The Good Heart (~ Iyi yürek) ' Filminin Konusu : Huysuz bir ihtiyar olan Jacques, evsiz bir genç adam olan Lucas'ı himayesi altına alır. Beş kez kalp krizi geçirmiş olan Jacques'ın planı, işlettiği barı Lucas'a bırakmaktır. Tepeden bakan, iğneleyici ve nüktedan Jacques, barı nasıl işleteceği ile birlikte Lucas'a hayat dersleri de vermektedir. Ancak aralarındaki bu dostluk, bara gelen güzel hostes April'i tanımaları ile değişir.
Fúsi(2015)(7,5-6193)
Nói albinói(2003)(7,3-8966)
Voksne mennesker(2005)(7,2-3073)
Being Flynn(2012)(6,4-16646)
Gigantic(2009)(6,0-9161)
For Ellen(2012)(6,0-1720)
Light and the Sufferer(2008)(5,9-85)
The Extra Man(2011)(5,9-4527)
Explicit Ills(2009)(5,9-655)
Flatscreen(2012)(5,6-43)
Weapons(2007)(4,6-562)
dagur kari'nin 2008de beklenen yeni filmi. konusu kısaca bir barmenin bir evsize kol kanat germesi olarak açıklanmış. tabii böyle bir konu olunca (her iki rol içinde) olabilecek en iyi isim tom waits projede yer alıyor.
(kafes - 18 Temmuz 2007 09:15)
çekimleri izlanda ve new york'ta gerçekleştirilmiş, halen post production aşamasında olan film. bu yıl içerisinde gösterime girmesi beklenen filmin başrollerinde brian cox ve paul dano boy gösterecek.
(hurman - 11 Temmuz 2009 00:03)
bu yıl if istanbul'un hit filmler kapsamında gösterilecek olan dagur kari filmi.
(isikokunem - 28 Ocak 2010 14:25)
defalarca kalp krizi geçiren asabi ihtiyar jacques'ın (brian cox), hastanede tanıştığı evsiz ve başarısız bir intihar girişiminde bulunmuş saf delikanlı lucas'a (paul dino) işlettiği kendi halindeki barını devretmek istemesiyle başlayıp, bu iki karakter arasındaki etkileşimleri anlatan çok tatlı bir film. filmin en çok ön plana çıkan tarafı kesinlikle orijinal ve kombo küfürleriyle bile sempatik olabilen huysuz ve asabi jacques karakteri ve bu karakteri canlandıran brian cox. daha önce ryan gosling ile beraber film için düşünülen tom waits'i çok sevmemize rağmen izlediğimiz ikilinin performansına baktığımızda "böylesi daha iyi olmuş" diyebiliyoruz.--- spoiler ---"goddamn, you´re like a piece of shit that just won´t flush. now get the fuck out of here before i get rude."--- spoiler ---
(ceseth - 22 Şubat 2010 13:49)
çok sağlam diyaloglara ve mizansenlere sahip bir film. kesinlikle unutmayacağım bazı kareler var, özellikle brokoliyle ilgili mükemmel benzetme, bar müdavimlerinden biri ile köpeğin ilginç ilişkisi, çoğu zaman düşünmeden yaptığımız mantıkdışı bazı davranışlar, insanlarla ilgili vardığımız bazı yargılarda yanılmış olabileceğimiz gibi konular çok güzel anlatılmış. filmin daha iyi olabilirdi dediğim kısımları ise şunlar oldu; jacques karakteri tom waits ile çok daha vurucu olabilirdi. ilk başta "filmin çekim kalitesinde mi gözlerimde mi problem var acaba?" derken, bunun da bilinçli olarak yapıldığını öğrendim. dolayısıyla filmi izlerseniz, kaynakta bir sorun yoktur büyük ihtimalle. boşuna ahlarını almayın insanların.
(you won t see me - 1 Mart 2010 16:43)
bir organ nakli filmi.--- spoiler ---be familiar, not friendly with the customer.--- spoiler ---
(yorganadam - 29 Ağustos 2010 00:52)
aslında izlerken düşünüdklerimle sonra okuduğum iki üç şey arasında fark var. daha bilinçli izlenebilirmiş.bu film ise aksi jacques ve sokaktan getirdiği lucas'ın hikayesini anlatıyor. biri ölmemek biri ölmek için çaba sarf ederken hastanede yolları kesişir ve jacques ölümünün yakın olduğun farkında olarak barını lucas'a devretmek için onu eğitmeye başlar.tabi aralarındaki yaş farkı ve dünyaya insanlara yaklaşımları oldukça farklıdır. yaşlı jaques sert aldırmaz küfürbazken lucas onudaki herşeyin karşıtını barındırmaktadır.bu hikayenin dramatik yanı çok sert değil. dozunda. ama gerçekten çok iyi esprilerin olduğu sahneler de var. bu açıdan başarılı filmin tek eksiği tahmin edilebilir sonu.ama tekrar dagur kariyi ne çok sevdiğimi ve bunu hakettiğini gördüm. gerçekten bu adamın yaptığı kötü bir şeyler izlemeyeceğiz.*
(porco rosso - 30 Eylül 2010 11:34)
bugün vizyona girmiş. festivalde kaçıranlar için iyi bir fırsat.
