzilik yapıyordu. fransızca konuşurken araya polonya dili aksanı karıştırırdı. bu yüzden senaryoyu okurken derinden sarsıldığımı hissettim. çünkü bana bu kadar yakın olacağını hiç beklemiyordum. ancak aynı zamanda bir o kadar da uzaktı. bu filmi yapmak isteyişimin sebeplerinden birisi, büyükanneme ve kökenlerime olan bağlılığımdır. karşıma ona teşekkür etmek için eşsiz bir fırsat çıkmıştı. bizden önceki kuşaklar, bizlere daha iyi bir yaşam sağlamak uğruna çok zor günler yaşadılar. bu film sayesinde büyükannemin ve diğer büyüklerimin çektiği zorluklara teşekkür etmiş oldum. o insanlarla konuşabilmek bile harikaydı.”http://www.vatanim.com/root.vatan?exec=sinema_anahttp://www.sadibey.com/…in_bultenleri/hirsiz_01.doc
(andrew - 10 Şubat 2007 04:44)
herşey bittikten sonra da beni oturduğum koltuğa mıhlamış bir filmdir. "nasıl dürüst olunur bilmiyorum. belki bu yüzden metaforları seviyorum."
(ranini - 11 Şubat 2007 01:08)
insanı faketmeden çarpan,ne olduğunu anlamadan filmin sürekli beyninizde devam ettiğini hissettiren filmlerden biri,bir şaheser gerçekten...metaforlarınızı sorgulamaya itecek bu film sizi...
(breseis - 11 Şubat 2007 19:13)
bu yil izledigim en guzel en gercek film. kapanista sigur ros sersemliginize incecik bir cila atiyor. oyunculuk, senaryo, dramaturji o kadar kararindaki koltukta otururken filmin icine girip kendinize bakiyorsunuz... ben neresindeyim bu hikayenin diye... king's cross'u özlüyorsunuz, camden'dan bir sahneye kendinizi koyuyorsunuz. ben oskar'a deger vermesem de benim ödülüm bu filme. bir çift lafim da iklimler'e olmamış, olmadığı bu tür filmlere bakıldığında çok daha net anlaşılıyor. film durmak bakmak, yanlızlığı sessizce anlatmakla olmuyor sadece... filmde olduğu gibi herşey metaforlarda gizli. türkçeye aptalca hırsız diye çevrilen film. aslında hayatımızın durağanlığına misafir olan, farkındalıklarımızı sınayan, camı kırıp içeri giren, anlatan, uykudan uyandıran kesişmelerden söz ediyor. yapımcının türkiye ayağı getirdiği filme inanmadığını bu isim seçimi ile göstermiş. hırsız arsen lüpen filmi olmuş...
(act naturally - 15 Şubat 2007 02:11)
satır aralarında derin felsefi çözümlemeler yapar gibi görünürken bırak dağınık kalsın düsturunu benimseyen, sınıf ve kültür farkının üstünü çiziyor gibi görünüp altını çizen, tutkuya çok değer veriyor gibi görünüp bir günde statüko uğruna herşeyden vazgeçen insanların olduğu bir film. filmin tek dürüst kaybedeni belki de sokak kadınıydı, geri kalanlar öyle ya da böyle istediklerini elde ettiler, bedelini ödeyerek, eh hayatta hiç bir şey bedava değil, özellikle "yeterince mutlu" olarak hayatta kalmayı becerenler için. sanki alttan alta sömürgeciliğin de özetiydi, istila ederken ihya eder, değerler bahşeder gibi yapar sonra da pir-ü pak döner geri ganimetleriyle sömürgeciler, evli evine köylü köyüne.(bkz: aşk yok aslında)(bkz: i would do anything for love)(bkz: but i won t do that)
(koyumavi - 15 Şubat 2007 12:00)
keske tüm aldatmalar boyle sonlansa dedirten ; fransız filmleri modunda sade konulu ,yogun duygulu hafiften ütopik bir film.keske insanlar ne hissediyorlarsa rol yapmadan soyleseler ve karsilarindaki de ego tatmini yasama derdine dusmeden soylenenlerin altinda birseyler aramadan kabullense diye kıvrandırır.juliette binoche yaslanmis olsa bile ne guzeldir, jude law yine karizmatiktir yine seksidir yine cici aksanlıdır falan filan derken kendinizi konusmalara kaptirmis sekilde yakalar, tum cumleleri beyninize kazimak istersiniz, eski sevgililerinizi toplayip izletesiniz gelir *.
