Süre                : 2 Saat 15 dakika
Çıkış Tarihi     : 06 Eylül 2017 Çarşamba, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Korku
Taglar             : Romana dayalı,Zorbalık kurban,Katiller palyaço,balon,palyaço
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  New Line Cinema , RatPac-Dune Entertainment , Vertigo Entertainment
Yönetmen       : Andrés Muschietti (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Stephen King (IMDB)(ekşi),Chase Palmer (IMDB),Gary Dauberman (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Bill Skarsgård (IMDB)(ekşi), Javier Botet (IMDB)(ekşi), Owen Teague (IMDB), Jaeden Lieberher (IMDB)(ekşi), Nicholas Hamilton (IMDB), Sophia Lillis (IMDB), Wyatt Oleff (IMDB)(ekşi), Megan Charpentier (IMDB)(ekşi), Finn Wolfhard (IMDB), Jeremy Ray Taylor (IMDB), Stephen Bogaert (IMDB), Ari Cohen (IMDB), Jack Grazer (IMDB), Chosen Jacobs (IMDB), Jackson Robert Scott (IMDB)

It (~ O) ' Filminin Konusu :
Herşey olabilir. Sinema ekranında durmayan yırtıcı bir canavar. Bodrumda gizlenen uğursuz birşey. En büyük korkunuz ne olursa olsun kimse onu Stephen King’den daha iyi bilemez. King’in 1986 yılındaki en çok satan kitabından uyarlanan Annette O’Toole, John Ritter ve Richard Thomas’ın oynadığı insanın korkularına karşı sarsıcı bir gezinti. Küçük bir New England kasabasındaki hain güç, bir palyaçonun (Tim Curry) şeklini alır. O, 2 bölümlük bir mini dizi olarak 1990'da yayınlanmıştı.


  • "palyaçolardan nefret etmeme neden olan film"
  • "butun korku filmlerindeki klisenin aksine bu filmde bicok korkunc olay gunduz meydana gelmektedir."
  • "'90 versiyonundan tam 27 yıl sonra 2017 yılında vizyona girecek olan film.tıpkı "o"nun 27 yıl sonra cinayetlerine kaldığı yerden devam etmesi gibi..(bkz: never ignore a coincidence)"
  • "aranızda hayal kırıklığı , çok klişe diye söylenen arkadaşlar var. olum zaten korku klişelerinin bir kısmını yaratan adam stephen king .olmuş filmdir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    stephen king in en muhtemelen en güzel kitabıdır. belki stephen king godoştur ama it dediğimiz kitabı okurken aldığım tadı bşka hiçbi kitaptan almadım ben.herkesin sahib olduğu korkular üzerinde ustaca duran king bu kitabında öle bi anlatım kullanır ki gerçekten de bu olaylar kendi başımıza geliomuş gibi etkileniriz.flashback sahneleri olağanüstü düşünülmüştür cümelenin ortasında durur devamı yirmisekiz sene öncesinde geçer.it denilen bu müsibet de 28 senede bi çocuk yer gerek palyaço kılığında gerek mumya kılığında gerekse örümcek kılığında. kitapta geçen losers club veletlerinin esprileri de yabana atılır cinsten deildir.özellikle richie dediğimiz elemanın üslubu beni derinden etkilemiştir.
    filmini izlemedim ama film büyük ihtimalle boktandır çocuk korku filmi gibidir zira kitaptaki derry kasabasının olayını kameraya çekmek suretiyle anlatmak olanaksızdır.ancak bi narrator işte böle böledir burası da böle böle bi yerdir demelidir ki konuyu idrak edebilelim aksi takdirde el kol bacak yemek isteyen palyaço dan kaçan çocuklar konulu olur ki film bu da güzelim kitabın boktan sanılmasına yol açabilir.bol bol zamanınız varsa tekrar tekrar okuyun deim ben orjinalini okuyun bi de trkçesi özet niteliğindedir çünkü.
    it all started with a boat made out of a paper sheet diye başlar olaylar gelişir üstelik inanılmaz bi şekilde.


    (aimar - 6 Eylül 2002 01:21)

  • comment image

    film olarak da kitap olarak da karakteristik bir stephen king eseridir.

    gerilim türünün tartışmasız en başarılı yazarı olan king'in romanları beyaz perdeye aktarıldıklarında cazibelerinin büyük kısmını kaybederler. gişe açısından başarılı birkaç king uyarlaması bulunmaktaysa da -onlar da dahil olmak üzere- king-severler sinema salonlarından tatminsizlikle ayrılırlar, ayrılmışlardır. the dead zone filminin -ki cronenberg-king birlikteliği kağıt üzerinde çok umut vericidir- çuvallamasıyla sorunun yönetmen kaynaklı olmadığı da anlaşılmıştır. her kim çekerse çeksin the dark tower için de durum farklı olmayacaktır. çünkü stephen king romanları, dean r. koontz, dan brown gibi türün diğer öne çıkan yazarlarının romanlarının aksine, dilin gücüne daha fazla yaslandığı için yeterince sinematografik değildirler. çok iddialı oldu, biraz açalım...

