Süre                : 1 Saat 12 dakika
Çıkış Tarihi     : 26 Mart 1993 Cuma, Yapım Yılı : 1993
Türü                : Biyografi,Komedi,Drama
Taglar             : Felsefe,Filozof,Cambridge Üniversitesi,Esrarengiz,Eşcinsel
Ülke                : Japon,İngiltere
Yapımcı          :  BFI Production , Bandung Productions , Channel Four Films
Yönetmen       : Derek Jarman (IMDB)
Senarist          : Ken Butler (IMDB)(ekşi),Terry Eagleton (IMDB)(ekşi),Derek Jarman (IMDB)
Oyuncular      : Clancy Chassay (IMDB)(ekşi), Jill Balcon (IMDB), Sally Dexter (IMDB)(ekşi), Gina Marsh (IMDB)(ekşi), Vanya Del Borgo (IMDB), Ben Scantlebury (IMDB)(ekşi), Howard Sooley (IMDB), David Radzinowicz (IMDB), Jan Latham-Koenig (IMDB), Tony Peake (IMDB), Michelle Wade (IMDB), Tanya Wade (IMDB), Roger Cook (IMDB), Anna Campeau (IMDB), Mike O'Pray (IMDB), Nabil Shaban (IMDB), Karl Johnson (IMDB), Michael Gough (IMDB), Tilda Swinton (IMDB), Donald McInnes (IMDB), Hussein McGraw (IMDB), Christopher Hughes (IMDB), Budge Tremlett (IMDB), Aisling Magill (IMDB), Perry Kadir (IMDB), John Quentin (IMDB), Kevin Collins (IMDB), Lynn Seymour (IMDB), Ashley Russell (IMDB), Stuart Bennett (IMDB), David Mansell (IMDB), Steven Downes (IMDB), Peter Fillingham (IMDB), Fayez Samara (IMDB), Samantha Cones (IMDB), Kate Temple (IMDB), Sarah Graham (IMDB), Layla Alexander Garrett (IMDB)

Wittgenstein ' Filminin Konusu :
Wittgenstein is a movie starring Karl Johnson, Michael Gough, and Tilda Swinton. A dramatization, in modern theatrical style, of the life and thought of the Viennese-born, Cambridge-educated philosopher Ludwig Wittgenstein...

Ödüller      :

Berlin Film Festivali:Teddy-Best Feature Film


  • "gebe bırakan."insan, kendi ağrısını bilir; ama başkasının ağrısı olduğuna inanır.""
  • "-kolum yukari kalkar olgusunu kolumu yukari kaldiririm olgusundan cikarirsak geriye ne kalir-"insan" kalir"
  • ""biri kilitli olmayan ama içeri doğru açılan bir kapıyı itmek yerine çekmeyi akıl etmiyorsa, o odada hapistir."..."düşünmeyi istemek bir şeydir, düşünmeye yeteneği olmak başka bir şey.""
  • "bir tür akıl hastalığı, anlamın ne olmadığıyla ilgilemek ilk belirtilerindendir..."
  • ""dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını belirler" diyen neokantçı filozof."
  • ""dünyanın anlamı, dışındadır. dünyanın içinde her şey nasılsa öyledir, her şey nasıl olup bitiyorsa öyle olup biter, içinde hiçbir değer yoktur; olsaydı bile, hiçbir değer taşımazdı."(bkz: tractatus)"
  • ""konu kilit, dağılın" diyen feylesof."
  • ""üzerine konuşulamayan konusunda susmalı." (bkz: tractatus)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    derler ki,ikinci dünya savaşı sırasında hitler çocukluk nefretinin öznesi olan düşünürü avrupa'nın her yerinde karış karış ararken, o,olan bitenden habersiz, alpler'de bir dağ kulubesine kapanıp yıllarca polisye roman okumaktaymış.


    (doxa - 3 Kasım 2007 11:47)

  • comment image

    "anlamsız olan daha büyük bir sayının daha küçük olana göre sonsuza daha yakın olduğunu düşünmektir" demiş ve bence insaoğlunun dili ve düşünceyi ne kadar yanlış algıladığını, kullandiğini neredeyse kusursuz olarak ifade etmis mihenk tasi feylozof.


    (onceinsan - 20 Kasım 2008 09:41)

  • comment image

    gebe bırakan.

    "insan, kendi ağrısını bilir; ama başkasının ağrısı olduğuna inanır."


    (ceng - 17 Şubat 2009 23:52)

  • comment image

    1900lü yıllara geçiş heyecanının yeni yeni hissedilmeye başlandığı, "1900de bütün saatler kitlenecekmiş bütün sistem çökecekmiş, dünyanın sonu geliyomuş oğlum" geyiğinin daha ilk kez seslendirildiği, viyana'da elini sallasan filozofa, ressama, müzisyene ne bileyim daha bilumum dahiye çarptığı, ebeveynlerin çocuklarına "şu yaşa geldin hala bir felsefi disiplinin öncüsü olamadın piiii sana" diye kızdıkları derece kültürel bir dönemde, belki wittgenstein ailesi haricindeki mahalle sakinleri için sakin ve sıradan bir akşamüstünde anne wittgenstein'ın "karl bu sefer yeminle geliyo, aha yeminle geliyo, çocuk geliyo karl" çığlıklarına sanayi zengini baba karl wittgenstein'ın "üfff yap, üfff yap, hemşire çağırın, ebe getirin, üfff yap sen üfff yap" şeklinde destek vermesiyle dünyaya gelen "ismini ne koysak da nüfus memuruna söylemek kolay olsa" kaygısıyla ludwig adını alan filozof.