(fiore - 2 Mart 2007 09:37)
--- spoiler ---esas oğlanın* karısına*, onu aldattığını ve bunun sebebini açıkladığı sahnenin -sondan bir önceki- hemen sonrasında karı-kocanın birlikte mahkemeye gittikleri an, esas oğlanın hiç beklemediği anda aşık olduğu kadınla* çok uzun süredir kendisine aşık olmasına izin vermesi için neredeyse yalvardığı kadını* aynı cesaretle kollaması, ikisine de -ama en önce her ikisine olan duygularına- sahip çıkması ve ikisini de -belki farklı boyutlarda- ama gerçek anlamda sevmesi,robin wright penn'in, mahkemede daha önce hiç görmediği bosnalı çocuk lehine ifade verip, henüz tarafından aldatıldığını bizzat kendi ağzından öğrendiği kocasının elini sımsıkı tutmasına izin vererek ele güne karşı yanında olduğunu göstermesi,juliette binoche'un gözleri sonuna kadar açık, için için ağlaması, adama gerçekten aşık olmasına rağmen gitmesi gerektiği zamanı bilerek kimseyi üzmeden, her şeyin önüne oğlunu koyarak hem esas oğlanın hem de karısının arasından çıkması,ve tüm bu hengamede hiç bir karakterin bir diğerine saygısız, seviyesiz, kalitesiz bir söz sarfetmediği diyalogları ileson zamanlarda en çok etkilendiğim filmler arasında bir numarada olan düşündürücüu, sürükleyici, enterasan konulu, anlamlı film.--- spoiler ---
(angelic smile - 26 Ağustos 2007 18:33)
binoche yine çalmayan tahta piyanosuyla bach mırıldanıyor tıpkı blue daki julie nin notalara yaptığı gibi. ve sonra dikkat ediyoruz ki minghella bi çok yönüyle kieslowski yi hatırlatıyor .. cam arkasından çekilen planlar ( araba da psikiyatristte vs , ), kurgu sekansları ya da müzik le (ve tabii göçmenler ve binoche) .. hatta binoche u seçmelerindeki ( varolan en iyi aktris olmasının yanında) diğer neden blue yu hatırlatmak olmalı star image vesilesiyle .. temasıyla da breaking and entering - trois coloeur blanc ı -beyaz- da hatırlatmadı değil ... bunlar tamamen filmin gözümdeki değerini yükselten şeyler, bi de minghella nın kendi özgünlüklerini de katmasıyla misal -şantaj fotolarının çekimi esnasındaki derin dış sessizlik ya da bir son plan (kadının arabadan aniden inmesi ve terkediyorumsu hali) ya da bir fahişe karakteri, focus out of focus atraksiyonları, mekanlarıyla vs. katmerlenmiştir filmin güzelliği . zaten sydney pollack ın da parmağı varmış ve underworld ün tabi ki .filmde din, millet, ulusun ve ailenin hep insan için olduğu vurgulanıyor örneğin, bunlara dikkat edildiği vakit ayrılıklar, üzüntüler, savaşlar yıkımlar meydana geliyor, breaking and entering bu tür kriterler dikkate alındığında varolabiliyor.. bu yüz den minghella bi ötekileştirmeden ziyade müslüman da olsa bosnalı da olsa anne annedir kadın da kadındır demekten geri duymuyor doğal olarak .. --- spoiler ---filmin başında top oynarken arkadan bi türk topu atsana len diye bağırıyo , o sese kulak verin derim --- spoiler ---
(ditriell - 7 Eylül 2007 03:40)
kuzey ve dogu avrupalilarin varolussal kaygilarinin alakasizligini anlatiyor. filmin en guzel kismi ise, her filminde oldugu gibi ve yine juliette binoche oyunculuguydu. filmlerden cumle biriktirenler icin "bana birisi en son ne zaman dokundu biliyor musun?", sahne biriktirenler icinse juliette'in jude law'la ciplak fotograflarini cektirirken aglamasi gelsin.
(procastinator - 14 Ocak 2009 04:52)
anasını sattığımın dünyasında eğer üst sınıfa mensup isen, problemli çocuğunun bile bir başka olduğunu gösteren filmmiş.güzel ailenin problemli kızı uyumaz (çok karizmatik), vejetaryendir (böyle mi yazılıyordu bilmiyorum o derece karizmatik), jimnastik yaparak, atlayıp zıplayarak stres atar (çok karizmatik). öteki ailenin problemli oğlu hırsız olur.güzel ailenin annesi psikoloğa gider, rafine zevklere sahiptir, süper bir annedir ve yeri geldiğinde kendisini aldattığını öğrendiği adamın elini tutar. öteki anne kendisi gibi olanlar tarafından bile kabul görmez, birinin ayaklarına kapanabilir en değerli varlığı için kapanmak zorundadır, gözyaşlarını bile sessizce akıtır ve gerektiğinde duvarın arkasında kalır.güzel ailenin erkeği hem zengindir, hem anlayışlıdır, hem olabilecek en kolay şekilde kaybettiklerini geri kazanır, öteki erkek filmden önce ölmüştür zaten.insanın içini düğüm düğüm düğüm eden film. anasını sattığımın dünyası.
(mam - 28 Şubat 2011 16:16)
Yorum Kaynak Link : breaking and entering