• "keşke sadece film olsaydı."




Facebook Yorumları
  • comment image

    bugün 19.00 seansına "beyoğlu - beyoğlu" sineması' nda gittiğim, güzide, nadide ve pek güzel film...

    o nasıl bir naifliktir... ?!
    o nasıl bir güzelliktir, diye diye, izlenen ve uzun zamanlardır beklenen beklenen filmdir, aynı zamanda da.

    --- spoiler ---

    fırat tanış, güneşe ulaşmak isterken, içeri giren insan hakları komisyonu üyelerine şu cümleyi kurar;
    "güneş içeri girmeye çalışıyor. ben ise onu yakalayıp idareye vermek istiyorum...."

    evet işte bu f tipi tecritin, f tipi film' in kısa bir özetidir. içeri girmek isteyen bir güneş vardır. ya da içeri dalmak isteyen bir küçük hamam böceği. olmadı bir küçük, sarı çiçek... hepsi ama hepsi insancadır, insanladır. o nedenle belki de, en insani olmayan yer olan "f tipi" hücrede var olmamalıdır. olmayacaktır...

    ---
    spoiler ---

    gidin ve görün, ne olur. yapın bunu...

    izleyin ... pişman olmayacaksınız.


    (kelebeklerinviziltisi - 22 Aralık 2012 00:42)

  • comment image

    film bittiğinden beri kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki, gerçekten yazmaya mecalim kalmadı. sadece kavram olarak bildiğimiz f tipinin vücut bulmuş hali çok sarsıcıydı.

    --- spoiler ---

    ezel akay'ın alt metin zengini bölümü, fırat tanış'ın ateşle ve neslime armağanımdır ile çıkardığı müthiş oyunculuk, deterjan orhan'a verilen sözün tutulması(!), sulu boyayla sınır tanımayanlar, tabut için avucunun içinde sakladığı parasını çıkartıp sessizce ağlayarak uzatan sakine anne... daha bir sürü detay, acı, yangın.

    ---
    spoiler ---

    tokat yedi, çıktı işte herkes. suratlar asık, dağıldı bütün salon. sonra eve geldik, çay koyduk, içtik, uyuduk, uyandık. kendi f tipimize bu sefer daha fazla gerçekle yüzleşerek geri döndük.

    insanın içine oturan film.


    (kalorigunlerindeask - 23 Aralık 2012 00:36)

  • comment image

    izledim... arada gözlerim yaşardı. salondan çıktım. yürüdüm yolda bir iki kez akan gözyaşları ile cebelleştim. kafamı dağıtmam gerekiyordu. bilemedim kendimi alkole vurdum az buçuk. öyle de yazıyorum. hiç öyle bir deneyimim olmadı, ne gözaltı ne de cezaevi...

    unutulmuş bir dönemin unutulmuş ya da unutulması için çabalanmış bir sürecin yüze çarpılması idi. ne diyeyim ki insanların kendini yakması mı, yoksa ölüm orucu ile kendilerini hafızalarını unutması mı? zorla ölmesinler diye tedavi edilme çabaları mı? tecrit mi? işkenceler mi?

    kendimce etkileyici olan unsurlardan bahsedeyim o halde. spoiler içerecek belki...

    --- spoiler ---

    ramazan bir gardiyan ama sistemin içinde olup da sisteme eklemlenmeyen, bir türlü eklemlenemeyen bir gardiyan. hapishanede olup da tutsak olduğunun farkına varamayan belki de sonradan farkına varan bir gardiyan. top atmaya,atılan topları amirlerine bildiren bir gardiyan. müdürüm dediği mahkuma beni de yaz diyen bir insan evladı. atılan top'u saklayıp evine giden sonrasında evinden tıpkı bir hücreden diğerine top atan mahkum gibi top atan bir mahkum olduğunu bilmeyen, bilemeyen mahkum...