    tolstoy, victor hugo gibi her bir sahneyi resim tablosu imiş gibi tarif eden klasik romancıların eserlerinin sinemaya uyarlanması daha kolay, daha mümkündür ve düzgün bir uyarlamanın izleyici bazında karşılık bulacağı da garanti gibidir. fakat çoğuna göre (ben de bu gruba dahilim) daha büyük bir yazar olan dostoyevski romanları için bu ölçüde bir kolaylık bulunmamaktadır. dostoyevski romanları karakterlerinin iç dünyasındaki çatışmalarla öne çıkarlar ve okuyucular o çatışmalarla kendileri arasında ilişki kurabildikleri ölçüde romanın dünyasına dahil olurlar. bu unsurların sinema diline aktarılması ise son derece zordur. bunun için dostoyevski sinema için hiçbir zaman verimli bir kaynak olamamıştır (bu işi hakkıyla yerine getirebilecek -bence- tek yönetmenin (bkz: andrey tarkovski) de uzak durmasıyla iyi bir doztoyevski uyarlaması izleme şansını sonsuza kadar kaybetmiş olabiliriz).

    sözün özü, stephen king'in de benzer bir şanssızlığın (bu bir şanssızlıksa) kurbanı olduğunu düşünüyorum. it, film olarak bu açıdan tam bir stephen king klasiğidir.

    romanın bir king klasiği olmasına gelince... stephen king, romanlarında amerikan taşrasının ikiyüzlülüğünü gerilim-kurgu-bilim kurgu kisvelerinin altına gizlenerek anlatan bir yazardır benim gözümde. romanlarındaki korku-gerilim unsurları semboliktirler demiyorum (bu haksızlık olabilir) fakat romanlarının satır aralarında taşra ikiyüzlülüğünü haykırır. taşranın her türlü pisliği gizlemesine (bkz: siirt'te 7 küçük kıza topluca tecavüz edilmesi) isyan eder. (yazık ki -king ile koontz kıyası yapan ve şimdi silinmiş bir entride ifade edildiği gibi- kaçış edebiyatı yaptığı için büyük romancı olma şansını yitirir.) korkunun sebebi taşranın kirli hafızası ile doğrudan ilintilidir, hatta denebilir ki o kirli hafızanın görünür olma çabasıdır. bunun için de kahramanlarının çoğu bazen doğrudan, bazen dolaylı olarak, -bu romanda da olduğu gibi- henüz kirlenmemiş çocuklar ya da ergenlerdir.

    belki de bütün bunlar sebebiyle en sevdiğim stephen king romanı (the dark tower serisine ayıp olacak ama) it'tir, diyerek bitireyim.


    (gulhs - 3 Mayıs 2010 13:38)

  • comment image

    --- spoiler ---

    stephen king'in 1986 yılında yayınlanmış en uzun ve kanlı kitabı olarak tanımlanabilecek romanı. roman, derry isimli kentte yaşayan 7 çocuğun 27 yıllık iki farklı zaman aralığında yaşadığı olayları anlatır. kendilerine kaybedenler klübü ismini takan bu çocuklar, zamanla kasabalarında işlenen ve bir türlü çözülemeyen korkunç çocuk cinayetlerinin ve kaybolmalarının sorumlusunun "it" olarak tanımladıkları korkunç canavarın işlediğini keşfederler. bu yaratık her 27 yılda bir ortaya çıktığında ve tekrar uykuya daldığında şehirde çocuk cinayetleri dışında da birçok felakete (zencilere yönelik ırkçı saldırılar, homofobik cinayetler, kenduskeag nehrinin yanında bulunan ağaç kesen oduncuların cesetleri, kitchener demir fabrikası patlamasında ölen 108 insan ve çocuk, kaybedenler klübünün lideri bill denbrough'un kardeşi 6 yaşındaki george denbrough'un parçalanması ve diğer çocuk ölümleri) yol açar. kitap, king'in kitaplarında sıklıkla kullandığı hatıraların gücü, çocukluk travmaları, güzelliğin arkasındaki çirkinlik gibi başlıca temaları içerir.

    kitapta anlatılan "it" henüz insanlar var olmadan çok önce dünyaya uzaydan gelmiş bir yaratık olup istediği şekle dönüşebilme yeteneğine sahiptir. insan aklının algılayabildiği şekliyle dış görünüşü dişi bir örümcek şeklindedir. ancak insan algısının ötesinde turuncu ışıklardan oluşan "ölüışıklar" denilen bir görünüşü vardır. bu şekline direk olarak bakan bir insan ya delirir ya da ölür. bu canavar avlamak istediği insanların aklını okuyarak en çok korktuğu şeyin şekline girer. ama daha çok pennywise the dancing clown (bob gray) isimli balon taşıyan palyaçonun kılığına girerek çocukları kandırır. genelde çocuklarla beslenmesine rağmen arada yetişkin insanları da avlar. bu yaratık derry kentinin altındaki kanalizyonda yaşamını sürdürür. bu yaratığın kaplumbağa olarak anılan doğal bir düşmanı vardır ama kaplumbağa yıllardan beri kabuğunun içinde uyumaktadır. "it" 1700'lü yıllardan beri insanları kaçırmakta ve öldürmekte olup, yıllarca bu olayların ulusal basında bir şekilde duyulmamasını sağlar. ayrıca yaratık derry şehri var olduğundan beri orada bulunduğundan aynı zamanda şehrin de ta kendisidir. bu sebeple "it" nihai olarak yok edildikten sonra kasaba da onunla birlikte korkunç bir fırtınayla yok olur.

