Süre                : 1 Saat 20 dakika
Çıkış Tarihi     : 12 Mart 1937 Cuma, Yapım Yılı : 1937
Türü                : Macera,Drama,Aile
Taglar             : Çıplak göğüslü erkek,Fil,bir fil sürme,fil ustası,eğitimli fil
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  London Film Productions
Yönetmen       : Robert J. Flaherty (IMDB)(ekşi), Zoltan Korda (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Rudyard Kipling (IMDB)(ekşi),John Collier (IMDB)(ekşi),Ákos Tolnay (IMDB),Marcia De Silva (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Sabu (IMDB)(ekşi), Wilfrid Hyde-White (IMDB)(ekşi)

Elephant Boy (~ Der Elefantenjunge) ' Filminin Konusu :
Elephant Boy is a movie starring Sabu, W.E. Holloway, and Walter Hudd. This black and white movie is based on Rudyard Kipling's "Toomai, of the Elephants", in which a small native lad claims he knows the congregating place of the...

Ödüller      :

Venedik Film Festivali:Popular Culture Ministry Cup-Best Foreign Director


  • "gus van sant'ın michael haneke'lik denemesi.*"
  • "bir gus van sant filmi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    damien rice'in 9 albümünün 3.parçasidir:

    this has got to die
    this has got to stop
    this has got to lie down
    someone else on top

    you can keep me pinned
    it's easier to tease
    but you can't paint an elephant
    quite as good as she

    and she may cry like a baby
    and she may drive me crazy
    'cause i am lately lonely

    so why d'you have to lie?
    i take it i'm your crutch
    the pillow in your pillow case
    it's easier to touch

    and when you think you've sinned
    do you fall upon your knees?
    and do you sit within your picture?
    do you still forget the breeze?

    and she may rise, if i sing you down
    and she may wisely cling to the ground
    cause i'm lately horny
    so why would she take me horny?

    what's the point of this song? or even singing?
    you've already gone, why am i clinging?
    well i could throw it out, and i could live without
    and i could do it all for you
    i could be strong
    tell me if you want me to lie
    'cause this has got to die

    this has got to stop
    this has got to lie down, down
    with someone else on top

    you can both keep me pinned
    'cause it's easier to tease
    but you can't make me happy
    quite as good as me

    well you know that's a lie


    (replanigre - 9 Kasım 2006 04:51)

  • comment image

    iyi film. muhalefet olmak icin soylemiyorum, cidden iyi film. nedenlerine gelince;
    siddetin artik rahatsiz edici derecede kaniksandigi gunumuzde, filmdeki her silah patlamasi insanin irkilmesine sebep oluyor oncelikle. surada bes kisi oldu, burada bilmem kac kisi katledildi denildigi zaman cok da fazla etkilenemiyoruz artik, rahmetliler sayidan oteye gecemiyorlar ne yazik ki.

    geyik, bos, ve uzun oldugu soylenen sekanslar da hayatimiz iste. o kadar gercek ki;gunlerimiz o kadar bos geciyor bazen. kursunlarin izleyiciyi de vurmasinin sebebi bu bence. beklemiyorsunuz cunku, tahmin etseniz bile kondurmuyorsunuz.

    --- spoiler ---

    hele benny'nin geldigi sahne; o kadar alismisiz ki klasik filmlerden birilerinin gelip kotu adamlari etkisiz hale getirmesini, umutsuzca bekliyoruz benny'nin o iki zibidiyi haklamasini. ama pat diye gidiveriyor benny de. cunku gercek yasamda da boyle olurdu. benny, ahmet, mehmet olup giderdi oracikta...

    ---
    spoiler ---

    "ben iyi vakit gecirmek istiyorum arkadas, zaten gercek hayatin icindeyim sinemada da ayni seyi istemiyorum" diyenlerdenseniz sevmezsiniz, yoksa sevilmemesi bence imkansiz...


    (zipzip - 7 Haziran 2010 22:52)

  • comment image

    çeşitli kurgu trükleriyle yükselttiği tansiyona bel bağlayan; klasik müzik dinleyen/çalan, naziler gibi sofistike, görünürde hiçbir derdi olmayan ve first person shooter oynay-an/acak gençler üzerinden yaptığı kolaycı çıkarımlarla olay anlatan alabildiğine kötü bir film. gus van sant there is an elephant sitting in the living room diyormuş bu filmle. valla lindsay anderson uzun zaman önce çok daha iyisini yaptı, bu filmse birkaç yıl sonra kimsenin umurunda olmayacak gibi geliyor bana, yoksa şüphen mi var.