(you won t see me - 1 Ekim 2010 13:47)
(bkz: noi albinoi)
(vulnificus - 3 Ekim 2010 13:48)
dagur kari'dir dedik, güzeldir dedik, gittik izledik ve beğendik. voksne mennesker gibi hayatımda izlediğim en güzel filmler listesi olsa o listenin başına oynayabilecek bir filmin yönetmeni için biraz basit kalmıştı film, her yerde izleyip görmeye alışık olduğumuz tarzdan bir dram, evet, ama güzel miydi? güzeldi. izlerken çok eğlendim bi kere. brian cox'un huysuz ihtiyar tiplemesi bile başlı başına film içerisinde eğlenceli bir ögeydi. ama işte hani basit kalmış dedim ya o basitlikten kastım belki de o çok sevdiğim ağır kasvetli iskandinav ruhunun filmde çokça olmamasıydı. yine de new york'ta geçen bir film için alışık olmadığımız kadar sıradan mekanlarda ve parlatılmamış görüntülerle geçti gitti film. bir yandan ben burdayım derken bir yandan da hollywood dramlarına benzer bir dramla ben nerdeyim dedi sanki film kendi kendine. sonuç olarak ben bu filmi çok sevdim, çok beğendim, salondan gözlerim dolmuş ama mutlu çıktım. izlediğim şeyden memnundum yani. peki sabahtan beri şöyle böyle dedim filme şimdi de beğendim dedim çelişmiyor muyum kendimle? hayır bence çelişmiyorum * çünkü o dram dediğim hikayeyi böyle güzel anlatmak ve güzel bir film izlediğini seyirciye hissettirebilmek apayrı bir şey. fragmanlarla aylar öncesinden insanların gözüne gözüne sokarak oha ooolum süfer film yaptık çok beğenceksiniz valla demek değil güzel film çekmek. falsolarıyla da olsa budur güzel film çekmek. bu sebepledir ki bu film güzeldir.--- spoiler ---hangi orospunun evladı astı lan o kediyi?--- spoiler ---
(strangelittlegirl - 4 Ekim 2010 19:34)
dagur kari allem etmiş kallem etmiş amerikan topraklarına izlanda'yı götürmüş. son zamanlarda izlediğim en iyi yapımlardan biri. kadroda voksne mennesker filminden de tanıdığımız nicolas bro da var
(apedron - 7 Ekim 2010 04:30)
uzun zamandır böyle keyifli bir film izlememiştim. brian cox harikalar yaratmış jac karakteriyle. filmin sonu dışında gülmeden duramadığım sahneler çok azdı. özellikle de jac ın terapiye katıldığı bölümde yarıldım. bir komedi filminden bahsetmiyorum ama insanoğlu böyle komik böyle manasız bir yaratık konusunun ustaca işlenmiş olduğu "insan bilmecesi" filmi olmuş.--- spoiler ---osuruğu maddeleştirmeye çalışsam brokoli kadar güzel bir benzetme bulamazdım herhalde..--- spoiler ---
(bruegel - 11 Ekim 2010 23:14)
küfür etmeyi yeni öğrenen bir çocuğun heyecanla ettiği küfrü duymak gibi..yeni tanıştığın birini kırk yıldır tanıyormuş hissine kapılman ve o kişiyi daha kırk yıl hayatında tutacak olmak gibi..sidik kokulu bi barda hayatının en keyifli akşamlarından birini geçirmen gibi..böyle hoş, sıcacık ne bileyim steril de olmayan, küfürlü müfürlü bi hayat hikayesi. böylesi duygulu duygulu yazdıran bi film işte. daha da yazılır da neyse. durduk yerde edebiyat parçalamayalım şimdi. sonrasında bi j&b içiren film velhasıl..
(situasyonist - 21 Ekim 2010 01:20)
little miss sunshine'daki nietzsche hayranı loser abi dwayne rolü ile tanıyıp çok sevdiğim paul dano'ya hayranlığım bu filmdeki başarılı, loser tiplemesi lucas ile daha da arttı. filmin sonunda ise kimin daha iyi yürekli olduğunu düşünmek kalıyor bize.ayrıca birçok muhteşem repliğin yanında "bar kültürü" ile ilgili verilen ayarlar da kayda değerdi.--- spoiler ---- where is the lady room?- no lady room. bar is no place for women.--- spoiler ---tek kelime ile şahane.edit: başarılı'dan sonra virgül koymam gerekti; zira başarılı loser pek bir anlamsız oluyordu. gerçi olur olur, her şey olur.
