Süre                : 2 Saat 45 dakika
Çıkış Tarihi     : 28 Ekim 1998 Çarşamba, Yapım Yılı : 1998
Türü                : Drama,Müzik,Romantik
Taglar             : gemi,1900'ler,piyano,piyanist,caz
Ülke                : İtalya
Yapımcı          :  Sciarlò , Medusa Film
Yönetmen       : Giuseppe Tornatore (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Alessandro Baricco (IMDB)(ekşi),Giuseppe Tornatore (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Tim Roth (IMDB)(ekşi), Pruitt Taylor Vince (IMDB)(ekşi), Bill Nunn (IMDB)(ekşi), Clarence Williams III (IMDB)(ekşi), Mélanie Thierry (IMDB)(ekşi), Peter Vaughan (IMDB)(ekşi), Alberto Vazquez (IMDB)(ekşi), Sidney Cole (IMDB)(ekşi), Noriko Aida (IMDB), Adriano Wajskol (IMDB), Adrian McCourt (IMDB), Kevin McNally (IMDB), Angelo Di Loreta (IMDB)

La leggenda del pianista sull'oceano (~ La légende du pianiste sur l'océan) ' Filminin Konusu :
1 Ocak 1900. Virginian adındaki transatlantik, göçmenlerden oluşan kargosunu Amerika'ya taşırken, makinist Danny Boodmann (Bill Nunn)gemide terk edilmiş bir çocuk buluyor. Kaptanının öğüdünü dinlemeyerek çocuğu gizlice evlat edinip kendi başına büyütmeye karar veriyor. Novecento (Tim Roth) adı takılan çocuk, gemide büyüyor. Varlığı sıkı saklanmış bir sır Novecento; ta ki Danny bir gün bir kazada ölene kadar.

Ödüller      :

Golden Globes:Golden Globe-Best Original Score - Motion Picture


  • "son zamanlarda izlediklerim arasında en iyisiydi diyebilirim. -ne olduğunu bilmediğinde onun adı cazdır.ayrıca; (bkz: melanie thierry)"
  • "en sevdiğim aktörlerden biri tim roth'tur. o filmle sevmeye başlamıştım tim'i.özellikle düello sahnesindeki bakışları ve mimikleri süperdir."
  • ""en sevdiğin film hangisi" sorusuna cevabımdır."
  • "bir dasein olarak danny boodman t.d. lemons 1900"
  • "atmosferine yandığımın filmi. beni jazz age new york'unun yağmurlarında yıkasınlar."




Facebook Yorumları
  • comment image

    filmin birinci dakikasinda muhtesem birseylerin basladigini hemen anliyorsunuz. aslinda bir yetimin hikayesi film, piyano dolu, caz dolu, okyanus dolu. muhtesem oyunculuklar ve hayata dair gondermeler var. yasama sevinci, dostluk, yalnizlik, bir amac ugruna gecen hayatlar, zamanin akip gidisi, beklentilerin hayatinin onune gecmesi ve hatta sisteme ve bilhassa sehir hayatina haykiris..

    masalsi anlatimiyla da hepsini suslemis bitirmis bizi. piyanonun gezindigi sahnenin sinematografisine, deniz tutmus abimizin koreografisine ve tim roth un o sahnedeki repliklerine ve oyunculuguna bakarsaniz, sinema tarihindeki en vurucu sahnelerden biri oldugunu gorursunuz.


    (steinway - 31 Ekim 2007 15:08)

  • comment image

    1900'un yaristigi zenci piyanistin adi jelly roll morton'mus, hikaye 1900'un trompetci arkadasi max tooney tarafindan anlatilmis, filmin orjinal adi ise 'la leggenda del pianista sull'loceano: the legend of 1900'. muzik tutkusunun hayatin, askin bile onune gecebilecegini en guzel anlatan filmlerden biri. keske vizyona da gelseydi.