    (shocktheworld - 12 Eylül 2010 17:02)

  • comment image

    final doneminde yarina teslim edilecek odev varken izlenmeye degmeyecek bir film. butun gunumu ofiste sirf zevkine columbine ustune bos bos arastirma yaparak gecirdim, aksam olunca da evde, "dur yemek yerken bir videolara goz atayim, sonra zaten odeve baslayacagim" dedim, sonra elephant'i izlemedigimi hatirladim, cannes'di, van sant'ti derken "bir dakika ya, bence izleyeyim, super diyorlardi, cok uzun da degildir, sonra bir kahve icer baslarim makaleye" dedim (o ne ya paso kendi kendime konusuyorum boyle korkarim). 10 dakika once film bitti, kahveyi aldim ama makaleye baslamak yerine burda yorum yazisi yaziyorum.*

    entry'nin basi ne diyordu sonu nereye geldi yahu. ana fikrimle ilgili daha alakali bir baslik icin (bkz: ders calismamak icin yapilan anlamsiz hareketler)

    asil anlatilmak istenen: columbine'la benim gibi cok ilgiliyseniz izleyin ama birebirlik yok, oyunculuklar amatorlukten ve dusuk butceden oturu cok kotu, tabi ki bir sanat filminin gerektirdigi gibi bos bos yurumeler, bakismalar, az sayida diyalog mevcut, alegorik hareketler seziyorsunuz, falan filan. yani oyle kalburustu entel tipler gibi sanat filmi vs izleyemedigim icin de begenmemis olabilirim kisacasi. gay'lik meselesi de gus van sant amcamizin "gay'leri de katacagim isin icine yoksa ben yokum" demesinden ileri gelmis gibi, cok egreti duruyordu bence, zaten yine asil kahramanlar dylan ve eric'in gay olduguna dair bir bilgi bulunmamakta. aksine dylan ask acisindan depresyona girmis, dunyaya kusmus ve sinirini columbine'dakiler cikarmis, gunlugunden anlasilan bu.

    sonuc: adindan, posterinden, yonetmeninden nasil bir sey cikacagini tahmin etmek cok da zor degil. tarzinizsa seversiniz, degilse vakit kaybi.


    (la celestina - 18 Ocak 2011 22:35)

  • comment image

    kabul ediyorum, zor bir film.

    ama ben beğendim. okurken şu çalarsa güzel olur bence.

    neden beğendim?

    1- karakterlerle birlikte yürümek, dünyayı, çevreyi onların gördüğü açıdan görmek ilk sahnelerde sıkıcı gelmişti ama sonradan ilgi çekici bir hâl almaya başladı ve sevdim. aynı sahnedeki 3 karakterin gözünden, o sahneyi 3 kez izliyorsunuz. (neyse ki 13 kişi yok tabi evet.)

    2- güzel dokundurmalar vardı filmde, bunlara spoiler kısmında değinmeyi düşünüyorum. ufak ufak göndermeleri ve yakalaması hoş detayları sevdiğim için, onları da sevdim.

    3- karakterlerin gerçekçiliğini sevdim, yemek yedikten sonra kusmaya giden kızlar, bu kızların kendi aralarında yaptığı dedikodular, asosyal ve "inek" bir başka kız, fotoğraf meraklısı bir çocuk (ki çok yakışıklıydı bu), okulun popüler çifti, sınıfta kendisiyle dalga geçilen, cezalandırılan ve itilen bir çocuk...ve tabi ki hiç sevilmeyen bir müdür.

    4- eş zamanlı filmleri seviyorum. 24 dizisi gibi mesela. o yüzden eş zamanlı rehin alma ya da yolculuk filmlerine bayılıyorum. her şeyin birkaç saat içinda ya da bir günde yaşanıp bittiği filmlere.

    5- film izlerken şaşırmayı seviyorum.

    6- gus van sant'ı seviyorum.

    7- biraz daha düşünsem bulabileceğim diğer sebepler.*

    --- spoiler ---

    film sıradan bir okul gününde geçiyor. klasik karakterler, yukarda bahsettiğim gibi, her okulda, lisede görülebilecek tipler. bu tiplerin omzunun arkasından, onlarla birlikte yürüyorsunuz, hayatlarına giriyorsunuz, nefes alış verişlerini bile dinliyor, beraber sağa sola bakıyor, köpek seviyor, bir kıza el sallıyor ya da bir çocuğa laf atıyorsunuz.

