• "turkiyeden sonra icqda en cok abaza dolandiran ikinci memleket"
  • "sevgili eşimin kalabalık bir erkek grubuyla ikinci kez ziyaret ettiği ülke.üstelik 2.kez gittiği zaman sevgili eşi kemoterapi görmekteydi.ne güzel değilmi..."
  • ""insanin tayland'a karisini goturmesi munih'e bira goturmek gibi"kurtlar imparatorlugu isimli romandan."




Facebook Yorumları
  • comment image

    insanlarına akıl sır erdiremediğim ülkedir.
    bangkok havalimanına gitmek için bindiğimiz taksiyle yolda mcdonalds a girdik taksiciyide yanımıza alıp istediğini yemesini bizim ödeyeceğimizi söyledik. adam bir menu aldı, sanırım cheseburger menuydu, acelemiz olduğundan hepimiz bitirdik ama adam biraz yavaş yediği için onunki kaldı, ve yemediklerini hemen paket yaptırıp taksinin bagajına koydu.
    adamla akşama kadar gezdik ve acıktık ve bangkokta başka bir restorana girdik adama yine gelmesini ve bizim ödeyeceğimizi söyledik ve adam hayır siz yiyin ben gelmeyeceğim dedi. biz restoranda yemek yerken adamı izlemeye başladık.
    adam gitti bagajı açtı mcdonaldsta yarım kalan ve paketleyip bagaja koyduğu yemeği alıp yemeye başladı..

    sorarım size ülkemizde böyle bir şey gördünüz mü?

    aynı adam bizi aynı gün bizi bir alışveriş merkezine götürdü, cevahir gibi bir yerdi otoparkı tıka basa dolu bu alışveriş merkezinde adam 3 tane dikey parketmiş aracın önüne yatay olarak parketti. biz 'hacı sen naptın' gibisinden sözler ettik fakat sonra çok garip birşey yaptı:
    arabanın el frenini indirip bizimle birlikte alışveriş merkezine geldi.

    türkiyede bunu yapsan geldiğinde aracını bir duvara girmiş olarak bulabilirsin. ama burası tayland, başka bir dünya....


    (atima dasu - 31 Ocak 2011 23:44)

  • comment image

    sevgili eşimin kalabalık bir erkek grubuyla ikinci kez ziyaret ettiği ülke.üstelik 2.kez gittiği zaman sevgili eşi kemoterapi görmekteydi.ne güzel değilmi...


    (bahtsiz nigtingale - 13 Aralık 2011 21:57)

  • comment image

    evet biraz da tayland gunluk yasamindan anekdotlar anlatma sırası:

    bu ülkede asansör bir milli meseledir. ne diyor bu dediginizi duyar gibiyim, tayland'da herhangi bir is merkezinde asansore binin, asansor dugmelerine en yakin duran kisinin kendiliginden asansor dugmelerine basmak, binmek uzere olan icin asansoru acik tutma dugmesine basma, herkes bindikten sonra kapatma gorevi otomatikman kendisine tahsis edilmistir. buna istisnasiz herkes uyar. ben de alistim artik.

    bu ulkede sinemaya giderseniz, film baslamadan once kralin goruntuleri esliginde bir kisa film karsisinda yaklasik 2 dakikalik saygi durusunda bulunulur, herkes ayaga kalkar.

    bu ulkede farang oldugunuz icin her seyi daha yuksek fiyata almak zorundasiniz. muzeye, hayvanat bahcesine bile girerken thai 70 baht foreigner 100 baht seklinde acik secik yazarlar, kuzu kuzu odersiniz. lokantalarda ingilizce menu fiyatlari ile tayca menu fiyatlari bile farklidir.

    calisma hayati ile ilgili sorumsuz ve rahat insanlar oldugunu soylemistim, ilaveten asiri duygusal ve hatta kindar insanlar. calisaninizi fircalayamazsiniz, uc secenek var, ya hungur hungur aglar, sizi alttan almak zorunda birakir, ya kin tutar butun isyerindeki taylilari size dusman eder, ya da ertesi gun hicbir haber vermeden isi birakir. uc halde de giren cikan size olur, zira ya gereksiz yere arkanizdan is ceviren bir suru dusman kazanirsiniz, ya da bir anda butun is sizin uzerinize kalir. o yuzden unvanim ust diye sevinemeyeceginiz ender yerlerdendir, burada memur olmak amir olmaktan daha kolaydir.

    inanilmaz sıklıkta yemek yiyorlar. cok degil, ama çok sık. bir de plastik torbalara kamis sokup kolaydi hindistan cevizi suyuydu, herseyi plastik posetlerden tuketebilme ozellikleri var.

    efsane gerizekalilikta bir dilleri var. 44 sessiz harf olup da toplamda sadece 17 sese karsilik gelmesi mi dersin, hepsinin birbirini andiran yazi bicimleriyle ifade edilmesi mi dersin, adamlar sanki bizden baska kimse yazamasin, okuyamasin diye icat etmisler resmen. yoksa cumle yapilari cok basit, sadece onunuzde koca bir okuma-yazma engeli var. pes ettim, zaten gunun yarisinda kap khun krap ve sawas dee khap diyerek durumu idare edebiliyorsunuz.

    asla arif insanlar degiller. cidden uzun uzun anlatmak, bosluk birakmadan anlatmak ve dogru anlatmak gerekiyor, kazara bir yanlis anlarlarsa kendinizi bir vodvilin ortasinda bulmaniz isten bile degil.

    son olarak 21.kata kadar cikabilen cengaver karincalari var bir de. *


    (grampus - 5 Kasım 2012 16:29)

  • comment image

    ---- bu bir gezi yazısıdır ---

    seyahat etmeyi seven her insanın, ömründe minimum 15 gününü ayırması gereken yeryüzündeki cennetlerden biri. hakkında oluşan "sex turizmi" etiketini kesinlike hak etmeyen, bundan çok daha fazlasına sahip güzel memleket.

    kız arkadaşınızla gidecekseniz, "olum kayseri'ye pastırmayla gidiyorsun" tarzı onlarca komikli sözle karşılanacaksınız etrafınızca ama takmayın, zira burdaki o taylandlı kadın imajını yaratan şey esasen ladyboy'lar. tayland kadını kara kuru bir şey abi. seyahatiniz boyunca boylu poslu, daracık elbiselerle göreceğiniz kişiler aslında bildiğiniz ahmet abi, mahmut abi, ramazan abi yani.

    sıradan bir seyahatin yanında ufak çaplı bir maceradır aslında tayland.

    of, orda ne yiyeceğiz bu adamlar böcek falan yiyor muhabbeti var bir de. evet, kızarmış akrep, kızarmış çekirge, kızarmış hamamböceği yiyorlar ve açık açık satıyorlar ama zorla değil yani. türkiye'de dışarda kafelerde, restoranlarda ne yiyorsan onlarda da var. merak etmeyin aç kalmazsınız yani. sadece tayland yemeği yerseniz daha ucuza gelir. ortalama bir tayland yemeği 100 baht iken, onların european food olarak kategorize ettiği yiyecekler minimum 200 baht'tan başlıyor. gerçi 16 baht'ın 1 tl olduğunu düşünürsek, her türlü ucuz.

    biz seyahate bangkok ile başladık. trafik olarak istanbul'u kesinlikle aratmayan, kalabalık ve dağınık şehir. turistlerin genelde takıldığı yer olan khaosan road ve onun civarı. konaklamak isterseniz tavsiye ederim. yalnız, "aman çok ses olur şimdi o caddede" derseniz, tam karşı sokağında da çok güzel sessiz yerler var. (hosteller için tavsiyede bulunabilirim)

    bangkok'ta hırsızlık çok fazla diye uyardılar ama açıkcası o tip bir olay ne bizim başımıza geldi ne de başkasını gördüm. bence daha enteresanı, sokakta sizi yalan yanlış yerlere yönlendirmeye çalışan garip insanlar. mesela x sarayına gidiyorsun, adam seni sokakta durduruyor, oraya gitme bak orası kapalı bugün, sen bu yönden y sarayına git diyor. kapalı falan da değil he. yolunuzdan şaşmayın, siz devam edin.