    kitaptaki olaylar 1957- 58 ve daha sonra 1985 yıllarında geçer. romanın ilk bölümünde george denbrough isimli 6 yaşında bir çocuğun sel basmış derry kasabasında kayığını yüzdürürken kaldırım kenarındaki kanalizasyon kanalında bir palyaçoyla karşılaşması anlatılır. palyaço bir süre çocukla konuştuktan sonra onu sol kolunu kopartarak öldürür. bu ilk olayı başka çocuk cinayetleri de izlemeye başlar. birçok tuhaf olayın ardından kardeşinin ölümüne yol açan it'in varlığı keşfeden bill denbrough ve diğer çocuklar ona karşı mücadeleye girişirler en sonunda ise onu ağır bir şekilde yaralarlar ama öldüremezler. çocuklar ayrılmadan önce eğer yaratık tekrar ortaya çıkarsa geri döneceklerine yemin ederler. daha sonra 27 yıl sonra tekrar ortaya çıkan it yeniden cinayetlerine başlar ve intikam almak için artık büyümüş ve şehirden ayrılmış olan çocukları tekrar derry'ye çağırır. şehirde kalmış kütüphaneci mike dışında artık yetişkin olmuş çocukların hepsi başarılı ve zengin olmuşlardır. bu çocuklardan bill dünyaca ünlü bir korku romanı yazarı, ben başarılı bir mimar, grubun tek kadın üyesi beverly moda dizaynırı, eddie bir limuzin şirketi sahibi, stan atlanta'da zengin ve başarılı bir muhasebeci, richie ünlü bir disk jokey olmuştur. ayrıca grup üyelerinin hepsi de çocukluklarında yaşadıkları mutsuz olayların etkisiyle çocuk sahibi olamamışlardır. bütün bu grup üyeleri şehirde kalan tek kişi olan mike hanlon sayesinde olayları öğrenirler, bu çocuklardan stan uris korkusundan intihar eder ama diğer hepsi yeminlerini hatırlayarak yaratığı durdurmak için tekrar şehre geri dönerler. ancak bu sefer mücadeye hazır olan "it" 27 yıl önce çocukların başına bela olmuş ve cinayetlerden sorumlu tutularak bir akıl hastanesinde kapatılmış olan serseri katil henry bowers'ı da kullanarak artık yetişkin insanlar olmuş olan çocuklara karşı acımasız bir mücadeleye girişecektir.

    kitap king hayranları tarafından baş tacı edilmiş olup düşük bütçeli, iki bölümlü uzun bir televizyon filmi de çevrilmiştir. film doğal olarak kitabın etkileyiciliğinden uzaktır. kitaptaki aşırı şiddet, homofobi, ırkçılık ve küçük yaştaki çocukların cinselliği yaşaması gibi temalar filme konulmamış, kitaptaki birçok hikaye değiştirilmiş ve tamamen filmden çıkarılmıştır. aynı şekilde türkçe çevirisi de orijinal kitabın 400 küsür sayfalık bir özeti olup birçok bölüm çıkarılmış ve sansürlenmiştir. ayrıca bu kitap yazarın dreamcatcher, the tommyknockers, dark tower gibi diğer romanlarıyla da bağlantılıdır.

    ---
    spoiler ---


    (medsarpent - 9 Mayıs 2010 14:13)

  • comment image

    yaptığı imaları ve göndermeleri beğendiğim, bir jumpscare dışında insana korku veren unsurunu göremediğim film. tabii korku için gitmedim ve filmin insanları korkutalım gibi bir düşünce ile yapıldığını da düşünmüyorum. it benim gözümde eğlendiren, güldüren, yeri geldiğinde kahkaha attıran ve düşündüren bir film olmuştur. ikinci partı çıkacak sanırım. ona da giderim. palyaçonun origini gibi noktaları oraya bıraktılar.

    --- spoiler ---

    if you try, you die noktası bence filmin en iyi yerlerinden biriydi ve aşırı hoşuma gitti. ayrıca çocuklar neden korkuyorsa palyaçonun onlara onu göstermesi gibi şeyler olurken, beverly'e bir deliğe (lavobo) sokulan bir şeyin (ölçme zımbırtısı) ardından fışkıran kan olması da pedosestin ne kadar iğrenç olduğunu gözler önüne seriyordu. babası tuvalete girdiğinde bunun ne kadar kötü olduğunu ve kızına ne kadar zarar verdiğini görememesi falan, kesinlikle yerindeydi.

    ---
    spoiler ---


    (guardbreak - 16 Eylül 2017 00:48)

  • comment image

    kitabının, 1990 yapımı tv serisinin hastasıyım. dün vizyona girer girmez gidip izledim. özellikle de 13 numaralı bir koltuk aldım kendime. koltuğuma gömüldüm, heyecan içindeyim.

    ancak film başlamadan birkaç dakika önce iki kevaşe oturdu yanıma. car car car konuşmaya başladılar. konuşmaları arasında üniversite mezunu olduklarını duydum film başlayınca susarlar dedim. susmadıkları gibi film başlar başlamaz çantalarından migros poşetlerini çıkarıp paketi haşır huşur, yenildiği sırada da ağızda hatır hutur ses çıkaran cipsleri gömmeye başladılar. ki eşim yanımda çekirdek yediğinde, sakız çiğnediğinde odayı terk eden biriyim. bu kevaşeler filmin durağan anlarında gayet sohbet ederek, gerilim sahnelerinde "bak şimdi kesin şöyle olacak" diye gerzekçe yorum yaparak ve en önemlisi filmin korkutucu sahnelerinde "ay hahahaha" diye gülerek filmin içine sıçtılar.

