Süre                : 1 Saat 51 dakika
Çıkış Tarihi     : 05 Mayıs 2016 Perşembe, Yapım Yılı : 2016
Türü                : Biyografi,Komedi,Drama,Müzik
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  Qwerty Films , Pathé Pictures International , BBC Films
Yönetmen       : Stephen Frears (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Nicholas Martin (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Rebecca Ferguson (IMDB)(ekşi), Meryl Streep (IMDB)(ekşi), Simon Helberg (IMDB)(ekşi), Hugh Grant (IMDB)(ekşi), Nina Arianda (IMDB), John Kavanagh (IMDB)(ekşi), Neve Gachev (IMDB), Christian McKay (IMDB)(ekşi), Mark Arnold (IMDB), Dilyana Bouklieva (IMDB), David Haig (IMDB), Marie Borg (IMDB), Josh O'Connor (IMDB), Elliot Levey (IMDB), Danny Mahoney (IMDB), Jorge Leon Martinez (IMDB), David Menkin (IMDB), Tony Paul West (IMDB), Philip Rosch (IMDB), Solomon Taiwo Justified (IMDB), Paola Dionisotti (IMDB), James Sobol Kelly (IMDB), Dar Dash (IMDB), Phelim Kelly (IMDB), Sid Phoenix (IMDB), Greg Lockett (IMDB), Stephanie Lane (IMDB), Philip Gascoyne (IMDB), Martyn Mayger (IMDB), Rosy Benjamin (IMDB), Liza Ross (IMDB), Martin Bratanov (IMDB), Lee Bolton (IMDB), Pete Meads (IMDB), John Guerrasio (IMDB), Wesley Lloyd (IMDB), Billy Totham (IMDB), Georgina Morton (IMDB), Oliver Bentley-Jones (IMDB), Nat Luurtsema (IMDB) >>devamı>>

Florence Foster Jenkins (~ Florence) ' Filminin Konusu :
Çok zengin bir kadın olan Florence Foster Jenkins (Meryl Streep), bir müzik salonu sahibi olmasının yanında müziğe gerçekten tutkuyla bağlı biridir. Babasından kalan yüksek mirasın da verdiği güvenle opera şarkıcısı olmaya heveslenir. Ancak bir sorun vardır, Jenkins'in korkunç bir sesi vardır, biraz da yaşından dolayı o çok özendiği opera şarkıcılarının yanına bile yaklaşacak kapasitede değildir. Yine de eşi St. Clair Bayfield (Hugh Grant) ve piyanist Cosmé McMoon (Simon Helberg) ona ellerinden gelen tüm yardımı yapacaktır. Filmde 1868 – 1944 yılları arasında yaşamış Florence Foster Jenkins'in gerçek hikayesi anlatılıyor.

Ödüller      :

BAFTA:BAFTA Film Award-Best Make Up/Hair


  • "reenkarne olup istanbula yerleşmiştir.(bkz: ajdar anık)"
  • "daha önce keşfetmediğim için çok üzgün olduğum müthiş bir müzik kişiliği.bayıldım kendisine.sinirim bozuk olunca gece kraliçesi aryası'nı açıp kahkaha atacağım bundan böyle."
  • "insanlar şarkı söyleyemediğimi söyleyebilir. fakat kimse söylemediğimi söyleyemez."




