Süre                : 1 Saat 25 dakika
Çıkış Tarihi     : 24 Ekim 2001 Çarşamba, Yapım Yılı : 2001
Türü                : Biyografi,Drama,Savaş
Taglar             : ilaç,Gevşek,Ağrı kesici,Biliyor,Mektup
Ülke                : İran,Fransa
Yapımcı          :  Bac Films , Makhmalbaf Productions , StudioCanal
Yönetmen       : Mohsen Makhmalbaf (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Mohsen Makhmalbaf (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Nelofer Pazira (IMDB)(ekşi)

Safar e Ghandehar (~ Ayin Ardindaki Günes: Kandahar) ' Filminin Konusu :
Nafas, Taliban'ın çıkardığı iç savaş sırasında ülkesinden kaçmış bir Afgan kadın gazetecidir. Kanada'da mülteci olarak yeni fakat buruk bir hayat sürmektedir ki, geride bıraktığı kız kardeşinden bir mektup alır. Kız kardeşi, kendini öldürmeye karar verdiğini söylemektedir. Bunun üzerine ani bir kararla kardeşinin yanına gitmek isteyen Nafas'ın, İran - Afganistan sınırını geçmesi gerekecektir.Afganistan'da süregiden savaş sayesinde Avrupa'da gördüğü ilgiyi arttıran bu filmde, bukraların ardındaki yaşamları ve coğrafi olarak yakın bir kültürü daha derinden tanımak fırsatı bulacağız. Yönetmenin tarzı, neredeyse belgesele varan gerçekçiliği düşsel ve panoramik görüntülerle harmanlıyor...

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Prize of the Ecumenical Jury


İran / 10
  • "film üzerine şu kısa yazı da ayrıca okunabilir."
  • "the sheltering sky tadında, batı nın gözünden doğu filmi. dürüst ve etkileyici. (bi de sonuna new york times yazsam tam olacaktı)"
  • "dünkü güneş tutulması sırasında aklıma gelen mohsen makhmalbaf filmi; üzerine iki sek vokta içmeden kendime gelemediğim filmlerdendir ayrıca."




Facebook Yorumları
  • comment image

    çocukların 'savaş'la tanışması, onlarca koltuk değneği, mayın, mayınla yaşamayı öğrenmek, mayından nasıl kurtulacağını öğrenmek... gözünüzde akmayan yaş, boğazda bir yumru; kandahar.
    en az kandahar kadar etkili:
    (bkz: kaplumbağalar da uçar)


    (test kitabi - 23 Aralık 2007 14:44)

  • comment image

    izlerken tüylerinizin diken diken olduğu, kardeşini bulabilmek için yola çıkan nafas ile bir olduğunuz ve her saniyesinde bir sorun çıkmadan kardeşini bulabilse diye ümit ettiğiniz mohsen makhmalbaf filmi.
    çocukluğunda kardeşinden ayrı düşmek durumunda kalan ve kanada'da yaşayan nafas, bir gün kardeşinden bir mektup alır. mektupta kardeşi 20. yüzyılın son güneş tutulması'nın ardından intihar edeceğini yazmaktadır. işte bu mektup sonrasında nafas'ın yol hikayesini izleriz 82 dakika boyunca. rahat koltuklarınızda izlerken insanların dramını görüp sözüm ona modern batının şerefsizliğine, vurdumduymazlığına ardından da taliban vb. gerici, bağnaz her türlü düşünce yapısına lanet edersiniz. edersiniz de elinizin kolunuzun bağlı kalması ve söylenmekten başka hiçbir şey yapamadığınızı farketmekle baş başa kalırsınız.

    --- spoiler ---
    bir güneş tutulması ve ilk dakikalarında helikopterden atılan protez bacaklar görüntüsü ile daha en başından nutkunuzun tutulmasına sebep olan film, kız çocuklarının kandahar'a vardıktan sonra neden okuyamayacaklarının açıklandığı enteresan bir konuşma ile devam ediyor. kız çocuklarına oyuncak bebeklere ellemeyin vb. şekilllerde verilen öğütler ve okulda mollalar tarafından eğitim -ona eğitim denirse tabi- gören erkek öğrencilerinin her türlü savaş aletinin özelliklerini tek çırpıda söylemesi ile dehşete düşüyorsunuz.

    film içerisinde yer alan burka-hapishane metaforu ise ilk başta basit gibi görülebilir ama son sahnede burkanın ardındaki deliklerden birinden görülen tam güneş tutulması ile bir kez daha dehşet içerisinde kalıyorsunuz. film bu görüntü üzerine nafas'ın "her zaman afgan kadınlarının koyulduğu hapishanelerden kaçtım. ama şimdi tıpkı diğer kadınlar gibi hapis hayatı yaşıyorum." cümleleri ile bitiyor ki, sahnenin daha da bir vurucu olmasını sağlıyor, onu tamamlıyor.