    dün mersin forum cinemaximum 1. salonda saat 18.00 seansında h11 ve h12 koltuklarında oturan kevaşeler, umarım bir gün burayı okursunuz. sırf aman sesimiz çıksın milletin dikkatini çekelim diye konuştuğunuzu biliyorum allahın kezbanları. yıllardır beklediğim bir filmin içine ettiğiniz için ikinize de lanet okuyorum dünden beri.

    neyse kalktım oradan küfrederek. ön sıralarda boş yer olduğunu gördüm. oraya gittim oturdum. bu sefer bir sıra arkada iki orospu çocuğu gayet çay bahçesinde konuşur gibi sohbet etmeye başladı. döndüm arkaya uzun süre baktım. orospu evlatlarından biri fark etti. o da bana bakıyor. elimi kaldırdım havaya, konuş daha konuş diye bağırarak elimle car car konuşma hareketi yaptım.

    sinema salonu işletenler bundan sonra ses sistemlerini söksünler, her koltuğa 5.1 ses veren kulaklıklar yerleştirsinler. ondan sonra isterlerse bağıra bağıra konuşsun ilgi orospusu kadın ve erkekler.


    (shades of fucking grey - 16 Eylül 2017 09:22)

  • comment image

    aranızda hayal kırıklığı , çok klişe diye söylenen arkadaşlar var. olum zaten korku klişelerinin bir kısmını yaratan adam stephen king .olmuş filmdir.


    (octavarium - 16 Eylül 2017 12:24)

  • comment image

    --- spoiler ---

    beverly marketten tampon aldıktan sonra evi geri döner. babası saçlarını okşar:

    “hala benim kızımsın değil mi ?”

    epey tekinsiz bir sahnedir. beverly hızlıca banyoya koşar, kriz geçirerek saçlarını bir çırpıda kesmeye başlar.

    “bunu bana sen yaptın! bunu bana sen yaptın !”

    bir çocuk cinsel istismara ilk uğradığında onu anlamlandıramaz, ne zamanki cinselliğini keşfetmeye başlar istismar edildiğini anlar. işte o an, kişi sarsıntı yaşar, yaşam içindeki pozisyonunu kaybeder. hayatına kaldığı yerden devam edebilmek için bu trajik hatırayı belleğinden silmeye çalışır. hikayesinde boşluklar oluşur. travma tam da bu boşluklardadır, asla bastırıldığı yerde durmaz, o her zaman dile getirilmek, anlatılmak, paylaşılmak ister.

    herkesin “ sürtük “ gözüyle gördüğü beverly, losers grubuna dahil olmasıyla acılarını yavaş yavaş paylaşmaya başlamış, anlattıkça iyileşmiştir. beverly banyoda tek başınadır. zizek'e göre banyo, sembolik bir temizlenme alanıdır. görmek istemediğimiz şeyleri, aslında içinde ne olduğunu düşünmek istemediğimiz bir alana attığımız mekandır. tiksindiğimiz her şey banyodaki borularından geçer ve asla zihnimizde tahayyül etmediğimiz bir alana karışıp kaybolur. sadece görünürde her şey temizdir. beverly, banyo'da mutlu bir yüz ifadesiyle ben’in kendisine yazdığı şiiri okumaktadır. saçlarını kesip attığı lavabodan fısıltılar duymaya başlar. birden delikten muazzam derecede ürkütücü bir terör dışarı saçılır. işte bu zizek'in bahsettiği gerçek korku anıdır: insanlar için gerçek korku, belleğinden dönenler değil, hiç beklemediği bir anda belleğinden bir şeyin dönmesidir. banyo baştan aşağı kana bulanır. geçmişin zorlayıcı ve muazzam dehşeti, beverly’nin aile yaşamının ardındaki o pusu kurmuş vahşet, banyodaki borulardan geri dönmüştür. utanç verici her şeyden kurtulunan banyo’nun kana bulanması, beverly’nin bedensel suçluluğunu ve tiksintisinin sahnelenişidir.

    - baba göremiyor musun !?
    - neyi beverly ?
    - her yerde kan var ! aman tanrım göremiyorsun !

    beverly ile arkadaşları banyodan geri dönen kanı temizlerler. bu, beverly’nin belleğindeki boşluktan geri gelen korkunç ve ürkütücü suçluluk duygusunun arkadaşlarının desteğiyle iyileştirilmesinin sahnelenişidir. artık beverly mutludur, banyodaki kan temizlenince beverly kendini kirli hissetmekten kurtulmuştur. ta ki babasının tecavüz girişimine maruz kalana kadar. beverly bu saldırıdan sonra pennywise tarafından kaçırılır.

    o halde pennywise kimdir ?

    travma ve yas üzerine konuşmadan it filmine değinemeyiz.

    travma nedir ? travma dile gelmeyen, anlatılamayan, tarif edilemeyendir. belleğin çukurunda saklı kalan, oradan her an dışarı çıkmak isteyen, ancak hikayeleştirildiğinde iyileşendir.

    it filminde her çocuğun kendisinden bile sakladığı, kırıntılar halinde gözünün önüne gelen, ürkütücü kötü hatıraları vardır:

    bill kardeşinin ölümünden suçluluk duyduğu için yasını tutmamış/tutamamış, ben şiddete maruz kalmış, beverly aile içi cinsel istismara uğramış, mike’ın ailesi yakılarak ölmüştür.stanley aşırı baskı altında yaşamakta, eddie ise bağımlı bir annenin hastalık hastası oğludur. gözlüklü çocuk richie ise son sahneye kadar pennywise’ı görememektedir.

    film boyunca travmasını dile getirmeyen, gerçek’e en yakın duran çocuk richie’nin neden korktuğu muammadır. richie “palyaço”lar der. izleyiciye bu ifade tuhaf gelebilir, it de bir palyaço görünümüne sahiptir. o halde pennywise'dan bile korkmayan richie’nin gerçek korkusu nedir ?

