• "sendromuyla ünlü şehir. bu şehirde rehin alınanlar alana direk veriyomuş.öyle ruh hastası insanların yaşadığı bir yer yani."
  • "kusursuz yalnizligin baskenti."




Facebook Yorumları
  • comment image

    fuar nedeniyle otellerde izdiham olduğu için akşamın altısında koşarak uzaklaştığım göteborg'dan x2000 isimli hızlı tren ile takriben 3 saatte ulaşmış olduğum başkenttir. şehir hakkındaki bilumum gözlem ve bilgiler aşağıdaki başlıklar altında hizmete sunulmuştur:

    kalacak yer:
    danimarka dışındaki iskandinav ülkelerindeki mühim şehirlere "nasılsa otelin/youth hostelin birinde yer bulurum." türünden bir türk mantığı güdülerek gidildiğinde yer bulamama ihtimali büyük olduğu için rezervasyon yaptırmanız tavsiye olunur. isveç'i almanya sanıp tren istasyonunun 24 saat açık olduğunu ve içeride kalorifer içeren odalar olduğunu düşünenler bir hayli yanılmakta ve akşamın köründe ekim ayının sicim gibi yağmuru eşliğinde kalacak yer aramaktadırlar*. aslında adam gibi bir rezervasyon yapıldığı vakit şehrin en önemli youth hostellerinden biri sayılan city lodge da, paraya acımayıp lüks yerde kalırım diyen insanlar için olan sheraton, radisson sas, best western ve scandic gibi otel zincirlerinin hepsi de tren istasyonuna 5-10 dakika mesafede bir aradadır. bir de viking line’ı kullanarak helsinki’ye akmayı düşünen gençlik için viking line terminaline yakın olması açısından uygun olan hostel renstierna vardır ki, ona da yazının ilerleyen bölümlerinde değinilecektir. aslına bakarsanız paraya acımama gibi bir düşünceniz varsa ve gecelik 100-200 euro arası ödemeyi gözden çıkardıysanız, tren istasyonuna yakın olan söz konusu oteller arasında en çok kalınası olan otel nordic light/nordic sea oteller grubudur. bu otellerin esprisi nordic light’ın odalarda kuzey ışıkları ambiyansı, nordic sea’nin ise baltık denizi ambiyansını sunan dizayn otelleri olmalarıdır. bu otellerden nordic sea ek olarak isveç’in meşhur absolut ice bar’ından da bir tane içerip stockholm’un gece hayatına yön vermektedir.

    kısa bir gezinti:
    stockholm’e yorgun argın varıp otel/youth hostelde geçirdiğiniz gecenin ardından sabahın ilk ışıkları eşliğinde haritaya şöyle bir göz gezdirdiyseniz akmak istediğiniz ilk ortam gamla stan ve etrafındaki müzeler olacaktır. ana tren garının oradaysanız, gamla stan söz konusu garı sağınıza aldığınız vakit köprü aşarak yapacağınız pek de uzun sürmeyecek bir yürüyüşle varabileceğiniz bir yerdir. ancak madem stockholm’de bir turist olarak bulunuyorsunuz, o zaman söz konusu mekana şehrin üç önemli işlek caddesi vasagatan, kungsgatan ve birger jarlsgatan üzerinden gitmek şehri tanımak açısından daha yerinde bir karar olacaktır. bunu yapmak için de ana tren garını solunuza alıp yürümeye başlamanız gerekmektedir. bu üç cadde izlenerek yapılacak olan yürüyüş şehrin alışveriş, çarşı ortamının içinden geçerek birger jarsgatan’a, birger jarlsgatan’ın bitiminden de nybroviken isimli koya ulaşmanızla sonuçlanır. nybroviken bir turist için stratejik bir noktadır çünkü buradan gamla stan’a da, vasa müzesinin bulunduğu djurgården’a da, aynı yerde bulunan aşmış açık hava müzesi skansen'a da, diğer mühim yerlere de kısa bir yürüyüşle ulaşmak pek bir mümkündür. bu koy aynı zamanda turistik tekne gezisi turlarının en mühimlerinin de başlangıç noktasıdır. stockholm’un bir müze cenneti olduğu zaten diğer entry’lerde de ayrıntısıyla anlatılmış olduğu için bunu tekrarlamaya pek de gerek yoktur. kaldı ki bu şehirde müzeler dışında başta müzik olmak üzere pek mühim başka aktiviteler mevcuttur.