    sonra, kafasını duvarlara vuran mahkum var. gecenin bir vakti kalkıp volta atan kafasını duvarlara vuran, vuran ve durmadan vuran. öyle ki hücrediki arkadaşları tarafından görevlilerin çağırılmasına neden oluyor. ama ne hikmetse hücre kapısına kadar gelip geri dönüyorlar. hoş ne bekliyorsak... gelen resim malzemelerinden boya yaparak ayaklarını boyuyor. havalandırmayı, hücresini ayak izleri ile dolduruyor. duvarları boyamak yasak. dayak yedi, malzemeleri alındı... hücre arkadaşları meyvelerden ilaçlardan boya yapmasına yardımcı oldu. birlikte duvarları ve hatta hücrelerinin tavanını ayak izleri ile donattılar. öyle güzeldi ki anlatamam. hayal gücünün umudun, farklı bir dünyanın adı idi o iki ayak izi...

    sonra tabut ve fırat tanış ben böyle güzel bir oyunculuk görmedim böyle güzel bir yüz... hücresine gelen o insan hakları komisyonuna ya da her ne haltsa onlara olan tavrı... güneş buraya gelmiş onu tutup size (cezaevi müdürüne) ihbar edeceğim demesi...

    sonra komisyondaki üç elemana söyledikleri... "ne için ölür bir insan?" yanıt verememeleri, ecel? din? cihat? ve onca abuk şeyi sıralamaları. ama komisyondaki asıl elemana erkan can'a söyledikleri... siz 55 yaşınıza gelmişsiniz bunca şey var ve hala yaşıyorsunuz. oysa ben iki şey için ölüm orucundayım... onur ve adalet...

    ve son sekans sanırım böyle adlandırılıyor. c10 limondan top yapmak. bir limonun tepesini kalemle delmek ve inadına, ve inadına ve inadına yan havlandırma boşluğuna atmak... sonra umutların belki de tükendiği anda c10'a bir top gelmesi... "seni seviyoruz." yoldaşların imzası ile.
    orada bilmiyorum nasıl ifade etmeli o kesik işaret parmağının gölgesinin hücrenin demirlerinde tamamlanması...

    ---
    spoiler ---

    öyle işte. abuk bir gündemde geçmişe dair hatırlananlar. direniş, dik duruş, insanlık onuru, kendini feda. tekrar izleyebilir miyim bilmiyorum ama insan olmaya dair bir film onun da ötesinde belgeseldi benim için.


    (us file - 24 Aralık 2012 02:31)

  • comment image

    birkaç gün önce izledim ve cidden ne kadar okusam da aslında hiçbir fikrimin olmadığını farkettim. tecriti iliklerinize kadar hissediyorsunuz izlerken. her hikaye, her hücre ayrı ayrı çok sarsıcı.

    --- spoiler ---

    * çiğdem'le başladı maceramız. 19 aralık vahşeti sonrası hafızasından son dört yılı silinmiş. her sabah aynı yabancılığa, aynı boşluğa uyanıyor.

    * gardiyan ramazan, harikaydın. dışarıdaki f tipi yaşantıyı öyle güzel gösterdin ki.
    "beni de yaz müdürüm"

    * 3 kişilik koğuştaki direniş içimizi açtı: el yapımı boyalarla tavan dahil her yere bıraktığınız ayak izleri muhteşemdi. sizinle birlikte yürüdük o tavanda.

    * sırma ne hoş kadındın sen öyle. insana dair en ufak bir şeye tahammül gösterilmediğini sırma'nın tamamen eldeki malzeme (tabak, karton, süpürge teli vs.) ile geceler boyu uğraşarak yaptığı sazını kırmaları gayet net anlatıyor. eliniz kırılsın. "yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde".

    * deterjan orhan, bir böcekle arkadaşlığına bile izin verilmedi ya...

    * fırat tanış ne güzel muharrem karademir oldun sen öyle. tarif edilemez o yaşattığın. ve insan hakları komisyonu, siz de müthiştiniz. * * "ne için ölünür?"e verdiğiniz komik cevaplar, "onur ve adalet!" ve tabi ki "lütfen muharrem, lütfen! canına kıyma." ve muharrem'in artık onu rahatsız edemeyin diye kendini ateşe bırakması *...