    ulaşım için kısa mesafede tuk tuk iyi bir tercih olabilir. ama binmeden kesinlikle gideceğiniz yeri net bir şekilde söyleyin ve pazarlağınızı yapın. evet, pazarlık. bangkok'ta her şeyin başı pazarlık. hatta tüm tayland coğrafyasında. tuk tuk'a binerken, taksiye binerken, hediyelik bir şey alırken, hatta tura katılırken. hepsi için neredeyse yarı fiyatına anlaşabiliyorsunuz.

    tur demişken, tayland'da her yer tur ile gilebilirsiniz. bangkok için konuşuyorum, ayuthaya ve yüzen pazara turla gidebilirsiniz. yarım günlük turlar oluyor bunlar ve gayet güzel minibüslerde gidiyorsunuz. baya uzak olduğu için bu tip yerler, tek başına gitmek hem külfetli hem de yorucu olabilir. sarayların olduğu kısma veya çin mahalallesine yürüyerek ulaşabilirsiniz eğer khao san road civarında kalıyorsanız.

    uçaktan indikten sora khao san'a taksi ile 500 bahta götürüyorlar. (1 tl = 16 baht) yorgun değilseniz havaalnından kalkan sky train'e binip son durakta inerseniz ve ordan taksiye bindiğnizde toplam masrafınız 250 baht gibi bir şey oluyor.

    bangkok'tan sonra phuket'e doğru yol aldık. şimdi öncelikle şunu şiddetle tavsiye ederim ki, phuket'ten sonra gideceğiniz bir yer varsa - mesela biz phi phi adasına geçtik ordan - kesinlikle ama kesinlikle, bangkok havaalanındaki o turist bilgilendirme masasında size yardım etmek isteyen insanların sözünü dinleyin. phuket'e indiğinizde sizi ordan alıp otelinize bırakacak, phuket'ten ayrılıp x bir yere gideceğinizin sabahına yine sizi hostelinizin kapısından alıp o yere götürecek organizasyonu çok cüzzi bir ücrete yapıyorlar.

    bu arada şunu çok net söyleyebilirim, organizasyon konusunda baya iyiler. hiçbir aksama olmuyor.

    eğer yazın gidecekseniz, phuket denize girmek için pek ideal bir yer değil bence. inanılmaz şiddetli ve büyük dalgalar var. zaten girmek de yasak. sürekl kırmızı bayrak var. phuket'in eğlence yeri bangla road. buraya kesinlikle uğrayın. kocaman, trafiğe kapalı bir cadde sağlı sollu barlar, kafeler. çoğunda da dans eden ladyboy'lar. evet, sizin o tayland rüyanızdaki kadınların %90'ı, bildiğin travesti. yalnız şunu söylemeliyim ki adamlar estetik ameliyatta bir dünya markası. anlarsan surattan anlıyorsun, başka türlü hayatta ayıramazsın.

    gitmişken hard rock cafe'ye de bir uğrayın derim.

    burdaki turlara katılarak, james bond adası, fil safarsi, kaplan krallığına gidebilirsiniz. gerçi james bond island dedikleri yer pek bir boka benzemiyor da işte, adı var.

    kafa dinleyeyim, daha güzel şeyler göreyim diyorsanız bence phuket'e maksimum 3 gün ayırmalısınız.

    bizim ordan sonraki durağımız koh phi phi adası oldu. phuket'ten oraya gidiş feribotla 2 saat sürüyor. (phi phi için de kalacak güzel yerler önerebilirim) açıkcası tayland gezisi, phi phi öncesi ve sonrası olarak bölünebilir. öncesi, bangkok, phuket, giderseniz pattaya gibi yerler çok hareketli, gürültülü ve kalabalık yerler. phi phi ve sonrası olarak anlatacağım yerler ise daha huzurlu, ada hayatının yaşandığı, sakin, romantik, denizin tadını çıkartabileceğiniz yerler.

    phi phi adası'na ayak bastığınız anda hayatınızdaki bütün o koşuşturmacadan, stresten, tedirginliklerden arınıyorsunuz. burdan sonra gideceğiniz diğer adalarda da çok rahatlıkla gözlemleyebileceğiniz o miskinlik müthiş bir şey. adamlar adeta, "amaaan boşver abi ya" trbinde takılıyorlar. koşuşturmaca yok, hızlı yürüme bile yok lan. millet yavaş yavaş yapıyor her şeyi. denize girecekseniz long beach'i tavsiye ederim.

    burdan yine turla, o meşhur maya beach'e gidebilirsiniz. viking cave, monkey island gibi yerleri de yine o turun içinde gezebiliyorsunuz. yarım gününüzü alıyor. tavsiyem, kesinlikle long tail ile yaşamayın bu tecrübeyi. 200'er baht daha verin, speedboat ile gidin. dalgalar o kadar sert ve büyük ki, long tail'i kolayca yutabilir. kaldı ki lifejacket falan da yok. nerden mi biliyorum? bir arkadaşım...

    phi phi'den sonra kesinlikle görmeniz gereken bir yer daha var ki, koh samui adası. en az phi phi kadar güzel bu ada, phi phi'den çok daha büyük bir yerleşim alanına sahip ve daha gelişmiştir. yalnız buraya gideceğniz tarihi iyi belirleyin, çünkü hemen dibindeki koh phangan adasındaki full moon party'i kesinlikl kaçırmamalısınız. hayatımda gördüğüm en efsanevi parti diyebilirim. gerçekten tecrübe etmesi müthişti. giderken yanınıza çok değerli şeyler almayın, zira metrobüsün içinden bile daha kalablık bir ortam var.

    samui'den gidilmesini şiddetle tavsiye ettiğim bir diğer yer, koh thao ve koh nang yuan. buraya da yine turla gidebilirsiniz. gidiş yolunda şnorkel ile mercanları ve yüzlerce çeşit balığı gözlemleyebileceğiniz mükemmel bir yerde duruyorsunuz. 1 saat gibi bir süre, muazzam şeyler görüyorsunuz. nang yuan ise cidden muhteşem bir yer. üç tane minik adayı, incecik bir kumsal birleştiriyor. su o kadar berrak ki kafanı suya sokmadan bile her şeyi rahatlıkla görebiliyorsun.

    velhasılı, çok uzun ettim farkındayım. yapabilirseniz minimum 15 gün ayırın tayland'a. çünkü gerçekten buna değer. hatta 3 hafta mesela baya ideal.

    sorularınız olursa memnuniyetle cevaplayabilirim. ben gitmeden önce blog'lardan baya bilgi toplamıştım. baya da işime yaramıştı.

    gidecek olan varsa şimdiden iyi tatiller. hayatınızın en güzel günlerini yaşayacaksınız muhtemelen.

    bu arada yazmayı unutmuşum, tayland'a iner inmez, havaalanında internet paketi alın. müthiş hızlı 15-30 günlük paketleri 30-40 liraya satıyorlar ve limitsiz. üstelik wireless gibi de kullanabiliyorsunuz.

