• "(bkz: sozlukte yeni eski tartismasi)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    böylesi hoş, yumuşak bir mayıs akşamında geldim durdum. öyle bir yerde durdum ki; batı edebiyatlarının rakamla yazıyorum bakın; en az 6000 seneden beri oluşu ve bir bütünlük halinde gidişi durumunun önündeyim şu an. bu duruşa sebep olansa bir tartışmadır, ingilizcede "the quarrel of the ancients and the moderns" türkçede ise "eskiler (antik edebiyat) ve yeniler (modern edebiyat) münakaşası" şeklinde adlandırılmış olan bir tartışmadır bu. efendim, bu tartışma, xvii. yy. fransa'sında alev aldığından, fransızca bir adla edebiyat tarihlerinde kendisine yer bulmuştur, tabi ki ekşi sözlük'te de orjinal (ilk adlandırılışını kastediyorum.) fransızcasıyla okuyucunun önüne sunmayı doğru buldum. şimdi baktığıma göre; wikipedia'da da fransızcası verilmiş, ancak ingilizcesiyle irdelenmiş. http://getir.net/gmj her neyse benim için ilk dillendirme, adlandırma mühim olduğundan başka türlüsünün mümkün olamayacağını belirterek, konuyla ilgili konuşmaya başlayayım.

    efendim; xiv. louis döneminin sonlarında, hatta tam tarih verirsem; 27 ocak 1687 tarihinde bay charles perrault, akademi azası önünde "büyük louis yüzyılı" yani fransızcasıyla le siècle de louis le grand başlıklı manzumesini okumasıyla bu tartışmayı başlatıyordu. bu şiirinde bay perrault, homeros'un şiirlerinin sıhhatinden şüphe ettiğini bildirdiği gibi, bu eski yunan ozanını da küçük gördü. tabi tepki gecikmedi, boileau hemen kendisine sert bir şekilde cevap verdi. zira boileau'nun bütün yazılarıyla fransız edebiyatına edirmiş olduğunu düşündüğü prensiplerin yıkılma tehlikesinde olduğunu görmüştü. edebi kimliğini antik dünyanın mükemmelliği üzerine kurmuş olan boileau'ya karşı eskilerin değerlerini sarsmak demek, bütün gayretlerinin boşuna gitmekte olduğunu göstermek demekti. alay etti perrault ile, pindaroskari bir kaside yazdı, perrault'nun hışmına uğramış olan çevirmen longin'i müdafaa ederek yeniden cevaplar verdi; ve perrault'nun bütün yanlışlarını imla hatalarına varıncaya kadar ortaya döktü. o perrault'ya, perrault da ona sert yazılar yazdılar, edebi tartışma sokakta kavgaya dökülmemişse de, fransız edebiyatında bu tarihte yaşanmış bu tartışma gelecek kuşaklara miras kaldı.

    ancak boileau ile perrault bir gün barıştılar. hatta boileau öyle bir mektup yazdı ki perrault'ya, sanki kırk yıllık dost olan suserler birbirlerine sözlükte sevgi dolu doğum günü entirileri girmemişlercesine yani, o derece içten ve samimi bir mektuptu bu, hatta bay perrault'ya şiir bile yazmış boileau o derece yani. şöyle kabasına göz atmak ister misiniz mektubun? başlıktaki konudan hiç sapmadan mektuba bakalım, buyrun;

    "fransız akademisi üyelerinden mösyö perrault'ya;