    2 asosyal tip, kendilerine silah bulup, ufak çaplı bir cephanelikle okulu basana kadar her şey normal ve sıkıcı. sıkıcı olduğu için normal, normal olduğu için sıkıcı. hatta 81 dakikalık filmin ilk 45-50 dakikası bu monotonlukta gidiyor diyebilirim. fakat sonradan öyle bir adrenalin yükleniyor ki bünyeye, 2 çocuk silahları arabanın bagajına atıp da okula doğru yola koyulurken, yolda ilerleyen arabanın içinde 1-2 dakika boyunca siz de yer alıyorsunuz. sanki arka koltukta oturuyormuşsunuz da birazdan olacaklara suç ortağı olacakmışsınız gibi. amaç buysa, başarılmış. elime bi 2.23 alıp arabadan indikten sonra önüme gelene ateş etmeye başlayabilirdim neredeyse.

    tamamını anlatmiyim, bulup izleyin ama en sevdiğim 2-3 sahneyi yazmam lâzım:

    -okulda katliam gerçekleştiren 2 çocuktan biri çok güzel piyano çalıyor. hatta katliam için evden çıkmadan önce piyanoda für elise'i çalıyor, gayet de başarılı, bu sırada evdeki diğer eleman bilgisayarda insanları öldürebileceği bir oyun oynuyor. aradaki tezat çok hoştu.

    -karakterlerden biri, john, okul bahçesinde dolaşırken, karşısına çıkan köpekle oynuyor, köpeğin sıçraması ve havada dönmesinin yavaş çekimde gösterilmesine nedense bayıldım. hani bazı ân'lar vardır, gerçek hayatta da slow motion yaşansın istersiniz, öyle bir ân'dı o. güzel olmuş.

    -kızların kendi aralarında yaptıkları sohbette, "kızım, kendine sevgili yaptın, artık bizle çıkmaz, dolaşmaz oldun." şeklindeki muhabbet son derece gerçekçiydi, kızların sonuna üzüldüm tabi ama gerçekçi yapan bu işte, az önce birlikte dolandığınız insanların ölmesi.

    -fotoğraf çeken çocuğun*, katillerin de fotoğrafını, henüz onlar ilk cinayetlerini işlemeden 2-3 saniye önce çekmesi de güzel bir detaydı.

    -filmin en baba sahnelerinden biri, silahlı çocukların evden çıkmadan hemen önce birlikte duşa girmesi ve aralarında geçen şu diyalog:

    -bugün ölüyoruz.
    -evet ve ben daha kimseyle öpüşmedim bile.
    (bu diyalog sonrasında birbirlerini öpmeye başlamaları.)

    -bi diğer detay, karakterlerden birinin, okuldaki gay-heteroseksüel toplantıya katılması ve orada yapılan sohbetti. sohbetin konusu: "birinin "gay" olduğunu sokakta, dışarda, sosyal hayatta nasıl anlarız?" yok efendim, gökkuşağı kolyelerinden, yok efendim pembe giymelerinden ya da cinsel tercihini belirten bilezikler takmalarından. sonuçta, bunların hiçbirinin kişi hakkında bilgi veremeyeceğine varıyorlar. bir önceki paragrafta anlattığım sahneyle birleştirince, enteresan bi nöron uyuşması oluyor di mi? ilginç.

    -filmin sevmediğim kısımları, hitler'in gözümüze çok fazla sokulması, çocukların komandolar gibi okula gitmelerine rağmen hiç dikkat çekmemeleri* ve katliamın başlamasından sonra ağır ağır hareket eden ve tuhaf biçimde sakin kalan çocuklardı.

    -sonuçta, karakterlerimiz okulu basıyor, önlerine çıkanı keklik avlar gibi avlıyor, müdür dâhil. hatta elemanlardan biri, en sonunda diğerini de vuruyor. o kadar rahat ki, sanki bilgisayarda oyun oynarken, sanal karakterlerin beynini patlatıyor gibi. o kadar rahat ki.

    -en son sahnedeyse, okulun en popüler çiftini dondurucuda kıstırıyor ve üzerlerine silahı doğrultup tekerleme söylemeye başlıyor. belli ki onları da öldürecek, kamera göğü gösteriyor ve sen silahın patlamasını bekliyosun, bekliyosun...bekliyosun.

    o silah senin üstüne doğrultulmuş gibi, omuzlarını kaldırıyor, yüzünü buruşturuyor ve başını hafiften sağa-sola doğru çekiyorsun, sanki o kurşun az sonra sana girecek gibi.