    çocukların girdikleri izbe bir evde richie palyaço oyuncaklar görür, ancak o esnada tam anlamı ile korkmaz. richie anlık bile olsa, bir zamanlar kaybolduğuna dair ilanlar gördüğünde, onun travmasına şahit olunur :

    - aman tanrım, kaybolmuşum bill !
    - hayır richie, bu sahte !

    daha önce mama filmi ile gönüllerde taht kuran arjantinli yönetmen andy muschietti’nin hijos (unutmaya ve sessizliğe karşı kimlik ve adalet için çocuklar)’u alt metnine yerleştirdiği film, elbette kendi dünya görüşünden de hayli politik izler taşıyor. yönetmen, hollywood'un tipik kalıbı olan, toplumsal normları bozan gençleri cezalandıran alışılagelmiş, muhafazakar korku sineması geleneğinden uzaklaşarak, çoğulcu demokrasi’yi öneren epey insani bir anlatıyla karşımıza çıkıyor.

    hijos, arjantin’de 1995’te, diktatörlük döneminde kaybolanların çocukları tarafından kuruldu. öncelikle kişisel hikayelerini birbirlerine anlatmak için bir araya gelen bu grup, zamanla ortak hareket etmek üzere örgütlenmeye başladı. insanların kaçırılmaları, kaybedilmeleri, öldürülmeleri meşru gösterilmesin diye uğraşan hijos; travmaları silebilmek için, faillerin cezalandırılması ve ölülerin hikayelerinin dile getirebilmesi için hala mücadele ediyor.

    richie’nin kayıp olduğunu öğrendiği an yaşadığı korku, "aman tanrım, ben kaybolmuşum !" sözcüğü ile arjantinli yönetmen kendi ülkesinin travmalarına da böylece atıf yapmayı ihmal etmiyor.

    çünkü travma dayanışma ister, acının paylaşılmasını ister. insanlar hatırlamak istemez, unutmak ister. iktidar ise toplumsal travmalar hatırlansın istemez, unutulsun ister. nihaide konforlu ve güvenilir bir hayat için tüm kötü anılar, tüm elem veren acılar unutulmaz, bastırılır. ama nereye bastırılır ?

    nasıl ki travma bellekte değil, bellekteki boşluklarda ise tüm bireysel ve toplumsal travmalar da, tam da it filminde anlatıldığı gibi, kasabanın aydınlık yüzü, banyonun temiz kısmından, o hijyenin ve aydınlığın altında muazzam derecede ürkütücü ve karanlık şeylerin bulunduğu bir alana bastırılma eğilimindedir.

    bu alan gündelik hayatımıza devam etmemizi sağlayan, tiksinti verici her şeyin bulunduğu bireysel ve toplumsal belleğimizdeki karanlık ve muamma mekandır. pennywise topluma da tam bu alandan görünür, banyoya kan bu alandan saçılır, karanlık izbe bir evde bu yüzden çıkar, georgie’yi de bu alandan kaçırır, henry'nin arkadaşını tam da kanalizasyon borusunda kaçırır. pennywise bireysel ile toplumsal belleğin birleştiği yerde yani çekirdektedir. kasaba uygar yaşamın sürekliliğinin bir metaforuysa, pennywise da kasaba hayatının yok saydığı, asla düşünmek istemediği, dışsallaştırdığı karanlık alanlardaki travmanın metaforudur.

    travma nasıl dışarı çıkmak için kendine benzerlik arıyorsa pennywise da bu kırıntıların korkutucu yüzüne bürünür. ahşap bir kapı, bir tablo, bir resim, bir ses, bir sözcük, bir şarkı, bir mont, bir görüntü, bir palyaço. en ufak bir benzerlik bulduğunda ise hemen bellek'e geri dönmeye çalışır. bellek ise bunu tekrar o boşluğa itmeye çalışır. ne kadar güçlü bastırılırsa o kadar şiddetli döner. bu elem döngü, travma insanlarla paylaşılana, anlamlandırılana böylece sembolik düzene kaydedilene kadar devam eder. nitekim pennywise gitgide daha da büyüyerek karşılarına çıkar.

    çünkü travma asla tek başına iyileşebilecek, üstünden gelinebilecek bir “şey” değildir.

    burayı tekrar etmek istiyorum; travma, asla tek başına iyileşebilecek, üstünden gelinebilecek bir “şey” değildir. onun iyileşebilmesi için paylaşılması, dile gelmesi, anlamlandırılması gerekir. bu da ancak tanık ile olur.