    tozutmuş ebeveynlere sahip olması nedeniyle daha küçük yaşta psikolojisi bozulan, "neden hep ben ekmek almaya gidiyorum, biraz da abimler gitsin ama" isyanları ile hakkını aramaya çalışsa da annesi tarafından "bak terlik geliyo terlik" tehditleriyle susturulan küçük ludwig tüm bu gerilimler yetmezmiş gibi 3 abisinin de evdeki baskılara katlanamayarak intihar etmesinin etkisinden uzun süre kurtulamaz. bütün bu ahval ve şerait içerisinde ilkokula başlayan ludwig bir süre hitler ile bile aynı sınıfta okur. bir gün öğle tenefüsünde birkaç gün arayla doğduklarını farkedip "aaa sen de mi boğa burcusun, ben de boğayım ne tesadüf di mi" şeklinde suyuna gitmeye çalıştığı küçük adolf'un asabi tavırları karşısında "şaaptığımın memleketinde bi tane doğru adam olmaz mı!" diyerek geçmişine geleceğine sövmeye başlar. küçük adolf'un "lafını bil de konuş" çıkışı üzerine lafını bilip de konuşmak üzerine kafa yorarak dil felsefesi alanında ilk düşüncelerini türetmeye başlar.

    gençlik yıllarında babasından kalan mirası "yerin dibine batsın malı da mülkü de mirası da" diyerek kardeşlerine ve çeşitli sanatçılara dağıtması avustralyalı halalar ve teyzeler tarafından "hakikatli oğlanmış bak" övgüleri karşılansa da bu ruh hafifliği iç dünyasındaki dalgalanmaları ve aileden kalan travmaların uzantısı olarak beliren intihar gelgitlerini aşmasına yetmez. tam da bu çalkantılı dönemde tanışıp dostluğunu ilerlettiği, "beni bi tek sen anlıyosun oğlum" diye koynuna kadar sokup sevgililik derecesinde bir ilişkiye girdiği david pinsent ile bile sonu trajik olmuştur bahtsız ludwig'in. david ile "oğlum amsterdam'da evleniriz, nolcak ki, kaçıncı yüzyıldayız sonuçta bunlar normal şeyler" muhabbetlerine daldıkları bir esnada birinci dünya savaşı patlak verir ve genç çift ayrı düşer-ki ne ayrı düşmek; karşı cephelerde savaşırlar.

    işte bu savaş dönemi wittgenstein'ın düşüncelerini şekillendirmeye başladığı, yaşamı boyunca yayımlanacak olan tek eseri tractatus'u yazmaya atıldığı dönemdir. bir yandan savaş tüm şiddetiyle sürmekte, bir yandan ludwig david ile mektuplaşmayı aralıksız sürdürmekte, aynı anda onlarca kitap okuyup altlarını satır satır çizmekte, diğer yandan da yakında çığır açacak olan felsefesini kaleme almak için çabalamaktadır bu dönemde. takvimler 1918 yılını gösterdiğinde ise ludwig david'in uçak kazası sonucu hayatını kaybettiği haberini alır ve candan erçetin'den "dünyada ölümden başkası yalaaan" şarkısını haykırarak sadece ve sadece kitabına yoğunlaşır, bitirdiğinde de kitabı david'e adar.

    bilindiği üzere wittgenstein felsefesi iki dönemde incelenir. ilk dönemi için gidilecek adres bellidir; bu bahsini ettiğimiz tractatus. asıl adı daha uzun aslında da onu yazması güç şimdi, bkz'lar oraya götürür seni. ya da dur ya üşenmeyeyip bakayım iki dakika. bekle bakıp geliyorum hemen. heh geldim. tractatus logico philosophicus

    şimdi bu ilk döneminde "madem ki sözcüklerle düşünüyoruz, madem ki dünyayı sözcükler ile ilişkilendiriyoruz, şu dili bir arındıralım, dil üzerinden düşüncelerimizin de sınırlarını bir belirleyelim, kelimeler ile düşünceler ve dünya arasındaki bağı bir kuralım bakalım ne olacak" düşüncesi ile yola çıkmıştır. çünkü düşünceleri, olguları dil denilen bir kodlamadan, bir sembolizasyondan geçirip karşındakine aktarıyosun. e haliyle bu kodlamadaki bir yanlış düşüncedeki yanlışa yol açıyor. işte ludwig de basitçe diyo ki; sarfettiğin her cümle, kullandığın her kelime içinde bulunduğun dünyada basit bir karşılığa, yani bir nesne ya da bir olguya denk düşer. yani dil esasında sadece dünyayı resmetme ve ifade etme aracıdır. haliye dilin ve dolayısıyla düşüncenin sınırları da bu resmedilebilir, herkes tarafından aynı şekilde kavranılabilir kısmından ibarettir. fekat, atıyorum sen ahlaki, etik ya da ne bileyim dini bir konuda tartışıyorsan dilin sınırlarını aşarsın, sabaha kadar konuşsan bir sonuca varamazsın. sebep? çünkü o kullandığın dil gerçek dünyada bulunan mantıksal bir yapıya atıfta bulunacak geri plana sahip değil, müşterek olunamayacak kavramlar üzerinden konuşmaya kasıyon, kendin çalıyon kendin oynuyon. totolojik takılıyon. resme benzetmişti ya hani dili, işte bunu yaparsan olmayan bir rengi tartışmış oluyorsun. ee napcan? susacan. konuşamıyosan susacaksın. onun diliyle söyleyeyim; (bkz: üzerine konuşulamayan konusunda susmalı) konuşursan kavram kargaşalarında, kendi türettiğin yarım anlamlar içerisinde boğulmaya mecbursun diyor şair. bir nevi doğrulamacılık.. bu düşünce bir yerlerden kant'ın düşüncenin sınırları noktasında söylediklerine de denk düşüyo aslında da şimdi orası biraz uzun hikaye. hee "sus" diyen filozof olur mu? bu noktada wittgenstein'ı yerden yere vuran, "adam değilsin wittgenstein" diye üzerine yürüyen eleştirmenlerin tek tek isimlerini verip de onları burada rencide etmek istemiyorum ama bunlar var, bu eleştiri zaten yapılmış.