    (koyumavi - 2 Nisan 2002 15:08)

  • comment image

    oyunculuğun ne demek olduğunun anlaşıldığı filmlerden bir tanesidir.oyuncular adete profesyonel bir müzisyen tavrıyla gezinmektedirler piyanonun 88 tuşunun üzedinde hiç falsosuz,büyük bir akıcılık ve ustalıkla sanki dört yaşında piyano çalmaya başlamışta kazara bu filmde rol almış birer müzisyendirler,trompet çalışta da kendini gösterir,tuşelerde,vurgularda,eslerdeki mükemmel uyuma dikkat edilmesi gerekir ki bu adamlar dediğim gibi müzisyen değil oyuncudurlar,mış gibi yapmak sanatını icra etmek bazen bu kadar mükemmel olabiliyor


    (altmisdokuzyoksaotuzdortbucukdaolur - 27 Ocak 2008 21:38)

  • comment image

    müthiş bir yeteneği, müthiş bir yalnızlığı ve bir adamın müziğiyle hapsolduğu "dünyası" için aşktan bile vazgeçişini anlatan enfes tornatore filmi. ait ol(ama)mayı çok güzel anlatan, defalarca izlenip de bıktırmayan bir filmdir gözümde... müzikleri * ve tim roth'un performansı unutulmazdır. ayar ve sigara sahnesi, fırtınada piyanistiyle dönüp duran piyano sahnelerine mim konmalıdır.

    kişinin var olduğu yer, kişinin gerçek dünyası olur; ayakları yere basmasa bile kendi dünyasında, yabancılık çekeceği ve bir türlü ait olamayacağı yer "diğerlerinin" yanıdır, oraya gitmez bir türlü ayakları. dünyasının sınırı, kendi çevresidir. ama sınırsızsa kendi dünyan, diğer dünyada kaybolup da n'apacaksın ki?

    yeteneğine hapsolmuş 1900 *, filmde bu çıkmazı şu sözleriyle anlatır:

    "beni durduran gördüklerim değildi max, beni durduran görmediklerimdi. bunu anlayabiliyor musun? görmediklerim. bu koca şehirde sondan başka her şey vardı, ama bir sonu yoktu. görmediğim şeyse, bütün her şeyin nerde son bulduğuydu. dünyanın sonu."

    "piyanoyu ele alalım. tuşlar başlar... tuşlar biter... bilirsin ki onlardan seksen sekiz tane vardır, hiçbiri sana farklı bir şey söylemez.
    onlar sınırsız değildir. sınırsız olan sensindir. ve bu seksen sekiz tuş üzerinde yapabildiğin müzik sınırsızdır. ben bundan hoşlanıyorum. bununla yaşayabilirim."

    "kara... kara benim için fazla büyük bir gemi. çok güzel bir kadın. çok uzun bir yolculuk. çok yoğun bir parfüm. onun müziğini nasıl yapacağımı bilmiyorum. bu gemiden ayrılamam ben. en iyisi yaşamıma burda nokta koymak."

    "bütün bu dünya nerede biteceğini bilmeden üstüne yükleniyor. nerede sona erebileceğini bile bilmiyorsun. yalnızca bunu düşünerek parçalanacağından hiç korkmadın mı?" *


    (kacin kurbagasi - 24 Ağustos 2009 11:27)

  • comment image

    "forgive me my friend, but i'm not getting off."

    yüzüklerin efendisi'nin önsözünde, "iki tür hikaye vardır: gerçek olanlar ve gerçek olması istenenler" diye yazar. bu hikaye de gerçek olması istenenlerden. çünkü anlatacak iyi bir hikayen ve dinlemek isteyen biri varsa, henüz işin bitmemiştir.

    mekanlar ve insanların onlarla olan ilişkileri beni her zaman düşündürmüştür. scarlett o'hara, tara'ya her dönüşünde yenilenirdi. brooks, hapishanede kurumsallaşmıştı. dışarı çıktığında, sudan çıkmış balığa dönmüştü. kraliçe melian, melian kuşağının altında tüm kötülüklerden korunurdu. tom bombadil, yaşlı ormandaki sınırlarını iyi bilirdi. orada, hüküm yüzüğünün bile ona etkisi olmazdı. kont dracula, şatosunun toprağında güçlenirdi. ve 1900, gemiyle bütünleşmişti adeta.

    mekanların ruhları vardır, ve insanlar bunlara bağımlıdırlar. zamanla, koyunların çobana, çobanın da koyunlara benzemesi gibi mekanlar insanlara, insanlar da mekanlara benzer. 1900, zengin biri onu bulsun diye bir geminin balo salonunda piyanonun üzerine bırakılmıştı. ve zamanla, ruhu gemininkiyle birleşti.

    yarattığımız küçük dünyalar içinde, kendi sınırlarımızdan dışarı adım atmadan yaşadığımızı yüzüme vurdu bu film. kimilerininki çok katı, kimilerininki ise esnek. hepimiz, kendi sınırlarmızın efendisiyiz. kendi gemimizde dünyanın en iyi piyanisti biziz. kendi hikayemizin başrol oyuncusuyuz. gel gör ki, o sınırlardan dışarı adım atma konusunda pek cesaretli olduğumuz söylenemez.