    örneğin; georgie neden geri dönmektedir ? bill duyduğu suçluluk sebebiyle ölü olduğunu kabul etmediği, yasını tutmadığı, acısını paylaşamadığı için. mike neden kapının ardında yanan eller görmektedir ? ailesinin yakıldığına şahit olduğu için.

    losers ekibi, kendilerine bile itiraf edemedikleri acılarını paylaşarak, birbirlerinin tanıklığında dile dökerler. bu tam da şehrin dışsallaştırdığı alanlarda, en sonunda ise hepsinin toplandığı kasaba'nın yeraltındaki merkezinde, yani belleğin en karanlık dip noktasında olur. tüm anılara ait parçaların hepsi oradadır.

    ince bir detay olarak babası tarafından rencide edilen ve kendini küçük düşürülmüş hisseden henry, pennywise'ın kışkırtmasıyla polis babasını öldürdükten sonra bu alana geldiğinde, daha önce eziyet ettiği bill ile dövüşür, siyah olmakla damgalanmış, ırkçı şiddete maruz kalmış mike kavga esnada henry’nin “ keşke aileni ben yaksaydım “ demesi üzerine onu sonsuz bir çukura iter. bu sahne bir siyahın mazur gösterilebilecek nedenlerle bir beyazı sembolik olarak öldürmesine izin verilme cüretini göstermesi bir yana, kasaba'nın şiddet dolu çocuğu henry ve onun ayaklarına ateş ederek ders verdiğini düşünen polis babasından beyaz ırkın üstünlüğüne kadar bir dizi eleştiridir.

    ben’in kasaba'nın tarihi ile fark ettiği pennywise'ın aslında eskiden beri varolduğu, kasabanın zaten toplumsal travmalar üzerine kurulu olduğudur.

    kendilerine losers grubu diyen bu çocuklar belleğindeki en karanlık noktaları birbirlerine açarlar. acılarını birbirleri ile güven içinde ve sabrederek anlattıkça, travmalarının çekirdeğine doğru yol alırlar. nihaide bu alanda her biri tek tek travmalarını dile getirir. her dile geliş sonrası, birbirlerine sarılıp, ağlarlar ve iyileşirler. en son bill tutamadığı yası dile getirir, georgie’nin ölmeden önce belleğinde kalan son hatırası sarı montuna sarılıp ağladıktan sonra kekemeliğe de iyileşir. çünkü dil ile travma arasındaki ilişki vardır: kah bir sessizlik, kah bir sürçme, kah kekemelik travmanın ben varım demesidir. çünkü travma, dilin kendisinde değil, bozukluğunda, boşluğunda, sessizliğinde, anlatılan öykünün atlananan kısmındadır.bu an pennywise'ı alt etmeleri ile de sahnelenir.

    ancak pennywise tamamiyle yok olmaz, belleğin sonsuz boşluğunda bir başka derin, dibi görünmeyen ışıksız bir kuyuya düşer. düşerken bir parça kalıntısı yine kalır.

    finalde çocukların ellerini kesip elele tutuşmaları hem dayanışmanın ve bu dayanışma ile hastalık hastası çocuğun bahsettiği dönemin aids korkusunu da bir arada aşmalarının güzel bir örneğidir. nihaide dönemin en büyük korkusu aslında aids’e değil, ölüm korkusunun kendisine de meydan okurlar. bu meydan okuma anını da bedenlerine kazımış olurlar. böylece bedenlerindeki işaretledikleri iz, hem birliktelik ve dayanışma ile herşeyin üstesinden gelebileceklerini hem de birbirleri ile paylaştıkları acılarını unutmamalarını sağlayacaktır.

    filmdeki anlatıda kadın ile erkek'in gerçek'e dair pozisyonları da ustalıkla işlenmiştir. bill'in izbe eve girmekte ısrar ettiği sahnede beverly hariç losers'ın tüm erkek üyelerinin girmek istememeleri, gelişigüzel bir beverly güzellemesi değildir. kadın lacan’a göre gerçek’e en yakın pozisyondadır, erkek ise sürekli acılarını saklamak ister, -mış gibi yapar. bu, ben'in küçük düşmemek için beverly’den bıçak yarasını saklamaya çalışması ile sahnelendiği gibi tüm çocuklar beverly'e bakarken, beverly’nin başını çevirmesi ile hepsinin birden farklı yönlere bakması ile de gösterilir.

    kadın gerçek’e en yakın pozisyonda ise o halde beverly pennywise nasıl kaçırabiliyor ? iki sebepten. birincisi yukarıda dediğimiz sebepten: travma asla tek başına iyileşebilecek bir şey değildir, anlatamazsanız iyileşemezsiniz. ikincisi ise ataerkil ideoloji, ve o ideolojinin öngördüğü dil sebebiyle. yani kendisine “ sürtük “ dendiği, utanca mahkum edildiği için, aşırı çocuk henry “seni nasıl becerdim” dediği, o esnada bill “acaba “ diye baktığı, arkadaşının annesi “ bütün mahalle senin ne olduğunu biliyor.” dediği için. yaşadığı son ve esaslı travmayı ( babasının tecavüz etmeye çalışması ) çevresinde paylaşabileceği güvenilir birisi kalmadığı, dile getiremediği, utanca mahkum edildiği için.

    aslında tek damgalanan beverly değildir, tüm çocukların ortak noktası dile gelmeyen travmaların olması ile beraber, ideolojik olarak da damgalanmış olmasıdır. yeni çocuk, yahudi, zenci vb. losers kendi içindeki sürtüşme ile birbirlerinden koparlar. ta ki beverly pennywise tarafından kaçırılana kadar.