Facebook Yorumları
  • comment image

    dünyanın gelmiş geçmiş en kötü opera sanatçısı, müzik tarihine bizarre’lığı ile damgasını vurmuş bir isim, kendini bilmezliğin/kendini kandırmanın/kifayetsiz muhterisliğin anıtlaşmış bir örneği; tüm bunlarla beraber varlığını yaptığı işe adayışındaki yoğunluk ve içtenlikle, kendisiyle barışıklığıyla, hayallerinin peşinden koşuşundaki cesaret ve sebatla sevilesi, şefkat duyulası bir karakterdir florence foster jenkins.
    sesi, kulağı ve tekniği yoktur; bir arya söylemeye kalktığında bu komiklik olsun diye yapılan kötü arya söyleme taklitlerinden bile daha gülünç olmaktadır; vasat bile değil, gerçek anlamıyla korkunçtur belki, ama öylesine hevesli, öylesine şevklidir, öylesine zevk alarak şarkı söylemektedir ki, hikayesi hüzünlendirir insanı. çok rağbet görmüş, zamanının bir starı olmuşsa, bunun ardında yatan şüphesiz ki insanların gülmeye, alay etmeye duydukları ihtiyaç ve tuhaf olana karşı duydukları çekimdir.
    (milattan sonra) 1868 yılında pennysylvanialı çok zengin bir bankacının kızı olarak doğar. o dönemin elit ailelerinin adeti olduğu üzere küçükten piyano derslerine başlayacak, daha sekiz yaşında ilk konserini verecektir. musiki tutkusu geçen yıllarla onda iyice yerleşecek, on yedi yaşına geldiğinde babasına şarkıcı olmak istediğini beyan edecektir (on yedi olmasa da yedi yaşında, ilkokul birinci sınıfta, öğretmenimiz herkese sıradan “büyüyünce ne olacaksın” diye sorduğunda “şarkıcı” demiş biri olarak florence’e beslediğim empati ve sempatiyi saklayamam). kaynaklar geleneksel bir adam olan babasının bir kadının yerinin evi; bibloların, porselen çay takımlarının, dikiş nakışların, hizmetçilerin ve çocukların yanı olduğunu söyleyerek kızının müzik eğitimini finanse etmeyi reddettiğini yazar, lakin ben bu reddedişin asıl sebebinin adamcağızın bir gün florence’in yıkandığı banyonun önünden geçmesi olduğundan şüphelenmekteyim.
    kahramanımız o kadar kolay yılacak, o kadar çabuk boyun eğecek bir insan değildir oysa. babasına cevabı frank thornton jenkins adlı genç doktor sevgilisiyle philadelphia’ya kaçmak, onunla 1902 yılında boşanmalarına dek sürecek mutsuz bir evliliğe adım atmak olur. piyano öğretmeni ve piyanist olarak hayatını kazanan orta yaşlı bir kadınken 1909 yılında babasının ebediyete intikal etmesi ve ona yüklü bir miras bırakmasıyla artık sesini geniş kitlelerin takdirine sunma vaktinin gelip çattığına karar verir.
    newport’ta, washington’da, boston’da verdiği konserlerle adını yavaş yavaş duyurmaya, küçük ama sadık bir “hayran” grubu oluşturmaya başlayacaktır. bitip tükenmez bir enerjisi vardır. verdi club adında bir klüp kurmuş, onu yönetmektedir. sadece kendi resitaller vermemekte, aynı zamanda genellikle kadın derneklerinin yararına olmak üzere konserler organize etmekte, zeki bir işletmeci olduğunu, para kazanmayı bildiğini herkese göstermektedir. hümanisttir, altruisttir, sanatın ve sanatçının dostudur. gerek konserlerinden kazandıklarını, gerekse kişisel servetinin önemli bir kısmını genç ve muhtaç sanatçılara bağışlamaktadır.
    birkaç -neye uğradığını şaşırmış- eleştirmenin de dikkatini çektikten sonra sıranın varlığını new york müzik alemlerine armağan etmeye geldiğine karar verir. hedefine saplanmışlığı, coşkusu, gayreti elbette karşılıksız kalmayacaktır. resitallerine gelenler gözlerinden yaşlar gelene dek gülmekte; bu coloratura sopranonun mozartlar’ı, brahmslar’ı, rachmaninofflar’ı en vahşi şekilde katlettiği, en dayanılmaz, en inanılmaz sesleri çıkardığı anlarda “bravo, bravo” (biraz daha sofistikelerse “brava, brava”) diye bağırmaya, şiddetle alkışlamaya başlamaktadırlar. kaderinde diva olmanın yazıldığına inanmış florence ise bu iltifatlara hafif bir gülümsemeyle, kibar bir reveransla karşılık vermektedir. böyle böyle new york’ta önce ünlü olur, ardından da efsane. çok da sık vermediği konserlerinin biletleri çıktığı anda tükenmekte, kapıların kırılması güçlükle önlenmektedir.