    müzik:
    isveç insanının adam gibi müzik dinlediği daha kungsgatan’da dolaşırken gözünüze çarpan gerek das modell isimli kraftwerk dekorasyonlu giyim mağazasından, gerek aynı cadde üzerinde camında the beatles'ın rubber soul albümünün logosu bulunan giyim dükkanından bir hayli belli olmaktadır. bunun yanı sıra jazz, rock, metal v.b. dinleyip bilimum ülkelerin grupları/kayıtlarıyla ilgilenen müzikseverler için isveç’in bir cennet olduğu bilinir. gamla stan’da söz konusu ihtiyacı karşılamak için iki tane pek hoş dükkan vardır. bunlardan birisi post museum’un paralelindeki sokakta bulunan ve daha çok swedish metal başlığı altında incelenmiş olan konunun cenneti olarak yer alan sound pollution’dır. isveç’in swedish metal dışında oldukça ileri olduğu diğer bir tür de (69 senesinden günümüze dek) progressive rock’tır. ancak sound pollution bu türü arayanlar için yanlış adrestir ki dükkanın sahibi de bunu doğrularcasına sizi mellotronen isimli dükkana yönlendirecektir. mellotronen, sound pollution’ı sağınıza alıp yürüdüğünüz vakit ikinci sokaktan girdiğinizde karşınıza çıkan bir ikinci el plak ve cd dükkanıdır. bu dükkanın sahibi 2007 yazında masstival istanbul'da da görme şerefine erişebildiğimiz paatos'un basçısıdır*. dükkanda çalışan diğer mühim eleman ise isveç’in en önemli çağdaş progressive rock gruplarından anekdoten’ın davulcusudur* ve içeri girip türkiye’den geliyorum dediğiniz zaman size direkt erkin koray diyecektir! (avrupalı plak toplayıcılarının erkin koray merakı daha önceleri #5551963 nolu entry’de de işlenmişti ama aynı tepkiyi anekdoten’ın davulcusundan duymak da kesinlikle çok hoş bir şey.) bu dükkan tahminimce stockholm sınırları içerisinde hem isveçli rock gruplarının albümlerinin hem de dünya çapındaki diğer rock albümlerinin sunulduğu en sağlam arşive sahip ortamdır. buradan bilumum ikinci el cd ve plak edinebilmenin yanı sıra dükkan sahibinden akşam sağlam müzik dinleyebilmek için gidilebilecek ortamlar hakkıda da bilgi alabilirsiniz.

    ulaşım:
    stockholm metrosu oldukça kullanışlıdır. biletleri gişeden değil de az ilerideki sigara, gazete, içecek satan yerden (nedense) daha ucuza alabilirsiniz. 24 saatlik ve 72 saatlik sınırsız biletler bulunmaktadır. biletler turnikeden geçerken kredi kartı gibi okutulur. söz konusu bu biletleri şehir içindeki otobüs ve tramvaylarda da şöföre veya görevliye göstermek suretiyle süresi bitene dek sınırsız olarak kullanabilirsiniz. metrolar arada bir arıza yapar. paniklemeyiniz ve hemen insanları takip ediniz. bindikleri otobüs metro ile hemen hemen aynı güzergahta turlayıp muhtemelen sizi sergels torg civarlarında merkezi bir yere atacaktır.

    yemek:
    isveç mutfağı diğer tüm avrupa mutfakları gibi bir türke göre zayıf gelse de güzel tatlar barındırabilmektedir. sözgelimi isveç’in köftesi meşhurdur*. ikea'dan da pek bir aşina olduğumuz, tadı türk damak tadından pek de uzak olmayan, iri bir misket (yaklaşık bir golf topu) büyüklüğünde yapılan; sos ve lingonberry (dağ kızılcığı) marmeladı ile sunulan bu köfteler bir kova patates püresiyle tüketilir. isveç mutfağını tadabilmek için gidilebilecek güzel mekanlardan birisi (hem de bir turistmiş gibi değil de isveçlilerin arasında yemek yiyebileceğiniz) pelikan isimli oldukça eski geçmişi olan bir mekandır. burada köftenin yanı sıra iskandinavya’da sıkça tüketilen ringa balığı yiyebilmek de mümkündür. gitmek için metro ile medborgarplatsen’da inip götgatan (evet göt caddesi) üzerinde yapılacak kısa bir yürüyüş sonucunda blekingegatan isimli sokağa sapılır. stockholm maalesef pahalı bir şehirdir ve bu tip ortamlarda yenmiş adam gibi bir yemek kişi başı 250- 300 kron (yaklaşık 25-30 euro) tutar. iskandinavya sınırları içerisinde bulunan diğer bir yemek mekanı da jensens bøfhus isimli steak house zinciridir ve hem isveç hem de danimarka’da bolca mevcuttur. söz konusu bu mekanın meşhur isveç usulü bademli keki pek bir lezzetlidir. şehrin mc donalds, burger king ve subway’leri ise her ne kadar şehrin geneline göre daha ucuz olsa da türkiye’ye göre pahalıdır. şehrin hard rock cafe’si ise haliyle bildiğimiz hard rock cafe’den başka bir şey değildir ve kungsgatan’ın kesiştiği caddelerden birisi olan sveavägen üzerindedir. bunun yanı sıra stockholm'de gece geç saatlere kadar ortamlarda takılıp sabaha karşı mekanı terk etmiş ve acıkmış da olabilirsiniz. vasagatan ile kungsgatan'ın kesiştiği köşedeki dönerciye gidiniz; saat sabah 5e kadar açıktır.