    -bütün okulu mermi manyağı yapan çocuğun, "yılın en adi ve en adil günü oluyor." demesiyse, korkunç.

    ---
    spoiler ---

    hissettirmek istediğini çarpıcı biçimde veren, güzel bir film.

    not: ha bu arada, benim için ödüllerin önemi yok fakat belirtmek gerek tabi, film 2003 cannes film festivali altın palmiye ödüllü.


    (kirlikedi - 16 Mart 2011 00:10)

  • comment image

    nedenini tam olarak açıklayamacağım şekilde etkilendiğim, izledikten saatler sonra dahi normal hayata geri dönmekte zorlandığım, yıllar boyu belleğimde yer eden filmlerden biridir elephant. bence gerçek bir sanat eseridir. hayatta herhangi bir şeye anlam yükleme, tutunma ve gerçekliği algılama konusunda problem yaşayan karakterlerin varlığı - tıpkı bu filmi saçma ve sıkıcı bulanların sayıca çokluğu gibi- bir tesadüf değildir.
    bu filmi durağan ve sıkıcı bulmakla beraber olayı merak edenler için bowling for columbine daha doğru bir seçim olacaktır.


    (evaluna - 24 Nisan 2011 23:54)

  • comment image

    bir filmi açıp karşısına kurulduktan sonra onun izlemeye değer olup olmadığı anlaşılana kadar epeyi zaman geçiyor. insan başlangıcı beğenmese de genelde hemen hüküm verip kapatmaya değil, filme şans tanımaya yöneliyor. bir süre sonra da iyice sıkılsa bile “o kadar zaman harcadık, bari boşa gitmiş olmasın” diyerek yarım bırakmaktansa sonunu getirmeye çalışıyor. işte, yetmiş sekiz dakika uzunluğundaki bitmek bilmez bir filmi böyle böyle izlemiş olduk. madem izledik iki çift de laf edelim:

    bak beyim, elephant’ın son on dakikasını izlemek tam anlamıyla bir zulüm. ve filmin esas sıkıcı kısmı ilk altmış sekiz dakikalık bölüm. düşün artık. aslında böyle filmlerde adet olduğu üzere sikindirik bir aşk veya dostluk hikayesi ekleştirilmemiş olması ya da içindeki potansiyeli fark edip son anda ortaya çıkarak üç beş öğrencinin hayatını kurtaran lakin kendisi ölümden kurtulamayan bir kahramanın dramına maruz kalmamış olmamız gibi olumlu yönleri var. bu saçmalıklar yerine sıradan öğrencilerin alışverişe gitme planları, birbirlerini çekiştirmeleri, fotoğraf merakları ya da top oyunları gibi kendileri kadar sıradan aktiviteleri sade ve gerçekçi bir şekilde anlatılmış. ama insanların dakikalarca koridorlarda, bahçede, sağda solda yürümelerine arkadan eşlik etmek tahammül sınırlarını zorlamaya başlıyor bir yerden sonra. akıcılık sıfıra yakın. diğer yönlerden ne kadar başarılı olursa olsun sıkıcılığı aşamayan bir film sinemayı eğlenmek için takip eden kimselerin gözünde kötü film olmaktan kurtulamaz.
    trajik bir olayı anlatmaya, kitleleri uyarmaya, mesaj vermeye çabalıyorsan ortaya koyduğun eser sayıları devede kulak denebilecek yüksek entelektüel sinema ulemasının dışındakilere de bir şeyler ifade etmelidir. yoksa ben, ömründe bir filmi yarıda bırakmamış yaşar usta, çıkartır atarım dvd’yi, dönüp arkama bakmam bile!