    * tabut, gerçekten övüldüğü kadar güzel bir bölümdü. keşke marangozun çırağı kadar olabilsek. "bu sefer de bizden olsun"

    * arama kabini, belki de daha kolay empati yapabileceğimiz bir bölümdü. o anne her "çıkar" emriyle sanki bir kat derisini çıkardı. öyle acı çekti, çektik. o otobüste dönüş yolculuğundayken bir görüş kabininde eşliğinde o ağladı, biz ağladık.

    * ve o kesik işaret parmağı, sessiz çığlık deyiminin vücuda gelmiş hali. limon içi mesajlar, karşılıksız çağrılar. derken, belki de tam vazgeçmek üzereyken insanın içini taşıran, umudu tekrar canlandıran o müthiş mektup: "seni seviyoruz, yoldaşların".

    ---
    spoiler ---

    gidin izleyin, izletin.


    (bigane - 24 Aralık 2012 17:43)

  • comment image

    tecrit edilmemesi gereken bir film bu.

    ve ben bu filmi tek başına izledim, koskoca salonda yalnızdım. tek kişilik hücrelerde yaşanan hayatlara tek başına şahitlik etmeye çalıştım, benimki ne kadar şahitlikten sayılırsa artık.

    insanlık dışı dediğimiz tüm bu işkenceler, cezalar, tecritler; insanlık dışı değil aslında. insanlığın içinde aksine, en içimizde. bilmediğim, öğrenmediğim, uzak durduğum hayatlar, hikayeler, ve gerçekler adına ben de sorumlusuyum, bu insanlık içi eylemlerin. çünkü, ben de tüm yaşananların üzerine oturmuş yazıyorum bunları. geçmişte yaşanan tüm acı günlerin ve bu filme de konu olmuş kara lekelerin üzerine çıkmış yazıyorum. en insani ihtiyaçlara, güneşe, sese, nefese, aç bırakılan o insanların ve onları bekleyen ailelerinin hikayelerini ezip geçeli çok oldu çünkü. çok derinlerde kaldı onlar; çoğu unutuldu, çoğu unutulacak.

    son birkaç aydır; kendimi yine kendi isteğimle yalnızlaştırırken, odamdan çıkmazken, telefonlara bakmazken, doğru düzgün yemek yemezken... hayatın ne kadar acımasız olduğundan bahsediyordum. ne güzel şikayet ediyordum bir bilseniz. ne diyor ramazan filmde; “yalnızlık zor müdürüm”. evet, yalnızlık zor ramazan. ama ben bugün, gerçek yalnızlığa mahkum edilmiş o insanların hikayelerini izlerken, utandım kendi yalnızlığımdan. biliyorum ki; birkaç saat, belki en fazla birkaç gün daha sürecek bu his ve sonra o da unutulacak.

    unutulsalar bile, en azından arada bir hatırlansın diye yazıyorum bunları. bu filme gidiniz, ki böyle filmler çekilsin, çekilebilsin, izlensin, izlenebilsin, ve sonunda da bilinsin.

    “korktuğum cezaevinde olmak değil, cezaevinde olup da bilinmemek”...


    (dolls - 24 Aralık 2012 23:29)

  • comment image

    çiçek sevenler, hayvan severler, sanatseverler, yazılsa hayatları roman olacaklar, sinefiller, gezginler, gurmeler, insan sarrafları, şiir sevenler, şiir sevmeyenler, müzik sevenler, yemek yapmayı bilenler, belgeselden gayrısını izlemeyenler, tertipliler, titizler, aktivistler, feministler, anarşistler, hümanistler, twitter'da takipçi sayısını takmayanlar, facebook'ta taş üstünde taş bırakmayanlar, kemalistler, şakirtler, sosyal demokratlar, sosyalizm mi kalmışçılar, aykut istifa etmesinciler, dizi takipçileri lütfen bu filmi izleyin! kendiniz için, insanlığınız için…


    (mavikarpuz - 25 Aralık 2012 01:18)

  • comment image

    izlerken sürekli birşeyler hatırladığım film.

