• "başıma bir şey gelmeyecekse half-life'tan da iyidir. bi kere 3.'sü var."




Facebook Yorumları
  • comment image

    son zamanların en hoş hikayesi.

    uzun zamandır görememiştik böylesi doyurucu bir senaryoyu, böylesi içine alan ve hatta içinden çıkmak istenmeyen bir atmosferi.
    bioshock biz oyuncuların, oyun severlerin de diyebiliriz, uzun zamandır karşılaşmadığı şeylerle buluşturuyor. önüne geleni vurmaktan başka bir işlevi olmayan, sadece oyunun engine 'ını oyun motoru sergilemek için piyasaya sürülen,birbirinin kopyası ve içi boş oyunumsular.

    peki bioshock neden değişik ve hatta özel?

    öncelikle uzun zamandır görülmeyen derinlikte bir senaryoya sahip. tamam belki bir david lynch filmi içerisinde değilsiniz ama uzun zamandır, din,inanç,güç ve tutkular üzerine bu kadar samimi bir senaryo ile karşılaşmadık *
    kendi ütopyasını gerçekleştirmek adına, dünyanın önde gelen aydınlarını,bilim adamlarını, edebiyatçılarını, okyanus altında kuran iş adamı ryan, oyun boyunca pek çok şeye dikkat çekiyor.
    ''gökte yaşayan bir büyük adama inanmıyorum, sadece insan'' diyor.
    ''bu şehir su altında kurulması imkansız değildi, başka bir yerde kurulması imkansızdı'' diyor.
    ''insan üretir cenneti ve parazit * ise payım nerede der?!''

    bunlar oyun boyunca duyacağınız, okuyacağınız pek çok altı çizilesi cümlenin belki de en basitleri.

    karşımızda insan kusursuzluğu adına yaratılan bir ütopya , elde edilen büyük başarılar ve bilimsel gelişmeler ve yine insan 'ın özündeki aç gözlülük yüzünden gidilen büyük yıkım var.

    oyunun grafikleri -ki muhteşem-, hikayenin içinde olmanızı sağlayan başarılı müzikleri ve insanı gerim gerim geren atmosferi ise sadece yan malzemeler.

    karşımızda son yılların en lezzetli hikayesi ` :oyunu` var.

    kaçırmayın!


    (l goshin - 5 Eylül 2007 19:13)

  • comment image

    ugruna afgan dede'ye onca para sayip yeni bir sistem toplatabilecek ve bunun karsiligini sonuna kadar verecek bir oyundur bioshock.oyun olmasina oyundur da,oyunlugu sadece isimde kalmaktadir,bana sorarsan oyun tarihinin magnum opus'udur,ince ince islenmis senaryosuyla,en ufak grafik detayiyla,o olaganustu atmosferi ve bu atmosferin fon muzigiyle.tum bu ozellikler dusunuldugunde,gonlumde ve harddiskimdeki yeri sarsilmayacak oyunlarin arasina birinci siradan girmis,ingiltere muzik chartlarinda 420 hafta bir numara kalarak beatles'in rekorunu kirmistir.

    imdi,biz boyle konusuyoruz ya; magnum opus diyoruz,gonlumuzde yer edindi diyoruz,ugruna yeni bir sistem alinir bile diyoruz ama bu derde dusmemisler bizim sesimizi duyamiyor.disardan bakan (ve hatta belki de gobegini kasiyan) ahmet abi icin bu bir "vurma oyunu"dur,yaptigin yegane sey w-a-s-d tuslariyla yon,mouse ile hedef belirleyip mouse'un sol tusuna basmak ve uzerimize gelen lanet zombileri oldurmekten ibarettir.kaldi ki bu ahmet abi,ara sira internet kafe'ye gitmis,"kantir acsana,kuik yuklu mu burada" vb sesler cikararak,oyun dunyasina cok da uzak bir insan olmadigini bize gostermistir.

    amma ve lakin,bir oyunun asla sadece bir oyun olmadigini bilen bizler,bir bilgisayar oyunun en az bir film kadar,bir kitap kadar dolu bir sanat eseri oldugunun farkina varmis ve kimilerince hikikomori,kimilerince salt bagimli,kimilerince de dupeduz dangalak oldugu yonunde elestiriler ve tanimlara maruz kalan; tum bunlara ragmen sanitarium,grim fandango,planescape torment gibi oyunlardan edindigimiz o derin bilgelik ve doluluk ile sessizce tebessum edip mouse'un sol tusuna basmaya devam ediyoruz.bilinmez ki ahmet abi yok iken biz evin butun isiklarini kapatip perdelerini ortuyor,o ilahi oyunun bes dildeki copyright anlasmasini okuduktan sonra oyuna basliyor,ve detay aramaktan bitap dustugumuz anlardan birinde,hoparlorlerimizden gelen kisik ve yavas yavas yaklasan sesin ne oldugunu anlamaya calisirken duvara dusmus bir golgeden irkilirek arkamiza bakiyor,ellerinde hook'lari yuzumuzu paramparca etmeye hazir bir splicer'i gorup tabiri caiz ise oturdugumuz bilgisayar sandalyesine dolduruyoruz.

    son zamanlarda bir cok populer televizyon dizisinde gormeye alistigimiz o vurucu plot twist'lerin bin kat daha vurucusunu gormekten buyuk bir zevk aliyoruz,ustelik bu plot twiste ulasirken harcadigimiz eforun bir diziyi izlerken harcayabileceginiz efordan daha fazla oldugunu bilmek bizi tatmin ediyor; o koca koca bouncer'lari,big daddy'leri bosuna dovmemisiz diyoruz,hard'da oyun oynamanin tadini bilenleriz biz.herhangi biri,ya da herhangi bir oyuncu bu tadi tanimaz,o tatminin nasil bir ofori yarattigina sahit olmamislardir,zaten coguna gore de oyun oynamak aptalca bir seydir ve biz birer aptalizdir,oyunlarin derin muhteviyat barindirmasi mumkun degildir ve derin muhteviyati arayabilecegimiz yegane yerler sacma sapan ciglikteki dandik dergiler,zorlama siirler falandir.oysa ki biz bu onyarginin onumuzde nasil toza ve dumana karistigina sahit oluruz,salvador dali maskeli kotu adamin,strauss'un vienna vals'iyle merdivenlerden havai fisekler esliginde asagi inmesini izlerke; ,tokat gibi bir sahnedir ve insan oglunun yazabildigi bu en guzel vals esliginde,uzerimize akan onlarca splicer'a da tokat atmak manyakca bir doyum sunar,belki de en fazla entelektuelligimize.

    iste,bir oyundur ama,boyle bir oyundur bioshock.ah,vurucu sonuyla pek acik kapi birakmasa da,ikincisi gelsin would you kindly? demekten kendimizi alikoymamiz mumkun degil.