    (jvvd - 5 Eylül 2011 02:47)

  • comment image

    geçen gün uzun bi yolu yürürken, bi ara ayakkabılarıma baktım. gri ve küt bir ayakkabı. fil ayaklarına benzettim. tam o anda feels like we only go backwards bitmiş, artık biraz daha hızlanabileceğimi düşünürken elephant başlamıştı. * he feels like an elephant shaking his big grey trunk for the hell of it. he knows that you're dreaming about being over him. doğal olarak adımlarım daha sağlam ve hızlıydı. tame impala'nın lonerism'indeki en başarılı şarkılardan.

    he pulled the mirrors off his cadillac
    'cause he doesn't like it looking like he looks back
    he talks like his opinion is a simple fact

    somebody grabbed his collar
    he cried the whole way home
    he won't remember a thing 'til they start again

    that's how it is 'til the end
    yeah


    (mrmojorisin - 10 Kasım 2012 16:00)

  • comment image

    van sant'in bu eseri aslında ne bir dramdır, ne de bir belgeseldir. arada kalmıstır tür olarak ve bunda yönetmenin istekli olması da etkilidir. film hazırlanmasından çekimine ve son haline kadar tamamen deneyseldir. oyuncuların hiç biri gerçek oyuncular değildir ve tamamen doğal okul ortamında çekilmiştir, ve hepsi de lise yaşlarında olduklarından ve columbine katliamıdönemine denk geldiklerinden konuya daha yakın, daha doğal bir yaklaşım sergilenmiştir yönetmen tarafından. aslında filmin jeneriğinde bütün olayların ve karakterlerin kurgusal olduğu ve gerçekle bağlantısının rastlantısal olabileceği not düşünülmüştür, bu da yönetmenin amacının direk columbine olayını anlatmak değil ona benzer bir olay yaratıp yansıtmak olduğunu gösterir.
    film sıkıcıdır ; çok uzun plan sekanslar, tasvir çekimleri, sıkıcı ve geyik arasında giden diyaloglar, boş ve anlamsız sahneler ; ama bunların hepsi bir deneyin ürünüdür. film akış bakımından da diğer filmlerden ayrıdır çünkü senaryo işleyişinde çekim planlaması dışında hiçbir planlama yoktur, her şey serbest bırakılmıştır. (örnek ve not: piyano sahnesi, rolü oynayan çocuğun okuldaki müzik odasında bulunan piyanoda tek bildigi şarkı olan für elise'i çaldığı vakit yönetmen tarafından o an akla gelmiştir) bunun dışında bütün bu sıkıcılık ve banallıkla anlatılmak istenen aslında gerçek amerikan ergen ve öğrenci hayatının ta kendisidir. ve seyirci sırttan mesafeli pozisyon almış bir şekilde bunu izlemeye zorlanır. bu yüzdendir ki bir süre sonra film hakikaten germeye, sıkmaya başlar ama bu aynı zamanda yaratmak istediği duygudur da, bu bakımdan bilinçli davranılmıştır. bu filmde başrol veya yardımcı rol de yoktur, bütün oyuncular kendi hayatlarını sergilerler, herkes kendi sırası geldiğinde bir başrole bürünür ama değildir.
    sonuçta, cannes da ödüller almasının nedeni filmin izleyiciye karşı aldığı bu cesur ve sıradışı tavırdır. izlerken sıkılan seyirci yine de devamını merak ettiği veya sırf sinirlenip hırs yapıp "bakalım daha ne kadar sürdürecek bu sahneyi?" dediği için filmi bırakamaz. film aksiyon yoksunudur birkaç sahne dışında, ama tamamen gerçekçidir.


    (joe 90 - 22 Ocak 2004 01:44)

  • comment image

    yaklaşık 1 saat boyunca gus van sant'ın elimizden tutup, bizi watt high school koridorlarında dolaştırdığı film. evet yönetmen bizi dolaştırıyor ve -sanatsal olmak için kasmak- yerine aslında seyircinin bir şeylere şahit olmasını istiyor. koridorlarda birilerine rastlıyor, sürekli birilerinin konuşmalarına kulak misafiri oluyoruz. tıpkı gerçek hayatta da yemeğimizi yerken yan masada oturan kızlara kulak kesildiğimiz ya da kütüphanede kitap ararken az ötede konuşan çiftin konuşmalarını ister-istemez duyduğumuz gibi.

    film hakkında yapılan yorumlardan ikisine katılmıyorum; birincisi filmin sıkıcı olduğu, ikincisi de karakterlerin yeterince tanıtılmadığı. film sıkıcı değil çünkü zaten oldukça kısa (81 dk.) ha eğer 2 küsür saatlik bir film olsaydı ve kadrajımız 15'er dakika bahçeye, çayıra, çimene kilitlenseydi ve bunlar uzayıp uzayıp gitseydi sıkıcı olabilirdi. karakterlerin derinliğine gelince de örnek olarak bir michelle karakteri sessiz, sedasız toplam 5 dk. içinde ancak bu kadar iyi tanıtılabilirdi. soyunma odasında üstünü değiştirdiği sahne aslında michelle hakkında yarım saatte anlatılabilecek hikayeyi ustalıkla özetliyor.

    sonuç itibarıyla deneysel bir filmden aksiyon beklentim yoktu; seyrettim, beğendim. kendimi ilk defa filmin çekildiği mekana: odalara, merdivenlere ve koridorlara hakim bir seyirci gibi hissettim. bu visual watt high school tour için gus van sant'e teşekkür ediyor, filme adını veren filin hangi sahnede gözüktüğünü bilen ilk 10 kişiye de counter strike condition zero hediye ediyorum...