    filmin ne oyunculukları, ne müziği, ne inanılmaz düello sahnesi etkiledi beni. hatta, danny'nin 8 yaşındaki küçük 1900'ü arkasında bırakıp okyanusa gömüldüğü sahne bile etkilemedi. aslına bakılırsa, film bunların hepsinin toplamından daha büyüktü. film, bana kendi sınırlarım içersinde bile güçlü olamazken, sınırlarımdan dışarı adım atmanın aptallık olduğunu gösteriyordu. film bana, kendi sınırlarım içersinde çok güçlü olmanın, hayallerimin peşinden gitmekte zorlanmama sebep olabileceğini de gösteriyordu. film bana, sonsuzluk, özgürlük ve müzik hakkında düşünmemi söylüyordu.

    şimdiye kadar beni en çok etkilemiş filmler listesinde nereye koyacağıma emin değilim bu filmi. ama uzun zamandan sonra ilk kez bu gece, tekrar piyano sesiyle uyuyacağım.


    (zipirinsan - 13 Temmuz 2010 22:25)

  • comment image

    büyük bir insanlık suçu olan filmdir. insanoğlu denen yaratığa daha fazlası yapılamazdı. insanoğlunun hayalleri ile, yaşam tarzı ile bu kadar oynanmazdı. hayat bilmem bu kadar şey edilemezdi. en azından biraz nefes aldırılmalıydı. insanoğlunun birşeyleri kaçırdığı azda olsa gizlenmeliydi.
    bu kadar büyük bir orospu çocukluğu nasıl yapılır ? nasıl insanların hayatına bu derece etki edilir ? buna kimsenin hakkı varmıydı ? insan mısınız lan siz ?
    lütfen beni dinleyin. bu olağanüstü filmi kimse izlemesin. izlettirmeyin kimseye. yapmayın bunu kimseye. oynamayın gelecekleri ile. insanlar boş beleş devam etsinler hayatlarına. lütfen. lütfen.


    (insanlari uzaktan cagiran ses - 4 Nisan 2011 00:26)

  • comment image

    --- spoiler ---

    max gibi bir arkadaşı, 1900'ün sarışın kızı gibi sevecek birisi ve 1900 gibi gerçek bir ideali olmadan yaşayan bendenizde, gemideki patlama esnasında 1900 yanına oturup ölümü bekleme isteği uyandırmıştır.

    1900'ün sonsuzluk üzerine meşhur konuşmasını yaptığı ve gemide kalmayı seçtiği sahne, beni derinden etkileyen; içinde bulunduğum hayatı sorgulatan sahnelerden olmuştur. hep bir sonraki adımı düşünerek yaşayan biz fanilere, esas kaçırılmaması gereken şeyin hayattaki sonsuz olasılıklardan birini seçip, o yola girmek değil; yürüdüğümüz ve bizi az-çok tatmin eden yola dört elle sarılıp mutluluğu bulmamız gerektiğini öğütlemiştir adeta. mutluluk için sevecek tek bir kızın, omzunda ağlanacak tek bir dostun ve duygularımızı anlatmak için tek bir yolun* yeteceğini göstermiştir. her insan duygularını bir şekilde ifade eder. kimisi notalara döker, kimisi yazar, kimisi anlatır, kimisi söver, kimisi içine kapanır... duygularını ifade edemeyen insanlar da 1900'ün içine girmekten korktuğu dünyanın sonsuz olasılıklarında kaybolmuştur belki de...

    mükemmel bir filmdir 1900 efsanesi. görsel şölen değildir, ancak anlatmak istediği şeyleri insanın suratına bir bir vurarak anlatan, sarsıcı bir filmdir. bir yere ait olmamanın umutsuzluk ve hüzün vermediği ender filmlerdendir. karakterimiz ait olmama durumunu aşmaya çalışmaz, bizzat bu durumun üzerine inşa eder ideallerini. sonuna kadar da sahip çıkar ideallerine. 1900'ün bir yere ait olmaması; ait olmama korkusu yaşayan biz seyirciye hüzün verir. oysa ölüme giderken bile ne kadar neşeli olduğu filmin son sahnesinden bellidir.

    görsel şölen değil dedim ama; 1900'ün fırtınada magic waltz çalıp bir yandan piyanoyla geminin balo salonunda vals yaptığı sahne sinema dünyasının ender sahnelerinden birisidir. hakkını yememek lazım.