    gece hayatı:
    kungsgatan’da bulunan fasching, turist rehberi broşürlerine kadar girmiş ünlü bir caz kulübüdür. bu kulüp muntazaman sağlam caz müzisyenlerinin konserleriyle şenlenen bir ortam olmasına rağmen haddinden fazla göz önünde bir mekandır. yine de çalan isimler gerçekten iddialıdır. söz gelimi benim orada olduğum kısa süre zarfı içerisinde bir akşam bill bruford ve grubu earthworks çalmıştı. daha mütevazi bir ortamda rock/blues v.b. dinlemek isteyenler ise big ben’e gidebilirler. bu mekana metro ile medborgarplatsen’da indikten sonra folkungagatan üzerinde yapılan 10 dakikalık bir yürüyüş ile varılabilir. (burası helsinki’ye akabileceğiniz viking line terminaline bir hayli yakın olmakla beraber tam karşısında da renstierna isimli bir youth hostel vardır.) üst katı cafe tarzında olan bu mekanda konserler alt katta gerçekleşmektedir. bir tavsiye üzerine 70li yılların isveç folk rock’ında önemli işler yapmış bir gitaristin* psychedelic dreams isimli bir projesini dinlemeye gittiğim bu mekandaki önemli gözlemlerimden bir tanesi isveç’te kapalı mekan rock konserlerinin duman altı geçmediği (çünkü haliyle sigaranın yasak olduğu) ve insanların ayakta tepinmek yerine konseri masalarına oturarak sakince izlediğidir. kısıtlı süre zarfında yapmış olduğum gözlemlerimin sınırlı olmasına karşılık stockholm hareketli sayılabilecek bir başkenttir ve doğal olarak da böyle bir başkentte aramaya kalkıldığı vakit bu tip mekanlar şehrin dört bir yanında bir doludur.

    bonus: bütün bunların dışında es geçilmemesi gereken diğer bir atraksiyon da, daha önceki entry’lerde de başkaları tarafından detayları ile belirtilmiş bir yer olan millesgården'dır.


    (goddard - 3 Kasım 2006 22:47)

  • comment image

    nasıl desem, izmir'i abant gölü kıyısına kurun, biraz rus binaları, biraz alman çağdaş binaları serpiştirin, biraz prag sokakları ekleyin, sivri kuleli kiliseler koyun birazcık. sonra o abant gölünün içinde bolca adacık olsun, hepsini birbirine köprüyle metroyla bağlayıverin. insan gibi insanlar yerleştirin bu şehre, temiz, düzenli pırıl pırıl.

    kasvet ekleyin demem gerekir belki ama benim şansıma günlük güneşlik bir şehirdir stockholm. yağmur yağar arada ama sadece yeşilin pırıldamasına, arnavut kaldırımlarının daha bir güzel fotoğraf vermesine yarar yağmur, herhangi bir kötülüğü yoktur.

    uçakla stockholm arlanda'daya geldiğinizde buradan şehre inmek kolay ama pahallıdır. en ucuz yol yine shuttle'dır ve yaklaşık 40 ytl'ye 45-50 dk içinde kent merkezine inersiniz. bir de 20 dk içinde şehre ulaşan tren var ama onun fiyatı iki katıydı sanırım.

    evet pahallıdır bu şehir, epey bir pahallıdır. deli gibi müze gezicem derseniz günlük, iki günlük ya da üç günlük kart alabilirsiniz ama onlar da az buz para değil. yok ben sadece sokak sokak gezicem vaktim az müze gezemem diyorsanız on altılık karne türü bilet alabilirsiniz ama onlar da epey bir pahallıdır bir de çifter çifter damgalar şöfer amca, bi bakmışsınız sekizlik karneymiş meğersem. yemek içmek de ciddi bir meblağ tutabilir ama tabi bir şekilde hesaplı seçenekler de türetebiliyor insan. yine de hayatımda uzun süredir ilk kez yurt dışında maddi nedenlerle bir fast food'çuya bu şehirde gitmek zorunda kalmışlığım vardır :)

    kopenhag gibi yürürüm gezerim bir şehir değildir, illa ki toplu taşıma kullanmak gerekebilir. benim gibi sokak sokak gezme meraklısı biri için biçilmiş kaftandır. bir ara kendinizi yemyeşil bir ormanın içinde bulursunuz, sonra bir bakmışsınız tarihi yapılar arasında geniş meydanlarda, sonra daracık sokaklardasınız, sonra bir bakarsınız ki dev alışveriş merkezlerinini pasaj gibi kullanıyorsunuz. öyle dümdüz bir şehir de değildir, kopenhag sonrası epey bir yokuş gibi bile görünebilir insana ki aslında o kadar da değildir.

    kalabalık ama dingin bir kenttir stockholm. epey bir insan yaşar, epey bir insan uyum içinde bir arada yaşar. tipik avrupa kentlerinde olduğu gibi burada da sağda solda koşan bir sürü insan görürsünüz ya da köpeğini gezdiren ama diğer şehirlere oranlar buradaki bebek ve çocuk sayısı gözle görünür oranda fazladır. her yerde sarı kafa dünya tatlısı bebekler ve çocuklar vardır, ailece ya da sadece anne ve sadece babaları ile gezen bir sürü çocuk görürsünüz. öyle ağlayıp zırlamazlar, tatlı tatlı gezer minik veletler.

