Honeydripper (~ Honeydripper - Do Blues ao Rock) ' Filminin Konusu : Neredeyse bütün şarkılarda gerilim ve armoni vardır ve müzikte tek bir kelime bile telaffuz edilmeden savaşlar verilir. Tabu yıkıcı yönetmen John Sayles, rock`n roll`un doğuşuyla ilgili bir fabl olan Honeydripper`da, bu savaşlardan biri aracılığıyla Amerikan altkültürlerinin karmaşıklığını ve değişen kimliklerini incelemeye devam ediyor. Sene 1950. Honeydripper Kulübü`nün sahibi Tyrone Purvis borç içindedir. Uzun süredir çalıştırdığı blues şarkıcısı Bertha Mae`yi işten çıkarmaya karar verir. Kulübü kurtarmak için ümitsizce çırpınan Tyrone`un, hayalleri ve elektro gitarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan bir serseriyi, Sonny Blake`i işe almaktan başka çaresi kalmamıştır.
Ödüller :
Matewan(1988)(7,9-6433)
Men with Guns(1998)(7,6-2497)
Passion Fish(1992)(7,5-4653)
Lone Star(1996)(7,5-25841)
City of Hope(1991)(7,4-1969)
Limbo(1999)(7,1-5534)
Sunshine State(2002)(6,9-3665)
The Brother from Another Planet(1984)(6,8-5159)
Casa de los babys(2004)(6,5-1973)
Go for Sisters(2013)(6,4-455)
Silver City(2004)(6,1-3688)
Amigo(2011)(5,9-512)
2007 san sebastian en iyi senaryo ödülünü alan, yönetmenliğini john sayles'in yaptığı, oyuncuları danny glover, charles s. dutton, gary clark jr., keb’ mo’ olan 2007 yapımı abd filmi.
(matrix - 13 Mart 2008 12:50)
(bkz: the honeydrippers)
(yul - 14 Mart 2008 23:18)
iksv'nin film festivali sitesinde "rock’n roll’un doğuşuyla ilgili bir fabl" olarak tanımlanmış film. ya görüşmeyeli fabl kelimesi yeni manalar kazanmış ya da filmde ağustos böceği ve karınca hayat deneyimlerini paylaşıyorlar.
(basho - 27 Mart 2008 07:36)
john saylesin en kotu filmi demek durumundayim. artik tutmayin beni dedim bile. film bi muzik filmi oldugunu iddia eden ama muzikli bi film olmanin otesine gecmesi mumkun olmayan bisi. 15. dakkada elinde gitariyla kasabaya giren genc elemani gorunce de, zaten filmin gerisini de coktan netlikle anlamis oluyorsunuz, ayip olmasin die iste bi bucuk saat daha seyretmek durumu olusuyor. hani bisi olsun da sasirayim, 'ulan john sayles sen de ne allahsizsin bak ben neler bekliodum sen neler yaptin' olsun, o da mevcut degil, ne bekliosan beklediginden daha beklendik bir bicimde oluyor. bizm oturma odasinda olusturulmasi 3 saat surecek 1950 alabama'sinda bir takim susmadan konusan danny glover ve tayfasi durumuna, iki tane pamuk tarlasini da dis mekan olarak ekleyim, olsun sana mizansen, gecmis olsun. bi de abi bi film bu kadar diyaloga dayaniosa, ya teknik olarak ilginc birsey olacak (bkz: waking life), ya diyalogun kendisi ilginc olacak, bi argumani toparlamaya caliso olcak ki takip edeyim (bkz: before sunset) ya da ole bi makineli tufek gibi olacak ki, 'amanin ne cevap gelecek' die dibim dussun, kafam donsun tik ordan tik buraya (bkz: all about evet). hicbiri diil, bos bos konusuyolar. madem bos bos konusuyorlar oyuncularin, sevgili john sayles, bu kullarina aci da kamerayla ilginc bisi yap, 'vay herif bu aciyi nasi yakalamis, bu kamera hareketini nasil dusunmus' falan diye yukselelim. hasa, ne munasebet, bi kafa konusuo izliorz, konusuo konusuo bitti, kestik, cat obur kafa konusuo konusuo bitti. sona dayama gaz, az cakma bi climax, aa film bitti. ben bittim sen bitmedin ole soliim.gitmeyin abicim sakin festivalde falan, yazik etmeyin zamaniniza paraniza.
(mebus - 30 Mart 2008 08:17)
john sayles'in daha en başından sonunu tahmin edebileceğiniz filmi. çok klasik bir senaryo çatısı ve bilindik çatışmalar mevcuttur filmde, hangi karaktere ne olacak filmin sonunda bilirsiniz. ancak sayles bu basit-tanıdık hikayeyi çok güzel bir atmosferle çerçeveler, güzel bir iki ayrıntı katar, müthiş müziklerle bezer, ve şahane bir sonla da bitirir. bir şaheser değildir, sayles filmleri içinde de en iyisi hiç değildir. ama filmi izleyip "ne de kötü filmdi be" diyemezsiniz. şahsen ben kötü filmdi demem, diyemem.
(onewayticket - 16 Nisan 2008 23:22)
film festivali çatısı altında değerlendirmeden sadece evde bir dvd seyredeyim diye seyredilirse çok güzel vakit geçirmenizi sağlayan bir film denilebilir. müzikler hakkında konuşmaya gerek yok zaten, sonuçta 1950'ler ve harika seslerdi. ben filmin başından beri görüntülere hayran kaldım, durmadan ekran görüntüsü alma isteği vardı içimde, gitarıyla trenden inen genç biladerin vagonların arasından geçerkenki görüntüleri ve renklerin uyumu, şehirdeki görüntüler, tarlaların ve işçilerin pamuk toplarkenki görüntüleri... kamera açıları, oyuncuların kaliteleri, diyaloglar için "eh evet kurtarır" desem de görüntüleri tam anlamıyla "seyrettim". ayrıca bizim barda duran şişko eleman da bana hiç samimi gelmedi, tyrone ne anlattıysa "he he" diyip konuyla alakasız bir kaç cümle kurarak onu dinliyormuş havası vermeye çalışması çok samimiyetsizce bir davranıştı, burdan kınıyorum onu da. son yıllarda hassaslaştığımız bu dindar ve dinci konularında, dogmatik inanışı da ucundan işlemiş, çok da güzel işlemiş. bir lafım da tyrone'a, ulan kızına yavşıyorlar, taş bebek taş bebek gözlerimi senden alamıyorum diyorlar sen de piyanonla eşlik ediyorsun bilader, yakışır mı delikanlıya!
(patpat - 20 Nisan 2008 12:09)
sonu baştan belli ağır çekim sıkıntı...ha evde süpürgeden gitar yapabilirim artık, o ayrı.
(kacin kurbagasi - 23 Nisan 2008 11:53)
Yorum Kaynak Link : honeydripper