    efendim;
    mademki efkarı umumiye aramızın bozuk olduğunu öğrendi, barıştığımızı da ona haber vermek doğru olur; bizim şiir alemindeki münakaşalarımızın da, kralın ihetiyatkarlığının büyük bir sağgörüşle yasak ettiği o eski düellolara benzediğini öğrenmeli; o vakitler, iki hasım, şiddetle dövüştükten sonra, hatta bazen de birbirlerini ağır surette yaraladıktan sonra kucaklaşırlar ve candan dost olurlarmış. bizim gramer üzerindeki düellolarımız daha da asil bir şekilde sona erdi; şayet homeros'tan bir iktibas yapmama müsaade edilirse (yalnız bu da dalga geçer gibi olmuş, anlaşıldığı kadarıyla bay perrault homeros düşmanı, adamla daha yeni barışmışlar, bizimki hemen homeros'tan bir örnek veriyor dalga geçer gibi.), ilyada'daki aiax ve hektor gibi hareket ettik: onlar, uzun savaşlarından sonra, yunanların ve troyalıların gözü önünde birbirlerine iltifat ettiler, hediyeler verdiler. gerçekten, efendim, münakaşamızın daha henüz bitmemiş olduğu bir sırada eserlerinizi göndermekle bana şeref verdiniz; ben de, benimkilerin size ulaşması için gayret ettim. beğenmediğiniz bu destanın o iki kahramanına o kadar çok benzedik ki (yüzde yüz eminim ki; boileau yukarıdaki ifadelerinden sonra, düşünmüştür "yahu yanlış anlaşılmayayım sakın" demiştir ve bu bölümü yazmıştır.), birbirimize nezaketler gösterirken, biz de onlar gibi, düşüncemize ve duygumuza bağlı kaldık. yani, siz hala homeros ve ``vergilius'a değer vermemekte, ben ise onların şiddetli hayranı kalmakta ayak diredik.
    ..

    'paris'te şiirdeki bütün karışıklıklar
    yakında sona erecek:
    pindaros düşmanı perrault ile
    homeros sevdalısı despreaux
    barışmaya razı olmuşlar.

    kendilerini infiale getiren ne olursa olsun
    bütün öfkelere rağmen herkes
    onlar gibi birbirlerini sayarsa
    anlaşma kolay olur.
    ama, beni düşündüren
    pradon ile seyirciler arasındaki
    anlaşmazlığın nasıl sona erdirileceğidir.'"

    ben mektubun geri kalan kısmından bazı parçaları entirime alacağım, çünkü konumuzla doğrudan ilgisi var. boileau, neden antik edebiyata her daim ilgi göstermemiz gerektiği üzerine perrault'ya sorular soruyor ve cevaplar veriyor. ilgi bölümlerden devam edeyim:

    "ama, mademki şimdi iyice barıştık ve aramızda hiçbir düşmanlık ve dargınlık tohumu kalmadı, dostunuz sıfatıyla, bunca zamandır, eski yılların en önemli muharrirlerine karşı yazmaya ve onlara karşı öfkelenmeye sizi hangi sebeplerin sürüklediğini sorabilir miyim? yoksa, yüzyılımız muharrirlerine, aramızda, layık oldukları değerin verilmediğini mi sandınız? onların sayılmadıklarını nereden çıkarıyorsunuz? hangi yüzyılda, bizimkinde olduğu kadar, yeni çıkan iyi eserler memnunlukla alkışlandı? mösyö descartes'ın, mösyö arnauld' nun, mösyö nicole' ün ve altmış yıldan beri fransa'nın yetiştirmiş olduğu ve yalnız yazdıklarının listesi toplanacak olsa küçük bir cilt tutacak kadar bol olan bunca hayranlığa değer filozof ve ilahiyat bilgininin eserleri ne kadar çok övüldü! ama, burada yalnız, sizi ve beni daha yakından ilgilendiren yazılar üzerinde, yani şairler üzerinde duracak olursak, bu zaman içinde malherbe'ler, racan'lar, maynart'lar ne şan ve şeref kazandılar! voiture'ün, sarrasin ve la fontaine'in eserlerini ne alkışlarla karşıladılar! mösyö de corneille'e ve mösyö racine'e ne kadar şeref ve saygı şundular! moliere'in komedyalarına hayran kalmayan kim var? hatta siz kendiniz, efendim, sevda ile dostluk arasındaki konuşmamıza, resim üzerine yazdığınız şiire, mösyö de la quintinie hakkındaki yazınıza ve bunca mükemmel eserinize karşı haktanırlık gösterilmediğinden şikayet edebilir misiniz?
    ..