    ---
    spoiler ---

    her şeye rağmen içinde bulunduğunuz duruma şükretmenizi sağlıyor bu film. hayatınız çok iyi olmasa bile...


    (eloy86 - 30 Ocak 2009 01:12)

  • comment image

    tümüyle iç acıtıcı sahnelerden oluşan ve bu sahnelerin ikisini zihinlere kazıyan filmdir.

    --- spoiler ---
    ilki kızlara eğitimleri sırasında oyuncak bebeklerin mayın olduğunun varsaydırılması, ikincisi de gökten paraşütle inen protez bacaklara koşturan koltuk değnekli sakatlar.
    ---
    spoiler ---

    keşke bu tarz filmler daha çok çekilse, keşke daha çok gösterilse. biz de neler olup bittiğini bilsek dünyanın diğer uçlarında.


    (beyaz mum - 4 Şubat 2010 01:04)

  • comment image

    sadece inanç sistemi açısından değil genel olarak idealist düşüncenin kültür üzerine olan etkileri açısından izlenip, incelenmesi gereken film.

    --- spoiler ---

    filmde kızıl haçtan takma bacak almak isteyen adamın ve iskelet üzerinde yüzük bulan çocuğun yüzüğü nafas'a vermek için ısrarcı davranışları filmin en sıkıcı iki bölümü. açlık, sefalet, bir dilim ekmeğin ilaç yerine kullanılmasının ötesinde dinin yaşayış şeklinin sadece kadınlara burka giydirerek değil aynı zamanda erkekleri ve özellikle çocukları da farklı biçimlerde ne hale getirdiği güzelce anlatılmış filmde. mollaların eğitim veriş şekli mide bulandırıcılıktan çok ürkütücü gelmekte izleyiciye. görüntüler karşısında kişi o ülkede yaşamadığı için şükredebilir ancak düşünce yapısı aynı olduğu için kültürel pratiklerin farklı olması sadece alışkanlıklar açısından kişiyi etkiliyor olabilir. yani aynı dinsel yapı mesela türkiye'de de var ve kadınlar yine mağdur. nereden biliyoruz ki oradaki kadınlarla buradakilerin aynı şeyler hissetmediklerini?

    ---
    spoiler ---


    (astafai - 14 Mayıs 2012 09:17)

  • comment image

    filmin birkaç sahnesinde yaşananlardan dolayı iran'a geri dönmeye karar veren insanlar var. iran yani düşün. nelerle karşılaşacağınızı az çok tahmin edebilirsiniz artık. ayrıca insanı oturduğu rahat koltukta son derece huzursuz etmek için yeterli. istediğiniz bir şey olmadığında, üzülmeye başlamadan önce bu filmi izlemeniz şiddetle önerilir.


    (atrofi - 7 Ekim 2013 19:21)

  • comment image

    muthis depresif cizgisinin ve ilk bakista "kalitesiz" gozuken oyunculugunun altinda, aslinda cok derin anlamlar iceren bir film.

    kisaca, vaktinde afganistan'dan gocmus ve kanada'ya yerlesmis bir alinenin kizlarindan biri, geride biraktiklari ablasinin gunes tutulmasi sirasinda intihar edecegini ogrenir ve iran uzerinden afganistan'a gitmeye calisir. kardesinin yardimina kosmak icin uzun yollar kateder.

    film boyunca insanlarin basina dogrudan kotu birsey gelmemis olsa da (yani, pek tabii daha onceden olmus birtakim olaylar mevcuttur, veya ufak tefek birtakim uzucu olaylar meydana gelir), filmin basindan sonuna kadar her zaman bir korku, bir guvensizlik, ancak bu duygularin altindan siyrilmaya calisan, bir turlu de siyrilacak ufacik bir delik bulamayan umut hissediliyor.

    burka giymenin de bir nevi hapis hayati gibi oldugu konusu islenmeye calisilmis olsa da, aslinda burka'nin da halkin kulturunun bir parcasi oldugu ve batili bir zihniyetin dogulu bir zihniyeti asla anlayamayacagi konusu mevcut. her ne kadar burka ve benzeri seylere karsi gozuken bir film gibi olsa da, bir yandan da "ama bu ayni zamanda halkin kendi tercihi" demeye getiriyor. sanki edward said'i hakli cikariyor.