    travma tam da bu damgalamalar sebebiyle dile getirilemez, insanlar bu yüzden acıya mahkum olur. mağdur sürekli “ neden ben ? “ diye sorar. travma anlamlandırılmak ister, dile gelmek ister ancak kişi yargılanmaktan korkar. güvenemez.

    travmanın iyileşememe sebebi ona sahip olanın sessizliği değildir, o sessizliği yaratan öteki'nin tutumudur. neo-liberal toplumlarda insanlar birbirlerinin acılarını dinlemek, yaslarına ortak olmak, gerçekleri dinlemekten kaçarlar, keyifleri bozulur çünkü. uygarlık yok-muş gibi davranmadan hayatına devam edemez. o uygar hedonist lakırdının süslü örtüsünün altında vahşi ve habis bir kötülüğün cisimlenmiş hali ise bu yüzden her daim yaşar.

    o halde şimdi sorabiliriz ? pennywise kimdir ?

    pennywise, ete işlenmiş acıdır. o, bir türlü tarif edilemeyen, anlatılamayan, dile gelmeyen, söylenemeyendir. kasaba uygar yaşamın sürekliliğinin bir metaforuysa, pennywise da kasabadaki travmaların metaforudur. bu yüzden gündelik hayatın yok saydığı, asla düşünmek istemediği, dışsallaştırdığı karanlık alanlarda, evin bodrumu, mazgalların arkası, izbe bir evde, kanalizasyondadır.

    pennywise bir “yanlış tanıma”dır. çünkü o ne bir palyaçodur ne de bir canavardır. pennywise, öldürme ya da intikam peşinde bir palyaço değil; kişinin simgesel evreninin dengesini alt üst eden travmatik bir karşılaşma anının, şiddet dolu bir kötülüğün, faillere değil acı çeken kurbanlara musallat olan, muazzam bir ısrara sahip, o dev cüssesi ve 17.yy ingilteresi’ne ait kostümüyle, epey müstehcen ve sinik bir gülümsemeye sahip yüzünün arkasında tarif edilemeyen, gerçek'in ta kendisidir.

    o, bastırılmış olanın geri dönüş anında ortaya çıkan, dile gelemeyen terördür. yaslar tutulana, travma iyileşene kadar sürekli kurbana ve geride kalanlara eziyet eden, o bastırıldığı ürkütücü alanda her daim saklanan, vaktini bekleyen eziyettir.

    pennywise yeni değildir, zaten hep oradadır. o, geri dönmesini de tam da insanların parçalanmasına, unutma arzusuna, kayıtsızlığına borçludur.

    pennywise aile içi cinsel istismar, dile gelmeyen acı, tutulmayan/tutulamayan/tutturulmayan yas, taciz, tecavüz, şiddettir. pennywise 1915 olayları, nüfus mübadelesi, dersim katliamı, trakya olayları, 6-7 eylül olayları, maraş, çorum ve sivas katliamları, cezaevi işkenceleri, operasyonları, askeri darbeler ve ona bağlı olarak yaşanan işkenceler, faili meçhul (veya faili bilinse de cezasız bırakılan) cinayetler, güneydoğu, suriye, arakan, patlamalar , zorla yerinden edilme, toplu mezarlar, kayıplar ve birbirinin üzerine yazılan, unuttuğumuzu sandığımız travmaların nicesidir.

    pennywise görmezden gelindiği, ortaya çıkmasına yol açan sebepler ortadan kaldırılmadığı sürece dalga etkisi yaratarak çevreye ve sonraki kuşağa yayılarak kendini her daim var edecek olandır.

    pennywise, ideolojinin insanların birbirlerinden iyice ayrıştırması ile kurbanların, mağdurların, yas tutamayanların üzerinde tahakküm kuran şerdir. pennywise, “off sıktın güzel şeyler konuşalım. “ ile, öfke ile, ötekileştirme ile, ideoloji ile, mesafeler ile beslenen, yalnızlığa, redde, utanca, suskunluğa mahkum edilmiş kurbanların, oğlunun yasını tutamayan annelerin sessiz çığlıkları, faillerinin açığa çıkana kadar geri dönen ölülerin sorduğu hesap, uğradığı tecavüzü “ neden ben ? “ diye sürekli kendisine soran ancak suçlanacağı için asla anlatamayanların, hikayesi bir türlü dile gelmeyenlerin sürekli yaşadığı terördür. pennywise, herkesin hayat hikayesindeki boşluklar, insanların bir görüntü, bir ses ile bir anda mutsuz olmasının, suskunluğunun, dil sürçmelerinin ve daha nice semptomun sebebidir.

    o ayrışma ister, kutuplaşma ister, ötekileştirme ister, herkesin gündelik hayatına devam etmesini, kafasını çevirmesini ister. ızdırap içindeki kurbanına, yaşayanlara hiç bıkmadan tahakküm etmek ister.

    o, aile içi cinsel istismara maruz kalan beverly’nin yaşadığı acının hikayesini dinlemenizi değil; onu damgalamanızı, utanca mahkum etmenizi, susturmanızı ister. ailesi ırkçı saldırıda yanarak ölmüş bir çocuğun hikayesini değil, onu yakanların ne derece haklı olduğunu dinlemenizi ister.