(yuzdeyuzipek - 23 Ekim 2010 12:20)
sinema güzel şey... bu cümleyi içten bir şekilde söylemek için bu filmi izlemeniz yeterli.
(fataliyev - 11 Kasım 2010 10:21)
film zevkleri birbirinden çok farklı olan kitleyi ortak paydada buluşturan filmeğer ne izlesek abi denilen bi ortamdaysanız joker olarak kullanılabilir.
(vazovski - 20 Kasım 2010 15:27)
amerikanlaşmış bir dagur kari filmi. ben eskiden hiçbir filme kötü diyemezdim, emek filan ondan değil, ne bileyim sırf sinema diye belki. hadi abarttım, kötü dediklerim olmuştur ama yine de bilip bilmeden saldırmak gibi gelirdi, kulplar uydururdum. ama söz konusu sevdiğim yönetmenler olunca o kadarına da cüret etmezdim. ama gün geliyormuş demek ki, dur bi ya diyormuş insan. her sevimliliği de bağrımıza basamayız ya diyormuş. amerikanlaşmış derken hey yaşasın avrupa sineması demek istemiyorum. burda demek istediğim, standartlaşmış olmasıydı. önceki entrylerde de kimse yanlış bir şey yazmamış. demişler ki, "brian cox huysuz ihtiyar tiplemesinde çok başarılıydı." ama bence filmin sorunlarından biriydi bu. 100 kişiden bize birer bar sahibi huysuz ihtiyar profili çizmelerini istesek, hepsi ayrı ayrı jacques'ı çıkarırdı bize zaten. başarısız olan brian cox değil, yazılan karakterdi bence. ne olması gerekirse onu sergiliyordu. felsefe yapabilen yaşlı görmek isteyen zorba'yı izlesin derim. işte o beklenmedik birinden çıkan hayat felsefelerinin en iyi örneklerinden biridir. o görmüş geçirmişliğin usta ihtiyarıdır. sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna'ya aşık raif efendi'sidir. tek bakışla görmezsin belki, alelade dersin ama zaman ayırıp biraz tanırsan pınar bulmuş gibi olursun. jacques bu duyguyu vermesini bekleyebileceğimiz bir ihtiyar değildi belki ama şahsen ben film yorumlarını okurken jacques'tan bunun çıkarılmış olmasına şaşırdım.paul dano ise paul dano'ydu. bence ben paul dano ile tanışırsam bir gün, hiç biriyle yeni tanışmış gibi hissetmeyeceğim. ya bu adama hep benzer roller denk geliyor, yani bu sessiz, hafif garip ve orijinal genç tiplemesi lazım olduğunda paul dano'yu arıyorlar ya da paul dano sadece kendi gibi davranabileceği rolleri kabul ediyor. dikkat ettiyseniz paul dano'nun gigantic'teki rol arkadaşı güzeller güzeli zooey deschanel de böyle biri, kadın her filminde aynı kendine has duruşa sahip hep iyi giyinen, zeki, garip, çekici.karakterleri geçelim; film altı doldurulmamış ve hedefe varmamış detaylarla dolu. hep bir şey için kapı aralamış ama sonra "ben bu mevzuya girersem şimdi çok uzun sürer" deyip anlatmaktan vazgeçmiş gibi görünüyor. ya zaman kısıtı ya anlatamama endişesi ya da bu kadarını verdik bence sinema izleyicisiysen üstüne biraz düşünür ne demek istediğimi çıkarırsın zaten diyordu sessizce. nasıl bir kulp takmaya çalışırsam çalışayım bu eksik kalanların filme verdiği yavanlığın üstünü örtemiyor.lucas filmin bir yerinde sanırım konuştuğu sosyal görevliye toplum kurallarının kendisini ilgilendirmediğini, kendisinin bir hayvan olduğunu söylüyordu. bence bu çok iddialı bir söylemdi karakter için. bunu söylettikten sonra kedisinin kimliği belirsiz kişiler tarafından asılmış olduğunu gördük ve sahne tam orada kesildi. işin garip yanı lucas'ın bununla ilgili ne hissettiğini bile göremedik. "bak, hayvanlarla birlikte eşit koşullarda ve onların hisleriyle yaşayan birine gerçek dünyanın verdiğine bak!" diyordu muhtemelen evet; ama dedi geçti, filmin bununla hiçbir ilgisi yoktu, üstelik buna ayıracak vakti de.aynı bunun gibi, ona noldu yahu dedirten onlarca sahnesi de vardı filmin. jacques'in yaşlı köpeği hangi ara ortadan kayboldu görüp de bu yazdığımı dikkate alan varsa söylesin bana mümkünse. çünkü köpek de jacques karakterinin bir tamamlayıcısıydı, olması gerekendi bizim bu huysuz ihtiyar için. azımsanamayacak bir dekoratif değeri vardı. kadın gitti kayboldu, garip bir ayrılık öyküsü. bu ayrılıkla lucas'ın acılara gark olması, jacques'ın da kadının gidişine üzülmesi çünkü aslında onu sevmiş olması anlaşılır gibi değil. birkaç cümleyle aralara sıkıştırılıverdi bunlar. filmin sonunda kadının varlığına dair yeni bir şey görmediğimize göre kadın da bir dekordu -ismi april ama ne gereği var?