    (spoiler icerebilir bu paragraf) bir de doktorun soyledigi soz akillarda kalici nitelikte. "bu insanlar normal hastaliklardan oluyor, biz batililarin hic ama hic umursamadigi ufacik seyler yuzunden hayatlarini kaybediyorlar. o yuzden bir batilinin bildigi en basit saglik kosullari onlar uzerinde rahatlikla uygulanabiliyor" diyor kendisi. burada da bir "bati vs dogu" olayi goruyoruz, ancak "dogu geri kalmistir" mesaji mi verilmeye calisiliyor, yoksa "dogu batidan farklidir, bunu kabul edin artik, batinin fikirlerini doguya uygulamaktan vazgecin" mi demeye calisiyor, orasi benim kafamda halen daha bir soru isareti.

    pek tabii afganistan'in multikulturel etnik yapisi da gozler onune serilmis. bircok ozbek insani gorebildigimiz gibi, tacik, turkmen, ve benzeri butun gruplar hakkinda da ufak capta da olsa birseyler soyleniyor filmde.

    kisaca, her ne kadar depresif olsa, her ne kadar "keske ben orada olsam, silahim olsa ve su herifi alnindan vursam" gibi hissettiginiz bir film olsa da, yine de kanimca kaliteli bir yapim.

    oyunculugun basitliginin de aslinda filmi bir belgesel niteliginde yapmis olmasi da ilginc bir nokta, bahsini edemeden gecemeyecegim. filmde kimse kotu insanlar degil; ya emir kulu, ya inandiklari seyi yapiyorlar, ya da cok zorda kaldiklari ve ustlerinde cok baski olduklari icin birtakim tasvip edilmeyen seylere yoneliyorlar. kimsenin icinde kotuluk yok, ancak oyunculuk, "hayat burada cok cetin, ne koparirsan kardir" hissini vermeyi fazlasiyla basariyor.


    (spincrus - 9 Nisan 2004 00:26)

  • comment image

    azıcık spoiler var entry'de, önceden söyleyeyim.

    yönetmenin filmlerine girizgahımdır kandahar. pişman da olmadım. film ile ilgili söyleyebileceklerim bir kısmını yazmışlar yukarıda fakat ben de üzerine konuşmak isterim.

    bir kere iran'dan ne bileyim suriye'den afganistan'dan filan bahsedilince yatıp kalkıp halimize şükredelim iyi ki atatürk varmış iyi ki bizi kurtarmış muhabbetine dönüyor ya sohbet böyle nasıl desem sinirleniveriyorum. yahu el insaf! gelişmişliği moderniteyi insanların sadece giyim kuşamıyla mı yaftalıyorsunuz? nasıl sinirleniyorum. yani şimdi iran'da üniversite'de öğretim görevlisi olan bir kadın ile türkiye'de yahut izlanda'da öğretim görevlisi olan bir kadın karşılaştırılınca sırf kültüründen mütevellit örtünen daha mı az gelişmiş? daha mı az modern? şekilcilik başa bela yemin ederim...

    bu tarz filmlerden sonra şöyle düşünüyorum; insanların başına öyle korkunç olaylar gelmiş ki kendilerini koruma pahasına dinlerine daha da sıkı sıkıya bağlanmışlar. yeri gelmiş ambargolara katlanmışlar yeri gelmiş hiçbir ülke sizi muhattap almamış, buna rağmen bağımsızlık adına özgür kalmak adına bildiklerini okumuşlar. valla helal olsun. yani şimdi misal ben iran'a para yollamak isteyeyim mümkün değil imkanı yok yapamam. o ülke ile ticaret yapmamı uluslararası anlaşmalar engelliyor. banka ile ülkeye para yollayamıyorum. hadi geçtim ticareti; diyelim iran'a tatile gittim * bir şekilde param bitti aradım türkiye'yi imkanı yok ailem bana para yollayamaz. uluslarası anlaşmalar izin vermiyor zira. e bu ulkenin insanları ne yapsın?