    tornatore'nin müthiş yönetmenliği ve tim roth'un şahane oyunculuğunun yanı sıra filmin gizli mimarı hiç şüphesiz büyük üstad ennio morricone'dir. morricone olmasa, 1900 efsanesi bu kadar iyi bir film olamazdı. film müziği endüstrisinin diğer iki büyük ismi hans zimmer ve john williams insanların duygularının bu denli ırzına geçebilecek besteler çıkartamazdı. bu ikiliye saygım sonsuz olsa da, onların tarzı daha "ticari". morricone bu filmde çok ince çalışmış. müzikleriyle filme eşlik etmek yerine, filmin taşıyıcı öğelerinden biri olmayı başarmış. öyle başarılı bir iş çıkartmış ki son yılların en iyi dramalarından seven pounds'da bu filmden "the crisis" adlı beste kullanılmış. hani şu 1900'ün iç hesaplaşmalarını anlatan beste.

    neredeyse 20 yıldır piyano çalıyorum. filmi her izlediğimde 1900'ün yanına oturup beklemeyi seçiyrum. tam tersini hiç düşünmedim. çünkü bilinmezlik en büyük kabus. bugün 1900'ün sahip olduğu yeteneğin 10'da birine sahip olsam onun gibi müziğim yapar, sonrasında sonsuzluk olarak gördüğümüz yere gitmeyi seçerim. çünkü esas sonsuzluk yaşadığımız bu kokuşmuş gezegen ve bize sunduğu sonsuz olasılıklar...

    sayid's rating: 8.5/10
    ---
    spoiler ---


    (sayid jarrah - 15 Mart 2012 02:16)

  • comment image

    festivalde goserilmis bir sahane filmdir.piyanodan hazzeden insana buyuk keyif verir, nese katar.
    bilhassa 1900 rolunde tim roth hakaten piyano calmakta bizi sasirtmaktadir.
    ayar verme sahnesi ise anlatilirsa izleyenin nesesi kacar, amma sahane ayar vardir caz i ve scene i ben yarattim diyen jelli bilmemnenin maskesi duser, kepaze olur.


    (otisabi - 28 Şubat 2001 00:03)

  • comment image

    ayrica 1900 un gemiyi ve piyanoyu sevmesi baglanmasi onu dunya belleyip, gercek dunyaya uzay muamelesi yapmasi cok guzel anlatilir, cok uzulursunuz. bazen biz de mi 1900 oluyoruz acaba dersiniz, sinirlar arasinda en iyi yapmaya calisirken.

    yine bazen hercai modeli oradan oraya savrulurken 88 tus arasinda bir kici bir bodos u olan bir dunyada yasamak ve yaratmak mi daha dogru dersiniz.

    ben seslice bi iki kez oyle demistim film sirasinda, sss psss diye susturmuslardi.


    (otisabi - 28 Şubat 2001 00:13)

  • comment image

    bütün dünya sanki sırtına binmiş. sonun nerede olduğunu bile bilmiyorsun, yani bunu düşününce hiç korktuğun olmuyor mu senin ? böyle bir büyüklükte yaşamaktan korkmadın mı?

    ben bu gemide doğdum ve dünya
    yanımdan geçip gitti. ama bir seferde iki bin insan. ve orada dilekler vardı. o dilekler asla pruvayla kıç arasından büyük değildi. siz mutluluğu oynuyorsunuz ama piyanoda sonsuzluk yoktur. ben böyle yaşamayı öğrendim.

    kara mı? kara benim için çok, çok büyük bir gemi. fazla güzel bir kadın. fazla uzun bir seyahat, parfümü çok güçlü… bu müziği
    nasıl yapacağım, bilmiyorum. bu gemiden asla çıkamam. asla çıkamam…

    en iyisi hayatımı burada
    bitirmek.
    ne de olsa kimse benim için yaşamıyor. - danny boodman t. d. lemons 1900


    (mikroskopcami - 14 Haziran 2013 13:07)

  • comment image

    en sevdiğim aktörlerden biri tim roth'tur. o filmle sevmeye başlamıştım tim'i.

    özellikle düello sahnesindeki bakışları ve mimikleri süperdir.


    (exaggeration - 5 Ağustos 2013 02:23)

  • comment image

    uzun ama sıkıcı olmayan filmlerden. birçok şey söylüyor ama ben en çok şunu anladım: sınırlarınız kafanızın içinde. başka yerde aramayın onları. ve bazen o sınırları geçmek sandığınız kadar kolay olmayabilir. okyanus gibi bir sonsuzlukta yaşayan insan bile ona nispetle daha küçük olan karayı sonsuz zannedebiliyor. içinde yaşadığın zor bir hayat, tanımadığın ama daha kolay olan bir hayattan daha kolay gelebiliyor. o adam o gemiden niye inemedi? bilinmeyene yolculuk o kadar kolay değil.