- yani olmasa film ne kaybederdi, onun varlığıyla ne söyledi, ne ekledi? veya madem yarattı, takip etseydi.bence iyi yürek, güzel bir filmdi tamam, ama şunlarla; tretmanını okusam "ah ne kadar güzel bir öykü" derdim. ışık ve mekan güzeldi, sinematik tadı buradaydı. ama çok güzel şeyler demek isteyen heyecanlı bir filmdi; bütün bu heyecanına rağmen sakin görünmeye çalışan ama bu arada da birçok şey hakkında sadece geveleyen. ben dagur kari olsam her şeyi bitirip filmimi izlediğimde "tüh lan, ayıptır, nasıl da, yani, neyse, pff!" derdim sanki.
(boris - 21 Kasım 2010 22:48)
(bkz: brokoli/#21000536)
(matruskam - 28 Kasım 2010 02:59)
"kadın dediğin hayatına girdiği anda hayatını mahveder, her şeyi berbat eder" fikrini altını çizmeyi bırak bas bas bağıran film. kafamıza vura vura maşallah. "orospular dışardan bakılınca farklı görünebilirler ama özünde hepsi aynıdır kaltaklar" vs. vs. kadınlardan ölesiye nefret eden amca sonradan nasıl da çok sevdi april'i bağrına bastı, o da ayrı konu. ve bir de,ya arkadaşım nedir bu insanların brokoliyle alıp veremedikleri ya! tamam itiraf ediyorum ben de güldüm komikti hakkaten brokoli hakkında söyledikleri -eheh- ama yani dünya üzerinde onun kadar haksızlık yapılan bir zebze daha yok galiba, üzüldüm resmen, "haksızlık ediyonuz lan" diye. hani tanısan seversin denilesi bir arkadaş gibi özünde iyi bir şey ya bence. denemeden karşı çıkıyor kimi görsem. kısacası leave brokoli alone diye ağlayacaktım az daha. güldükten sonra yani.
(bal i shikeste - 26 Aralık 2010 01:11)
dagur kari şimdiye kadar sevimlilikle işlevselleştirdiği filmsel mekanik hassaslığını amerikaya taşıyınca, ne kadar da boktan bitiriyormuş filmini. tam olarak amerika durumuyla da ilgili değil sanırım, sanki bir dışarda olmak + senaryo aksamasının melankolik atmosferde yarattığı zedelenme. the good heart'ın sahip olma ihtimali olan orijinalitenin intiharı bu... stereotiplerden uzakmış hissi veren donuk renklerini, tam da stereotip kafalara hizmet eden bir yolda kullanınca, ıssız adam-vari bir parça parça belli somut insan özellikleri dizisi yaratarak gereken karakter gelişiminin ağzına sıçmış olmuş. filmdeki "kadın" yan karakter april'in varlığı çok robotik, april sadece bir "kadınlık" temsili, hatta uzaylı bir varlık neredeyse. bir tanecik psikoterapi seansı, sonrasında bir kalp nakli, çok fiziksel öğelerle arsız ihtiyar iyi kalpli babalık oluverdi. filmi beğenen insanların beğenme yolunu hissetmekle birlikte, filmdeki bu tepeden inme saksı şeklinde varolan, gereksiz netleştirilmiş nedenlere dayanan karaktersel değişikliklerin dandikliğine dikkat edilse keşke diyorum. bu durumu biraz anti-derinlikli film izlencesi diye uyduruk bi şekilde tanımlasam mesela... hani film bu somut dizisel nedenselliğin ironisiyle uğraşsaydı her şey güzel olacaktı belki de, ama aksine gerçek olmayı dileyen bir film olduğunu birçoğumuz hissediyoruz bence, problem bu filmin bu dileği işte.yine soundtrack slowblow'dan, en güzel yanı filmin. oyuncular da güzel, ama totalde film en çirkini güzellerin, diyebilir miyim.
(soru - 8 Ocak 2011 20:31)
Yorum Kaynak Link : the good heart