    keza bu durumun geçmişi de var bittabi. yıllarca gelsin ruslar ülkeni işgal etsin, peşi sıra amerikalılar girsin ülkene, sana yardım ediyor gibi gözüküp kuyunu kazsınlar te allahım; sen olsan ne yapardın? ben olsam elbette benden olmayan insanlar bana zarar veriyor diye düşünüp dinime sığınırdım, sadece müslümanlara güvenirdim. onlardaki psikoloji de bu olmalı. pek tabi bu da provoke edilip iş taliban'a kadar varmış, keşke gelişmeye daha açık olsa idi afganlar. iran milleti gibi ilim ve irfan'a daha fazla ehemmiyet verselerdi. kızamıyorum afgan halkına ama, üzülüyorum sadece. kadın haklarından ötürü, din adı altında özgürlüklerine yapılan müdahelelerden ötürü...inşallah akıllarını başlarına alırlar.

    bu kadar gevezelikten sonra film ile ilgili de konuşacaklarım var. afganistan'da konuşulan farsça çok farklı iran'da konuşulan farsça'dan. bunu çok net söyleyebilirim. bu lehçenin fonetiği iran'ın fonetiğinden çok daha kaba. nefes'e eşilk eden tacik mi idi özbek mi idi bir aile vardı ya, bir tek o ailenin lehçesi bana iran'daki farsçanın lehçesine yakın geldi.

    afgan kültürünü tanımak babında filmden faydalandım. mesela, kadınların burkalarının renkliliğini hiç bilmiyordum, filmle öğrenmiş oldum. filmin sonundaki düğün sahnesi hakikaten enteresandı. iran'da kadınların şarkı söylemesi yasak mesela, lakin afgan kadınları gelin alayında bir şarkı söylüyorlardı, bu da ilginç geldi bana. bir de değinilmeli elbet; farklı halklara, özbeklere taciklere, türkmenlere. afgan topraklarında onları görmek oldukca güzeldi. okul sahnesine ve mollalara kızdım, öğrencilere üzüldüm. açlık ve sefalet canımı sıktı. çocukların hali içimi acıttı..

    yönetmenle tanışmam bu film ile; lakin mecid mecidi gibi ne bileyim aşgar ferdi gibi imgeleri yok sanıyorum yönetmenin. aman allahım güneş tutulmasını unuttum, o kadar gevezelik ettim ki asıl metafor bu elbet ve elbet burka'nın kafesleri... bir film üzerinden konuşmamak gerek fakat sadelik ile beni büyüledi yönetmen. her şey oldukça sakin ilerledi filmde. böyle usul usul. özellikle nefes'in ingilizce sesini kaydettiği sahneler oylesine şiirsellik kattı ki filme. keşke nefes sesini ingilizce değil de farsça kaydetse idi diye düşündüm sadece.

    film ile afganistan ile ilgili söyleyeceklerim şimdilik bu kadar,
    çok konuştum zira.


    (kabak tatlisi - 22 Ağustos 2014 08:27)

  • comment image

    muhsin mahmelbaf'in gercege cok yakin duran kurmaca filmi.
    --- spoiler ---
    ilk baslarda klasik anlati yapisina uygun bir seyler izleyecegimi sanirken oyle olmadi. afganistan'da biraktigi kardesinin intiharini engellemek icin kandahar'a gitmeye calisan kadinin, kandahar'a varip varmamasi sonuc itibariyle film icin bir anlam ifade etmiyor. mahmelbaf, daha cok kanada'da uzunca sure kalan kadinin yolda yasadigi zorluklar, kendi insanindan farklilasmasi uzerinde duruyor. metaforlar da ilk bastaki gunes tutulmasiyla birlikte basliyor.
    ---
    spoiler ---


    (whatdreamsmaycome - 23 Şubat 2005 10:24)

  • comment image

    safer e gandehar,ayın ardındaki güneş. iranlı yönetmen mohsen makhmalbaf 'in yakında vizyono girecek afganlı kadınların yaşamına iki kızkardeşin yaşamları üzerinden yorumlar getiren, böyle de zamanlama olur mu dedirten filmi.