    --- spoiler ---

    çiğdem wernicke-korsakoff sendromu olmuş sanırım. her sabah aynı korku ve bilmemezlikle uyanmak o kadar ağır bir yük ki, omuzlarıma çöktü, taşımaya çalıştım, tek başıma taşıyamadım. şimdi çevirmenlik yapan bir tutsak geldi aklıma. wernicke-korsakoff sendromu'nun kıyısından dönmüştü. tedavisi nedeniyle serbest bıraktılar bi ara. sonra iyileşice "gel baklaım" dediler. son kitabını üç kişilik hücrede çevirdi. çeviriyi tek masayı onun kullanmasına izin veren hücre arkadaşlarına adadı.

    gardiyan ramazanbekçi murtaza olarak izlemişliğim vardı daha önce tiyatroda. büyük oyuncu, kıymeti bilinmeli. ama kıymeti bilinmesi gereken o kadar çok gardiyan ramazan var ki yanı başımızda, abim geldi aklıma. o da ramazan gibi gariban. onla da kafa buluyodur iş arkadaşları. o da yaşadığı tecriti bilmez ama hisseder. o da hatırlanmak ister...

    sığmadığı hücresini büyütmek için duvara omuz atar mı insan? işin kafa atmaya varmasıyla gitti bir keskin yürekli daha diye üzülürken aklın yüreğe eşlik etmesine şahit olduk. devrimci yaratıcılık rengarenk kıldı beyaz karanlığı. akıl, yürek, bilek...

    sırma saçlı sırma... "bir kişiyi ayırsalar saçımızdan bir tel kopuyor" demişti havalandırma arkadaşın. sen kopan saç tellerini mücadeleye bağlamanın bir yolu olduğunu gösterdin.

    deterjan orhan, namı diğer, hamamböceği terbiyecisi... basit bir metafor ama etkili, insana terlikle öldürdüğü hamamböceklerini düşündürüyor, öldürmeyip ihtiyaç sahiplerine verseydim, insanların hamamböceğinin arkadaşlaığına ihityaç duymasına daha fazla isyan etseydim...

    fırat tanış ya da muharrem karademir... sen ya da ben... biz ya da onlar... "bizim kuvvetimizdeki hız..."

    tabut... sevemedim bu bölümü... tabutçu recepi çağrıştıran yanı üzdü bile. bülent emrah parlak çok iyi bir oyuncu ve iyi bir insan. bu filmde başka bir bölümde oynasaymış keşke... belki de sadece tabutçu recep'i hatırlattığı için sevemedim, bilmiyorum, ama rahatsız etti... tabutçunun çirağından çok serkan keskin'in küfrü cuk oturdu ama...

    arama kabini ise utançtı... ama annenin değil arkadaki silik görüntüsünden gelen berrak sesiyle ve ısrarla "çıkar" diyen kadın gardiyanın utancı. baskı uyguladığın kadının göz yaşı soyunmasından değil "bana bunu yapıyorlarsa oğluma neler yapıyorlardır şimdi" diye üzülmesindendir. peki o kadın gardiyan? herkes onun gibi olsa utanmazdı belki ama gardiyan ramazan var bir de... utancı hatırlatır hüzünlü yalnızlığıyla hep sana...

    ve kızına mektup yazan abimiz... muhtemelen askere gitmemek için sağ işaret parmağını kesen abimiz... kimse var mı diye uğraşan abimiz... yalnız değilimdir diye düşünen abimiz... yoldaşları tarafından çok sevilen abimiz...

    ---
    spoiler ---

    belki bilinçli bir tercihle "içeri" odaklanmış f tipi film. dışarıda olanlar değil, içeride olanlar anlatılmış tecritin ne olduğu hissedilsin diye. ellerine sağlık...

    ben 99 ölüm orucu başladığında yeni solcu olmuştum. yaptığımız eylemlerden sonra arkamızdan çelme takan, kadınlara en adi sözlü sarkıntılıklarda bulunan sivil polisler gördüm. midem bulandı...

    f tipi film bir siyasi çevrenin emeğinin ürünü, f tipine karşı mücadelede çok bedel ödeyen bir çevrenin... bu nedenle filmde o çevrenin merkezde yer alması çok normal olurdu zaten. ama "yalnız" o çevreye ait bir film olmasaymış daha dayanışmacı olurmuş. onlar içeride biz dışarıda direndik becerebildiğimiz kadar...