    (banasorsevgilikari - 17 Ocak 2014 10:12)

  • comment image

    sadece ve sadece doğduğu, büyüdüğü ve tüm hayatı boyunca yaşadığı gemi(si)nin* oluşturduğu mikroölçekteki dünyasında mutlu olabilen; belli bir plana göre kurulmuş gibi gözükmesine rağmen, insanın hayatına nereden başlayıp nasıl yönlendireceğine karar vermesini imkansız kılacak, hayatını bir kaosa ve mutsuzluğa sürükleyecek derecede "son"suz ve büyük olduğu gerekçesiyle şehirde/karada yaşamak yerine, nispeten sınırlı ve küçük ölçekli ancak bu sayede hayatında izleyeceği birbirinden farklı birçok rotadan istediğini seçebileceği gemisinde kalmayı tercih eden, hatta bunun - ve tabii ki müziğinin - uğruna aşkından bile vazgeçen bir piyanistin öyküsü...
    oldukça güçlü bir karakter filmi, ve üstelik buna rağmen çok da düşük tempolu değil, zaman zaman eğlenceli... tabi bunda en büyük pay tim rothun piyanist*rolünde gerçekten de izleyiciyi doyuma ulaştıran bir performans sergilemeyi başarmış olması...
    bunun yanı sıra filmde gerçekten de oldukça etkileyici bazı sekanslar ve sahneler var. bunlardan ilki tim rothun frenleri açık piyanosuyla balo salonunda oradan oraya savrulurken bir yandan da müziğini çaldığı, (maxle tanıştığı) aynı anda hem oldukça akıcı ve sürükleyici olması hem de dinginlik ve huzur hissi vermesi bakımından bana garip bir şekilde herodaki dövüş kareografilerini hatırlatan sahneydi. bir diğeri ise tabii ki diğer piyaniste* ayarı verdikten sonra bu yetmezmiş gibi bir de sigarasını yakıp onu da ağzına verişiydi...
    son olarak 1900 abimizin birkaç vecizi ile bitirmek istiyorum.
    (bkz: fuck the regulations)
    (bkz: fuck jazz)
    (bkz: fuck the war)*

    kesinlikle tavsiye edilir....


    (andy latimer - 10 Eylül 2005 06:29)

  • comment image

    firtina cikinca piyanonun frenlerini cozup, geminin koca salonunda dolasirken, elleri cebinde ufka bakan yada camdan sarisin guzel kiza bakan tim roth aslinda farkinda degildir ki biz de ayni mest olmuslukla kendisine bakmaktayizdir.. filmi en guzel izlenecek yer olan emek sinemasinda izlemek ise akustik bakimdan soyle kucuk bir guzellik yasatmistir, 1900 ile arkadasinin geminin kazan dairesinde kazana dogru tek tek komur atislari, sadece o sesler, emek'te arkadan gelmistir ki, iste o burda sesini duyuyorum tanrim diyerek yurek hoplatmistir.. filmin en basinda bir gemi dolusu mültecinin amerika'ya dogru giderken bir gencin ozgurluk heykelini gorunce ayaga firlayip "ameyrikaa ameyrikaa" diye bagirmasi, heykelin maket oldugunun goze batmasi falsosunu bastirir tatliliktadir..


    (charlottesometimes - 24 Ocak 2002 22:32)

  • comment image

    "anlatacak iyi bir hikayeniz varsa asla işiniz bitmemiştir" diyen, harika bir öyküsü olan, bir şey anlatmak için karmaşa yaratmayan, bir şey anlatan film. iyi müzik iyi oyunculuk.*

    -spoiler-
    1900 ün piyanoyla balo salonunda dans ettiği* kısım ve onun çaldığı parçayla uyumu mest eder. zaten filmin tamamında çalınan parça ile yaşananın uyumu insanın gözlerini doldurmaktadır. yine balo salonuna girenleri müzikle anlattığı kısımda, kaçak bir yolcu için çaldığı tema inanılmazdır. piyano düellosu ise bambaşka bir tatmış ben bunu anladım. sigaranın alev aldığı sahnede dayanamıyıp bir sigara da ben yaktım. analar neler doğuruyormuş azizim.


    (limon kimyon zorro - 10 Temmuz 2006 12:46)