    dakka bir gol bir şehre geldiğimizin ilk dakikasında haritamızı cebimizden çıkarıp konumumuzu belirlemeye çalışırken bir stockholmlü arkadaş gelerek yardım teklif etmiştir, ki biz in midir cin midir bilemediğimizden tedirgin kabul etmiş daha sonra ne zaman cebimizden harita çıkarsak yanımızda biri bitiverince bunun çok doğal bir davranış olduğunu anlamışızdır. ki bir süre sonra millete rahatsızlık vermeyelim diye haritamızı gizli gizli çıkarıp bakmışlığımız bile vardır...

    sağda solda bir sürü minik yat limanı vardır bu şehirde, eski gemiler yeni tekneler nefis bir siluet oluşturur. o kadar adacık o kadar su üzerinde bunca tekne normaldir. adaları birbirine bağlayan köprüler gösterişsiz ama işlevseldir. klasik mimari yanında özellikle yerleşim birimlerinde çağdaş mimari hakimdir. onca yeşilliğin içine pek bir güzel serpiştirilmişlerdir.

    kraliyet sarayı epey kallavi ama şatafatsızdır. daha çok rus mimarisini andırır, öyle roma saraylarının albenisi yoktur, sadece kocamandır.

    isveç, geçtiğimiz yüzyılın başında sanayi hamlesi yaparken biraz kontrolsüz büyümüş anladığım kadarıyla, çevre sorunları ve sosyal sorunlarla epey bir boğuşmuş ama refaha erince biraz akıllanıp baştan inşa etmişler pek çok şeyi, daha bir güzel yapmışlar her şeyi. zenginliği görmemişlik değil olgunluk olarak sokmuşlar yaşam biçimlerine, o yüzden bu günlere böyle güzel gelebilmiş bu şehir. bu dönüşüm hala bir yerlerde görülebilmekte; eski bir tersaneyi kültür merkezine ya da yeni bir yerleşim birimine dönüştürebiliyorlar; sürekli bir inşaat çalışması var kentte.

    vakit ve imkan bulup da bir kanal/tekne turu yapmak hoş olabilir. aslında kanal turu demek yanlış, tekne turu demek daha doğru, çünkü amsterdam'dan sonra buradakilere kanal demek ayıp olur. biz köprü turunu tercih ettik, köprüsüne kanmadan. zira olayı köprü görmek olarak değil de şehri bir de böyle görmek olarak düşünmek lazım, zira köprü möprü hikaye, bildiğin dandik beton köprüler ama işlevseller tabi.

    sonra hemen yanıbaşındaki adadaki* o koskocaman "mesire yeri" nasıl muhteşem bir ormanlık alandır öyle. sadece bir köprüyle geçiverir kendinizi bambaşka bir alanda bulverirsiniz. ortamdaki sessizliği bozan tek şey çocuk cıvıltılarıdır. iki öğretmen beş on çocuk, sapsarı fosforlu giysileri ile el ele gönül gönüle outdoor gezisi yapmakta, doğayı tanımakta bir yandan da ders yapmaktadır çünki.

    sonra o adada, sağda solda hediyelik eşyacılarda gördüğünüz güdük atın* çimenlerin üzerinde koşturanını görebilirsiniz, hoşunuza gidebilir.

    belki başka biri gezse benim kadar sevmez bu şehri ama şehri herkese başka başka sevdiren başka başka detaylar vardır.

    örneğin ben, kaldığımız yerden metroya atlayıp da merkez istasyon'da ilk gün yüzüne çıktığım meydanda* tunç okan 'ın yıllar önce izlediğim unutulmaz filmi otobüs 'ün geçtiği alanda olmak tüylerimi diken diken etti. öyle matah bir yer olmamasına rağmen film içime nasıl işlemişse, o siyah beyaz çapraz döşeli taşların üzerine yürümek, o kalabalık meydanda filmin bir karesindeymişçesine kendimi yapayalnız hissetmek inanılmaz bir duyguydu.

    sonra bu şehirde opera binasına bakınırken kendimizi gişede bulmak, bir sonraki akşam için iki kişilik bilet almak ve ertesi akşam il trovatore'yi izlemek de apayrı bir keyifti. hele opera'da yan koltuğumuzda oturan yaşlı amcanın bize binanın tarihçesini anlatması, detaylar hakkında bilgi vermesi, sonra arada bizi bina içinde gezdirmesi, o muhteşem fuayeyi göstermesi, balkona çıkartıp gezdiğimiz şehre bu cepheden de bakma şansı yakalamamız stockholm gezimizi başka türlü güzelleştirdi.

    sabah ev kahvaltıları, akşam evde kurduğumuz nefis sofralar, müzik, huzur, yeşillik, insanlık, temizlik, düzen ve daha pek çok şey stockholm'ü daha bir güzel yapıyordu. üstelik markette tropicana buldum, daha ne olsun, yana yakıla arıyordum nicedir. gerçi portakallı muzlu bulamadım, sadece portakallı vardı ama olsun, küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek gerek, ufak detaylara da takılmamak...

    nihayetinde, bu dört günlük kısa gezimizde sanki yıllardır orada yaşıyormuşuz da evimizi kapatıp bir süreliğine türkiye'de yaşamaya karar vermişiz de o yüzden buradan ayrılıyormuşuz hissine bürünmüştük çoktan.