    ---- bu bir gezi yazısıdır ---


    (one helsing - 7 Ağustos 2014 21:45)

  • comment image

    insanı güzel ülke. bir anekdot vermek isterim:
    2013yazında tur rehberi tolga kaptanoğlu bangkokta gezerken çantaya cüzdana sahip olmamızı ama öyle aman aman pür dikkat kendimizi kasmamıza da hiç gerek olmadığını söyledi. hırsızlığın az olduğunu hatta yolsa cüzdanınızı düşürseniz arkanızdan koşa koşa getirirler size dedi.
    tabiki içimden hassirilee dedim öyle şey mi olur. üçüncü değil 5. dünya ülkesi burası. insanlar çok düşük hayat standartlarında yaşıyo, her bişey olur dedim içimden.
    dememle birlikte o konuşmanın sabahında dumura uğramam bir oldu. hakikaten hediyelik manevi değeri yükse şeylerin olduğu bir poşetimi, pazar yerinin en kalabalık zamanında arkamdan koşturmaktan nefes nefese kalmış bi taylandlı kadın getirdi.
    nasıl utandım anlatamam.
    demek ki olay aç insan adam bile öldürür mantığında değilmiş. önemli olan insanın şefkatli ve iyi bir kalbi olmasıymış.
    iyi geceler.


    (il canto del vento - 18 Aralık 2014 01:39)

  • comment image

    her köşebaşında hamamböceği ızgara veya kertenkele dürüme rastlanılabilecek, gökdelenlerin 20 m. ötesinde teneke evler bulunan memleket. hiç sömürge olmamasına rağmen 4 bi yanının ingiliz sömürgesi olması yüzünden trafiğini onlara uydurmuş ve sol tafara göre düzenlemiştir. krallarına ilah gibi taparlar, öl dese ölürler.
    ayrıca pedofili merkezi olup, bu yüzden her sene onbinlerce gelişmiş ülke erkeğini dolarlarıyla beraber kendine çekmektedir.
    başkenti bangkok, para birimi baht'tır (çok bahtsızım = çok fakirim şeklinde espriler olmaması hepimizi sevindirmektedir).


    (uninvited - 10 Temmuz 2001 00:13)

  • comment image

    songkran yani su festivaline bu sene katıldığım ülke. bangkok'ta. durun anlatayım size nedir bu:

    cok sevdiğim bir arkadaşım çalışıyor bangkok'ta. herifle erasmus yaparken polonya'da tanışmıştık ne garip. neyse. niyetim var yanına gitmeye. "su festivali var, denk getir, bize de resmi tatil millet su savaşı yapıyor eğleniriz." dedi.
    "su savaşı yapmak da neymiş hamınıaa meslek liseliler gibi." diyerek ne bi yerden ne internetten araştırdım. kafamda böyle bi şey tasvir etmem imkânsızdı çünkü. öyle bir imge yerleşmemiş beyin lobuma. angaralı adamım ben. su denilince aklımıza tek gelen; angara'da suların bir hafta akmaması nedeniyle hamama gitmiş olmam amk. "yağmur yağsa da barajlar dolsa, barajlar dolmuştur mangala gitsek." diyen adamlar. varsa yoksa avm. bir de melih basgan'in kendi elleriye şehrimize kazandırdığı doga harikası muhteşem göksu. zaten benim hayaller, kafa başka yerde. malum bitmeyen masajlar, taocu sex, işemeli sıçmalı pompikler, gece hayatı, tropikal adalar, budist öğretiler. şaka lan şaka zikeyim öğretisini. aldım biletleri.

    neyse bindik iki katli uçak saraplar vodkalar viskiler havada uçuyor. vardık tayland'a 15 saat sonra, indik. arkadaşla özlem giderdik. ipne de söylemedi hiç, sadece gidip çük kadar su tabancası aldırdı bize. kedi ossurugu gibi su fışkırtanlar var ya. fısk fısk diye. fısk sesi çıkmadan suyu bitiyor goduumun tabancasının. boncuk atanın su sıkanını düşün. akşam da festival başlıyor. sanıyorum ki devlet büyükleri çıkacak şehrin meydanında ayinler yapılacak, "aman efendim su kutsaldır suyumuza sahip çıkalım musluklari açık birakmayalim her yil kıbrıs adasi büyüklüğünde toprak parçamız çöl oluyor ağaçları koruyalım ağaçlar yağmurları çeker bereket getirir. bakın bangkok büyükşehir belediyesi olarak kizilirmak'tan su getirdik bu su cok temiz, bizden önce boklu sulari içiyodunuz hadi iyisiniz." diyip su içecekler sular dağıtılacak, oranın kızılırmak suyunu övecekler, havaya sembolik olarak su filan fiskirtilacak. olaysız dağılacagız. tüm beklentim bu.

    akşam oldu. neyse çıktık pistolümü aldım belime soktum çünkü türklük bunu gerektirir neo osmanlıyım. taksiye bindik. "telefonu cüzdanı ver." dedi benden aldı, özel poşetler var ona koyup boynumuza astı. "la ne gerek var?" diyorum, "olsun la su damlası gelir bozulur telefonlar hasas önemimizi alalım." diyo piç.

    otoyollardan bangkok merkeze geldik. (herifler güzel yol yapmış pampa) taksiden iner inmez cayır cayır sular fışkırdı üstümüze. "noluyo lan!" demeye kalmadan. haleluya aman yarabbi. allah allah. mahşer yeri gibi kalabalık, elinde avucunda tas, kova kaplar ne varsa millet birbirine döküyor, her 5 metrede bir öküz gibi variller içleri su dolu, belediye tırları getirmiş su takviyesi yapiyor, her yerden hortumlarla sular akıyor, standlar oluşturulmuş mis gibi manitalar standlarin üstünde tazyikli su fiskirtma zımbirtilariyla meydandan milleti suluyor, biten variller hemen tazeleniyor, tazeleniyor. olayın şokunu katlamak için buz poşetlerinden buzmatiklerden varillere buz atılıyor. bir yandan eğlence doruklardayken bir yandan kusursuz bir hizmet akışı var beledeyilerce ya da esnaflarca. herkesin ama herkesin elinde kalasnikof ayarında iki litrelik depolu, çift pompali hayvani su silahları. 185 boyundayim hepsine tepeden bakıyorum zaten minyon tipler asyalılar, bi de iri yarı sayılırım 90 kilo adam, elimde çük kadar yeşile çalan saydam silah, içine yarım bardak su ya alıyor ya yok. boyum uzun kafam direkt kabak gibi çıkıyor kalabaligin ortasına açık hedef halini alıyorum. pompalıyı sivazlayıp ateş etti ipnenin biri 10 metre mesafeden, buzlu suyu doldurmuş, başımdaki şapka tazyigin etkisiyle kalabalığın arasından kayıplara karısti, beynim dondu. headshot. "beynimi deldin mına goduumun küçük taylandlisi." dedim adam gülümseyerek avuclarini birlestirip başını eğip selam etti. bir de naif ipneler, sevimliler. hep bir gülümseme ama ağız dolusu. ananı sikip özür diliyorlar. muhteşem. sen de kahkaha atiyorsun istemsiz. gözümü açamıyorum her yerden saldırıyor allahsizlar. denizden çıkarsın da gözünü açamazsın ya ilk birkaç saniye, sürekli öylesin sırılsıklam. ben de fırt fırt diye karşılık veriyorum kimseye ulaşmıyor tabancanın namlusundan çıkıp nemli havada buhar oluyor attığım su damlaları. mına koduumun silahı. herkes hepsi eğleniyor benim silahimla. tek avantajı amma da sempatik olmam. hello kitty giyen kizlarla fırt fırt islattık birbirimizi. buna rağmen yaşadığım hazzın bir benzeri yok.