    bu felsefeyi eşe dosta duyurup büyük bir ilgi uyandırdıktan sonra "felsefe budur usta, jübilemi yapıyor ve öğretmenlik alanına kayıyorum, hadi ben kaçar" diyerek bir süre ortamlardan kopan ludwig yıllar sonra "ulan biz bi halt yedik ama işin aslı öyle değilmiş" çıkışıyla ikinci bir felsefeye imzasını atıyor. he burada bir parantez açmak gerek, dur hatta açayım;

    (bu ludwig iki dönem halinde incelenir dedik de esasında bu konuda öyle tam mutabık kalınmış değil. bir grup insan"ludwig gençliğinde iyiydi de sonradan çok bozdu, ünü bulunca şımardı, son felsefesini dikkate almıyorum" diyerek ikinci felsefesini yoksayar-ki bunlar arasında hocası bertrand russell da var. ikinci bir kısım da "o ilk dönemi topoş dönemini yoksayıyorum ama sonradan doğruyu buldu çok şükür" demekte. üçüncü bir kısım var ki "aslında hepsi aynı ludwig, iki felsefe o kadar da çelişmiyor, ama ludwig kendini çok geliştirdi" iddiasında bulunmakta. bu üçüncü kesim ortamlarda pek ciddiye alınmamış açıkçası. ben olsam ben de almam zaten. öyle saçma yaklaşım mı olur? neyse konu o değil. kapa parantez.)

    bu ikinci dönemde wittgenstein "yediniz mi lan? ben sizi denemek için 'dilin özü değişmez, dünyanın resmedilebilirliği ile sabittir' demiştim ehehe" diyerek kıvırmaya çalışır ve "vallahi bu son bak" diye yeni felsefesini dillendirir. ikinci döneminde dediği özetle şudur ki; dil toplumsal bir olgu, insan faaliyet ve davranışları ile ilişkilendirilebilecek bir kavramdır. haliyle dil ve anlam değerlendirmelerinde sınır dünya değil insandır. böylece önermelerin anlamlarını doğru kavrayabilmek ancak dilin kullanıldığı toplumun yapısı ve dinamikleri ile birlikte düşünülmeleriyle sağlanabilir. her cümle her zaman her yerde aynı anlama gelmez senin anlayacağın. bak yarım saattir anlam diyorum farkettiysen. bu ikinci dönemde wittgenstein "anlam" üzerine yoğunlaşmış çünkü. iki dönem arasındaki fark da genellikle resim/alet benzetmeleriyle anlatılır zaten. wittgenstein ilk dönemindeki dil-resim benzetmesinden vazgeçmiş, ikinci döneminde dili bir alete benzetmiştir. dolayısıyla dil insan hakimiyetinde, onun sınırları çerçevesinde bir araç olarak tanımlanır. he tabi nasıl ki eski uygarlıklar incelenirken yok şu uygarlık şu aletleri kullanmıştı, bu uygarlık bunu keşfetmişti deyip o uygarlıklar perspektifinde o aletleri değerlendiriyorsak dili değerlendirirken de aynı şeyi yapmalıyız. hatta biraz daraltıp mikrolaştırayım; bir kişi bişe diyosa "ne diyo"dan önce düşünecen neden diyo, nerede diyo, ona bunu söyleten durum ve davranışlar neler falan. eğer bunları sorgularsan anlama ulaşırsın çünkü. ben demiyorum o diyor. nerede diyor? sağlığında yazdığı bir kitabı yok bu düşünceleri için fakat ölümünden sonra ortaya çıkan yığınla kitap var. felsefi soruşturmalar var mesela, bu döneminin en önemli kaynağı da o heralde. bak şu da enteresan; ona göre bu felsefenin temel soruları ve sorunları falan sırf fasa fiso. filozoflar paradoks yaratmaya kasmışlar demeye getiriyo bi nebze. nasıl yaratmışlar? dildeki bu deminden beri bahsettiğimiz boşluklara düşmüşler. bilinçli olarak değil tabii. felsefi problem dediğin şey diyo, kötü ifade edilmiş, yanlış temellendirilmiş önermedir. felsefe de bir tek bu işe yaramalıdır. yani şu dili arındırmalı, temizlemeli, bu tip saptırıcı durumlardan onu çekip kurtarmalıdır. kurtarmalıdır ki üzerinde uzlaşılabilir, tartışılabilir kavramlar üretilebilsin.

    1930'lu yılların hemen başında cambridge'den doktorasını alan ludwig "şimdi biz kadrolu mu yoksa sözleşmeli mi çalışıcaz, doktoralı işsiz olmak istemiyoruz" diye sohbetlere katılırken diğer yandan da fikir üzerine fikir, çalışma üzerine çalışma, yazı üzerine yazı üretir. yazdıkça yazası gelir, yazdıklarını okudukça "off yazamıyom yaaa" diyip çöpe atar, mükemmelliyetçi yapısı nedeniyle hiç bir kitabını tamamlayamaz, tamamlanmamış hiç bir yazısını da yayımlatmaz. eşi dostu "oğlum salla geç, efsanesin ne de olsa yerler yerler, rahat ol biraz yaa" diye kendisini rahatlatmaya çalışsa da o "olmuşken güzelinden olsun oğlum, sonra toparlaması dert oluyor" diye işini sağlama alır. o böylesine bir tempoyla çalışırken eski sınıf arkadaşı hitler ikinci dünya savaşını çıkartır ve "bir tane yahudi görmiycem buralarda" diyerek dünya görüşünü özetler. bu durum wittgenstein için büyük bir problem teşkil eder zira kendisi sonradan caymış olmasına rağmen tüm ailesi yahudidir ve onları kurtarmak da yine ona düşer. ilgili makamlara başvurup ailesi için 'yahudi değildir' belgesi çıkartmaya çalışan ludwig bu uğurda çok gerginlik yaşar, bolca rüşvet verir fakat sonunda bir şekilde amacına ulaşır.

    bu wittgenstein gerçekten ilginç bi adam. sen yaşını başını almış, dünyaca ünlü bir profesör ol, sonra savaş çıkınca "ben hastabakıcı olucam" diye tutturup cepheye git. olacak iş mi? oluyor. bununla kalmayıp cephede kimliğini gizliyor, "dayı sen o meşhur feylozof değil misin" diye soranlara "yok kardeş karıştırdın sen" diye cevap veriyor. savaş sonrası ise bir süre daha cambridge'de takıldıktan sonra "yok hacı bizden geçmiş yaa" diyerek gençlerin önünü açıyor, emekliliğini istiyor bu güzel insan. yine ıssız bir kulübede manyak manyak çalışmalar yaparken kansere yakalanıyor ve 1951 yılında arkasında bıraktığı akımlar ve ilginç hayat hikayesi ile "üstü kalsın" diyerek hayata gözlerini yumuyor.