    (ile - 3 Aralık 2001 10:56)

  • comment image

    mohsen makhmalbaf'ın vizyona tam adı "ayın ardındaki güneş: kandahar" ile girmiş ve girer girmez de izleyen bünyeleri derinden etkilemiş filmi.
    afgan kadınlarının yaşamını coğrafyanın çıplak gerçekleriyle harmanlamış ("gerçekleri tüm çıplaklığıyla göstermek" bu galiba), kolsuz bacaksız insan vücutlarını gözümüze gözümüze sokmuş ve afgan gerçeğini birkez daha gözler önüne sermiş olan yönetmen biz gereksiz tasa yapanlara "hayatta neler var be gülüm, üzüldüğün şeye bak" dedirtmiş ve görüntülerdeki ustalığıyla gönüllerde yer etmiştir.


    (liawrizas - 19 Aralık 2001 03:13)

  • comment image

    bir helikopter sesi ile yerlerinden fırlayan koltuk değnekli insanlar...gökten paraşütler ile bırakılan takma bacak peşinde, yüzlerinde savaşın çizgileri ile koşmaya çalışan insanlar...kadına "siyareş" (karabaş) ismini takan bir zihniyet...izlemeye gitmeden önce gerçek dünyadan mümkün olduğunca kopulması tavsiye edilir*...


    (hayirsiz adam - 30 Aralık 2001 18:05)

  • comment image

    mohsen makhmalbaf'ın bir varamama öyküsü. niloufar pazira esas kadın. çöl, tehdit, gerilim, yıllar süren savaş, tanrıyı aramak, yaralanmak ama fiziksel olarak kanamak değil, paramparça olmak, uzuv kaybetmek, kaybedilen uzuvlarla birlikte (bizim göreceli olarak batılı kalarak, öğretilerden bildiğmiz ve yaşadığımız coğrafyada sahip çıktığımız; afganlılarınsa ya savaştan önceden beri hiç sahip olmadıkları, ya da tüm o acılar içinde sarılmaya değer bulmayıp yitirdikleri) ahlaki değerleri de mayınlar arasında bırakmak; mayında terk edilen bacaklar ile dürüstlüğün aynı çukura atılıp imhası üzerine burka ardından bir bakış.
    sarsıcı bir film, yeterince kısa.


    (mortimes - 10 Ocak 2002 09:33)

  • comment image

    gecenin bir yarısı seyredilip,halimize şükretmemiz gerektiğini kafamıza vurmadan gösteren film.eğer orada 7 yaşında bir kız çocuğu olup "artık okula gitmeyeceksiniz " denilse bana ne hissederdim,o burkanın altında yaşamak zorunda kalmak ne demek, bastığın yer acaba patlayacak mı korkusu duyarak yürümek,oyuncak bebeklere dokunamamak ne demek çok güzel anlatan film.bütün derdi tülin'le caner'in evlenememesi,semra hanım ,ata,şale,ahmet,banu alkan ,murat taşdemir kavgaları,seda sayan ,nihat doğan aşkı,hülya,gülben,petek kavgaları ,evlenmeleri,boşanmaları olan insanlara hayatta bunlar da var diye zorla seyrettirilmeli.ben bu programları izlemek için özel çaba göstermiyorum ama ne kadar izlememek istesemde haberlerde dahi bunlar anlatılıyor ve bir şekilde kafama sokuluyor bu kişiler.aynı taktiği onlara da uygulamak lazım ama kanal yöneticileri aracılığıyla uyuşturulmuş bir toplum herkesin işine geliyor.


    (tarlayabirsinikkekeremekereekenciftci - 27 Ocak 2006 11:10)

  • comment image

    --spoiler--
    ne korku filmleri izlemiştim ki beni böyle korkutmadılar...
    bu filmi izlerken nefes aldığım her an için şükretmem gerçeğini buz gibi bir elin attığı tokat sayesinde tekrar hissettim..

    o oyuncak bebekler,gökten düşen takma bacaklar,koşmaya çalışan tek bacaklı adamlar…okullarda yada okul denilen yerlerde verilen eğitimler.. o minicik çocukların ağızların çıkınca daha korkucu olan kalaşnikof,kılıç,silah gibi kelimeler..doktorun bir kadını muayene etme biçimi yada edememe biçimi ..doğdukları günden itibaren bedenleri burka denen kıyafetin içinde hapis kalmış kadınlar….hayatlarındaki renkler sakladıkları ellerindeki tırnaklarına sürdükleri ojeler olması…

    film bir kadının kandahar’a yapmaya çalıştığı yolculuğu anlatıyor..düşünün sadece yolculuk…bu basit kelimenin oralarda ne anlama geldiğine bir bakın…

    filmin son karesi..o örtünün altından birde biz bakıyoruz dünyaya…
    sonra güneş tutuluyor…