    "amınıza koycam lan sizin sik kafalı taylandlılar götten bacaklar yarın sikecem belanızı!" naralarıyla, "beni en büyük alışveriş merkezine götür." dedim elemana. ertesi sabah atladık motora gittik, 800 900 bahta(para birimi orada baya büyük miktar), en büyük depolu-en tazyikli en uzağa su fışkırtan en renkli, en en ultra x-9000 model olanından boyum kadar silahı aldım. saksı değildim ben.

    giyindim kuşandım. ve meydana bir komando edasıyla daldım. mahşerin tek atlısı. buzlu suyu basıyorum. bi sivazliyorum pompamı, güzel kızların kafasinda sektiriyorum, saçları dağılıyor suyun etkisiyle, memelerini deliyorum. su buz gibi ya narenciye gibi sivriliyor meme uçları. millet yemek yerken 15-20 metreden hedef alıp bi attiriyorum fıssssskkkkkk diye adamın yemeği uçup gidiyor. kol gibi su sıkıyor silahim. am kokuyor, "aglama melis!" diyorum. standların üzerinde milleti sulayan kızları vuruyorum. kulak memelerine isabet ettiriyorum aşk sözcükleri fısıldıyor küçük sürprizler yapıyorum onlara.
    kaçan oluyor kovalıyorum. müthiş bir adrenalin.

    üstü açık minibüsle bir yere gidiyorsun, sabah kimse kimseyi islatmaz diye, adam kamyonetinin arkasına varilleri doldurmuş, minübüstekileri akan trafikte islatiyor. buz gibi suyla. sinirleneyim diyorsun, herkes gülüyor. müthiş bir lezzet, ağız dolusu gülümsemeler.

    ben böyle festival, ben böyle eğlence, ben bu kadar müthiş ne mutlu oldum ne böyle bir sey yaşadım ömrü hayatımda. orada kaldığım 12 günün 3-4 günü sürdü festival.

    gerçekten tarifi mümkün değil. o denli büyük ve ülke çapında bir su savaşında ne bir tatsizlik ne bir gerginlik ne de bir problem yasadim. aksine mutluluk pompalaniyor o silahlardan. efendi insanlar. yüksek sesle konuşan bile yok.

    avrupa'da da erasmus ile 8 ülke onlarca şehir gezme fırsatım oldu ama böyle şey, tecrübe edinmedim. siz siz olun avrupa ve asya tercihinden birini yapacaksınız kesinlikle asya; herhangi bir avrupa şehrinden çok daha fazla bilinmez macera vadediyor. gidin görün. hayat kısa. yaşayın bunları. festival dışında karşılaştığım şeyler ve tecrübeler ise paha biçilemez, onları bilahare anlatırım.


    (karacigerim vur kadehlere - 8 Kasım 2016 10:26)

  • comment image

    pizzanın makasla kesilip servis edildiği, 4 gidiş 4 geliş yolların kenarları dahil heryerde yemek yemenin çok normal olduğu, temizliğin ulaşması en zor lükslerden biri olduğu ülke. yeni taşındığım ülke...
    yaklaşık 1 aydır bangkok'ta yaşıyorum, şöyle böyle başıma gelmeyen kalmadı! toplaşın, aydınlatmaya geldim! *

    diğer yerlerini de gördükçe editlerim ama şimdilik bildiğimce gördüğümce yaşadığımca bangkok'tan bahsedeceğim. türkiye'den siktir olup gitmek için her gece dua ediyordum. eğer sizin de sıtkınız bu kadar sıyrıldıysa, beklentileriniz düştüyse, benim yolumu izlemek isterseniz...
    here you go,

    burada ne yapıyorum? nasıl yaşıyorum? nasıl kazanıyorum? hayat nasıl?

    gelecek yılki hayallerim için biraz paraya ihtiyacım vardı, ayrıca türkiye'de yaşamak fikrine tahammül edecek zerre de sabrım kalmamıştı, asyayı araştırıyordum ve sonra kendimi bangkok'ta buldum. bacılar, yiğitler toplaşın anlatıyorum;

    göründüğü kadar kolay değilmiş ama imkansız da değil! hala ne olacağım belli olmasa da iyi kötü tutunmaya başladım!! asya'da yabancı ingilizce öğretmenlerine ihtiyaç var. genel olarak; çin, tayland, vietnam, kamboçya vs... peki ben ingilizce öğretmeni miyim? değilim. ingilizcem çok mu brilliant? no! işte derdimizi anlatacak kadarın 1-2 kademe üstü diyelim. ama sistemdeki açlıktan yararlanıyorum. yukarıda özellikle yabancı ingilizce öğretmeni dedim bu ne demek? şu demek, okullarda batılı görünümlü-beyaz ingilizce hocaları istiyorlar. ırkçılık-şekilcilik burada gırla. bunlar haşa ve kat'a benim fikirlerim değil, gözlemlediklerimi anlatıyorum. bazı okullar sadece anadili ingilizce olan öğretmenler arıyorlar ki bu çok anlaşılır bir şey, sen ne okusan da çalışsan da adamın ana dili bre! ama bu ilanlarda da enteresan bir detay bekliyor sizi, sıkı durun!

    looking for native speaker teachers bla bla bla...(only english, american, australian... passport holders)

    bu da şu demek-->> afrikalılar hariç! ana dilleri ingilizce olmasına rağmen. sebep baya basit; siyahi olmaları.

    bazı okulların bu ingiliz amerikan hocalara ödeyecek bütçesi yok o zaman onlar da diyorki beyaz olsun da çamurdan olsun. sırp da olur, rus da olur, türk de olur... kısmet!!
    yani eğer siz de beyazsanız, batılı görünüyorsanız, giyim kuşamdan biraz anlıyorsanız, biraz ingilizce biliyorsanız ve benim aldığım riskleri de göze alabilecek kadar cesur ya da deli iseniz şu yolları izleyerek siz de benim yaptığımı yapabilirsiniz.

    okuduğunuz okul hariç, baştan aşağı sahte ama güzel grafik dizaynlı bir cv hazırlayın. bunun için free cv temples falan şeklinde aratıp internette hazır güzel dizaynlı bi taslak bulabilirsiniz ki tavsiye ederim, ben kendim grafik dizayn bilmediğim için bu yola gittim. ama bu sitelerde free demesine bakmadan hızlıca bir son adıma kadar gidin ve kontrol edin. çünkü sonra benim başıma gelen sizin de başınıza gelebilir, en son sekmede pdf olarak indirmek için ücret talep ediyor bir çok websitesi. pdf olarak indirmeyeyim derseniz linki paylaşabiliyorsunuz okullarla ama bundan pek hoşlanmıyorlar pdf'in elinizde olması daha iyi. o yüzden kıyın paraya en ucuzundan birini 2-3 $ alın bir tane ya da iyi bakın pdf'i de bedava olan bir taslak bulun. bu cv'ye olabildiğince güzel/yakışıklı ve profesyonel göründüğünüz bir fotoğrafınızı koyun. kendinize güzel güzel sahte tecrübeler yazın. hayatta diğer okulları arayıp bu tecrübeleri gerçekten edindiniz mi diye kontrol etmiyorlar. ben yaşım gereği çok fazla şişiremedim, inandırıcılığını yitirmesin diye. bu yalandan tecrübeleri yazarken hakkında rahat atıp tutabileceğiniz şeyler seçin. mesela ben kısaca şöyle tecrübler sıktım kendim için;
    -istanbul'da uzun dönem birebir dersler
    -sırbistan'da çocuklara yaz ingilizce kampı(sırbistan uzun vakit geçirdiğim ülkelerden biri hakkında rahat rahat atıp tutabiliyorum bir de gene sırbistandan bir referansım vardı onu da orayla bağlayıp ekleyince çok gerçek göründü*)
    -polonya'da ingilizce ve kültürel eğitim vs..(aiesec'le polonya'ya gitmiştim bunu da şişirdim baya bir)
    -arjantin'de ingilizce öğretmenliği`:böyle bir şey aslında yok :d`(arjantin'de yaşamıştım bir dönem ama öğretmenlik falan yapmadım aslında sadece basit bir google aramasıyla o dönem yaşadığım bölgede evime yakın bir okulun adını buldum ve cv'ime ekledim. `::d`böyle bir tecrübem hiç olmamasına rağmen arjantinle ilgili de rahat rahat sıkabileceğimi bildiğim için bunu da ekledim.
    olabildiğince kelimeleri süsleyin püsleyin janjanlı bir cv hazırlayın velhasıl kelam.

    bundan sonraki adım bileti alıp buraya gelmek. şöyle bir websitesi var iş bakabileceğiniz, kontağa geçebileceğiniz ancak türkiye'deyken iş bulma ihtimaliniz neredeyse 0. bir de şöyle facebook sayfaları var; teaching jobs in thailand, teaching jobs in bangkok, thai visa advice etc. etc...çoğunlukla okullar maillere cevap vermiyorlar. linediye bir uygulama var buraların whatsappımsısı. ya line'dan ya da telefonla ulaşmak lazım ve hatta direk bir bir okullara gidip kapı kapı gezmek lazım. ben bunu yaptım, baya garip bir hissi var.