    (dave87 - 21 Mayıs 2009 00:01)

  • comment image

    bernard russell'in ogrencisi, frege-russell ikilisinin gelistirmeye calistigi dil teoremini alt-ust etmis bir deha, dilbilimi uzmani, muhendis, matematikci, filozof. asil amaci, kusursuz bir dil olusturmaktir, ve dil kurallarini mantik kurallarina gore olusturmaya calisir. ilk doneminde (tractatus-logico-philosophicus) resim dil teorisini gelistirmis, dile ayni bir resme bakar gibi bakmamiz gerektigini soylemistir. kilimin uzerinde kedi yok resmi ile, kilimin uzerinde kopek yok resminin birbirine ne kadar benzedigi gibi cikarimlarla yola cikarak dilin herkez icin tek ve mutlak anlam tasiyan bir forma donusturmeye celismistir. ikinci doneminde (felfesi aratsirmalar - philosophical investigations) oyun-dil teorisini kurarak 180 derece donmustur. halbuki, resim-dil teorisi o donemde cok buyuk hayranlikla karsilanmistir. oyun-dil teorisiyle jacques derrida'ya ozellikle yapi-bozumculugu (deconstructionism) konusunda ornek olmustur. asabi bir karakteri oldugu, gercek bir deha oldugu, keynes'in karisini kurdugu mantiksiz bir cumle yüzünden dövdügü söylenir. kolay anlasilmaz. türkiye'de cok taninmis bir filozof degildir. cogito son sayisini wittgenstein'a adamistir. psikanaliz ve din konusunda, felsefesi yeni boyutlar acmistir...


    (neogramsci - 2 Kasım 2002 23:45)

  • comment image

    "biri kilitli olmayan ama içeri doğru açılan bir kapıyı itmek yerine çekmeyi akıl etmiyorsa, o odada hapistir."

    ...

    "düşünmeyi istemek bir şeydir, düşünmeye yeteneği olmak başka bir şey."


    (mechul muhayyil - 18 Temmuz 2010 13:12)

  • comment image

    "...
    ve güzel, mutlu kılan şeydir.
    ...

    ya mutluyum ya da mutsuz, hepsi bu. şöyle denebilir: iyi ya da kötü yoktur.
    mutlu bir insanın korkması gerekmez. ölüm karşısında bile.
    yalnızca zamanda değil, şimdide yaşayan bir insan mutludur.
    şimdide yaşam için ölüm yoktur.
    ölüm, bir yaşam olayı değildir. o, dünyanın bir olgusu değildir.
    sonsuzluktan anlaşılan sonlu zamansal süre değil, zamansallığın-olmayışıysa, o zaman, eğer şimdide yaşıyorsa bir insanın sonsuz biçimde yaşadığı söylenebilir.
    mutlu biçimde yaşamak için dünyayla uyum içinde olmamız gerekir. ve bu "mutlu olma"nın ifade ettiği şeydir.
    öyleyse deyim yerindeyse bağımlı göründüğüm yabancı istençle uyum içinde olmam. bu, "tanrının istencini yerine getiriyorum" demektir.
    ölüm karşısında korku, yanlış, yani kötü bir yaşamın en iyi göstergesidir.
    vicdanım dengemi bozduğunda, o zaman bir şeyle uyum içinde değilimdir. ama bu nedir? dünya mıdır?
    şunu söylemek kesinlikle doğrudur: vicdan tanrı'nın sesidir.
    örneğin: filanca insanı gücendirdiğimi düşünmek beni mutsuz eder. bu benim vicdanım mıdır?
    şöyle denebilir mi: "ne olursa olsun vicdanına göre davran"?
    mutlu yaşa!"

    ludwig wittgenstein / defterler 1914-1916


    (suyunrengi - 10 Şubat 2012 14:41)

  • comment image

    "dünyanın anlamı, dışındadır. dünyanın içinde her şey nasılsa öyledir, her şey nasıl olup bitiyorsa öyle olup biter, içinde hiçbir değer yoktur; olsaydı bile, hiçbir değer taşımazdı."

    (bkz: tractatus)


    (hanging rock - 16 Ekim 2013 23:40)

  • comment image

    cok nadir insan simdilerde filozof diye gecistirdigimiz adamlarin resmini biliyor.. evet nicenin sakallari bu konuda istisna ama bi bernard russell nasi gozukur mesela bilenimiz var mi ? bachi beethoveni hemen herkes bilir peruklarindan oturu de, debussy nasi tipli bi adamdir bilenimiz var mi? bi insan nasi filozof olur lan? oturup dusunuyorum.. ben burda ekside koca gun bisiler yazsam bana anam da dahil. kalp pcnin basina koca gotlu der.. facebookta aforizma kassam kezban olurum misal.. nasi filozof olur insan?

    cok basit.. ona filozof diyecek insanlar etrafinda varken.. ve nitekim, turk edebiyatina ve felsefesine aykiri bi bicimde avrupa ulema sinifi hep iyi ailelerden gelmis, iyi egitimler gormus ve kendileri gibi meslegi dusunmek olan adamlarla kontamine olmus kisilerden olusur..