    (dream endless - 2 Ekim 2007 04:53)

  • comment image

    oyunun 1.1 versiyonunu taze bitirmiş olarak hemen görüşlerimi yazayım;

    öncelikle ota boka bok atan sözlük halkının entry'lerinden rahatsız olduğumu ilan etmek istiyorum. oyunu, kendine has oyun motoru yok diye eleştiren bile var yahu.

    çok kolay olduğundan bahsedilmiş. bunun nedenin de öldüğümüzde vita-chamber'larda tekrar canlanmamız olduğu dem vurulmuş. options'a girip vita-chamber on/off kısmını gören olmadı mı acaba?

    ben kapamadan oynadım, ama nasıl olsa ölünce kayıpsız canlanacam diye de rahat davranmadım. çatır çutur harcadım medic'leri. o yüzden ne dolar zengini oldum ne de alışveriş yaparken o kadar rahat davrandım.

    system shock 2'yi de, deus ex'leri de oynamış biri olarak konsolların piyasanın içine ettiğinin farkındayım ve bioshock'un gameplay hadisesi bu doğrultuda yumuşamış. bu artık eski pc oyuncularının kabul etmesi gereken bir şey, malesef. deus ex 1 ile deus ex 2 arasında bile inanılmaz bir fark vardı, bu tip oyunların konsollar için yumuşaması örneği ilk değil yani. (bu tip derken cyberpunk, fütürüstük fps/rpg türündekiler. yoksa tonla örneği var. morrowind->oblivion mesela)

    bioshock konsollaşmaya bence kendince iyi dayanmış bile. vita-chamber olayı options'tan kapatılabiliyor. plasmid ve tonic sayısı doyurucu olmuş, haliyle sayısız kombinasyon çıkar. ama sorun burada işte, bu kombinasyonların çoğu işlevsiz. bence yapımcılar pc oyuncularından utanmasalar oyun çok daha az özel güç ile çıkardı. kaçımız decoy kullandı ya da düşmanları birbirine düşüren plasmid'i? oyunda kullanılan plasmid'ler belli, elektro, ateşli parmak (favorim) ve bir de tabiki force push. yani direk olarak hasar verenler ya da direk olarak hasar vermeye zemin hazırlayanlar; silahla combo halinde kullanılanlar. keza tonic'lerin de birkaçı işe yarıyor ve gerisi de olmazsa hiçbir şeyi değiştirmiyor.

    bunlardan dolayı oyuna bok atacak halim yok zira, bazı şeyleri sevebilmek o konuda biraz bilgi istiyor sanırım, mesela oyunlarda, bir miktar oyun kültürü gerekiyor sevebilmek için ve gereksiz yere bok atmamak için. planescape torment'a da bok atan nice insan gördüm ben...

    ayrıca system shock'ta her köşeyi altımıza doldurarak döndüğümüz doğruydu, ama bu olay 9 sene önceydi.
    half life'ı yarım saatten fazla oynayamazdım bir oturuşta. o kadar etkiliyordu. bunun nasıl zevkli bir olay olduğunu yaşayanlar bilir. bir oyundan ölesiye korkmak o oyundan ölesiye zevk almaktır. ama zamanda 9 sene savrulunca işler pek öyle gitmiyor. bioshock'u o devirde oynasaydım big daddy o boğuk iniltisini çıkarıp üstüme hücum ettiği anda alt+f4'e sarılacağıma eminim. şimdi soğuk kanlılıkla shotgun'uma sarılıyorum.

    atmosfer bakımından elimizde bir mihenk taşı duruyor.

    müzikler oyunun en keyif aldığım noktalarındandı. retro mekanlarla nasıl uyuşmuş öyle... çok çok güzel.

    sesler şaheser. gerek çevre sesleri gerek seslendirmeler. her oyun ses bakımından bioshock'u örnek almalı.

    konsept bir oyun için muhteşem olmakla birlikte hikaye güzel derecesinde kalıp muhteşemliğe erişemiyor. rapture fikri inanılmaz. şehrin barındığırdığı fikirler inanılmaz. en yaratıcı fikirlerin deliliğe meyilli insanlardan çıktığı doğru. andrew ryan ve yanına topladığı bilim adamlarıyla sanatçılarda bu meyillilik birazcık ilerlemiş durumda. dışarıya soyutlanmış, sansürsüz bir toplumun yazgısı böyle mi olacaktır gerçekten, merak etmeden duramıyor insan.

    hikaye hakkındaki görüşlerimi spoiler içinde vereyim:

    --- spoiler ---

    hikayedeki dönüş noktası güzel ama tahmin edilebilir. atlas'tan bir yamukluk çıkacağını en başından beri tahmin ediyor insan. en azından rapture gibi deliler kumpanyası olan bir şehirde normal bir adamın varlığını sorguluyorsunuz.

    andrew ryan, atlas'ın fontaine olduğunu bilmiyor çünkü fontaine kendine bir çatışmada öldürüldü süsü vermiş.
    inanılmaz bir egoya sahip ryan. fontaine'in atlas olduğunu bilmiyor, bizim kim olduğumuzu bilmiyor. hatta başlarda cia ajanı zannediyor. sonunda ise tüm olayı kendi başına çözüyor. (atlas'ın fontaine olduğunu anlıyor mu emin değilim.) would you kindly'nin sırrını çözmesine rağmen tanrısal egosu sayesinde, bu emri kullanarak (would you kindly'nin de bir emir olması ayrı bir ironidir.) kendini bize öldürtüyor. deli andrew ryan... oysa git kendini bir big daddy'nin ayaklarının altına at da diyebilirdi, tıpkı fontaine gibi.