    "ingiliççeci geldii haaanııımmm, ingiliççeci ayağınıza geldiiii..!!"

    baya baya gidip okul okul "dayılar burada ingilizceci lazım mıdır?" falan diye soruyordum. diğer asya ülkelerinde nasıldır bilmiyorum, burada işler baya egzantrik kısacası.

    bir de ajanslar var iş bulmanıza yardım edebilecek ancak bu ajanslarda maaşınızı fena emikliyor tabii. bu da yetmezmiş gibi başınıza 2. bir patron oluyorlar, sizi de asla gözetmiyorlar, hiç bir şeye karşı korumuyorlar. direk okulla mülakata gireyim ajans olmasın diye de bilirsiniz ama orada da kırk ayrı takla. bir ajansla görüşmek isteyen olursa falan özelden kendi ajansımın line id'sini verebilirim ama ajanslar maalesef en iyi seçenek değil onu bilin de...

    buraya gelirken burada her koşulda yalnız olacağınızı, sürekli kendinizi kollamanız gerektiğini göz önünde tutmanız gerekiyor. her an her yerde ve herşeyde şüphe etmeniz, kimseye inanmamanız/güvenmemeniz, gücünüz yettiğince hunharca pazarlık etmeniz, ayık olmanız lazım. ben bunları ne kadar başarabiliyorum tartışılır ama öğreniyorum.

    ilk geldiğimde özel bir kreşte iş buldum. 1 hafta çalıştım dayanamadım istifa ettim. çalışma şartlarım zordu, sorumluluğum çoktu ama en önemli ve en kötüsü çok zor bir müdürüm vardı. kısacası bana köle/köpek gibi davranıyordu diyebilirim. burada baya bir kast sistemi var bi 500 sene önce falan hindularmış zaten onun ardında bıraktığı etki midir nedir bilmiyorum. sosyal statü farkları çok yüksek, sorsan asla öyle demezler ama saygı hep tek yönlü, aşağıdan yukarıya doğru hiç karşı tarafın saygı gösterdiğine tanık olamadım maalesef. yani ben müdüre saygı duymak zorundaydım ama müdür beni öğrencilerimin önünde, dersimin ortasında, konumu sorgulayabilir, çocuk azarlar gibi dilediğince azarlayabilir, ne isterse yapabilirdi. saçım(toplu olduğu halde), ayakkabım (klasik siyah bir ayakkabı olmasına rağmen) büyük bir meseleydi. tayland'da özel okullar ektrem pahalı olduğu için sadece gerçekten zenginlerin çocuklarının ulaşabildiği bir imkan. sürekli fiyatlarda aşırı yükseldiği için veliler okulları çok sıkıştırıyor, okullarda eğitimi güzelleştireceklerine cilayı arttırıyorlar. yapılan her şey velilere bekledikleri şovu sunmak için başka hiç bir şey değil. o yüzdendi saçımın, ayakkabımın büyük olay olması. bu okuldan istifa ettim çünkü beni 1 ay çalıştırıp o arada yerime başkasını bulup 1 ay sonra ödeme yapmadan beni kovabileceklerini hissediyordum. "ay yapabilirler mi böyle bir şey??!!! ohaaa!!!" evet, baya kolay yaparlar hem de. burada yabancı olarak hiç bir hakkınız yok, sizi koruyacak hiç bir şey yok. o yüzden hep ayık olmanız gerekiyor, istifa edip kendimi kurtarmasam muhtemelen bu başıma gelecekti ama biraz da şansım yaver gittiği için anlayabildim bunun olacağını, çeşitli olaylar oldu vs... ayrıca gene aynı okulda her ay 1000 baht maaşımdan kesiyorlardı depozito olarak, 5 ayın sonunda kontrat bittiğinde geri ödeyeceğiz dediler, ben tabiiki buna inandım. bunu başka arkadaşlarıma anlattığımda bana güldüler. ajans ne yapar ne eder bu parayı asla ödemez, ya da seni 4,5 ayda kovarlar dediler ki göre göre öğreniyorsunuz burada işler gerçekten öyle. öde-mez-ler! sen ayağını sağlama al yani kabul etme, başka ajans bul ama sakın söylediklerine inanma. kontrata yazsalar da inanma, dediğim gibi seni koruyan hiç bir şey yok burada. ne isterlerse onu yaparlar.

    burada hakkettiğini kazanmak, düzgün iş yapmak, kalite vs...(404 not found)
    herkes koparabildiğini kazanıyor, çalışmıyor/çalışır görünmesini biliyor. ben mesela şanssız bir dönemde işe girdiğim ve pazarlık etmesini de hiç beceremediğim için aynı iş için bu okulda en az ödeme alan öğretmenim. evet, kendimi salak gibi hissediyorum. ama napayım benim de kendimi kabul etmem lazım bir şekilde. kendini satabilen bir insan değilim, hakkettiğini koparıp alabilecek bir insan da değilim, ayık olacak, fırsat kollayacak bir insan hiç hiç değilim. benim bu naif gönlüm bu fırsatçı kapitalist dünyada harcanır değil mi? napayım atayım mı kendimi bir yerden? ben de böyleyim işte... tutunmaya çalışıyorum, çabalıyorum.

    hakkettiğimi söküp almama gerek kalmadan verecek, yaptığım işi takdir edecek, hayallerimi destekleyecek bir 1. dünya ülkesine gidip yerleşmek istiyorum, istiyorum da işte onun da yolları bu 3. dünya ülkesinden geçiyor, ne yapalım? hey-hat!

    neyse bangkok'a geri döneyim, konu dağılıyor.***bangkok kaotik bir yer, trafiği, kalabalığı, insanı, yalanları... başlıkta bahsedenler olmuş, havalimanında "gülenlerin diyarına hoş geldiniz!" yazıyor bence "yalanlar diyarına hoşgeldiniz!" yazsa daha iyi olur. çünkü gülümsemeleri de dahil burada herşeyin %200'ü yalan. taylandlılarla herhangi bir ilişki kuracak insanın zamanla beyni şu şekilde evrilmeye başlıyor;

    taylandlı: t
    tayland'da belli bir süre geçirmiş herhangi bir yabancı: x

    t: bla bla bla...