    soyadina kurban oldugumun ludwigi de bu konuda bi istisna degil.. tuccar babiskosu ve piyanist anasiyla, berlinlerde egitimler gormus, bernardlarla takilmis, cocuklugundan beri liberalizm ile buyutulmus bi kolej cocugu esasinda ludwig..

    evet ludwig o sevmedigimiz adamlardan.. her seyi duzgun olan.. hep iyi yerlerde takilan.. bi kafka kadar sefil, bi poe kadar marjinal degil.. wittgenstein degil, butun alman fiozoflarini gelmisleri gecmisleriyle, aile hayatlariyla ele almak isterim ki, ayni sokaklari yurumekten onur duydugum bu adamlari daha iyi anlayabileyim..

    wittgenstein bi esya olsaydi sayet, kiraz agacindan yapilma acaip pahali bi piyano olurdu.. freud mesela fil disi bi sus esyasi olurdu.. cunku sert ve radikal.. russel bi hesap makinasi olurdu.. cunku cok pragmatik.. wittgenstein ise, felsefeye onca para pula ragmen dostluk, arkadaslik gibi kelimeleri sokmus bi adam.. kendisi hic bi surette, adini ilk defa onda duyacagimiz kelimelerin adami degil.. buna ragmen, soyledikleri o kadar derin ve o kadar yalin ki, mutlaka ustune dusunuyoruz..

    simdi bi dusunelim wittengsteinin hikayesini inceledikten sonra bu adamin hayatta neyi savundugunu.. wittgenstein belki de, alman felsefe tarihinde pat diye klasifike edemeyeceginiz nadir adamlardandir.. matematikci mi? edebiyatci mi? kelime uzmani mi la bu adam? nedir wittgenstein ? neyi ogutler bize..

    hegelin decartesin kantin dedikleri ortada da, wittgenstein hangi akimin uyesidir? bi lacan midir misal? kelimelerin ustune dusunen, dilin yapayligindan dem vuran bi demogog mudur?

    wittgenstein hic biri degildir.. wittgenstein yeni bi teorem ortaya atmamis, bakin analitik dusunelim, gercekler bunlardir diyerek, mutlak dogrularini ortaya koymamis, hic bir akima uye olmayarak dunyadaki binlerce dusunce turunu incitmemis, sadece ve sadece `dunya resmini yapmaya calismistir..

    bir hoca olmasina ragmen, ogretici degil, anlamaya calisan bi ogrencidir esasinda wittgenstein.. nitekim onu sevenler de naif karakterli insanlardir.. ustune konusulmali, gercekler cat cat soylenmeli diyen didaktiklerin yaninda, konusun ki biz analiz edelim diyen derin analizcilerin yaninda, wittgenstein eger konusamiyosaniz susun demistir..

    sadece soylemek ve dusunmek uzerine kurulu bi hayattan ibaret olan bi filozofun, ustune konusamadiginizda susun diyebilmesi bile onun bizim kafamizda ulema sinifina ait olmadiginin kaniti.. oysa biz biliriz ki, halkin en ust kismi hep halk icin karar vermekle hukumlu hisseder kendini..

    dunyanin sonunun geldigini ve bunu degistirmenin de kendi ellerinde oldugunu dusunen 1900 dusunurleri, sert ve sivri gerceklerini sik gibi ortaya koyarken, wittgenstein tractusu bastirmistir sadece..

    wittgenstein, ustune konusulmasi degil, gozlemleri okunmasi gerekli bi dusunurdur.. bir ogrencidir.. ve hayatim boyunca olmak istedigim yegane seydir.. bir aristokrattir..

    bugun wittgensteinin yurudugu sokaklarda yuruyebildigim icin, tractusun en eski basimini bulup elimde tutabildigim icin, butun bu tasakli adamlarin dunyasindan bi nefes alabildigim icin sukrediyorum.. bir muhendis olan wittgenstein, gozumde alayli bi oyuncu gibidir.. butuuun o egitimini almis metod oyuncularindan daha kiymetlidir..


    (semrin - 17 Nisan 2014 04:17)

  • comment image

    bartleby ve şürekası'na çokça misafir olmuş feylezof.

    onu sevmek için elli neden:

    --- spoiler ---
    kaynak

    1) çünkü dikiş tutturamamış aristokrat rolünü benimsemişti.
    2) çünkü hiçbir zaman heidegger gibi “heil hitler” yazmamış, sartre’ın yaptığı gibi komünist partisi’nin kuyruğuna yapışmamıştı.
    3) çünkü dostluğa inanıyordu. bir dost, diyordu, anlamsızlık alanında birlikte kilometrelerce yol alabileceğiniz biridir.
    4) çünkü, kendinden nefret etmenin sıkıntılı ve başarısızlığa yargılı peygamberi otto weininger’in hayaleti, yaşamının sonuna kadar ona eşlik etti.
    5) çünkü onu avrupa’nın en zengin insanlarından biri yapan aile mirasını geri çevirdi.
    6) çünkü yaşamının son yıllarında öğrencilerine pek ender olarak verdiği ahlak derslerinden biri şuydu: “insan, kafasının içini boş şeylerle doldurmamalı.”
    7) çünkü birinin çıkıp, entelektüel dünyanın augias ahırlarını temizlemesi gerekiyordu. wittgenstein, bu işi yapmak için kendisinin seçilmiş olmasına her zaman şaşırmıştı.
    8) çünkü bertrand russell ona, bir dünya barış ve özgürlük örgütü kuracağını haber verdiğinde, wittgenstein bıyık altında gülmüştü. “öyle sanıyorum ki, demişti bunun üzerine russel, siz kendi adınıza bir dünya savaş ve kölelik örgütü kurmayı yeğlerdiniz.” wittgenstein bu düşünceye ateşli bir biçimde katılmıştı: “evet, ben daha çok böyle bir örgütü yeğlerdim!”
    9) çünkü felsefenin hiçbir düşünce toplumunun yurttaşı olmadığını ileri sürüyordu. hatta wittgenstein’ı filozof yapan, bu köktenci tuhaflığıydı.
    10) çünkü tractatus logico-philosophicus’u yayımlayan editöre, okuduklarından hiçbir şey anlamayacak olan okurun kinini kusabilmesi için, kitabın sonuna on-on iki boş sayfa eklemesini önermişti. ayrıca yıldız falına inananların, yıldızların kendisi hakkında ne söylediğini öğrenmelerini sağlamak için, kitabın kapağına doğum tarihinin ve saatinin konmasını da istemişti…
    11) çünkü onun ülküsü, bir dilbilgisi damlasının içinde bir felsefe bulutu yoğunlaştırmaktı.
    12) çünkü kendi kendine sürekli şu soruyu soruyordu: yalnızca belli bir yeteneği varsa ve bu yetenek de yok olmaya başlamışsa, insan ne yapabilir? en iyisi, bu yetenekle birlikte yok olmak değil mi?
    13) çünkü prostat kanserine yakalandığını öğrendiğinde, üzüldüğü şeyin bu tanı değil de, doktorunun ona, bu hastalığın kesin olarak tedavi edilebileceğini söylemiş olmasıydı. “yaşamayı sürdürmeye hiç de hevesli değilim,” cevabını yapıştırmıştı ona.
    14) çünkü şöyle diyordu: “benim düşüncelerim, ingiliz garlarında bilet gişelerinin üzerine yapıştırılan şu afişe benzer: “bu yolculuğu ille de yapmanız gerekiyor mu?” bunu okuyan birinden şöyle bir cevap beklenebilir: “ikinci kez düşünecek olursam, hayır.”
    15) çünkü yaşamı boyunca hiç kravat takmamıştı.
    16) çünkü atom bombasını acı fakat sağaltıcı bir ilaç olarak görüyordu.
    17) çünkü schopenhauer’a sadık kalarak, çocuk yapmanın suç olduğunu düşünüyordu ve kendisine tutkun bir genç kıza bir gün, bunun gerçekte bu sefil dünyaya yalnızca bir varlık daha bırakmaktan başka bir işe yaramayacağını söylemişti. ayrıca, insanların bu dünyada çok uzun süre yaşadıklarını düşünüyordu.
    18) çok günah işlediğinin ve bu günahların hiçbir şekilde bağışlanmayacağının bilincindeydi. onun gözünde tanrı acımasız bir yargıçtı; tanrı’yı başka türlü düşünemiyordu.
    19) çünkü her türlü felsefi kanıt getirmenin sıradan bir edim olduğunu düşünüyordu. russell’a itirafta bulunarak, bir çiçeği çamurlu elleriyle kirletmek istemediğini söylemişti.
    20) çünkü kendine şu soruyu soruyordu: “şimdi, geçmiş olduğu zaman nereye gidiyor ve geçmiş nerede?” işte, diyordu, felsefede insanın başına en çok dert açan sorulardan biri.
    21) çünkü wittgenstein ile thelonious monk arasında tuhaf yakınlıklar var. ona da, monk’a da öykünmeye olanak yok – ikisi de çok karmaşık, çok kendine özgü. ikisi de sessizliğin müzikçisi.
    22) çünkü ıngeborg bachmann, doktora tezini onun üzerine hazırladı.
    23) çünkü ısabelle huppert, werner schroeter’in malina başlıklı filminde, wittgenstein’ı konu alan bir ders veriyor.
    24) çünkü michael haneke’nin bir rastlantının zamandiziminden 71 parça başlıklı filmi, doğrudan onun felsefesinden, ingiliz derek jarman’ın wittgenstein filmi de onun özyaşamöyküsünden esinleniyor.
    25) çünkü freud’u yalnızca bakış açımızı değiştiren biri olarak değil, yeni bir bakış açısı yaratan, modernliğin en büyük estetik tanrılarından biri olarak görüyordu.
    26) çünkü felsefe alanında yarışı kazanan, diyordu, en yavaş koşmasını becerebilen kişidir. ya da: varış noktasına en son ulaşan kişidir. “filozofların,” diye yazıyordu, “birbirlerini şöyle selamlamaları gerekir: ‘ağırdan al!’ ”
    27) çünkü, neden felsefe yaptığı sorulduğunda, felsefe yapmanın hiçbir işe yaramadığını, ayrıca, bunu yapmakla insanın kendisinden başka kimseye zarar vermediğini, söylüyordu.
    28) çünkü vazgeçiş okulu’nun bir başka schopenhauerci yandaşı olan ve gelip geçenlere cehennemin yolunu soran, ayrıca kendi kendini aldatmaktan korktuğu için itiraflarını yakan louise brooks’la aynı ailedendi.
    30) çünkü kötü haberleri her zaman iyi haberlere yeğ tutuyordu –karanlık önsezileri böylelikle doğrulanmış oluyordu– ve gottfried keller’in şu cümlesi, en sevdiği alıntılar arasındaydı: “her şey yolunda gidiyorsa, bunun böyle olması için hiçbir neden olmadığını unutma.”
    31) çünkü verdiği unutulmaz konferanslardan birinde, karl popper’ı uzun bir maşayla tehdit etmişti.
    32) çünkü o olmasaydı, wittgenstein’ın yeğeni’ni, thomas bernhard’ın o başyapıtını tanımamış olacaktık. 33) çünkü ünlü mind dergisinde çıkan felsefe yazılarını okumanın saçma olacağını, street and smith’in yayımladığı polis romanlarının bu konuda çok daha doyurucu olduğunu ileri sürüyordu.
    34) çünkü en beğendiği deyişlerden biri şuydu: “o lânet olası şeyi rahat bırak!”; bu deyişi fiyakalı bir abartıyla söylüyordu ve bu sözler yaklaşık olarak, şeylerin olduğu biçimiyle iyi oldukları, bir şeyleri değiştirmeye özellikle kalkışılmaması gerektiği anlamına geliyordu.
    35) çünkü, üniversitede dersini bitirir bitirmez, en yakındaki sinemaya koşup bir western ya da müzikli komedi izliyordu. her zaman da en ön sıraya oturuyordu.
    36) çünkü felsefe üzerinde çalışmanın, insanın öncelikle kendi üzerinde çalışması anlamına geldiğinin bilincindeydi. insan hangi noktaya erişmişse, ancak o düzeyde yazabilir.
    37) çünkü çevresine şunu salık veriyordu: “bir başkasının derinlikleriyle sakın oynama!”
    38) çünkü şöyle diyordu: “avaz avaz saçmalamak seni özellikle utandırmasın! dikkat edeceğin tek şey, kendi ağzından çıkan saçmalıklar olmalı!”
    39) çünkü üniversitede yapılan felsefe eğitimini hor görüyor ve orada “dürüst bir çalışma yapılabilmesinin mucize olduğunu” söylüyordu.
    40) çünkü söylemlerindeki göz boyama oyununa direnmekte uzmandı. diogenes, soytarıların dilini kullanarak filozofların dilini çürütmüştü; wittgenstein da bizim felsefi şişinmelerimizin altına yerleştirdiği odunları tutuşturdu.
    41) çünkü insanın anlamasına olanak bulunmayan şeyleri anladığını sanmasına yol açan felsefi basitleştirmelerden iğreniyordu.
    42) çünkü elli yaşını geçtiği halde, gençlerle korkunç karmaşık aşk ilişkileri yaşayabiliyordu. 43) çünkü kendi yaşamını düşünmenin ya da düşünmeye çalışmanın, mantık problemlerini çözmekten hem daha zor, hem daha dürüst bir davranış olduğu kanısındaydı. “bir insan bile olamadıktan sonra, mantıkçı olmak neye yarar?” diyordu kendi kendine.
    44) çünkü başarısız bir keşişti – bu özelliği, yaşamöyküsünü en iyi yazan kişinin gözünden de kaçmamıştı … monk’un adına yazgılı bir keşiş.
    45) çünkü gilles deleuze’ün öfkelenip başkalaşmasına, savcıya dönüşerek onu felsefeyi katletmekle suçlamasına yol açmıştı.
    46) çünkü birinci dünya savaşı sırasında en tehlikeli görevlere gönüllü olarak katılmıştı. korkunun, dünya üzerindeki varlığımız hakkında yanlış düşünmemizden kaynaklandığı inancındaydı. siperlerde tolstoy’u, schopenhauer’ı ve nietzsche’yi okuyordu.
    47) çünkü filozofların sorunlarını, onların düşündüğünden daha çılgın şeyler düşünerek çözebileceğimizi söylüyordu.
    48) çünkü, pozitivizmin en köktenci yuvası olan viyana çevresi’ne bir konferans vermek üzere çağrıldığında, dinleyicilere rabindranath tagore’dan mistik şiirler okumayı yeğlemişti. 49) çünkü ün peşinde koşma özleminin, düşüncenin ölümü olduğu kanısındaydı.
    50) çünkü norveç’te tek başına iki yıl yaşama kararından sonra onu caydırmaya çalışan russell’a, akıllı insanlarla konuşarak akıl fuhuşu yaptığı karşılığını vermişti. “orada karanlıklar içinde kalacağını söyledim,” diye anlatıyor russell, “o da bana ışıktan nefret ettiğini söyledi. bunun üzerine, ona deli olduğunu söyledim, o da bana: ‘tanrı beni zihin sağlığından korusun!’ diyerek karşılık verdi.” wittgenstein, bütünüyle işte bu sözlerdedir.
    ---
    spoiler ---