    (arsonist - 21 Şubat 2004 10:30)

  • comment image

    bu filmi izlerken en fazla takdir ettigim sey uzun zamandir ilk defa bir sinema filminde vertov'un kino eye kavramini hissedebilmek oldu. cunku kamera sadece bir plani film uzerine aktarma araci degil de, gozlemleyici bir goz, yani bir yerde seyircinin gozu pozisyonunu almisti. filmi izlerken kameranin gozu bizim gozumuz olmustu ve lise koridolarinda track eden ve ogrencileri takip eden biz olmustuk. daha once ki entrylerde de belirtildigi gibi gus van sant brecht'imsi bir ortam yaratmis ve seyirciyi filmin icine sokup, okul koridorlarinda, yemekhanesinde, siniflarinda ve kutuphanesinde dolandirmis, filmde aktif bir eleman haline sokmustur. bence filmin en buyuk basarisi kesinlikle seyirciyi aktif bir sekilde filme yerlestirmek ozelligi ve kamera ile seyirciyi ozdeslistirmis olmasidir. vertov'un man with a movie camera filmiyle yaptigi gozlemlemeyi gus van sant yillar sonra elephant'da yapmayi basarmistir bence.

    ama ne yazik ki butun bu guzelliklere, okul koridorlarindaki gizemli seyahatlere ragmen, filmin sonlarina dogru, asil saldiri olayinin gerceklestigi bolumlerinde ne yazik ki yonetmen uzucu sahneler yaratmaya ve senaryoda gereksiz diyaloglar eklemeye basladi. oncelikle butun saldiriyi planlayan iki arkadasin ayni dusa girmesi ve homoseksuel damgasi yemesi kesinlikle korkunc bir yaklasimdi. bunu homofobik oldugumdan ya da sinemada gay imajini kabul etmedigimden degil, bu olayin kesinlikle filmin genelinde mantik yaratmayan, kendi basina uzun uzun irdelenmesi gerekirken, bir sahnede kisaca ortaya atilip sonra tekrar deginilmeyen bir gereksizlik oldugundan diyorum. gus van sant'in homoseksuel oldugunu biliyoruz ve my own private idaho filminde oldukca basarili bir sekilde homoseksuellik kavramini inceledigi ve sergilediginden dolayi onu kutluyoruz ama bu filmde oyle bir sahneye atip da daha sonra hic deginmeden, boyle psikolojik bir yaklasimi iyice degerlendirmeden ve incelemeden oylesine filme aksesuar gibi eklemesini anlayabilmis degilim. madem boyle bir sus katicakti filme, o zaman bunun sorumlulugunun bilincine varip bu psikolojik durumu ve cocuklar arasindaki yakinlasmayi daha iyi incelemesi gerekirdi.

    bunun haricinde son arastirmalarda gercek columbine olayindaki cocuklardan birinin - yapilan deney, ve psikolojik arastirmanlardan sonra- tam anlamiyla bir "psikopat" oldugu ortaya cikti. ve sanirim filmde bu cocugu sembolize eden karakterin - kahverengi sacli olan, odasinda fil resmi olan ve fur elise'i basariyla calan- filmin sonunda butun olayi planladigi arkadasini bile oldurmesi cok basarili bir tespit olmustur bence. ama her ne kadar basariliyasa bile daha once ki dus sahnesindeki homoseksuel kavramina bir antitez olmus ve bu sahnede verilen imaj karsisinda filmin sonundaki gucunu ve onemini kaybetmistir.

    bir de yine filmin sonunda okul mudurunu oldurmeden once cocugun klasik hollywoodagiziyla mudure yaptigi butun umursamazliklari ve onlari kaale almamazliklari anlatmasi, filmin o ana kadar ki seyirciye verdigi gozlemci ve objektif yaklasim hakkini almis ve bu havayi silip supurmustur. zenci gencin beyaz ve guzel kizi kurtardiktan sonra kendi hayatindan olmasi klisesi ise daha bariz olmadan anlatilabilirdi saniyorum.