    şimdi stockholm, türkiye'deki bir süreliğine yaşama maceram bitene kadar beni orada öylece bekliyor sanki. evimi şimdiden çok özledim.


    (masseur - 7 Ekim 2008 10:27)

  • comment image

    bircok ankette dunyanin en guzel kizlarinin bu sehirden geldigi soylenir ve kalben katildigim bir gorustur bu. sansliysaniz mart ayinda 'eski sehir' kismindaki irish pub'lardan birinde bir aksam new orleans'tan gelmis bir blues gitaristini dinlerken iki adim otenizde en az arwen kadar guzel bir kiz oturur. dayanamayip konusmaya baslarsiniz. mukemmel guzelligini sempatik tavirlari ile tamamlarken basiniz doner, saatler gecer ve sizinde kalbiniz o ufak mekanda kalir. ertesi gun kth'da doktora pozisyonu bulmak ve stockholm'de kalmak icin elde cv ile calmadiginiz kapi, konusmadiginiz hoca kalmaz ama ne yazik ki hic acik pozisyon yoktur. 'yazin mutlaka tekrar gelecegim' dusuncesi ile isvec'i terkedersiniz. aradan yaklasik bir yil gecer ve baska bir sehirde masa basinda kod yazarken akliniza stockholm ve elf kadar guzel o kiz gelir. bir paralel evrende stockholm'de yasamaya devam ettiginizi dusunur, aptalca bir tebessum ile isinize donersiniz...


    (xeroquark - 11 Şubat 2010 11:16)

  • comment image

    bahar ya da yaz aylarında gidildiğinde büyük bir isyan duygusu ile dolduran güzel bir iskandinav şehri.
    isyan da şu:
    insanlar güzel, binalar güzel, doğa ile içiçe, her yer tertemiz, müzeler, cafeler, barlar zart zurt her şey çok güzel. cennet diye bir şey varsa adamlar işte dünyada yapmış. -çölde çadırda kalıp hurma yiyeceğiniz bir cennet hayal etmiyorsanız-
    ne ile avunabilirsiniz? "tamam çok güzel de işte karanlık oluyormuş, kardan soğuktan donuyormuş burada insanlar" falan. di mi?
    işte baharda ya da yazın gidince biricik avuntunuz da yok oluyor.
    "böyle bir güzellik olabiliyorsa niye başka yerlerde de olamıyor?" diye isyan duyuyorsunuz.

    gamla stan klasik bir eski avrupa şehir merkezi. dar sokaklar, hediyelikçiler, sokakların açıldığı saray, kiliseler falan.
    stampen diye müthiş bir jazz bar bulduk tavsiye ederim -eski bir rehinciden çevrilmiş, rehin olarak verilip geri alınmamış eşyalar tavandan sarkıyor bebek arabaları müzik aletleri çantalar vb, sahipleri lübnanlıymış, bizim gittiğimiz akşam 50ler gecesiydi ortam back to the future ortamıydı ve çook güzeldi.- publar falan da güzel.
    içki pahalı içki pahalı falan deniyor da, biz türklere koyacak şekilde pahalı diil. alışığız nasılsa.. su niyetine bira şarap içen ve kolanın şaraptan pahalı olduğu avrupa memleketlerine içki pahalı geliyor olabilir tabi.
    en pis yeri otobüs ve tren garlarıdır ya genelde şehirlerin, buranın o bölgeleri de tertemiz ve sakin. gece yürü rahat rahat.
    düşündüğümden çok daha büyük buldum şehri. -oslo'dan gelmiş olmamın da etkisi olabilir tabi-
    beach volley turnuvası düzenleyen ya da kanoyla o soğuk sularda kürek çeken insanlar falan enteresandı tabi. insanlar çok yardımsever, çok güzeller -kadın erkek tekrar tekrar bakıyorsunuz- ve kesinlikle üşümüyorlar.
    mordern müzesinde bir numara yok -çok güzel bir cafesi var manzaralı- ama national museum'u (grand verre replikası, magritte, picasso vb. benim ilgimi çekenler açısından) güzel.
    skansen mutlaka gezilmesi gereken bir yer. hem çok güzel bir park hem de hayvanat bahçesi falan çok iyi bir haftasonu eğlencesi.
    kulturhuset'in oralardaki hareketlilik küçük pazar yerleri vb. keyifli.
    h&m her yerde. gerçekten dağ taş h&m.
    vasa müzesindeki gemi ne olursa olsun görülmeli.

    ve bir de işte stockholm'ü gezerken aklınıza dönüp dolaşan bir soru var:
    bina var, doğa var, insanlar tok, her şey var, her şey güzel. adamlar sanat yapmış, gemi yapmış, bir yandan mimari yapmış, şehir kurmuş, tüm bunları soğukta yapmış. "peki biz ne yapmışız o sıralarda?" cevaplayamadım. hani civilizationda yan taraftaki uzay çağına geldiğinde siz hala tarım toplumusunuzdur ya, öyle bir fark oluyor işte buraları görünce. bunlar bunca şeyi yaparken biz naaapmışız?" sorusuyla bırakan bir şehir stockholm.