    oyun boyunca would you kindly'e benim de dikkat etmemiş olmam aslını öğrenince insanı gülümsetiyor.

    fontaine bir yerde bizde ryan'ın genlerinden olduğunu söylüyor. daha öncesinde ise ryan'ın bir fahişeyi hamile bıraktığını öğreniyoruz. başka kişilerin ayarlamasıyla olmuş bir olay (fontaine miydi? hatırlayamıyorum tam.) öyleyse andrew ryan'ın babamız olma ihtimali var. aklıma takılan şey, suchong'un hızlı büyümeyi gerçekleştirip gerçekleştirmediği. acaba bizim adam böyle bir deneye de maruz kaldı mı?

    suchong, çalışırken kendini rahatsız eden bir little sister'a vurduktan sonra bir big daddy tarafından belinden çatırdatılarak öldürülüyor.

    oyunun sonu sönük kalmış malesef. iyi sonla bitirdim. mutluluk fışkırıyor mübarek. aceleye getirilmiş diye düşünüyorum.

    ---
    spoiler ---

    bioshock, ütopik bir uygulamanın nasıl kara kara ütopyaya dönüştüğünün oyunu olmuş. her zaman çıkmıyor böyle oyunlar. bok atmayın, itaat edin. *


    (imperfection - 18 Şubat 2008 14:44)

  • comment image

    sırf konusu için bile defalarca oynanması gereken oyun. buna rağmen yapımcılar grafik, atmosfer, müzik, oynanış gibi özelliklerin hepsinin hakkını vermiş. andrew ryan ın ütopyası mutlaka görülmeli.

    --- spoiler ---

    would you kindly click $ukela!

    ---
    spoiler ---


    (kizil sultan - 26 Şubat 2008 21:48)

  • comment image

    kullanmaktan en keyif aldığım plasmaid big daddy leri eniştemiz yapanı oldu. başa çıkılamayacak çetinlikte bir mutanta rasgelip bayağı hasar aldığımız durumlarda "bekle ulan burda, enişteme siktiricem seni" deyip götün götün kaçmak, sonrasında elinden tutup getirdiğimiz big daddy nin dev bacakları arasından hasmımızın patatese döndüğü anı izlemek çok eğlenceliydi.


    (secim - 19 Eylül 2009 18:47)

  • comment image

    "olm oralar çok zor, bi de cephane çok az."

    oyunun özeti budur. yaklaşık 2 saat oynadım ama pek fazla ilerlediğim söylenemez. peki neden? tırsıyorum oğlum işte. leş bir laboratuvarda ortalıkta kimse yok diye rahat rahat masadaki item'leri topluyorum. soldan başladım toplamaya. en sağa geldiğimde psikopat doktorun teki karanlığın içinde, çıt çıkarmadan, elinde döner bıçağıyla bana bakıp "what the hell are you doing!" deyip saldırınca manuel olarak gamepad'e titreşim verdim. ben hayatımda bu kadar tırstığımı hatırlamıyorum. kapattım little big planet oynayacağım.


    (flame of feanor - 15 Nisan 2011 21:01)

  • comment image

    "dostum oyun demişsiniz ama bu bir sanat eseri" dedirtendir. rapture'a staj başvurusu için marmara'ya onlarca mantar kapaklı cam şişe içinde not atmama rağmen geri dönülmemiş olmasını terbiyesizliğe bağlıyorum. demek ki etik yoksa terbiye de olmuyormuş. yazık...


    (frozen inferno - 3 Mart 2013 23:16)

  • comment image

    gecenin bir vaktinde oynamaya basladigim ancak daha ilk 10dakikada tirsarak kapattigim oyun. aslinda bu tarz oyunlari oynamayi beceremem cunku sanirim kendimi cok kaptiriyorum aniden cikan birseylere. hele de atmosfer karanlik olunca. bu oyuna neden baslamayi dusundum dersem, serinin son oyununun gorselleri beni cok etkiledi ve ben de onla baslamaktansa seriye en bastan bir bakayim diye satin aldim. umarim yarin sabah daha bir oynanabilir gelir benim icin. olmadi artik annemi de alirim yanima.


    (gofis krali - 20 Kasım 2013 23:23)

  • comment image

    (bu entari yarım bırakılmıştır, ve birinci oyun üzerinden sıpoyilerlidir tabii ki)

    ryan, rapture'un yapımına 1946'da başladı, ikinci dünya savaşının bitişinden 1 yıl sonra. evvelden beri uğraştığı bir projeydi, sonradan hiroşima gibi insanlığın öldüğünün kanıtı olan olaylar onu projeyi gerçekleştirmeye itti. hatta işi iyice inada bindirip, bioshock rapture adlı kitapta "bunu gerçekleştirmek için gerekirse cebimdeki son bir kuruşa kadar tüm paramı harcayacağım" minvalinde bir şey demiştir. öncelerden bu proje onun için sadece bir fikir, hatta bir oyundu.

    ama atomik bir savaşın kaçınılmazlığı düşüncesi, 1945'te, rapture'un gerçekleşme sürecinin başlamasına neden oldu. andrew ryan'ın gerçek adı aslında andrei rianofski, minsk'te doğmuş bir rus. 1917'de rusya'da, bolşevikleri yönetime getiren rus devrimine tanık olmuştu. hayat felsefesini şekillendiren de sovyet yönetimi altındaki konumu oldu. hiroşima'nın resmine bakıp şöyle demişliği vardır: "çılgınlık, ama sosyalizmin tahribatından da daha kötü değil".

    ona göre dünya büyük insanların(great men) kendi yolunu çizme çabaları içerisinde yaratılmıştır, bu sırada da 'parazitler' bu dünyayı ele geçirip yok etmişlerdir. 1919'da, daha gençken, ona göre büyük insanın(great man) kendini geliştirebileceği uygun bir yer olan amerika'ya göç etmiştir ve adını ingilizleştirip andrew ryan yapmıştır.

    "parazit üç şeyden nefret eder: serbest piyasa, özgür irade, ve hür insan." - andrew ryan

    ryan, amerika'da zengin bir işadamı olmuştur. neredeyse amerika'nın kömür kaynağı oydu. bunun yanında demiryolu işinden ve 'ryan petrol'den de iyi bir geliri vardı. yine de amerika onu tatmin etmemişti: "burası söylenildiği gibi 'özgürlerin toprağı' değil, vergilendirilenlerin toprağı."