    (ekimekinoks - 7 Temmuz 2014 14:17)

  • comment image

    'sevilmeye; hayran olunmamaya çalış'

    oruç aruoba'nın 'ile'sinde doya doya açıkladığı deyim. şöyle ki;

    'hayranlık' zavallı bir şeydir- çarpık birşey: çoğunluka, 'hayran' olunan , sahte bir büyüklük görünümü içindedir; 'hayran' olan da, yanlış bir küçüklük duygusu içinde...


    (png - 19 Haziran 2004 01:48)

  • comment image

    wittgenstein'in 1929'dan 1951 yılında ölümüne değin yazdığı ancak ancak yayınlamadığı notları, düşünceleri ilk kez 1977 yılında kitaplaştırılmıştır. bu kitap 1999 yılında altikirkbes yayınevinden oruc aruoba çevirisi ve almanca asılları birlikte yan değiniler adı ile yayınlandı.
    "bir insan kilitli olmayan, ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir."


    (ile - 19 Ocak 2002 01:32)

  • comment image

    felsefeciliginin yaninda insa ettigi evler, bahcelerle de un yapmis, felsefi dusuncesini mimari alana yansitmayi basarmis, 20 yuzyil'in en onemli filozofu* (aslinda filozoflarindan biri demem lazim, bir derrida, foucoult'u ya da -her ne kadar biraz medyatik olsa da- baudrillard'i unutmuyorum. ama wittgenstein'in kant'dan* bu yana gelen felsefeciler arasinda en etkililerinden biri olduguna inananlarda yok degil). su sozu konumunu belirtmesi acisindan gayet onemlidir: "philosophy is not a theory but an activity."

    cambridge'de okurken 20. yuzyilin diger bir onemli felsefeci ve matematikcilerinden olan bertrand russell'in ogrencisi ve ayni zamanda arkadasi olmustur. "bu odada su aygiri vardir" gibi, felsefe dunyasinin en ilginc konusmalarini iceren diyaloglar yapmislardir beraber. unutmadan, kendi fikirlerini olusturmasinda russell 'in yaninda, arthur schopenhauer ve gottlob frege'de onemli rol oynamistir.