    (akheron - 29 Ocak 2006 15:27)

  • comment image

    bir yol filmi. hayatın peçelerin ardından bir nefes alabilmek olduğu, ve bununla yetinilmek zorunda olunan bir yerde, "koşamamak" diye bir şeyin aslında hiç var olmadığının kanıtı; renklerle oynayan bir belgesel bu. öyle ki; oyuncak bebekler düşman, ölülerden alınan yüzükler birer armağan, yolda karşılaşılan bir erkek sahte koca, ve bir uçak tonlarca umut olabilir. çok gerçek. çok acı. o umudun altında siz eziliyorsunuz filmi izlerken, koltuk değnekleri ezilmiyor.

    umut olmasa, biz cidden ölürdük demek. bulutsuzluk özlemi hep haklıydı.


    (islak karga - 9 Şubat 2006 00:10)

  • comment image

    mohsen makhmalbaf'in taliban kontrolundeki kandahar'da o donemde suregelen hayati kurguludigi film. evet ozellikle "kurguladigi" diyorum, nitekim safer e gandehara acaba kandahar'da ne olmus, ne bitmis kesfetmek adina katiliyorsaniz, biraz aldatiliyorsunuz acikcasi, nitekim bir iran vatandasi olan yonetmen mohsen makhmalbaf afganistan'a girmeye musade alamiyor, ve dolayisiyla bizlere kendi afganistan modelini sunabiliyor ancak. kandahar sehri cok bulanik ifadelerle anlatilan kabus dolu bir kurmaca film boyunca.. hic gormuyoruz, hic girmiyoruz bu sehre --sadece son sahnede burkanin kafesli goz acikligindan soylece bir bakabiliyoruz.

    aslinda taliban kontrolundeki afganistan'da hayatin nasil olabilecegine dair bir varsayimdan baska birsey olmayan bu yapit o derece rahatsiz edici** ki, george w. bush'un ozel olarak bu filmin yayinlanmasini talep ettigi sayia edilmistir. makhmalbaf'in karakteristigi olabildigince surreal sahnelerde --ornegin parasute takili protez bacak salinarak gokten yere inerken-- bush'un yuzu ne hal aliyor gormek isterdim acikcasi.

    makhmalbaf tekrar tekrar ifade etmistir ki, "kandahar yapiminin kahramani afgan halkidir". tam oyle degil bence. kahraman yonetmenin ta kendisidir, anekdotlardan hareketle yabanci bir memleketi bir col, ve sadece amator oyuncalar yardimiyla tasvir etmeyi basarmis olmasiyla..

    genelde iran filmleri italyanlar'in neorealist eserleriyle kiyaslanir, ancak gozden kacan bir nokta vardir: bu filmler siradan insanlarin siradan gunluklerinden fazlasidir esasinda. makhmalbaf'in dussel cizgisini kacirmamak gerekir: ornegin gabbeh adli eserinde el dokumasi bir halinin imkansiz bir askin hikayesini anlatmak uzere dile gelmesi gibi, yahut makhmalbaf'in kanimca en iyi filmi olan nun va goldoon'da gercek hayatin, gecmis bir vakitte hayatin akisini etkilemis bir anin yeniden sahneye konma cabasina bir sekilde mudahale etmesi gibi..

    ekonomik anlamda oldukca zor kosullarda calismak durumunda olan makhmalbaf, sinema dunyasinin hayalperestlerinin sahip olmadigi bir seye sahip kuskusuz: cesaret. mesela iran sinemasinin standartlarindan biri olan doksan dakika ust siniri bir kosusturmacayi kacinilmaz kiliyor. kandahar'da sahit oldugumuz macera tuhaf olabilir, bazen fazlasiyla cafcafli. ancak yine de, bir sekilde, bu macera hizla akiyor; bir olum turkusunun verdigi kacinilmazlik hissini uyandirarak..

    kandahar bir arama gorevinin hikayesi, gercek bir hikayeden turetilmis.. hikayenin kahramani nafas, kanada'ya yerlesmis bir afgan gocmeni. gunun birinde afganistan'da kalmis olan kiz kardesinden keder yuklu bir mektup almasiyla basliyor hikaye; bir mayinin patlamasiyla bacaklarini kaybeden kiz kardes intihar dusuncesinden bahsetmektedir bu mektupta..