    ###
    x iç ses: ok yalan söyledi bunun gerçeği kesin şöyle bir şeydir bu bu bu...
    x iç ses: bana bu yalanı söyledi çünkü bu bu bu çıkarları var, bunu böyle böyle yapar bu daha sonra, bu böyle, bu bu bu...
    x iç ses: ok çaktırmadan duymak istediği cevabı vermem lazım, ok yalan söyle, şöyle söyle, böyle söyle....
    ###

    x: (gülümse, gülümse) evet evet, doğru doğru, tamam tamam bla bla bla...

    ben işte bu becerilere kısmen sahip olmama rağmen buradaki seviyeyi yakalamak baya bir zor olduğu için biraz sürünüyorum ama hayat tecrübesi işte, öğreniyorum... ve net söylüyorum; buraya geldiğime pişman değilim. burada bile türkiye'den daha rahat, daha mutluyum. yemeklerini sevmiyorum, insanlarını sevmiyorum, müziklerini sevmiyorum. peki burada ne seviyorum? neden pişman değilim?

    türkiye 3. dünya ülkesiyse tayland 4-5 allah ne verdiyse artık! burada nasıl daha rahat olabiliyorum?
    öncelikle buranın yerel halkına göre gayet iyi bir rakam kazanıyorum, çok bir para mı? değil. ama burada dağılım çok orantısız. zengin kesim çok az ama aşırı zenginler, orta kesim varla yok arası, çoğu çok fakir ve sınıf atlamak imkansıza yakın. yani fakir bir ailede doğduysanız muhtemelen fakir öleceksiniz... yani ben burada nadir bulunan o orta sınıfa mensubum. halkın hali perişan ama öyle tertemiz yıkamışlarki beyinleri kimsenin gık dediği yok, üstelik de burayı çok seviyorlar. sorsan kimsenin daha güzel koşullara sahip bir ülkeye gitmek istedikleri yok. bazen eğer şansları yaver giderse bir "ted" ediniyorlar ama buradan ayrılmayı akıllarına bile getirmiyorlar. şu hikayeyle birlikte biz bu arkadaşların hepsine ted demeye başladık kendi aramızda, aslında vaktiniz varsa belgeseli baya iyi çünkü bu 1 değil 2 değil baya baya business burada. şu şemayı izleyerek gelişiyor;

    fakir aile--> çocuk doğuruyor --> aha kız doğdu! yaşadık!!--> kız; sen ailene bakmak zorundasın şöyle böyle diye bütün bir çocukluğu beyni yıkanarak geçiriyor-->aile yaşlandı emeklilik geldi, çattı--> devlet eliyle düzenlenen bir emeklilik/sigorta sistemi yok, özeller çok pahalı ve çoğu taylandlı bu parayı ödemeye yanaşmıyor ya da ödeyemiyor--> aile emekli oldu ama maaş yok, kızın aileye bakması lazım hoopp...--> bir ted buluyor--> ted'den koparabileceği herşeyi koparıp en son başka bir şeyi kalmadığını düşündüğünde--> ted'i tayland'dan postalıyor.

    (dediğim gibi burayı çok seviyorlar, öyle gideyim ingiltere'de, almanya'da insan gibi bir hayat yaşayayım, kendimi kurtarayım gibi bir dertleri yok. tek ihtiyaçları olan para. )

    ted taylandlı karısına deseki kalk gidelim buralardan avrupa'da, amerika'da yaşalım, kadın bunu asla kabul etmez. bu durumda ted'ler hep tayland'a taşınan oluyor malum... burada azıcık dikkat eden herkes hemen bu tedli çiftleri görebilir. benim kaldığım binada da japon bir ted var mesela.

    bu şemanın 1-2 farklı varyasyonu daha var. mesela kadın taylandlı bir adama aşık, birlikteler falan ama taylandlı erkekler köpekler gibi heryerde sevişip hiç bir şeyin asla sorumluluğunu almayan adamlar-mış.(çok şükür bunu kendim tecrübe edip öğrenmedim :d, öyle diyorlar). yani eskaza kadın hamile kalırsa erkek yok oluyor ya da bi süre sonra babalıktan sıkılırsa, kadından sıkılırsa vs. yok olup gidiyor. zaten zar zor yaşayan kadın bir de hamile kalınca, çocuk olunca falan ne yapacak çözüm hooopp--> bir ted bul, oluyor.

    insan bazen kendini karman çorman bir yün topağının içinde yaramaz bir kedinin ellerindeymiş gibi hissetse de en azından yünün rengi güzel, ne diyeyim! doğa, kavuşabildiğiniz zamanlarda, çok çok güzel! yemeklerinin çok hayranı var, her ne kadar ben onlardan biri olmasam da... burada hayat gerçekten durmuyor. bir sürü market, bir sürü eczane, kafe 24 saat açık, sokak yemeklerinden bahsetmiyorum bile! taksi ucuz, motorsiklet taksiler daha da ucuz ve hatta trafikte vs. hayat kurtarır nitelikte. sanırım tayland'ın verdiği bu "ulaşabilirlik" hissi sevdiğim şeylerden biri. 7/11 dedikleri bir market var aşırı yaygın, hani neredeyse her köşe başında! bu 7/11'lar son 5 senede 1 kere kapanmış sadece o da kralın cenaze günü! ki buraya gelince 7/11'lar gerçekten hayat kurtarıcınız oluyor. hele hele turistik pahalı bir yerdeyseniz! fiyatlar sabit, ucuz. mikrodalga var dondurulmuş yemek alırsanız ısıtıp veriyorlar ki bir sürü seçenek var taylandlıların genelde evde yemek pişirme alışkanlığı olmadığı için. sıcak-soğuk- alkollü her türlü içecek de var. hatta ilaç vs. başka bir sürü beklemeyeceğiniz şeylerde mevcut 7/11'larda. gerçekten bizdekine kıyasla değişik bir market tipi.

    burada yaşamak gerçekten yorucu o yüzden insanın kendini enerjik hissettiği, koşmaya hazır olduğu bir dönemde gelmesi gerek diye düşünüyorum. burada bir ömür hayal dahi edemiyorum! edenler var, zamanla herşeye olduğu gibi buraya da alışıyor insan herhalde. burada 10 yıldır yaşayan ingiliz, amerikan vs. arkadaşlarım var, onlara dayanarak söylüyorum bunu. çünkü keza bu insanlar filipinli, endonezyalı vs. olsaydı zaten asyalı oldukları için buraya adaptasyonlarının daha kolay olması çok normal diye düşünürdüm. iş arkadaşlarım genelde 2 hatta 3 iş falan yapıyorlar o yüzden hayvan gibi para kazanıyorlar, ben maalesef bu kadar adapte olamadım daha... 2 aydır burada yaşıyorum ama bangkok ve genelinde tayland şuana kadar adaptasyonda açık ara en zorlandığım yer.

    sürekli ne kadar güzel olduğunuzu söyleyip duruyorlar, bu hatta genelde ilk duyduğunuz şey oluyor bir taylandlıyla tanıştığınızda. bu her ne kadar kulağa çok hoş gelse de aslında değil. şöyle; burada turistseniz belki 1 hafta 2 hafta neyse iltifata boğulmak, ilgi vs. hoşunuza gidebilir ama burada yaşıyorsanız insan gibi muamele görmek istiyorsunuz. kendimi buraya geldim geleli janjanlı bir hediye paketi gibi hissediyorum. şuraya küçük küçük örnekler bırakıyorum;

    bir ajansla görüşmeye gidiyorum, iş mülakatı sadece line üzerinden tanışmışız daha önce kadının beni görür görmez, memnun oldum, hoşgeldin vs.den önce ilk söylediği şey;
    "ohh but you are beautiful!!!" hani diyorki yani beklemiyordum ama çok güzelmişsin gerisi de pek mühim değil zaten.
    sınıfta koridorlarda çocuklarla kurabildiğim yegane dialoglar;
    "teacher, beautiful teacher!! boy friend? boy friend?"
    hadi onlar ergen onları geçiyorum.
    okulda işe kabul ediliyorum ajans diyorki seni müdireyle tanıştırayım. gidiyoruz odasına kadın hiç ingilizce konuşamıyor, maksimum 1-2 kelime. aramızda geçen dialog;
    -merhaba ben fliegend, memnun oldum vs.
    +ya senin adın tay dilinde kötü bir kelimeye çok benziyor, takma adın var mı?
    -takma adım flie.
    +biz sana onu değil de bunu desek olmaz mı bu daha kolay.
    -(iç ses oldu amk. canının çektiğini de!) yok o çok garip gelir alışamam da eğer fliegey daha iyiyse o da olur.
    +tamam fliegey olsun o zaman.