    öyle böyle derken ryan'ın rapture'u hayata geçirmeye odaklandığı dönemlerden bir gün penthouse'undaki banyo için bir tesisatçı geliyor. bu kişi, oyunda günlüklerine ve cesedine rastladığımız bill mcdonagh. bill, tesisatçı olmasına rağmen 'doğu london teknik ve makine' mezunudur, lakin ingiliz olması dolayısıyla amerika'da pek iş bulamıyor. ulan sanki amerika'ya marstan göç ettiler. neyse, ryan, bill reyizi tesisat işi boyunca gözlemliyor, kafayı takıyor, işine verdiği özenden etkileniyor. adam işini bitirdiğinde ryan odasına çağırıp konuşuyorlar. ryan, bill'i tanımak için lak lak ediyor bayağı. en son şöyle bir konuşma geçiyor(- bill, + ryan):

    -"..amerika'ya bu yüzden geldim. burada herkes yükselebilir."

    +"hem evet, hem de hayır. bazı insanların malzemesi eksik. ama bu 'sınıf', ırk veya mezhep gibi doğumun belirlediği bir şey değil. insanın içinde olan bir şey. ve senin de içinde olan bir şey. sen bir bağımsızsın, gerçek bir birey. tekrar konuşacağız, sen ve ben.."

    bill tabi adamla bir daha görüşeceğini falan düşünmüyor. ertesi gün ryan'ın güvenlik şefi sullivan arıyor bunu, diyor "gel hacı, ryan abi seni inşaat mühendisi olarak işe almak istiyor." bill kardeşimiz böyle işe alınıyor işte. şunu da not etmek isterim ki, bioshock'ta bill mcdonagh sembolik olarak ryan'ın vicdanını temsil ediyor(muş)..

    ryan, baş mühendislerinden biri olan ruben greavy'e bill'i test etmek için bir tünel işi ayarlattırıyor. bill, testi geçtikten sonra, ryan ona kuzey atlantik projesini(rapture) anlatıyor:

    -..bu günlerde dünya üzerindeki tüm topluluklar aynı. ama bill -varsay ki yeryüzünü terk etmek mümkün. sadece bir süreliğine. sadece bir ya da iki yüzyıl. aptallar kendilerini hiroşima bombalarıyla yok edene kadar.

    +terk etmek mi efendim?

    -bu kadar şaşırma. aya gideceğimizi söylemiyorum. yukarı çıkmıyoruz. aşağı iniyoruz! bill, sana bir şey göstermem gerekiyor. benimle beraber izlanda'ya bir yolculuk yapar mısın?

    +izlanda mı!

    -tam değil. ilk önce bir uçakla izlanda'ya gideceğiz, ardından da bir botla hemen kuzey atlantik'e geçeceğiz. kuzey atlantik projesinin başlangıcını, altyapısını göstermek istiyorum. sana güvenmem gerekiyor, ve senin de bana güvenmen gerekiyor.."

    +efendim. siz bana güvendiniz. ben de size güveneceğim.

    -güzel, ama bana düşüncelerini söyleyeceksin bill. çünkü sana güvenebileceğimi düşünüyorum.

    bu son sözle birlikte olay yerine limuzin gelerek bill'i ve ryan'ı alıp sander cohen'in müzikaline götürüyor. sander cohen, hatırlayabileceğiniz gibi bioshock'un sanatsal ve tavşansal psikopatı. bu müzikalde cohen, ryan'ı bir açılışa davet ediyor:

    -andrew, seni village'daki açılışıma bekleyebilir miyim?

    +açılış?

    -davetiyemi almadın mı? asistanımın derisini canlı canlı yüzmeliyim! ha ha! galeri sergim var, verlaine club'da. yeni takıntım. amerika'da neredeyse hiç bilinmeyen bir sanat formu. tableau vivant sergisi.

    +ah evet, tableau vivant. bir fransız artistik geleneği, tarihten veya dramdan bazı kareleri ifade etme amacıyla, farklı şekillerde insanları sahneye yerleştiriyorlar. kostümlerle orada öyle duruyorlar, neredeyse heykeller gibi.

    efenim tanıdık geldi mi bu? gelmiş olmalı..

    bill'i arayan güvenlik şefi sullivan'a gelelim şimdi. bu abinin de ölüsüne ve günlüklerine rastlıyoruz oyunda. hikayesine gelirsek, eskiden polisti, fakat kabul etmediği bir rüşvet sonucunda sahtekar olarak gösterilip polis departmanından atılıyor. kendisini kumara veriyor ve karısı da son parayı alıp kaçıyor. dibe batmış bir şekilde intihar etmeyi düşündüğü sıralarda o 1944'ün karanlık holivud sokaklarından 'great man' yükseliyor ve sullivan'ı çekip çıkarıyor bataklığından.

    ryan adamlarını bu şekilde toplamaya devam ederken, bizim ünlü frank fontaine de bioshock'taki anti kahramanlığının temellerini atıyor. yıllardan 1946, rapture daha yapım aşamasında ve hikaye hala suyun üzerinde. frank, kullandığı sahte soyadlardan bu sefer kendine 'gorland' soyadını seçmiş. sarhoş bir bar sahibini gözüne kestirip, adamın kumar borçlarını ödemesi karşılığında bir sözleşme imzalatıyor. bu bar sahibi harv merton, yamuk kafayla imzaladığı sözleşmenin gerekliliklerini yerine getiremeyip barını frank'e kaptırıyor.

    frank, sağda solda konuşulanları duymak için, elde ettiği bu barın barmeni oluyor. malum, duyduklarından ne zaman yeni bir dolandırıcılık fırsatı doğacağı belli olmaz, ve ayrıca, ki asıl neden bu, çeşitli bahis ipuçlarına da kulak misafiri olmuş oluyor. bir gün içeri voss adında bi g-man geliyor, frank'in kim olduğunu, kullandığı sahte soyadları falan bildiğini imalı bir şekilde belirterek tehdit ediyor, daha doğrusu tehdit içerikli bir teklifte bulunuyor: "sen bana istediğimi ver, ben de seni belki görmezlikten gelirim." istediği de şu sorunun cevabı: "aşağı limanda dönen gizli, büyük bir proje falan duydun mu? belki andrew ryan'ın başında olduğu? kuzey atlantik projesi? denize akan milyonlarca dolar..?" işte frank, ilk böyle duyuyor rapture'u, yapım aşamasındayken.