    yaptığı işe, dinleyicilerine gösterdiği özen ise tartışılmazdır: çıktığı sahne hep çiçeklerle ve yeşilliklerle donatılmaktadır, çünkü o bunların hoş rayihalarının dinleyicilerin zihninde onun şahane sesi ve performansıyla birleşmesini istemektedir. kısa boylu ve şişmandır belki, ama konserlerine şöyle sade, zarif, makul bir kıyafetle çıkacak bir yapının insanı değildir. kendi tasarladığı ve altın kanatlar, renk renk tüyler, uzun tüller gibi şık aksesuarlarla bezediği kostümlerle arz-ı endam eder bunun yerine. glam rock yıldızlarını dahi kıskandıracak gösteriş ve kitschlikteki bu kostümlerini bir konser sırasında birkaç defa değiştiririr üstelik. repertuarının en gözde parçalarından biri olan clavelitos’u sırtında bir ispanyol şalı, saçında kırmızı bir gül, elinde kocaman bir yelpaze ve kolunda içi gül yaprağı dolu bir sepetle söylemekte, -parçanın latin ritimleriyle uyumlu bir şekilde- sepetinden izleyicilere gül yapraklarını fırlatmaktadır. her şey öylesine absürttür ki, izleyiciler zevke gelip de bis istediklerinde florence’in yardımcıları salona dağılıp oraya buraya dağılmış gül yapraklarını toplar, tekrar sepetin içine koyarlar ve ardından bütün ritüel tekrarlanır. bir başka clavelitos performansında bizimki kendini o derece kaybeder, o derece havaya girer ki, yapraklarla beraber sepeti de izleyicilere fırlatıp ortamın neşesine neşe, keyfine keyif katar.
    ve öylesine kendini bilmez, öylesine şuursuzdur ki, en yetenekli, en başarılı sopranoların bile söylemekten korktuğu, en güç aryaların üzerine atlar; kendini döneminin frieda hempel gibi, luisa tetrazzini gibi prima donnalarıyla karşılaştırıp -utangaçça ama kesin bir şekilde- ikisinin de kaydettikleri bir sihirli flüt aryasını dinlediğini, kendi yorumunun hiç şüphesiz bunların üstünde olduğunu söylemekte beis görmez. kendine güveni aldığı tüm ağır eleştirileri, öznesi olduğu tüm alayları rahatlıkla gözardı edebilecek pataloji düzeyindedir. izleyicilerin kahkahaları duymazdan gelinemeyecek kadar yüksek bir volüme ulaştığında yaptığı onları kaba saba olmakla ya da kıskançlıkla suçlamaktır. yalnızca bir kere bir arkadaşına şöyle dediği anlatılır: “kimileri şarkı söyleyemediğimi söylüyor olabilir, ama kimse şarkı söylemediğimi söyleyemez.”
    evet, meczuptur, ama tatlı bir meczuptur: 1943 yılında bir takside geçirdiği kazadan sonra artık fa notasını daha iyi çıkarabildiğine kanaat getirmiş, taksi şirketine dava açmak filan yerine şoföre bir kutu pahalı puro göndermiştir.
    1944 yılı geldiğinde artık önünde çok da fazla zaman kalmadığını sezer florence ve en büyük hayalini gerçekleştirmek yolunda gerekli adımı atar: bir konser vermek üzere carnegie hall’u kiralar. sezgilerinde yanılmamıştır, zira iki bine yakın hayranının bilet bulamayıp kapıdan döndüğünün rivayet edildiği bu konserden tam bir ay ve bir gün sonra, yetmiş altı yaşında, otuz küsur yıllık bir sahne geçmişinin ardından hayata gözlerini yumar.
    ilerleyen yıllarda hakkında bir tiyatro oyunu yazılacak, ayrıca zamanında yaptığı kayıtların derlenmesiyle oluşturulmuş “florence foster jenkins - the glory (????) of the human voice” adlı (glory’den sonraki soru işaretlerini benim eklemediğim), artık kültleşmiş bir cd piyasaya sürülecektir. bu cd’nin içeriğini, cd’nin kapağından melek kostümü ve kendinden emin duruşuyla bizlere bakan florence’ı görmek, ayrıca onun “gece kraliçesi’nin aryası” (arie der nachtkönigin/queen of the night aria) diye de bilinen der hölle rache kocht in meinem herzen’a* ve strauss’un die fledermaus (yarasa) operetinden bir başka aryaya nasıl “değişik” bir yorum kattığını duymak isteyenler http://www.counterpoint-music.com/…ialties/ffj.html adresinde aradıklarını bulabilirler.
    ölümünün ardından onun için “yaptığı işte son raddede, başka pek az sanatçının olabildiği kadar mutluydu, ve bu mutluluk ondan dinleyenlerine sanki bir büyü gibi geçiyordu” yazacaklardır. florence gelmiş geçmiş, gelecek ve geçecek bütün başarısız sanatçıların, bütün “çok isteyen ve/ama beceremeyenler”in annesidir, koruyucu meleğidir. ben de tüm gülünçlüğüne rağmen ona gülemiyorsam, bu hikayesini çok insanca, çok dokunaklı bulduğumdandır.