    yani adımın pazarlığı hariç hiç bir şey konuşmadık. çıkıyoruz odadan ajans diyorki "müdire seni çok sevdi.". oha diyorum lan hiç bir şey konuşmadıkki neyimi sevdi nasıl sevdi, ajans motivasyon mu vermeye çalışıyor, nedir yani?! soruyorum sonra;
    -nasıl sevdi ki? hiç bir şey konuşmadık...
    ve ajans o bombastik cevabı veriyor;
    +kim güzel insanları sevmezki?
    bu arada dikkatinizi çekmek isterim ajanlar, müdire hep kadın ve hususi inceledim hiç bir lezbiyen eğilimleri falan yok yani seksüel bir mesele değil bu tip davranış.
    şimdi noel yaklaşıyor, bunlar budistler ama gene de bir noel bir şeyleri yapmak istiyorlar, sömürge olmamışlar ama malezya falan ingiliz sömürgesiymiş, tabii bunlar hep komşular da etki yayılıyor vs... bir yandan şimdi popüler kültür, sosyal medya vs. de derken... neyse sevgili ajansım soruyor bana;
    -teacher a söyledi mi noel'de noel kadın kostümü giyip çocuklara şeker meker vereceksiniz. sana uyar mı?
    ben de hani aykırı olmak istemiyorum ama memnun olmadığımı da bilsinki herşey de beni kullanmasın istiyorum;
    + that doesn't sound any fun... (işte omuz silkip kaderci yüzümü takınıyorum hani başa gelen çekilir babında. kadının ingilizcesi de pek iyi değil söylediğimi yanlış anlıyor ve o bombastik cevaplardan birini veriyor)
    - you don't need to be fun, you just be beautiful!!

    ulan öğretmenim ben öğretmen!!! sanki model olmaya geldim tayland'a(!)
    ki onunda teklifi geldi, çok farklısın, çok güzel işler çıkar sana burada dediler ama kazara kötü yola mola düşerim elin taylandında gerek yok, ben temiz temiz öğretmenlik yapayım dedim ahahaha.

    şimdi şakasını yapıyorum falan ama gerçek hayatta bunlar insanın gerçekten asabını bozuyor. sınav hazırlıyorum, müdür geri gönderiyor neymiş " güzel görünmüyor"!!!
    tek önemsedikleri nasıl göründüğü... içeriğinde ne var, konuyla ilgili şeyler mi sormuşum belki yanlış bir soru sormuşum falan kimsenin umrunda değil, zaten kontrol eden de yok bunları, önemli olan güzel görünmesi... aynı sınavı, aynı soruları hiç değiştirmeden ama bu sefer güzelce hazırladım kabul ettiler. sınav aynı sınav, sorular birebir aynı, cevaplar birebir aynı...

    burada çok şaşırdığım ve çok sevdiğim şeylerden biri cinsellik konusunda açık görüşlü olmaları. taciz oranı da türkiye'ye göre çok çok çok daha düşük, özellikle elle taciz. bazen gözle taciz ediyorlar ama bu bazen farklı olmanızdan da kaynaklanabiliyor. bir sürü erkek öğrencim okulda kırmızı pembe ruj sürebiliyorlar, baskı ve ayrımcılık hissetmeden cinselliklerini hissettikleri gibi yaşayabiliyorlar. erkek arkadaşı olanlar heyecanla mutlulukla bunu söyleyebiliyor, böyle efendime ne söyliyeyim 23 nisan, 19 mayıs gibi törenlerde bazı erkek öğrenciler eğer öyle istiyorlarsa elbise/etek, topuklu ayakkabı giyip makyaj yapabiliyorlar. erkek öğrencilerden birinin hayali miss thailand olmak, öğretmeni destekliyor, hayallerinin peşinden gitmesini söylüyor. bu arada bunu söyleyen öğretmen iranlı, öyle batılı falan değil. iran'dan da orada yaşayamadığı için buralara kaçmış zaten. pek lezbiyenlerden ya da transeksüel kadınlardan, biseksüel kadınlardan bahsetmediğimin farkındayım... onların da üzerinde herhangi bir baskı olduğunu sanmıyorum. garip bir şekilde hiç göremedim şuana kadar sadece.

    ayrıca gene çok hoşuma giden şeylerden biri budistler diğer dinlere karşı genel olarak nötrler. bir gün bir kaç arkadaş din hakkında bir şeylerden konuşuyorduk, ben bir yerde müslüman olduğumu söyledim. sonra içlerinden biri uyardı "aman ha her yerde müslüman olduğunu söyleme!!" tırstım, "burada islamafobia o kadar güçlü mü ya?!" falan dedim ama dediğime kendim bile inanmıyorum. sonra cevap verdi; "ahh budistler mi(!) *onların umrunda değiiiilll... ama burada bazı radikal islamcılar var, onlardan yana bir problemin olabilir 'onların istediği gibi bir müslüman' olmadığın için..." budizmle özellikle monklarla ilgili türkiye'deyken hayal ettiğimden çok farklı tablolar görüp aşırı hayal kırıklığı yaşadıklarımda var da o başka bir başlığın konusu. burada sadece normal budistlerin sosyal hayattaki tutumlarından bahsetmek istedim.

    gene burada hayatı kolaylaştıran şeylerden biri hijyen yoksunluğundan falan söylensem de o sokak yemekleri... çok çok ucuz ve her yerde! bir öğün yemek 1-1,5 euro civarı. burada hiç hoşlanmadığım şeylerden biri pek çok evde mutfak olmaması, mutfağın bir nevi batılı tipi lüks bir şey olarak algılanması ve mutfaklı evlerin çok pahalı olması... ama işte en azından bu ucuz sokak yemekleri imdada yetişiyor en azından. gelmek isteyenlere tavsiyem yanınızda ucuz bir ispirto ocağı ya da en dandiğinden bir elektirikli ocak getirmesi. hayat kurtarır!! hatta bu kadar aydınlattım, gelirken hayrına bir tane de bana getirir misiniz? :( burada yok mu ki öyle bir şey? var ama pahalı. ucuzu da bulunur muhtemelen ama arayacak zamanım yok, pahalısını da alacak bütçem yok, buraya bir amaç için geldim...

    burada hasretinden geberdiğim şeyler var. gelirken size de tavsiyem çok kılık kıyafet koymayın ama yemek koyun, o tişört yanında olmasa ölmezsin ama tay yemeklerinden kafayı yediğin bir anda o tişörtün yerine koyduğun sucuk altın gibi kıymetli oluyor. burada neler pahalı, ulaşması zor veya imkansız?
    -taze fırından çıtır çıtır çıkmış ekmek; en aşağı 5 euro falan. paket dandirik tost ekmeği daha ulaşılabilir fiyatlarda ama normal ekmek, aman yarabbi!!
    -her türlü salam, prosciutto, jambon vs...
    -günlük süt hiç yok! paket sütün iyisi pek nadir ve pahalı. sütlerin çoğu batıdan gelen süt tozunun tayland'da sulandırılıp paketlendirilmesinden meydana geliyor. bir de soya sütü var, hiç sevmiyorum! allahım tam yağlı günlük süt aşkına!!
    - normal yoğurt hiç yok. vanilyalı, meyveli vs. var. ben bunun başıma geleceğini bilerek bir akıllılık ettim ve yanımda kuru yoğurt mayası getirdim.(yaş maya getirmeye kalkarsanız yolda bozulur.) ama evde mutfak yok, ocak yok, süt kaynatamıyorum.
    -bulgur, tarhana hatta şu 5 dk'da yapılan çabuk çorbalardan(kuru yolda gelmesi kolay) paket paket getirin, hayat kurtarır.
    -ben yeaa asya orası çayın memleketi deyip çay getirmedim yanımda ama keşke getireydim, çünkü burada çay pahalı, özellikle siyah çay normali, bergamotlusu farketmeksizin pahalı... sebebi de şu; ingilizler çayı buradan alıyor, ingiltere'ye götürüyor paketliyor, geri getiriyor bunlara satıyor. haliyle çay size ulaşana kadar dünyanın etrafında iki tur atmış oluyor, o da etiketten mis gibi belli oluyor... çin çayları falan deniyorum da ah tavşan kanı çay yaaa... :(