    öyle ise, eskilerden şikayet etmenize sebep nedir ? onları taklit ederek kendi kendimizi bozacağımız korkusu mudur? bununla beraber, en büyük şairlerimizin, eserlerindeki başarıları bu taklide borçlu olduklarını inkar edebilir misiniz? mösyö de corneille'in, en güzel buluşlarını, kendisine aristoteles'in bile bilmediği yeni bir tragedya nev'i keşfettiren o yüce düşüncelerini titus livius 'tan, dio cassius'tan, plutarkhos'tan, lukianos'dan ve seneca'dan iktibas ettiğini inkar edebilir misiniz?

    çünkü, kanaatime göre, corneille'in bunca güzel piyeslerinin çoğuna bu zaviyeden bakmak lazımıdır; bu eserlerinde, aristoteles'in kaidelerini aşarak, eski tragedya şairleri gibi acıma ve korkma duygularını heyecana getirmeğe kalkışmadı; düşüncelerin yüceliği, duyguların güzelliği ile, seyircilerin ruhlarında, birçok kimselerin, ve bilhassa gençlerin tragedya ihtiraslarından daha çok benimsedikleri bir hayranlık fışkırttı.

    nihayet mösyö, bu uzunca devreyi kapatmak ve konumuzdan ayrılmamak için, racine'i yetiştirenlerin sophokles ile euripides olduğunu kabul etmemezlik edebilir misiniz? moliere'in de, sanatının en büyük inceliklerini terentius ve plautus'tan aldığını itiraf etmemek elinizden gelir mi?

    öyle ise, eskilere karşı öfkenize sebep ne olabilir? aldanmıyorsam, bunu fark etmeye başladım. herhalde, bundan epey zaman önce cemiyet içinde sizin konuşmalarınızdaki başkan gibi, ancak hafızalarını zenginleştirmeyi düşünen, ne zekaları, ne düşünceleri, ne zevkeri olmadığı için eskilere, eski oldukları için saygı gösteren, sağdüşünüşün yunanca, latince'den başka bir dille ifade edilemeyeceğini sanan ve peşinen herkesin konuştuğu dille yazılmış eserleri hor gören sahte bilginlerden bazılarına rastlamış olacaksınız. eski zamanların bu gülünç mirasları, sizi, eski zamanların bütün harikuladeliklerine karşı isyan ettirdi. haklı oldukları bu davada bile, bu kadar kıt düşünceli insanlarla aynı fikirde olmaya katlanamadınız.

    görünüşe bakılırsa, size mukayeseler'inizi yazdırtan işte bu sebeplerdir. siz zeki olduğunuz, ötekiler de olmadıkları için, bazı görünürde haklı delillerle, bu kuvvetsiz hasımların, boş kabiliyetlerini, kolaylıkla şaşkına çevirebileceğinize kendi kendinizi inandırdınız; hatta o kadar muvaffak oldunuz ki, ben işe karışmamış olsaydım, tabir yerinde ise, muharebe meydanında siz galip durumunda kalacaktınız; çünkü bu sahte bilginler size cevap verememişler, gerçek bilginler de, biraz yapmacık bir kibirle, cevap vermeye tenezzül etmemişlerdi. burnunla beraber, eski zaman muharrirlerinin, ünlerini, sahte veya hakiki bilginlerin tasdikine borçlu olmadıklarını bunun, aralarında iskenderler ve caesarlar bulunan bütün yüzyıllar o aklı başında, o zarif insanlarının müşterek ve devamlı hayranlıklarının bir eseri olduğunu hatırlatmama müsaade edin. bugün bile, sizin zannettiğiniz gibi, homeros'tan `horatius'tan,`cicero'dan, vergilius'tan daha fazla haz duyanların ne schrevelius'lar, `pararedius'lar,menagius`'lar, ne de, moliere'in kullandığı tabirle, isimleri -us ile biten bütün bilginler olmadığını size anlatmama müsaade edin.
    ..