    (lacrima - 9 Ağustos 2003 03:06)

  • comment image

    komedisi, acısı her şeyi dozunda, güzel bir filmdir. o kadar ki bugün film bitiminde alkış kıyamet kopmuştur.
    simon helberg'i içten içe, ayakta alkışladım.

    not: bilmesem bir woody allen filmi sanırdım.


    (hamlaus - 13 Ekim 2016 16:53)

  • comment image

    bu filmi filmekimde şu ana kadar gördüğüm en çok dolan sinema salonunda izledim. ve bu kadar fazla kişiyle izlemeyi çok seviyorum. herkesin filme konsantre olduğunu film sırasında çıkan seslerden o kalabalık hissinden hissedebiliyorsunuz.

    --- spoiler ---

    filmde o ilk kahkaha sahnesinden (ilk kez florence'in sesini duyduğumuz) sonra artık kahkaha atmaya endeksleniyoruz ve film bir komedi filmine dönüyor. fakat bir noktada öyle güzel bir şaşırtmaca var ki. florence kalabalık sahneye o komik sesiyle arya söylemeye başlayınca tüm salonun onunla dalga geçmeye başlamasıyla, florence'e duyduğumuz sempati yüzünden, daha önce beceriksizliği karşısında defalarca kahkahadan kırılsak da bu sefer kahkahamız boğazımızda düğümleniyor.

    amerikalıların insanlara yapmak istedikleri şeyleri yapmaları konusunda çok destek verici bir kültüre sahip olduklarını bu filmle beraber tekrar hatırlıyoruz. film sırasında bunun bu derecede ileri bir boyutunun ne kadar doğru olduğunu kafamızda çevirip dururken, son sahnede florence'in mutlu vedası bir nebze bu sorularımıza yanıt oluyor...
    ---
    spoiler ---


    (yalansayalan - 10 Aralık 2016 17:59)

  • comment image

    bu filmde ağlayana kadar güldüm uzun uzun. sonunda gülmeden ağladım. çok güzeldi. meryl streep şok edici güzellikte okumuş o çılgın şarkıları. bu kadar da olamaz denecek kadar kötü ama o kadar da doyulamayacak güzellikte.


    (vinyl - 15 Aralık 2016 11:38)

  • comment image

    meryl streep'in yine harikalar yarattığı bir film. bu kadının oynamadığı karakter kalmadı herhalde. mükemmeldi. oynadığı hemen hemen her karakteri öylesine kusursuz canlandırıyor ki, hayran olmamak elde değil.

    ayrıca jenkins'te de resmen kendimi buldum. ben de şarkı söylemeyi çok seven, şarkıyı hissederek söyleyen, sevdiği müziklere âşık olan, sevdiği şarkıları hissederek seven, kendi çapında müziğe tutkun olan; ama maalesef korkunç bir sese sahip olan bir insanım. youtube'dan falan bir şarkı açıp dinlerken ve eşlik ederken (ki çevrem hiçbir koşulda katlanamıyor bana şarkı söylerken) sesimi beğeniyorum ama solo performanslarım kâbus gibi. yine yakın çevrem kulağımın olmadığını söylüyor ama ben bu durumu "kendi yorumumu katıyorum" şeklinde yorumluyorum. velhasıl bu kadını çok iyi anladım ben. o şarkı söyleme aşkı ama olmayan ses.


    (feministim ben - 21 Aralık 2016 21:33)

  • comment image

    hafta sonu izlediğim hem dram hem komedi sayılabilecek güzel film.

    her şeyden önce; oyuncular meryl streep ve hugh grant olmasaydı filmin hiç bir tadı olmazdı. özellikle meryl streep'in kendine güvenen ve bir o kadar da masum bakışlarıyla o korkunç sesleri cıkarışı ve hugh grant'in film boyunca takdir edici ama bir o kadar da sahte alaycı surat ifadesi inanılmazdı.

    bununla beraber aristokrasinin ikiyüzlü tarafları ve sahteciliği de gayet güzel anlatılmış. daha bir halktan diyebileceğimiz biraz da avam sarışın hatunun ilk konserdeki abartılı gülüşü ve sonrasında askerlere karşı florence'in müzik sevgisini, içtenliğini savunuşu da ayrı bir etkileyiciydi.

    gidilesi, görülesi ve daha öncesinde foster jenkins'i tanımadığımız için farklı bir bakış açısı kazandıran tatlı film.


    (hayatbayramolsa - 10 Ocak 2017 08:46)

Yorum Kaynak Link : florence foster jenkins