    (pati - 24 Mayıs 2011 15:43)

  • comment image

    istanbulda 10 sene yasayip hep yapacagim diyip yapamadigim seyleri bu yaz bana bir bir zorla yaptirtan sehir. ustelik parasiz pulsuz.

    10 sene bisiklet alip gezecegim dedim durdum, olmadi. ne sehir ne de zaman izin vermedi. simdi burada 3 haftadir bisiklete biniyorum. bisiklet yollari, bisiklete ozel isiklar hersey mevcut. sehir de slussen yokusu disinda dumduz. o yokusu da bacak kasi icin kullaniyoruz. hadi gel de binme. binmedigim her gun ozluyorum. bu entriyi bitirince yine cikacagim. hizli yaziyorum.

    dogada gezecegim diyordum istanbulda dogayi ara ki bulasin. en yakin yer arabayla yarim saat bir saat mesafede ve 10 senede sadece tek (belki 2) sefedir ciktigim. ama bir de gel buraya bak. stockholmun merkezi dogal park dolu. doga yuruyusu mu istiyorsun, cimlerde guneslenmek mi istiyorsun? 4 dakika mesafede bunun icin sahane bir yer var mutlaka. kano mu yapacaksin? sadece 1 durak otede! simdi nasil yapmazsin? cevap ver.

    her hafta konsere gidecegim dedim dedim bir turlu motive olmadim. simdi stockholmde her hafta bach konserine gidiyorum. gitmek zorundayim cunku kiliseler bedava organize ediyor. gazetelerde boy boy ilan. gormezden gelemezsin. yoksa gece ruyana girer. (bazilari baya tirt cikiyor ama olsun)

    sergi mi gezecegim, workshoplara mi katilacagim diyorsun? simdi 3 aylik sergi var kulturhusette. gel projeni as dediler, ustune de zorla workshop'a kayit ettirdiler. bu davetkarliga o kadar alismamisim ki, kabul etmeden once naz bile yaptim.

    entrinin naif naturelligini patlatmamak icin gece yasamina girmeyeyim.

    bana bunlari yaptirttin ya, alacagin olsun stoko.


    (kontra - 16 Haziran 2011 17:04)

  • comment image

    istanbul'da dogup buyumus ve 3 senedir bu sehirde yasayan biri olarak, artilarinin eskilerinden fazla oldugunu dusunuyorum.
    hemen bir iki akla gelenler
    + sehir tam kivaminda buyuklukte, hem kalabalik degil hem de icinde herseyi bulabilecek kadar cesitlilik mevcut.
    + sehir merkezini bir ucundan bir ucuna bisikletle 30 dakikada kat etmek mumkun. yuruyerek 1 saat olsun. bu da demektir, sehrin icinde yasiyorsaniz her yere bisikletle gidilebiliyor.
    + genelde temiz, pak, hersey dogru duzgun isliyor.
    + adalar ustune kurulu bir sehir oldugundan deniz zaten built-in
    + pek sukela parklari bahceleri var. hatta park denmez ona mesela komple butun djurgarden adasi.
    + insanlari guzel giyinmesini bilir, giymine kusamina cok dikkat eder, guzeldir de. gerci bu bir eksi de olabilir aslinda, kimisi bazen (ben de dahil) kasiliyor boyle olunca.
    + toplu tasima %90 gayet duzgun calisiyor.
    + cok cok guzel manzaralari mevcut sehrin, uzaktan ozellikle biblo gibi gorunuyor gayet hos. gri gri beton beton degil.
    + insanlarinda statusel kibir yok. az var demiyorum, direk yok.
    + internet altyapisi almis basini gitmis.
    + literally sehir merkezinden (misal taksim) derin ormana, dogaya 20+ dakikada toplu tasima araclariyla ulasilabiliyor. oyle central park gibi filan degil, bildigin yavru ceylanlari filan dolasan orman. biliyorum cunku bir gun ise giderken onumden boyle bir bambivari yaratik gecti. cok enteresan ama evet, boyle bu.
    + cok cok cok yesil bir sehir, doga sporlari filan seviliyorsa budur.
    + herkes ingilizce biliyor. herkes derken, gercekten herkes.
    + isvecce vs. ogrenmek isteyenler icin devletin egitim seviyesine ayirdigi ucretsiz dil kurslari mevcut.
    + evsiz, tinerci vs. denen insan turu burada mevcut degil.