    akıllara takılabilecek son bir mesele, burada çalışma izni oturma izni işleri nasıl hallediliyor? bazı okul ya da ajans sizin yerinize bu işleri hallediyor eğer öyle bir anlaşma yaptıysanız ilk başta. ama bu durumdatoeicadı verilen bir sınavı vermeniz gerekiyor. sınav bedeli 40-50 euro civarı. sınav seviyesi orta ve geçer not alabilmeniz için en aşağı %50 başarılı olmanız gerekiyor. ben sınava girmediğim için havadan atmak istemiyorum ama oradan buradan aldığım duyumlara göre öyle çok zor değil bunu almak ama işte sınav sadece çarşamba günleri, önceden rezervasyon yapmanız lazım ve bütün gün sürüyor yani işe gitmeniz mümkün değil. çalışma izni için olmasına rağmen işe gitmediğiniz için okul çatırt diye o günün parasını maaştan kesiyor, yani giren hep size giriyor hem sınav parası hem maaştan kesinti... zaten bu arada acillik dahi olsanız zehirlenseniz, trafik kazası bile geçirseniz, işe gitmediğiniz gün anında maaşınızdan kesilir.
    peki ben sınava girmedim dedim az önce, o nasıl oluyor?
    benim okulum da ajansım da çalışma izniyle uğraşmak istemiyor, işin aslı bu sınav parası cart parası curt parası ödemek istemediğim için ben de istemiyorum bununla uğraşmak, buraya yerleşmek gibi bir niyetim de yok çünkü öyle olsa uğraşırım da ne gerek var. bir yandan evet illegal çalışmak riskli ve bazen bir yusuf yusuf olmuyor değilim ama avantajları da var. biri dediğim gibi ekonomik. diğeri de tayland'da çalışma iznim olmadığı için yaptığımız kontrat da aslında yasal olarak geçerli değil. yani maaşımı aldığımın ertesi gün yok olmak istesem olurum ve hiç bir şey yapamazlar. kontrat zaten geçerli değil.
    oturma iznim de yok, turist vizesi. visa rundenilen şeyi yapıyorum haliyle... tayland'a tük vatandaşları vizesiz havayolu ile gelişlerde 30 gün hakları var, çok basit bir vize başvurusuyla 40 dolar ödeyerek 2 ay alabilirsiniz. çalışma niyetiyle geliyorsanız kesinlikle bu 2 aylığı almanız lazım. sonra 2 ayın bitimine yakın burada göçmen ofisine gidip bi 50-60 dolar civarı bir para ödeyip 1 ay uzatma alıyorsunuz oluyor 3 ay. 3 ay sonra komşu ülkelerden birine gidip 1-2 gün kalıp vize alıp, tayland'a dönüyorsunuz 2 ay cepte sonra gene 1 ay uzatma 3 ay...
    burada bir üniversiteye yazılırsanız bir şekilde tabii öğrenci vizesiyle oturma izni almakta mümkün ama bu eğer ben bir gider 2-3 sene en aşağı yaşarım tayland'da diyorsanız yapılacak bir iş, benim o kadar niyetim yok şimdilik o yüzden visa runı tercih ediyorum.

    unutmadan buraya gelmeden hepatit a(2 dozluk olan) ve tifo aşıları oldum. tifonun gelişten en az 2 hafta önce yapılmış olması gerekiyor sanırım. her şehirde seyahat sağlığı merkezleri var, basit bir aramayla telefon adres bilgilerine ulaşabilirsiniz. ben tifoyu karaköydeki seyahat sağlığı merkezinde oldum, ücretsiz. ama hepatit a sadece çocuklara zorunlu olduğu için bir eczaneden alıp sağlık ocağında kendiniz yaptırmanız gerekiyor onunda bir dozu 80-90 tl civarındaydı yanlış hatırlamıyorsam. bana doktorum demediği için bilemedim ama burada hollandalı bir arkadaşımın aşı kartında gördümki o gelmeden hepatit b, difteri ve hatta çocuk felci, tetanoz vs. de olmuş doktor tavsiyesiyle. benimkisi "biz türklere bir şey olmaz yeaa..." demiş olabilir tabii(!)

    burada ayrıca sivri sineklerden geçen sıtma ve dengue hastalıkları da var. bu hastalıklara karşı olabileceğiniz bir aşı maalesef yok. sıtmadan korunmak için bir takım haplar var alabileceğiniz ancak bu ilaçlar çok ağır antibiyotik tipi ilaçlar oldukları için ancak 1 hafta 10 gün gibi kısa süreli kalışlarda mümkün. 6 ay- 1 sene boyunca bunları kullanmanız mümkün değil. sinek kovucu spreyler çözüm oluyor burada. ısırılmamaya çalışmak yapılabilecek yegane ve en iyi korunma yöntemi. bangkok'ta pek yaygın değil, kırsal bölgelerde daha çok rastlanıyor ama bu hiç mümkün değil demekte değil. bir arkadaşım bangkok'tadengue kaptı bir sinekten... baya ağır bir hastalık, hatta ölümcül sonuçlar da verebiliyor, çok şükür iyileşti, şuan dengue'ye karşı bağışıklığı var ama dengue farklı virüs tiplerinden gelebiliyor. eğer vücudunun bildiği virüsten başka bir virüs denk gelirse tekrar hasta oluyor hatta bu sefer daha da ağır geçiriyor çünkü aynı hastalığa tekrar yakalanınca vücut ekstra zorluyor tanıyabilmek, bi dahakine bağışıklık kazanabilmek için. burada 10 senedir yaşayıp hiç hastalanmamış arkadaşlarımda var, 5 aydır yaşayıp dengue'ye yakalanan arkadaşım da var. gözünüzü korkutmak için değil sadece ihtimal olduğunu bilmeniz için yazmak istedim. sanırım gençler için hastalığa yakalansanız da yenme ihtimaliniz daha yüksek ama belki belli bir yaştan itibaren daha riskli, bilemiyorum... son olarak tayland'dan ayrıldıktan sonraki takip eden 1 yıl içinde eğer ateşli bir hastalığa yakalanırsanız doktora hemen tayland'da bulunduğunuzu sıtma riskiniz olduğunuzu belirtmeniz lazımki ona göre testler yapılsın, ona göre teşhis konsun ve şayet taşıyorsanız ona göre tedavi edilsin.

    şimdilik diyeceklerim bu kadar, daha da gördükçe öğrendikçe editlerim. gönül rahatlığıyla yeşillendirebilirsiniz efenim. bu upuzun entryi buraya kadar okuduğunuza göre belliki siz de türkiye'den siktir olup gitmeyi iyice kafanıza koymuşsunuz, severek yardım ederim.

    esenlikler diliyorum!

    edit 1: yayınladıktan sonra farkettim yazının başında 1 ay sonunda 2 ay demişim. yazıya başladığımda 1 aydı ama bir parça bir parça yazıp bitirene kadar 2 ay oldu. *
    edit 2: imla


    (fliegend - 15 Aralık 2017 10:52)

Yorum Kaynak Link : tayland