    (fideldediysekfidel - 28 Aralık 2012 10:07)

  • comment image

    anlaşıldığı kadarıyla film amacına ulaşmıştır. ancak unutulmaması gereken bir şey vardır: bunları yaşatanlar soyut bir devletin mensupları değil, türkiye cumhuriyeti devletinin mensuplarıdir.

    unutulmaması gereken başka bir şey daha vardır: bu yapılanları görmezden gelen, umursamayan, onaylayan, "iyi oldu" diyenler vardır; bunlar türkiye cumhuriyetinin vatandaşlarıdır.

    unutulmaması gereken son bir şey daha vardır: bu zulme maruz kalanlar, adeta bir laboratuar hayvanı muamelesi görenler ve ölenler... onlar, yukarıdaki paragraftaki vatandaşlar uğruna tüm bu zulmü yaşamışlardır.


    (caylakadam - 30 Aralık 2012 15:30)

  • comment image

    kurgusu, oykuleri, goruntuleri, kayalarin arasinda fiskirmis bir tutam yesil surgun gibi.
    yasamda, direncte ickin. gercek, sahici.

    ilk bolum saglam bir baslangic.
    bellegi surekli silinen tutsakla birlikte, toplumsal bellegi devamli bosalan kitleye de surec animsatiliyor. bilinc asilaniyor.

    ikinci bolum ise devrimci sanata iliskin umudu tazeliyor. bir gardiyanin zavalli, yalniz, ayriksi yasami uzerinden "icerde disarda hucreleri parcala" sloganinin "disarida" kismi gun isigina tutuluyor. benzer yapitlarda, ornegin hunger'da, bu derinlik bu insancillik yoktu. gardiyanlar daha canavarca resmedilmisti. devrimcilerin ellerini kardesce gardiyanlarina, kolluklara uzatmalari cok degerli. mandela'yi kucucuk hucresinde devlestiren seylerden biri de, hucresi onunden gecerken onunu ilikleyen gardiyanlardi. onlarla kurulan etlilesimdi, iliskiydi.

    direnisin farkli yonleri, bicemleri, ucuncu ve dorduncu bolumlerde aciliyor. insanin bedenini direnis icin bir alet olarak kullanmasi uzerine cokca ornek, cokca oyku vardir. boyalarla rengarenk, ya da sac telleriyle yapilan direnisin obur ucunda, irlandali tutsaklarin diskilarini hucre duvarlarina surerek gerceklestirdikleri "pis direnis" (no wash protest - dirty protest) de tarihte yerini almisti. yine bunlarin arka planinda, tutsaklarin tecrit altinda renge, sese ac kalmalari da goz onunde bulundurulmali.

    filmin en zayif karakterlerinden, oyunculuklarindan birini "hapisane muduru" sergiliyor. belki altinda bilincli birtakim secimler yatiyordur.

    sinema salonundaki izleyiciler uzerindeki gozlemlerime dayanarak, filmin vurucu degil bogucu bir etki yarattigini soyleyebilirim.
    duvar'da, carandiru'da, ya da hunger'da isiklar yandiginda izleyicilerin duyumsadigi tokat yemis hissi bu yapimda etkin degil.
    ornegin, tutsak annesine giysilerinin zorla cikarttirildigi yuz plan uzerinde uzayip giden dakikalar, salonu terk eden daralmis izleyiciler olarak geri dondu.

    "f tipi film" zulmu yasayanlarin, iskenceyi gorenlerin tarihe dustugu bir not.
    bu not, anlatim dili, bicimi, yapim uzerindeki baskilar, karartmalar nedeniyle, kitlelere kalabaliklara ulasamiyor belki ama...
    topragin altindaki tohumu damla damla besliyor. bahara karsi.


    (viva paulista - 3 Ocak 2013 11:27)

Yorum Kaynak Link : f tipi film