    - kisin pek soguk ve depresif (bunun da seveni var o ayri)
    - insanlari odun ve bir new york insaninin sosyalliginin onda biri yok. sosyallik=sarhosluk.
    - otobusleri bazen aksayabiliyor
    - dunyanin en pahali sehirlerinden
    - ozellikle meyve sebze yaz disinda hic tadi tuzu yok ve acaip pahali
    - "isvecli"lerin mekanlarina gittiginizde bir karakafali olarak biraz dikkat cekiyorsunuz, uste alinmaya gerek yok, keyfini cikarin.
    - "suburb"leri baya kalici gocmen burosu seklinde, sehrin merkezinde yasamak lazim.
    - ev bulmak imkansizlik derecesinde zor, bulunursa da felaket pahali. mesela 40 metrekare, bodrum kat ev sehrin merkezindeki evin kirasi gayet 2 bin lira.
    - herkes ingilizce bildiginden, isvecce ogrenmek baya zor. iste de anadil ingilizceyse neredeyse imkansiz.
    - isvec'e ozel yiyecek icecek pek yok, olanlari da guzel degil veya cok pahali restoranlarda mevcut. yani oyle lokal yiyeyim, oh ne de lezzetli durumu yok. illa bir gun cin, ertesi gun indian, ertesi gun ev yapimi birseyler.


    (catacuta - 6 Eylül 2011 12:40)

  • comment image

    son zamanlarda gezdigim sehirler arasinda beni en cok etkileyen sehir oldu kendisi. aslina baklirsa; kopenhag benzeri bir sehir bekliyordum ben ve kopenhag'a oyle cok da bayilmamistim.

    stockholm gercekten benim beklentilerimin cok ustunde bir uc gun yasatti bana. gamla stan'i, djurgarden'i, vasa muzesi, skansen'i, guzel restaurantlari, yerin dibinde magara gibi olan barlari, guzel kizlari, kibar insanlari, buyuleyici gunbatimi manzarasi ile insanda hic ayrilmama istegi uyandiriyor. oyle de bir yer iste.

    ayrintilara girmeden once hemen su tavsiyede bulunayim. eger uc gun veya daha fazla kalacaksaniz; kesinlikle stockholm card alin. adamlar gercekten guzel dusunmusler ve bir turistin isini kolaylastirmak icin herseyi yapmislar. uc gunluk kart 825 sek idi yanlis hatirlamiyorsam.

    bence kesinlikle yapilmasi gereken seyleri su sekilde siralayabilirim:

    * vasa muzesi'ni gorun. iceride bulunan gemi 17. yuzyilin ilk yarisina ait bir gemi. ve 98%'i orjinal bir sekilde karsinizda duruyor olacak. uzerindeki islemeler muazzam. burayi gezerken muhakkak guided tour'a katilin. ucretsiz ve ingilizce bu tur. gercekten cok bilgilendirici.

    * skansen'e epey bir zaman ayirin. oldukca buyuk bir park burasi. icerisinde hayvanat bahcesi falan da var. oldukca guzel. gezdigim en guzel acik hava muzesiydi diyebilirim. burada bir de firin bulunuyor. tarcinli bir pogaca benzeri birsey var sanirim isvec'e ozgu. ondan yiyin; cok guzel. sonra yorulunca skansen'in icinde bulunan "krogen stora gungan" denen barda oturup eriksberg icin.

    * "monteliusvagen" denen yere gidip gun batimini izleyin. ama oyle kuru kuru gitmeyin. tekelden sarabinizi, marketten somon fumenizi falan alip oyle gidin. tekel derken dalga gecmiyorum. zira; isvec'de alkol satisi devlet tarafindan gerceklestiriliyor. aksam 7'de kapaniyor bu tekel; ona gore. buraya yakin olan "the bishops arms" diye bir bar var. yagmurdan kacarken cok da dusunmeden girdigimiz bir bardi ama iceride atmosfer oldukca guzel. sayet gezerken yagmur bastirirsa; ya da kendinizi yorgun hissederseniz girip bir bira icin benim icin de.

    * city hall'un kulesine cikin; oradan gamla stan'a bakin, guzel fotograflar cekin.

    * gamla stan'da cafe art'da oturup bir kahve icin.

    * "den gyldene freden''de aksam yemegi yiyin. pahali bir yer. ana yemekler ortalama 350 sek civari. sarabin da kadehi 100-150 sek arasi. ama servis cok guzel; yemekler oldukca lezzetli.

    * stampen jazz bara gidin.

    * "sjatte tunnan" isminde bir bar/restaurant var yine gamla stan'da. olaganustu guzel. "den gyldene freden" kadar pahali degil ve yemekler oldukca lezzetli. geyik koftesi ve geyik pirzola yiyin; yaninda cesitli isvec biralarini deneyin derim. sayet ozellikle bir tercih yapmadan bira isterseniz norrlands guld getiriyorlar ki ziyadesiyle guzel bir bira bence.

    * grona lund'a gidin o eclipse denen buyuk salincaga binin. yukaridan manzara muhtesem.

    * the royal palace'i gezin.