    kendisi de ders vermistir akademide ve hatta ogrencileri uzerinde cok buyuk bir etkisi olmustur. oyleki wittgenstein'in etkisiyle akademiyi terk edip basit bir isci olarak calisan ogrencileri bile olmustur (bu iyi midir kotu mudur tartisilir tabii, felsefeci olmayi duslerken fabrika iscisi olmak pek bir kimsenin hayali degildir herhalde). bu konuda wittgenstein'in akademik sistem hakkindaki gorusleri cok onemli bir rol oynamistir. hatta kendisinin akademiyi bitirme hikayesi de ilginctir, cunku akademiyi bitirmeden kendini, russell'in karsi cikmasina ragmen, norvec'in fyordlarina atmistir. norvec'in ormanlik, oksijeni bol yuksek daglarinda, tek basina klubesinde gecirdigi bu donemde, mantigin temelleri hakkinda, tractatus'un oncul'u sayilabilecek logik isimli bir kitap yazmistir. daha sonra kendisini ziyaret eden baska bir akademi hocasi arkadasi wittgenstein'in notlarini okuyup etkilenince, akademiye donup bitirmesini soylemistir. o da bu notlari bitirme tezi olarak sunmus ama kendisinden yazimi, referanslari vs her seyi ile klasik anlamda tez bekleyen akademi uyeleri diplomayi vermek istemeyince "bu notlari klasik anlamda referans gostererek olusturmadigimi, benim kendi dusuncelerimin somutlasmis hali oldugunu ve boyle bir seye referans gosterebilmemin de imkansiz oldugunu biliyorsunuz. eger benim yazdiklarim, fikirlerim sizin bana diploma vermenize yeterli olmuyorsa sizin bana vereceginiz diplomaya da ihtiyacim yoktur". diyerek bayagi sert tepki gostermistir. hatta bu yuzden akademiye donebilmesi icin araci olan arkadasi ile arasi bile acilmistir. yillar sonra cambridge'de ders vermek icin ingiltere'ye dondugunde doktora diplomasini alabilmek icin tractatus'u tez olarak sunmustur. tez savunmasi esnasinda, eseri inceleyen russell ve moore'a* "uzulmeyin, asla anlayamayacaginizi biliyorum" demistir.

    zengin bir aileden gelmesine ragmen bu maddi zenginlik onun icin hic bir sey ifade etmemistir, zaten babasindan kalanlari da cabucak ona buna dagitmistir (bir felsefeciden de baska bir sey beklemek biraz sacma aslinda). hayat hikayesini okuyunca gozunuze ilk takilan nokta gercekten inandigi, dogru bildigi gibi yasayan bir insan oldugu. etik alanina bagliligi yasaminin her alaninda kendisini gostermistir nerdeyse:

    birinci dunya savasinda esir dustugunde, kendisinin serbest birakilmasi icin araya giren arkadaslari ve ailesinin cabalarini, hala esir olan silah arkadaslarina ihanet etmemek icin reddetmesi, yillar sonra ders verdigi koye donup, ogretmen oldugu donemlerde payladigi ogrencilerinden ozur dilemesi, akademik hayatin gosterisliligini reddedip basit ama onurlu bir hayati secmesi gibi ornekler, nasil bir insan oldugu konusunda biraz fikir verir sanirim. (aslinda hayatindaki bazi secimlere bakinca biraz mazosist bir karakteri oldugu sonucu cikarmiyor da degilim acikcasi). ama olum dosegindeyken soyledigi son soz uzerinde dusunmeye deger: "tell them, i've had a wonderful life."

    hayatindayken basilan ilk ve tek eseri olan tractatus logico philosophicus 20. yuzyilin en dikkate deger eserlerinden biridir (akademiyi bitirme projem olarak "alternatif, interactive versiyonunu yapicam" diye koru korune icine atlayip, daha sonra da icinden cikamayip agzima s*can bir kitap olmasi da ayri bir konu ya neyse).

    bu kadar ilginc bir filozof'un yasarken sadece tek bir eser vermesi ilginc. [edit: tractatus'un yaninda, hayatteyken basilan ikinci bir eseri daha vardir aslinda; avusturya'nin koylerinde ilkokul ogretmenligi yaptigi donemde yazdigi bir "telaffuz ve imla kilavuzu" kitabi!..] philosophical investigations'da var ama o olumunden sonra basilmis bir eser. tabii ardinda biraktigi ve cengaver bir felsefecinin cikip derleyip toparlamasi lazim gelen bir suru notu olmasi da cabasi.


    (mistaken identity - 3 Mayıs 2005 02:06)

  • comment image

    lisede hocamız anlatmıştı
    wittgenstein ile hitler aynı okuldalarmış hatta aynı sınıftalarmış aralarında başlangıçta iki sınıf varmış ancak hitler bir sene sınıfta kaldığından bizim ki de zeki olması sebebiyle bir ust sınıfa çıkması sonucu aynı sınıfa düşmüşler.
    bununla da bitmiyor hikayenın turk filmi gibi olan kısmı şimdi başlıor
    bi gun ikisi de aynı kıza sevdalanmışlar ve bunun için kavga etmişler ve yahudi wittgenstein hitleri tokat manyağı etmiş
    ve deniyormuş ki hitlerin yahudi duüşmanlığının tohumları burada atılmış.
    ispatlamak için bize sınıfça çekilmiş bir fotolarını getireceğini soylemişti ama yalan oldu
    belki de bızım dersi dinlememiz için uydurduğu bir kolpaydı

    edit:1 senenin ardındanmin el garaib fotoyu bulmuş

    ayrıca ilk başta aynı sınıftalarmış ardından biri kalıp biri atlayınca ayrılmışlar

    edit: verdiğim linkler sanırım telif hakkı dolayısıyla ürekli ölüyor.
    google images da "wittgenstein realschule" aramayı deneyin


    (kolpazan - 14 Ağustos 2005 14:34)

Yorum Kaynak Link : ludwig wittgenstein