    ryan'ın kuzey atlantik projesi hakkında hiçbir bilgisi olmayan frank, voss için kulaklarını bu projeye adıyor. birkaç gün bir şey duymuyor, ama o birkaç günün ardından kulakları, ryan'dan bahseden sarışın sarhoş bir kadına takılıyor. frank'in barında ağlamaktan göz farı akmış bir sarışın. anlattığına göre, irving adlı sevgilisi, ryan için çalışırken ölmüş ve kimse ona nasıl gerçekleştiği hakkında bilgi vermemiş. bizim frank daha da konuşturmaya falan çalışıyor kadını, ve tabii ki beceriyor da. özet geçiyorum, kadının anlattığına göre, irving, bir denizaltı inşaatı için bir aylığına gideceğini söylemiş. bu adamı da 'seaworthy construction' diye bir yer kiralamış. frank inşaat falan deyince anlıyor ki büyük olaylar dönüyor.

    devam etmeden önce, kısa bir reklam arası gibi kısaca frank'in bilinen en geçmişinden bahsedeceğim biraz. öncelikle, frank, yetimdi. ama yetimhaneden kaçıp bir tiyatroda amele olmuştur. 3 yıl bu ameleliğini sürdürürken oyuncuların seyircileri nasıl da kandırdığına hayran kalıp sahnede gördüğü her şeyi kapmaya başlıyor. bu şekilde kazandığı rol yapma yeteneği, frank'in dolandırıcılığa ilk adımlarını atmasına yardımcı olmuş oluyor.

    şimdi devam edelim. frank, limana doğru inip, ryan'ın diğerlerinden daha yoğun olan, üzerinde "the olympian" yazan gemisini görüyor, ardından da limanı gözlemlerken pipo tüttüren bir g-man'i. bizim çakal frank hemen bağ kuruyor g-man ve ryan arasında. diyor, demek ki ryan illegal bir şeyler karıştırıyor, ne karıştırdığını bulursam şantaj yapar, parayı kırarım. rıhtıma ilk sarhoş rolü yaparak yaklaşmaya çalışıyor, biraz bir şeyler duyuyor ama zaten bildiğinden fazlasını öğrenemiyor. tayfalardan birini tenhaya kadar takip ediyor, yerden soğuk bir metal boru bulup adama yaklaşıyor. boruyu silah gibi adamın ensesine dayıyor ve bağırıyor: "kıpırdama".

    -"arkanızı dönerseniz bayım, kaçmaya çalışırsanız, tetiği çekerim ve omurganızı bir mermiyle ikiye ayırırım."

    +"ateş etme! ne istiyorsun? üzerimde bir dolardan başka bir şey yok!"

    -"düzenbaz bir rıhtım faresi olduğumu mu düşünüyorsun? ben bir federal ajanım! kıpırdama bile şimdi." sonra cebinden sahte rozet çıkarıp adama gösteriyor ve devam ediyor "dinle şimdi beni denizci: ryan'ın o sapkın projesinde çalıştığın için başın ciddi belada."

    +"bana yasal olduğunu söylemişlerdi. tamamen yasal!"

    -"bunun bir sır olduğunu da söylemişlerdi değil mi? sence sam amca'dan sır saklamak yasal mı?"

    +"hayır, sanırım. yani, şey, bir şey bilmiyorum ben. sadece bir şey inşa ettiklerini biliyorum. tehlikeli bir iş, denizin altında o tünellerde çalışıyorsun."

    -"tüneller? denizin altında? ne için?"

    +"inşaat için. temeller için! neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum. kimse bilmiyor, sadece bilinmesi gerekeni söylüyor. bir tek greavy'nin bilim adamı tipli heriflerle bir şey konuştuğunu duydum! size sadece duyduklarımı söyleyebilirim.."

    -"ve duydukların da..?"

    +"ryan deniz altına bir şehir inşa ediyor!"

    -"bir ne?"

    +"lanet okyanusun altına bir koloni gibi! ve her türden şeyi yerleştiriyorlar oraya! mümkün gibi durmuyor ama bunu yapıyor! duyduğuma göre yüzlerce milyon harcıyormuş, belki trilyonlara yaklaşmıştır! şu ana kadar gelmiş geçmiş her bir adamın bir yapı için harcadığı paradan çok daha fazla para harcıyor!"

    -"nerede bu şey?"

    +"kuzey atlantikte-oraya vardığımızda bizi kamaralarda tutuyorlar, o yüzden tam olarak nerede bilmiyoruz. dışarısı buz gibi. ama şeytani bi sıcaklık geliyor-bir yerlerden buhar çıkıyor, sonra sülfür dumanları, bunun gibi şeyler! kimileri bu dumanlardan dolayı hastalandı! insanlar aşağıda o şeyi inşa ederken öldü."

    işte böylelikle ryan'ın sırrını öğrenmiş oluyor fontaine.. dahası için merton'ı(barın eski sahibi) sorguya çekiyor. yanına da reggie adında bi elemanı alıyor, frank bu reggie'yi arada sırada fazladan kas gücü olaraktan kiralıyordu. tanışmaları çok önceye dayanır.frank, gerçek ilk adını kullanırken soyadını daima saklıyor, reggie de frank'in gerçek soyadını bilen birkaç kişiden biri.. merton, kuzey atlantik projesi aracılığıyla okyanusun ortasında bir buçuk ay geçirmiştir. işte bu yüzden frank bu elemanı sorguya çekiyor. merton bir şey bilmediğini söylüyor ve şunu da ekliyor:

    -frank fontaine, o bir şey biliyor olabilir. gemileri oraya balık götürüyor. ve daha çok konuşma fırsatı oluyor. hani, inşaattakilerle..

    +frank fontaine? fontaine su ürünleri? eskiden o gemilerle küba'dan buraya mal kaçırırdı. şimdi... balık teslim ediyor? dalga mı geçiyorsun?