    * katedralin icine girin.

    hicbirini yapmasaniz bile aksam gamla stan'da gezin. o dar sokaklarda yuruyun; hic beklemediginiz yerde karsiniza cikan barlara girin birseyler icin.

    daha da fazla uzatmadan son vereyim sozlerime. stockholm; daha sonra tekrar gidilesi, daha uzun kalinasi sehirler listeme ekledigim bir yer oldu benim icin. bir sonraki gidisimde isvec'i daha genis genis gezmek ister deli gonul.


    (dieforyou - 22 Ağustos 2014 13:01)

  • comment image

    32 yıldır yaşadığım şehir. yüzlerce adaları, gemileri trenleri, yeraltı köprüleri, metrosu, hatta kaldırımlarını ezbere bildiğim bu şehirde buraya gelmek isteyenlere mutlak söylemek istediğim birşey var.hiç bilinmeyen giz yada cok ,cok önemli haber degil ama hepimiz için gerekli birşey.
    bu şehre uçakla geldiğinizi varsayalım. stockholm arlanda terminalinden stockholm’e ulaşmak için çeşitli yollar var. taxi, hızlı tren( arlanda express) ve bizdeki havaş’a benzer havalimanı otobüsleri, belediye metro treni.
    bloglarda, reklam sitelerinde hep bunlar yazılır. ne kadar ödeyeceğiniz ve kaç dakikada gelebileceğiniz anlatılır ama bedava nasıl geleceğiniz nedense yazılmaz.
    “ben zengin turistim binerim taksiye yada hızlı trene” diyorsanız o ayrı.
    paranız da olsa fazladan trene taksiye vermeniz gerekmez.o parayla sevdiklerinize ekstradan birşeyler alır fazladan müze gezer yer içersiniz.
    burada önceden de yazıldı mı bilmiyorum ama şöyle bir yöntem var:
    uçaktan indiniz. ınfo masasına gidip stockholm metro otobüs kartını nereden alacağınızı sorun size hemen yardımcı olacaklardır. stockholm’de kaç gün kalacaksanız 3 gün, 5 gün ,1 hafta neyse o kadarlık kart alın.

    belediye metro kartı size cok ucuza gelir. stockholm içinde her otobüs metro kullanımında cebinizden ödemek cok pahallıdır bu yüzden kart eniyisi.
    şimdi seyahat sirketlerinin ve blogların yazmadığı konuya geliyoruz. kartınızı aldınız. yine danışma masasına giderek belediye otobüs durağının yerini sorun. ınanın elinize üzerinde yergösterim planı çizili olarak size verilir. hiç telefona gps’e gerek yok.
    zaten belediye otobüs durağı da yakındır. otobüse bindiginizde otobüs sizi en yakın banliyö tren istasyonuna götürecek. istasyonun adi märsta station. orda indikten sonra trenle direk stockholm’e gelirsiniz. böylece daha ilk saatlerden itibaren kartınızı kullanıp cebinizden ekstradan para ödemeden sehre gelmis olursunuz.
    böylece 350 isveç kronundan baslayan taksi ücreti, 120 kron havalimanı otobüs ücreti,hızlı tren (26 yaşından itibaren 280kr) gibi miktarları ödemekten kurtulursunuz ve bunun adı beleşcilik, ucuzculuk da değildir.sadece kazandığımız paranın kıymetini biliyoruz. “ucuza, bedavaya getirme bastır parayı” diyen sonradan görmeleri takmıyoruz. ( ayrıca seyahat yorgunu olur, çocuklu olabilirsiniz o zaman belediye otobüsü yerine hızlı tren yada arlanda otobüsünü tercih etmeniz elbette normaldir)

    gunduz belediye otobus numarasi 583 gece ise 579,592. ıleride numaralar degisebilir bu nedenle danismaya mutlak sorun.
    bir başka seçenek ise havalanındaki metro istasyonundan belediyeya ait ( özel olmayan) trenle sehre gidebilirsiniz. biletiniz dahil extra 50-80 kron ödenir ama rahatça direk gidersiniz.(bu önerim valizi çok olmayanlar için. valiz çoksa o zaman havaalanı otobüsleri veya arlanda express daha iyidir.)

    buraya turist olarak geleceklere ikinci önerim stockholm’ü anlatan o bloglarda yazan södermalm, kraliyet sarayı, oldtown denilen eski sehir,müzeler gibi yerleri mutlak görün ama fazla önemsemeyin. kendisine sunulan yerleri gezmekten baska birsey bilmeyen turistlerden olmayın. araştırın. bunu yaptığınızda stockholm denilen bu gizemli sehirde kimselerin bilmediği mekanları, doğal güzellikleri ve değişik insanlarıyla karşılaşabilirsiniz.bunlar tamamen sizin cesaretiniz,macera duygunuz ve araştırmanıza bağlıdır.

    bu şehri turist gibi değil kaşif gibi gezin. kendisi de sizin tarafınızdan keşfedilmekten mutlu olacaktır inanın.


    (sabahmavisi - 10 Ekim 2015 17:11)

Yorum Kaynak Link : stockholm