    (ningyo - 24 Haziran 2004 20:53)

  • comment image

    gus van sant'in kabiliyetinin doruklarina ciktigi film olmustur elephant. hicbir karakteriyle ozdeslesemediginiz, hikayenin icinde degil gayet disinda hissettiginiz bir filmdir bu. bu ozellikleri onu belgesel de yapmaz zira belgesellerde bile seyrici ozdesim kurar, olen zebra'nin gotruntuleri esliginde cita'ya lanet okursunuz, hitler'inkendini vurmasi karsisnda "ya sen onca insanin ahini al oh oldu sana" dersiniz. ama elephant kullanilan uzun planlar, amator oyuncular ve esinlendigi gercek hikayeyle size bambaska bir rol biciyor. gus van sant diyor ki: ben oyle seyler yaptim seni filmin icine sokmadim, hicbir karakteri sana tam anlatmadim ki onunla ozdeslesmeyesin iliski kurmayasin, mekan kullanmadim, zamani kendimce yorumladim. bunun karsisinda sana su gorev dusuyor: objektif olarak olaya bak. degerlendir, yargila. cunku bir resim en iyi uzaktan bakilarak degerlendirilir. sana oyle bir firsat verdim ki, o cocuklarla hicbir duygusal bag kurmadin, o nedenle dogruyu yanlisi vicdanini ve duygularini karsitirmadan bir soyle bakalim.

    ve biz de soyledik, 16 yasinda bir gencin bu hale nasil gelebilecegini o cocuga hic acimadan anlamaya calistik. gus van sant'a tesekkur borcluyuz. cunku filmi ne kurbanin gozunden anlatti ne katilin gozunden.


    (henryleyden - 8 Ağustos 2004 13:40)

  • comment image

    fil şiddet toplumuna yakılan bir ağıt. sıradan bir okul gününde, sıradan bir hayat süren bir grup insanın aniden biten öykülerine son bir bakış. kurgu kaygısı gütmüyor gibi gözüken film aslında 5 dakikayı aşan kesintisiz sekanslarının dahiyane işlenişiyle, şimdiye kadar denenmemiş yeni bir sayfa açıyor hikaye anlatımında. önce, her gün aynı koridordan geçen rasgele seçilmiş bir grup gencin ilişkisiz gibi görünen kısa öyküsünü anlatıyor, sonra her ne kadar artık bir şey ifade etmese de son bir kez yollarını kesiştiriyor her birinin. bacaklarının görünümünden utanan silik genç kız, portfolyosu için fotoğraflar çeken bir genç, blümiyanevroz üç kız arkadaş, akşam eğlencesi için plan yapan bir çift, ayyaş babanın marjinal oglu, herkesi azarlayan okul müdürü, okul bahçesindeki köpek... paralel kurgu ile işlenen sahneler o kadar gerçekçi ki farklı zamanlarda çekildiklerine inanmak olanaksızlaşıyor. bir süre sonra siz de kendinizi o kafeteryada, koridorda ya da kütüphanede buluveriyorsunuz. ve sonra bulutlar...


    (talkingheads - 26 Ağustos 2004 18:30)

  • comment image

    film izlerken beni ne dingin katliam sahneleri ne shooter oyunlarından dem vurulan eleştiri etkiledi. daha doğrusu filmden sonra en çok aklımda kalan o 3 kızın yemek aldıktan sonra neredeyse hiç dokunmayıp, meyve sularını dahi içmeden yedikleri 1 çatal salatanın ardından doğru tuvalete gidip "ay çok yedik" demeleri ve kusmalarıydı. ben en çok buna takıldım, deli miyim neyim...

    bi de ben filmi izledikten sonra 11 yaşındaki kardeşim odama gelip filmin kapağına bakarak "abi ne izledin? aa adı filmiş, ne nlatıyo, içinde fil mi var?" sorusunun ardından bir süre ulan bu filmin adı hakketen niye fil, ne alaka şimdi diye düşünmemdi.. çıkaramdım dda vesselam...