    bütün bu söylediklerimden de anlıyorsunuz ki, efendim, milletimize ve yüzyılımıza verilmesi lazım gelen değer hakkında ayrı kanaatte değiliz; yalnız, farklı olarak aynı fikirdeyiz. bunun için de, mukayeseler'inize hücumda duygularınızı hedef tutmadım; aleyhlerinde bulunulsa bile, kanaatime göre, kendilerine gösterilecek saygı ve hayranlığa hiçbir zaman fazla gözüyle bakılmayacak olan muharrirlere karşı sizin papazla şövalyenin davranış tarzlarına çattım. şimdi artık, anlaşmamızı sağlamlaştırmak ve içimizdeki bütün kavga tohumlarını boğmak için yapılacak bir tek şey kalıyor: sizin, eski zaman yazlarlarını küçümsemek için olan büyükçe temayüllerinizden, benim de, zamanımızın kötü hatta orta durumdaki muharrirlerimizi şiddetle tenkit etmek sevdasından vazgeçmemiz. bu işe canla başla koyulmalıyız. bunu tamamiyle başaramazsam bile, sizi temin ederim, anlaşmamız benim, tarafımdaın bulandırılmıyacak; elverir ki siz beni clovis ile jeanne d'arc'ı okumaya mecbur tutmayın, ben de sizi ilyada ile aeneis'i tenkit etmekte serbest bırakırım; eserlerinizin herhangi birinde, sizden zorla arandığından şikayet ettiğiniz ve statius' un aeneis'e karşı gerçekten duyduğu şu aşağıdaki mısralardan anlaşılan ve tapınmaya kadar varan bir perestişi sizde aramadan, ben, onlara karşı hayranlık taşımakla iktifa edeceğim.

    '... nec tu divinam aeneida tenta,
    sed longe sequere, et vestigia semper adora.'

    (ilahi aeneis'e yaklaşmaya kalkışma,
    onu uzaktan takip et, ayaklarının izlerini öp..) "

    gerçekten mektup heyecan vericiydi, en azında kendim için bunu rahatlıkla söyleyebilirim, boileau ile perrault arasındaki eski-yeni yani fransızcasıyla des anciens ile des modernes arasındakimahiyet tartışması batı edebiyatlarını çok etkilemiştir, örneğin; ingiltere'de marlowe'un, shakespeare'in, almanya'da goethe'nin antik edebiyatla alakası hep tartışılagelmiştir. bunun üzerinde çeşitli bakış açılarıyla durulabilir, ancak mektupta boileau çok ama çok yerinde sorular soruyor zaten, ben bu entiride ve sıkılmayıp da devamını getirirsem, bu başlık altındaki diğer entirilerde farklı bakış açılarından söz edebilirim. ama bu entiride öncelikle tartışmayı önce şeklen ele almayı uygun görüyorum. üzerine yorum yapabilmemiz için, bir kere antik edebiyatı bilmek ve bu bilgiye sırtımızı dayayarak, ortaçağ ve yeniçağ ile birlikte modern dünyayı bütünüyle anlayabilmemiz şart. shakespeare yorumu yapan birinin roma tarihini bilmemesi tam bir skandaldır. boileau'nun da dediği gibi, moliere hayranı birinin , terentius ile plautus okumamış olması hatta onlardan sonra bir de aristophanes'le karşılıklı çay içmemiş olması çok büyük bir eksikliktir. bu konulara uzun uzun değinirim, şimdi tartışmanın veçhesine bir göz atalım.

    bay perrault ilk başta söz ettiğim bu tartışmayı başlatan şiirinde, bir yerde şöyle diyor:

    "la docte antiquité dans toute sa durée
    a l'égal de nos jours ne fut point éclairée."