    -rıhtımda gördüm onu, bana kendisi anlattı! eskiden benim.. senin mekanın için, kaçırdığı romlardan alırdım. fontaine dedi ki, ryan'a mürettebatı için balık satmak new york'a rom satmaktan daha kazançlıymış! yalvarılacak derecede yiyecek bir şeylere ihtiyaç varmış-beslenilecek bir ordu işçi var orada.

    aklınıza şöyle bir soru takılmış olabilir şimdi: "frank fontaine derken?" bizim oyunda gördüğümüz frank fontaine'in soyadı gerçekte fontaine değil. yani rapture'daki soyadı da 'gorland' gibi sahteydi. bizim frank, kuzey atlantik projesine yaklaşmak için bu balıkçılık işini kendi marjinal yöntemleriyle devralıyor. geleceğim oraya da. hatta geldim. frank, orijinal fontaine'i barına çağırıyor. oturup konuşuyorlar:

    -"fontaine, bak. bendeki bilgiyi istiyor musun istemiyor musun? karşılığında bir şey istemiyorum. tekrardan beraber çalışabileceğimizi umuyorum, ve eğer sen içeride olursan çalışamayız. o yüzden o deniz kabuğu kulaklarından birini açman iyi olur-duyduğuma göre seni gidene kadar bekleyecekler, dönüşte de baskın yapacaklarmış."

    +"kim?"

    -"federal araştırma bürosu. kız kardeşimin en yakın arkadaşından öğrendim-onların sekreteri oluyor. işleri benim için takip ediyor. bir tür belge yazıyormuş işte. kaptan frank fontaine. kaçakçılık, diyormuş. uyuşturucu, diyormuş."

    +"sesini alçalt. yine de bunun bir önemi yok-kaçakçılığı falan bıraktım. şimdi çalıştığım şirket yakaladığım balıkları izlandaya götürmem için dehşet para veriyor.. uzun yol, ama çok para. güvenli ve yasal!"

    -"yani demek istediğin ryan'ın projesiyle mi ilgileniyorsun?"

    +"bilmen gereken bir şey yok."

    -"anlamıyorsun. ajan voss seni yakalamayı bekliyor. çok fazla açık verdin!"

    +"dediklerine ina.. inanmıyorum!"

    -"baskın yapacaklar, bu kesin. yapmayacaklarını varsayalım-ryan'ın orada bir şeyler sakladığını biliyorlar. bundan dolayı seni sorgu için içeri alacaklar. ryan bu olay hakkında ne düşünecek? bir soruşturmanın önünde engel olduğun için hapse mi girmek istiyorsun?"

    +"baskın yapacaklarının kanıtı ne, gorland?"

    -"kanıt? sadece baskın emrini içeren bir kopya kağıdı. gemilerini bana satıp küba'ya kaçabilirsin."

    +"hmm, belki. o gemilerde olmaktan bıktım. emekli olup küba'ya yerleşmek hoşuma gider. ama iyi bir ücret isterim."

    -"tabii, en yüksek ücreti ödeyeceğim."

    +"ve sen neden birden böylesine yardımsever oldun, gorland? aklıma yatmadı."

    -"seni arıyorlar, beni değil-ortalık yatışana kadar balıkçıyı oynayacağım. ryan'dan biraz parayı kıracağım. ve kaçakçılık tekrardan güvenli olduğunda trol gemilerini kullanacağım."

    ne öğrendik şimdi? frank'in fontaine soyadını nasıl aldığını ve rapture'daki sansürlü ürünlerin(incil gibi) içeri sızdırılacak konuma nasıl geldiğini öğrendik. devam edelim: 2 gece sonra, gorland 'happydrift' adlı trol gemisinde ortama ısınırken fontaine para için geliyor.

    -"gorland, duydum ki mürettebatımı kovmuşsun! bir şey peşindesin! tüm bu olayların pis kokusu çıkmaya başlıyor!"

    +"bu saatten sonra pis koku alabildiğine şaşırdım. gel mutfağa inelim, açıklayacağım. bir koli param var senin için." not geçeyim, mutfakta kimse yok. mürettebatta dümenci falan var ama frank ekibin geri kalanını sonra tamamlamayı planlıyor. aşağı indiklerinde, frank, fırının yanındaki kahverengi küçük çantayı gösteriyor: "işte fontaine-aç ve say." fontaine gidiyor açıyor, çantadan ölü, kırmızı mercan balıkları çıkıyor. gorland, ceketinin cebinden copunu çıkarıyor, cool ve sosyopatvari bir şekilde "geminin adını 'happygrift' olarak değiştirmeyi düşünüyorum, ne dersin?" diyor. fontaine arkasını dönüyor, gorland copu sertçe adamın alnına yapıştırıyor. sonra yukarı çıkıp dümencisine işaret çakıyor, gemi doğuya doğru açılıyor. bir süre geçiyor, gorland yarı baygın fontaine'in ceplerini boşaltıp okyanusa atıyor. ve artık frank gorland, frank fontaine olmuş oluyor.

    biraz rapture'dan bahsedeyim şimdi: ilk olarak rapture'un koordinatlarını veriyorum bakın, burada her şeyi detaylarına kadar anlatıyorum, bunu gugıl ört'de girerseniz sanırım rapture'un resmi çıkıyordu: 63° 2' kuzey, 29° 55' batı.. efenim bu rapture, dış dünyadan uzak, yemeğiydi suyuydu falan derken kendi kendine yetebilen tamamiyle ayrı bir dünya. bilim için sanat için özgür bir ortam oluşturulmuş. bunların gelişimini engelleyecek dini gruplar falan hiçbir şey yok.. rapture'un inşaatı vesaire belirli mantıksal çerçeve içerisine kurulu bir şekilde yapılmıştır, mesela rapture'un camları 'submolecular bonding' denilen kurgusal bir yöntemle metal ve cam entegresi şeklinde yapılmış basınca dayanıklı camlardır.

    oyuna başladığımız yer, deniz feneri, dünyanın 7 harikasından biri olan iskenderiye feneri'nin kadim dönemlerdeki tanımına uygun yapılmıştır.