    üstelik pennywise, losers'a teklif ettiği gibi “ bill’i bana verin, hayatınızın geri kalanını mutluluk içinde sürün “ diyerek rüşvetini de sunar. haliyle o konforlu hayatın devam edebilmesinin yegane yolu, kimsenin acısına, yasına ortak olmamak; kurbanları, mağdurları yalnızlaştırmak, onları suçlamak, anlatırsa utanca mahkum olacağını hatırlatmak, duyarsızlaşmak, onları dinlememektir. kendi hayatımıza bakıp bill’e yası ile ne hali varsa görsün diyip sırtımızı dönmek, herkesi pennywise ile ömrünün sonuna kadar baş başa bırakmaktır. beverly’ye sürtük diyip geçmek, mike'a evini keşke ben yaksaydım demektir. böylece aslında sadece karşınızdakini değil, kendinizi de neye mahkum ettiğinizin asla farkına varamamaktır.

    pennywise fantastik bir film karakteri değildir, o gerçek'in ta kendisidir. türkiye toplumu insan eliyle yaratılan birçok travmatik olaya maruz kaldı ve bu olayların mağdurlar üzerindeki etkileri halen tam olarak bilinemiyor. belki gülümsemelerin altında, belki de hızlıca geçen satır arası bir haberde 10 saniye görüntüye girip sonra hemen unutulan hayatın durduğu evlerde, belki yakın belki de uzak bir yerlerde dile gelmeyi bekleyen, paylaşılamadığı için insanlara eziyet eden etkisi şiddetli, görüntüsü bulanık muazzam acılar var.

    işte o bulanıklık tam da pennywise’ın insanlara ettiği eziyet etmesini sağlayan bulanıklıktır. ne kadar bastırılırsa o kadar şiddetli geri döner. geri dönmemesi için tekrardan insan olduğumuzu fark etmeliyiz. çünkü insan, öteki'nin bakımına, ilgisine muhtaç doğan tek varlık. her insan en büyük travmayı tam da doğarken yaşadı, ve tam da kendisi dışındaki başka birinin çabaları, öteki'nin özverisi sayesinde hayatta kaldı. öyle değil-miş gibi yapamayız.

    kurbanların, mağdurların dile gelmeyi bekleyen acıları, yası tutulmamış, faili cezalandırılmamış ölülerin ödenmeyi bekleyen borçlarının ağırlığı yaşayanların üzerine katlanarak çöküyor. ideolojik gözlüklerimizle, önyargılarımızla insanları eziyete, boşluklarla dolu huzursuz bir hayat öyküsüne mahkum etmeyelim.

    çünkü unuttuğumuzu sandığımız travmalar asla tek başına iyileşebilecek, üstünden gelinebilecek bir “şey” değildir. bireysel travmalar ile toplumsal travmalar pennywise'ın kasabası gibi içiçedir. her tecavüz haberinde özgecan'ların, her patlamada ankara'nın, her ırkçı şiddette 6-7 eylül olaylarının, her linçte madımak'ın, her işkence haberinde metin göktepe'lerin belli belirsiz görüntüleri hep bu yüzden aklınıza gelir. acılar paylaşıldıkça azalır der eskiler, paylaşılmasını sağlamalıyız. ve evet unutmalıyız, ancak kafamızı çevirerek, duyarsızlaşarak, sıradanlaştırarak, her defasında ilk defa oluyormuş gibi tepkiler vererek değil, failleri cezalandırarak, birbirimizi gerçekten dinleyerek, acılarımıza, yasımıza ortak olarak, bu sürekliliği fark ederek, bir kere de olsun damgalamayı, ideolojiyi bir kenara bırakarak.

    kasaba zaten çöktü, pennywise herkese musallat olmuş durumda. onun yerine yeni bir dünya inşa edilebilir. tamam çok muhteşem bir dünya olmaz belki yine ama en azından bu defalarca sanki yeni travmalar üretip ilk defa oluyormuş gibi sunan, her birini unutturmaya çalışan, mutluluğa giden yolun metalardan geçtiğini sanan, acıları aynı boşluğa ata ata en sonunda tarumar olmuş, son çareyi ise herkesi öteki'ne düşman etmekte bulan, bu yüzden de aşırı yalnızlaştıran, bu sapkın sistemin sahte hijyeninden çok daha temiz bir dünyayı hak ediyoruz.

    belki de o yüzden ilk yapmamız gereken pennywise'ın " bill'i bana verin, hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edin " teklifine richie'nin yanıt verdiği gibi:

    "bana vurdun bill, beni pisliğin içine soktun, beni izbe bir eve götürdün. ancak bu palyaçoyu haklayacağım. " demek.

    filmde çalan şarkıyı buraya bırakırken: dear god, türkiye'nin psikiyatristi agah aydın’ın tviti ile herkese selam ve saygılar sunarım.

    “ büyük çaplı toplumsal acılara tanıklık edenler, duygusal bütünlüklerini koruyabilmek için gördüklerini yok sayma, konuşmama eğilimindedirler. ancak yaşanmış hiçbir acının izi, algısı silinmez; o deneyim dile gelip anlam bulana kadar... “

    https://twitter.com/…ydin/status/905515337822679042
    ---
    spoiler ---


    (diagnostic retikul - 23 Eylül 2017 22:33)

Yorum Kaynak Link : it