    (quisalas - 24 Kasım 2004 12:51)

  • comment image

    aslinda katliam sahnesinin boylesine masumane anlatilmasinin sebebi yonetmenin o cocuklari da diger lise ogrencilerinden birisiymi$ gibi gostermek istemesidir.. yani kafayi da yemi$ olsalar, satanist de olsalar, kendilerini de kaybetmi$ olsalar, onlar da insan ve onlar da ayni siralarda zamaninda ders almi$ cocuklar.. sanirim izleyiciler boylesine bir vah$eti, katliami ancak ve ancak canavarla$mi$ birer surat ifadesine sahip ki$ilerin yapabilecegini du$unuyorlar ama goruldugu gibi bu cocuklar da aslinda kendilerini kaybetmeden once normal ya$antilari olan cocuklardi.. bir tanesi odasinda play station oynarken adamlari nasil bir surat ifadesi ve rahatlik icinde olduruyorsa, okulda da cocuklari ayni rahat surat ifadesi ile oldurmesi bence filmin en carpici unsurlarindan biri.. diger cocuk (hani bir suru kupasi, odulleri olan) nasil ki evinde huzur dolu bir $ekilde piyanosunu caliyorsa, arkada$larini da o huzur ile olduruyor..

    olumun aslinda ne kadar da yakinimizda oldugunu anlatan en guzel filmlerden biridir elephant.. ne du$unuyoruz $u an? kimimiz di$ari cikip ali$veri$ yapicak, kimimiz baliga gidecek, kimimiz fitness center'ina gidecek, kimimiz sevgilisi ile bulu$ucak.. fakat hic birimizin aklinda 10 dakika sonra olebilecegimiz ihtimali mevcut degil.. belki de ya$imiz bu tip $eyleri $u an icin du$unmemize engel oluyor, belli ki yaki$tiramiyoruz kendimize bu gencecik ya$ta olmeyi.. ama hayat hic de oyle degil..


    (huger - 14 Eylül 2004 20:55)

  • comment image

    filmin en önemli özelliklerinden biri olan karakterlerin arkalarından uzun uzun takip edilmesi kanımca bilgisayar oyunlarına * bir göndermedir. filmin ilk sahnelerinde (john'un arabadan inip okula girmesi) daha henüz film gelişmediği için ben de "nooluyo ya? neden bu kadar uzun süre takip ediyo?" diyip direkt önyargıyla filmden baymaya meyil etmiştim. ama film ilerledikçe ve öğrencilerin özellikleri, karakterleri yavaş yavaş verilmeye başlandıkça bu takip sahnelerine de bir anlam vermeye başladım. bir de alex piyano çalarken, kameranın o sırada eric'in bilgisayar oyununu göstermesi daha da netleştirdi kafamda bu kanıyı. o andan sonra kendimi iyice bir bilgisayar oyununun içinde hissettim bu takip sahnelerinde..

    ayrıca bir film hem şiddeti, katliamı anlatır hem de bu kadar dingin olur mu? sayın gus van sant'ı üslubundan dolayı tebrik ederim.


    (ilsa ve fulari - 20 Ağustos 2004 17:32)

  • comment image

    görüntünün herhangi bir sanata dönüşümüyle uğraşanları sıkmayacak bir film ama hiçbir kurgusal çekiciliği olmadığı için çoğunluğa işkence çektiren 80 dakikadan ibarettir.mesela;
    -geniş açı lensle çekilen bir sahnede ufuk çizgisinden giren karakteri görüntüden çıkana kadar yürümesi genellikle 1, 1buçuk dakika sürer, bu filmde bundan 2 adet var.
    -filmin 30 dakikası amorstan oyuncu takibiyle geçiyor (film 80 dakika)
    -für elise ve ayışığı sonatının kötü icraları, tek sekans içinde mevcutlar.
    -sıralamada ufak oynamalarla tüm senaryoların ortak derdi olan merak unsuru arttırılabilirmiş ama bundan özellikle kaçınılarak tam tersi yapılmış. filmde merak uyandıran hiçbir şey olmadığı gibi, kurgu altyapısı anlaşıldığı an finale kadar herşey tahmin edilebiliyor.
    yüzeysel bir amerikan gençliği eleştirisi, çok yüzeysel bir silah ticareti eleştirisi, muhteşem renk uyumları ve muhteşem ışık kullanımı, steadicam harikaları, derinlik, kontrast gösterisi.. görüntüler açısından sanattan fazlası. iyi eh orta kötü veya muhteşem gibi eleştirilden fazlasını hak ettiği kesin.


    (steinway - 3 Nisan 2006 01:22)

Yorum Kaynak Link : elephant