    1946 ve 1952 yılları arasında dünyanın her tarafından bu gizli şehre insanlar indirilmiş. bu da dünyada "the vanishing" adlı bir komplo teorisine neden olmuş: ikinci dünya savaşının ardından insanlar artık medeniyetin öldüğü düşüncesine kesin gözle bakıyordu. bu durumda rapture yeryüzündeki cehennemden uzak bir cennet gibiydi. ryan'ın gözüne kestirdiği bilim adamları, sanatçılar ve doktorlar da bu şansı kaçırmak istemedi dolayısıyla. böylelikle yeryüzündeki parlak zihinler yavaş yavaş kaybolmaya başladı, ryan'ın deyimiyle rapture halkı, insan türünün "en iyi örnekleri"nden oluşuyordu.

    şöyle bir düşününce bunun gerçek olabileceğini düşünüyor insan, nüfus arttıkça parlak zihinlerin azalması mantıksız çünkü. neyse, konumuz bu değil, devam edelim: ilk halk 1946'da yerleşti rapture'a, yani rapture yapım aşamasındayken, ilk koloni dalgası bi hayli fazla insanla gerçekleşti. 1951'de rapture'un kapıları kapandı ve inşaatı bitti. tabii bu sırada çoğu devlet yeryüzündeki kayboluşların farkına vardı fakat savaş sonrası toparlanmayla meşgullerdi. "the vanishing" devletten ayrı kimi grupların ilgisini çekti ve antin kuntin komplo teorileri çıkardılar. ama oralara girmeyelim çünkü very background, apayrı bir hikaye, uluslararası piyonlar tarikatı falan fistan, sonra anlatırım bunu, ekstra hikaye.

    rapture 'the great chain' adlı bir ekonomik düzen üzerine kuruludur:

    "hiçbir tanrıya, gökyüzündeki hiçbir görünmez adama inanmıyorum. buna rağmen her birimizden daha güçlü bir şey olduğunu biliyorum: çabalarımızın birleşimi, endüstrinin bizi bir araya getiren büyük zincir'i. ne var ki bu zincir, sadece iyiliğimiz için çabaladığımızda toplumu doğru yöne götürecek. zincir, herhangi bir devletin yönetemeyeceği kadar güçlü ve gizemli bir zincirdir. size farklı bir şey anlatanın ya eli cebinizdedir, ya da silahı boynunuzda." - andrew ryan

    rapture'un o tüm mimarisi wales brothers'a(simon ve daniel) ait, ryan'ın ve bill'in konuşmasından alıyorum:

    -"simon ve daniel. ironik, gerçekten, ilk katedral yapmaya başlıyorlar ve sonra da gelip rapture'u kuruyorlar. simon 'rapture muazzam bir katedral olacak-ama tanrıya değil. insan'ın isteklerine!' diyor"

    +"temeli nasıl yaptınız? çok zorlu olmuş olmalı."

    -"buharlı gemim olympian'ı geliştirerek.. yükü alacak şekilde geliştirdik-'sinker'ı buraya getirerek birleştirdik. büyük bir denizaltı platformu. deniz altı ekibi ve onların tüm ihtiyaçları ile denizin tabanına indirdik. kalıcı olarak yerleştirdik-rapture'un en büyük merkezi bölümü için titreşimi yutuyor, izolasyon sağlıyor.. şu çok eski zamanlardan kalma volkanik koniyi görebilirsin. rapture'un enerji kaynağı için sana bir ipucu. şuradaki karanlık noktayı görüyor musun, tek taraflı-derin bir çatlağın ağzı, gerçek bir cehennem-ama şehrin temelleri sağlam bir kayaça kurulu. tamamen güvenli."

    rapture'da, her an bir inşaat işi yoktu ve inşaat işçileri işsiz kalıyordu. ryan ve yönetim kurulu bu elemanların sefilliğini çoğunlukla görmezden geldi, ryan'ın bakış açısına göre şanssızlar kendi yaşam yollarını bulmalıydı. vatandaşlar şehrin izolasyonundan ve güneş ışığının eksikliğinden dolayı tedirgin hissetmeye başlıyordu, direkt ryan'ın ağzından alıntılıyorum(bioshock 2'den, spoiler yok):

    "duyduğuma göre insanlar endişe besliyorlarmış, güneşin yokluğuna soyutlanmışlar. şimdi de bir psikiyatrist isteyerek yaygara koparıyorlar. devlet sansürünü mü özlediler acaba? savaş sonrası özel mülkiyet krizini? ya da çeka polisini, ve onların geceleri insanları ortadan kaldırışlarını? her ne ise, bu lamb denen kadın kendi 'alanında' en önde gelen pratisyenmiş. peki. eğer bu büyük zincirin en zayıf halkalarının takırtısını susturabilirse.. bu işi ona bırakırım."

    böylelikle ryan, sofia lamb adında bir psikiyatrist getirtiyor rapture'a. sofia lamb'ın utilitaryanist, yani 'halktan ne kadar fazla kişi mutlu, o kadar iyi' odaklı düşünce yapısı, rapture'un serbest piyasa idealiyle çakışmaya başlıyor. lamb, ideolojisini halkın fakir kesimine aşılamaya çalışarak ryan'ın politik rakibi haline geldi. sonunda da sürgün edildi. bunun hikayesi bioshock 2'de anlatıldığı için daha ileriye gitmeyeceğim.. yine bu zamanlarda, 1949 ve 1951 arası, dr. brigid tenenbaum, neptune's bounty'nin rıhtımında savaşta ellerinin felç olmasıyla bilinen birini ellerini kullanırken görüyor. eleman, tenenbaum'a bir deniz böceği tarafından ısırıldığını söylüyor. tenenbaum bunu günlüğe böyle aktarmış:

    "bugün rıhtımda kaçakçılardan birini bir tür yakalama oyunu oynarken gördüm. ve bu beni şaşırttı, çünkü elleri savaş sırasında kötürüm kalmıştı. birkaç gün önce, yani şu deniz böceği tarafından ısırıldığı gün, mavnayı boşaltıyordu. ertesi sabah uyandığında, parmaklarını yıllar sonra ilk defa oynatabilmiş. ona böcek hala onda mı diye sordum. şansıma, hala ondaydı.."

    tenenbaum, muhteşem bir şey keşfettiği düşüncesiyle araştırmalarına sponsor olacak birini aramaya başlıyor. diğer bilim insanları tarafından alay konusu olduktan sonra, frank fontaine'e yaklaşmaya başlıyor. fontaine de bildiğiniz gibi çakal bir insan. yine tenenbaum günlüğünden alıyorum:

    "tüm önemli laboratuvarlar beni geri çevirdikten sonra, malzemeler için fontaine'in port neptune'deki kaçakçılarına başvurdum. fontaine'in adamları domuz. sağa sola tükürüyorlar, kokuyorlar. ama teslimatı sağlıyorlar ve soru sormuyorlar. hepsi fontaine'den korkuyor.. fontaine bana biraz almanları hatırlatıyor -- çok verimli. yakında burayı o işletmeye başlarsa şaşırmam."

    fontaine, keşiflerin kârı üzerinde eksiksiz hakka sahip olduğu sürece tenenbaum'u desteklemeyi kabul etti. ryan, rapture'da düzeni bozacak, insanların aklını saçma ideolojiler ile manipüle edecek, incil gibi insanların kafasını daraltacak şeyleri sansürlemişti. fontaine de bunları kaçakçılıkla içeri sokuyordu. bundan gelen kârın bir miktarıyla da tenenbaum'un araştırmasını destekliyor işte. tenenbaum, bu deniz böceklerinden kök hücreleri gibi davranan bir madde çıkardı. böylelikle dna manipüle etmeyi keşfetti. söz sende tenenbaum'un günlüğü:

    "bu küçük deniz böceği geldi ve savaştan beri aklımı kurcalayan tüm delice fikirlerimi birbirine kenetledi.. böcek sadece hasarlı hücreleri iyileştirmiyor.. onları yeniden yaratıyor.. ikili sarmalı bükebiliyorum.. zenciler beyaz olarak, uzunlar kısa olarak, çelimsizler güçlü olarak yeniden doğabilir.. ama böcekler tek başına yeterli değil.. paraya ihtiyacım olacak.. ve bir şeye daha.."

    ve böylece 'adam' keşfediliyor. bilim insanları, adam'ın üretimini arttırmak için böcekleri çeşitli deneklerin midesine yerleştirmeye başlıyor. uygun bir taşıyıcıda, böcekler normal adam üretiminin 20-30 katı adam üretmeye başlıyor. ve keşfedilen uygun taşıyıcılar sadece küçük kızlar. konuş günlük(tenenbaum):

    "adam'ların vücutlarındaki etkisini izlemek muhteşem. kendi hücreleri zarar görür görmez yeni köklere bırakıyor yerini. bu çocuklara neredeyse zarar verilemez. ne yazık ki aynı şeyi bir yetişkine yapamıyorsun. öldürülemeyen adam düşüncesi için tam bir piyasa oluşurdu."

    fontaine, bolca adam üretmek için, little sister's orphanage adlı bir yetimhane açıyor. finansal sıkıntılar çekilen ailelere odaklanarak reklamını ona göre yapıyor. işte bu yetimhane adı dolayısıyla bu kızların adı "little sisters" oluyor. hatta yetimhaneden önce işi büyüterek 'fontaine futuristics' adlı biyoteknoloji temalı bir şirket açıyor. tenenbaum ve yi suchong'u işe alıyor. suchong'dan ileride bahsedeceğim.. fontaine futurisctics'in binası okyanusta böceklerin kaynağına yakın bir yere kurulu. şu işlenmiş adam'dan yapılan ve plasmid denen, hücreleri manipüle eden süper güçleri bu şirket üretip halka satıyor. zamanla bu güçler silaha dönüşüyor ve toplumun çöküşünde ana rolü üstleniyor. 'adam' bir uyuşturucu gibi, kişi kullandıkça daha çok kullanması gerekiyor.

    kullanmadıkça, fiziksel ve mental zararlar meydana geliyor. çünkü adam, doğal hücreleri kararsız kök hücrelerle değiştiriyor. hücreler kararsız olduğu için, kullanıcıların adam'ı sürekli olarak kullanması gerekiyor, aksi taktirde mental ve fiziksel hasarlar meydana gelebiliyor. kullanıcının hem mental hem de fiziksel olarak sağlıklı kalması için daha çok adam'a ihtiyacı oluyor. ve kullanıcı, adam bulmak için her şeyi yapabilen bir bağımlı haline geliyor, bulamadığı sürece estetik yönü bozuluyor, ve zihni çürüyor. işte oyunumuzun tehlike yaratan basic düşmanları splicer'lar bunlar. bu bağımlıların ismi de, rna splicing'den geliyor. 'adam'ın(adem) ve özel güçlerimizin yakıtı olan 'eve'in(havva) isimlerindeki incelik de, adem ve havva'nın yasak elmayı yedikten sonra cennetten kovulup insan soyunu ölümle lanetlemesi ve rapture'un çöküşü arasındaki benzerlikte yatıyor.

    fontaine'in şirketi sanırım 1948'de kuruluyor. çünkü fontaine rapture'a 1948'de gelmişti ve fontaine futuristics'e ait en eski reklam yine 1948'deydi. öyleyse, 'adam' keşfi, bu kaçakçılık, her şey 2 yıl içerisinde gelişmiş, rapture kurulum aşamasındayken.

    andrew ryan, fontaine'in başarılarını gördüğünde başlarda onu takdir etmişti. fontaine'i, rapture'un amacını temsil eden başlıca örnek olarak anmaya başlamıştı. birkaç yıl sonra, bizim ryan, fontaine'in illegal yönünden şüphelenmeye başlıyor. ryan, fontaine'in 'adam' tekelinin ve kriminal etkisinin rapture'a zarar verdiği düşüncesiyle onu kaçakçılıktan tutuklamaya yeltendi. ve fontaine, 1958'in sonlarında sahte ölümünü böylelikle yaratmış oldu. üzerindeki suçlamalardan kurtulmak için ilk önce adamlarından birini(reggie) estetik ameliyatıyla kendine benzetti ve ardından ryan'ın güvenlik güçleri ve fontaine'in adamları arasında çıkan çatışmada bu elemanı öldürttü, tam tarih vermek gerekirse 12 eylül 1958'de. sonuç olarak, fontaine öldü sanıldı, ama fontaine ölmemiş, atlas'a dönüşmüştü.


    (neroem9 - 17 Ocak 2016 12:28)

Yorum Kaynak Link : bioshock