    yani türkçesiyle; "antikitenin bütünüyle hazmedilmesi, çağımızla karşılaştırıldığında yine de bir hiçtir." yukarıda boileau'nun mektubunda, az çok perrault'nun karşı çıkışlarını anlayabiliyoruz. kaldı ki çok geçmeden kendisine destek verilmiş bu bahiste ve antik dünyayı bütünüyle öğrenmenin aslında, çok da önemli olmadığı üzerinde durulmuş. digression sur les anciens et les modernes adlı eserinde bernard le bovier de fontenelle, modern dünyanın araştırmacılarını, antik dünyanın araştırmacılarına bilgi avında üstün tutmuştur. tabi böyle söylendiğinde anakronizmin allahıyla karşılaşmış durumdayız, çağları böylesine karşılaştırmanın akla, mantığa uygun olmadığını söylemek için gece gündüz kütüphanede bulunmaya, günde üç öğün kitap tozu yutmaya gerek yok. çağlar bir bütünlük çerçevesinde, birbirlerinden bütünüyle kopmadan rene descartes/@jimi the kewl entirimde söylediğim gibi; bir duvar niteliği taşımaktadır. düşün dünyası, yazı dünyası bir duvar gibidir. ve her akım, her düşün adamı, kalem erbabı, filozof, edebiyatçı duvarda bir tuğladır, bir sağlamlıktır. bu gerçeği görmezden gelemeyiz. çünkü günümüze gelirsek; hollywood'da sinema okullarında homeros destanlarının oratio'su, anlatım biçimleri, hikayesi ders olarak okutuluyorsa, bunun bir manası olmalı. insani kurgunun, hikayeleştirmenin çağdan çağa uçurumu andıran farklılıklar içermesi, söz konusu olamaz. birbiriyle çatışan dinlerin kutsal metinleri bile çoğunlukla aynı hikayeler, aynı anlatış biçimleriyle doluyken, aynı isimleri zikrederken, hangi düşün adamı çıkar da böylesine sakat bir ayrım da bulunabilir. bütünlüğü göremeyen, kendini de göremez aslında. faruk akyol hocam hep söyler; bertrand russell'ın nerede geçtiğini henüz keşfedemediğim "`homeros ve vergilius olmasaydı dünya şimdikinden farklı olmazdı`." sözünün işte perrault 'a bambaşka bir açıdan destek verdiğini unutmamak, akılda tutmak lazım. bir de işin bu yönü var zira. mitos'unu yitirmiş toplumların rasyonallik adı altında sefil bir yaşama hapsolmaları, yedikçe acıkırcasına celladına tutkun bir mahkumun çaresizliğini dinsel, ırksal veya 'devletin henüz bitmediği' herhangi bir umut kıran yaşama biçiminde, reklamlarda, panolarda çıplak kadın olmadan (sine qua non) ürününü sattıramayan bilincin bugüne kadar hiç olmamış bir şekilde sapkın bir iletişim ve reklam çağının (yurdumdaki en güzel örnek bu hususta bana göre istiklal caddesidir. sağım solum ışıklı tabela. profanlaşmış insanlar sürüler halinde hangi ışık daha parlaksa oradan alışverişe saplanmaya yönelmişler.) en güzel belirtisi olduğunu görmemek, en büyük körlük değil mi? yoksa abartıyor muyum, hem perrault hem de russell'ın antik dünyaya (edebiyatını kastediyorum) bakışındaki o aymazlığın insanlığı getirdiği en son nokta şimdilik: rasyonel dunyada en az bedelle en fazla mutluluk değil mi?

    öyle ya da böyle bu konu üzerinde daha çok konuşmak istiyorum, kafamda başka tilkiler de dolaşıyor, salt modernite'nin her kavgasında (ha artık postmodernite saçmalığı da deniyor bunlara) doğaya hükmetme sevdasını görüyor olmam yeterli çeşit çeşit tilkinin birbirini dürtüklüyor olmasına yeterli. neyse hadi bitti entiri, ver şukelayı ve toz ol.


    (jimi the kewl - 7 Mayıs 2007 00:53)