    nafas yasak ulkeye dogruya yola koyulur, bir rehber silsilesi esliginde.. bm bayragi tasiyan bir afgan yerlisi, nafas'i burka altinda gizler.. daha sonradan, nafas medreseden henuz kovulmus bir cocukla karsilasir, bir sureligine rehberligi bu cocuk ustlenir.

    ve bir sekilde kizil hac merkezine ulasir nafas, protez beklemekte olan bir grup sakat kalmis afgan yerlisinin bulundugu.. bu sahne biraz bicimsiz kacmis, yari-dogaclama rol yapan avrupali hemsireler yuzunden. dahasi, seyirciyi uyandirmak adina koltuk degnekleriyle baleye zorlanan bir bacagini kaybetmis insanlarin vaziyeti aciklanamayacak derecede aci veriyor insana.. dil cesitliligi dogallik ya da stilizasyona iyice kostek oluyor, ve vaziyeti daha da bir arap sacina sokuyor.. hasili, filmin bu bolumu oldukca daginik.

    nafas'in son rehberi siyahi bir musluman amerikali.. bu rolu canlandiran hassan tantai rolunun ustesinde rahatlikla geliyor, ancak belki halindeki nedamet oyle cok da rol kesme degil aslinda: tantai gercek hayatta da megersem ayetullah humeyni karsiti bir iranli memuru katledilmesi hadisesindeki suphelilerdenmis...

    film boyunca geri kalmis, tecavuze ugramis bir diyara ait imgeler cikiyor karsimiza... avangard bir oyunda sahne alan karakterlermiscesine rengarenk carsaflara sarilmis kadinlar suruler halinde sonunu bir turlu goremedigimiz colde yol aliyorlar; ozenle suslenmis uc tekerlekli yuk araclari kumullar uzerinde neresi oldugu belirsiz bir yerlerden gelip, daha belirsiz baska bir yerlere gidip duruyorlar.

    bu yapit iran yapimi bircok filme kiyasla takibi daha kolay.. genelde --takdire sayan eserler olsalar da-- bu filmler farkli kulturden izleyicileri pek bir fazla hazirlik yapmadan konunun en ortasina birakiveriyor. ancak, bu filmin bir seyahatname olmasi hasabiyle belki de, ne olup bittigini kavramak icin biraz daha fazla firsati oluyor izleyicinin. bircok iran filminden daha basit olsa da kandahar, bir yandan da fazlasiyla karmasik --kesinlikle siradan bir kahramanlik hikayesi degil*. kahramanimiz biraz fazla "anti-kahramansal" ozelliklere sahip: kibirli ve soguk.. bir dogulunun gozuyle israrla yabanci kalmak cabasinda aslina ait oldugu topraklara.. nitekim, kendisiyle yasadiklari arasina, olaylari teybe kaydetmek suretiyle, bir mesafe koyuyor (bu teybi kizkardesi icin hazirliyor).

    bu teyp yonetmenin harmanladigi fikirleri ve sairselligini yansitiyor. makhmalbaf, taliban idaresinin ahlaga sigmayan yonlerini ortaya koymaya calisiyor. 11 eylul oncesinde tamamlanan bu eser, bugun taliban karsiti propaganda araci olarak daha az islevsel olmakla beraber, yeni neslin en etkileyeci yonetmenlerinden bir tanesinin yapitlarina hos bir girizgah vazifesi goruyor ve gorecektir..


    (kazimakos - 28 Şubat 2006 07:08)

  • comment image

    filmde zor şartlar altında yaşayan bir halkın nasıl da, diplere vurduğunu görüyoruz. açlık ve yokluk afganlıların onurunu da almış götürmüş, kendi ihtiyaçları için dilenmek ve de yalan söylemek çok sıradan bir davranış... üstüne üstlük bu hallerinin dışardan çok rahat anlaşılabildiğinin bile farkına varamıyorlar... halbuki filmde biraz once bir afganlı karısının taktığı örtüsünün kendisinin onuru olduğunu söylemişti... insanlığın çelişkileri, zahiri ve batını ile bu filmde...


    (okyanusun kalbi - 17 Nisan 2006 17:05)

  • comment image

    dünkü güneş tutulması sırasında aklıma gelen mohsen makhmalbaf filmi; üzerine iki sek vokta içmeden kendime gelemediğim filmlerdendir ayrıca.


    (psykhe - 30 Mart 2006 17:31)

Yorum Kaynak Link : safar e ghandehar