Süre                : 1 Saat 31 dakika
Çıkış Tarihi     : 18 Aralık 1948 Cumartesi, Yapım Yılı : 1948
Türü                : Cinayet,Drama
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Universal International Pictures (UI)
Yönetmen       : Michael Gordon (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Ernst Lothar (IMDB),Michael Blankfort (IMDB),Robert Thoeren (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Fredric March (IMDB)(ekşi), Edmond O'Brien (IMDB)(ekşi), Florence Eldridge (IMDB)(ekşi), Geraldine Brooks (IMDB)(ekşi), Stanley Ridges (IMDB)(ekşi), John McIntire (IMDB), Frederic Tozere (IMDB), Will Wright (IMDB), Virginia Brissac (IMDB), Francis McDonald (IMDB), Mary Servoss (IMDB), Don Beddoe (IMDB), Clarence Muse (IMDB), Charles Bedell (IMDB), Paul E. Burns (IMDB), Joël Colin (IMDB), Pat Combs (IMDB), Bert Conway (IMDB), Russ Conway (IMDB), Frank Darien (IMDB), Watson Dawson (IMDB), Walter DeCardo (IMDB), Richard Dumas (IMDB), Edward Earle (IMDB), Ella Ethridge (IMDB), Olga Fabian (IMDB), William Fawcett (IMDB), Eddie Fetherston (IMDB), Ethyl May Halls (IMDB), Joy Hallward (IMDB), George Hamilton (IMDB), Harry Harvey (IMDB), William Hawley (IMDB), Harry Hayden (IMDB), Thomas E. Jackson (IMDB), Bob Jellison (IMDB), Denise Kay (IMDB), Ann Lawrence (IMDB), Walter Lawrence (IMDB), David Leonard (IMDB) >>devamı>>

An Act of Murder (~ Huomispäivä parempi) ' Filminin Konusu :
An Act of Murder is a movie starring Fredric March, Edmond O'Brien, and Florence Eldridge. A hard-line judge is tempted toward mercy-killing by his wife's terminal cancer.


  • ""kötülük vardır", henüz çocukken öğrenmek gerekir. öğrenmezseniz, büyüdüğünüzde babanızın katilleriyle beraber gülüp eğlenmeniz gerekebilir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    2012 kanada yapimi, 2013 if istanbul'da seyirci karsisina cikan film.

    --- spoiler ---
    öldürme eylemi, karaborsada sinema biletleri satan anwar ve arkadaşlarının ufak ‘sinema çetesi’nin, daha sonra milyonlarca kişinin öldürülmesinden sorumlu paramiliter, aşırı sağcı bir örgüte dönüşmesini anlatıyor. komünist olduğu varsayılan milyonlarca entelektüel ve çinli azınlık 1965 yılında meydana gelen askeri darbe süresince grubun yaptığı katliamlar sonucunda yaşamlarını yitirir. anwar, şimdilerde konforlu ve rahat bir yaşam sürmekte, örgütün kurucu rol modeli olmanın keyfini çıkarmaktadır. film boyunca, anwar ve arkadaşları yaptıkları katliamları bütün sıradanlığıyla anlatırken, diğer yandan da bu anları tüm tuhaflıklarıyla, çok sevdikleri eski amerikan filmlerinden sahnelermiş gibi canlandırıyorlar. öldürme eylemi, insanlık suçlulularının, katillerin ve faillerin akıllarının işleyişine tanık olduğumuz tedirgin edici bir sinema deneyimi ve aynı zamanda kötülüğün bize tüm sıradanlığı ve yalınlığıyla göründüğü bir karabasan.
    ---
    spoiler ---


    (lapetite - 20 Şubat 2013 17:16)

  • comment image

    kurgu değil, dokümanter. yönetmeni joshua'nın seans sonrasında anlattıklarına göre filmi endonezya insan hakları derneği desteklemiş. başlangıçta soykırımdan kurtulanlarla konuşmayı planlamışlar fakat o kadar mahalle baskısına maruz kalmışlar ki rotayı soykıran'lara çevirmek zorunda kalmışlar. filmin tüm yerel çalışanları jenerikte "anonymous" olarak aktı.

    çok sert, üzerine laf söyleyebilmek için çok düşünülmesi gereken bir belgesel drama.. psiko drama öğeleri de içeriyor. katledilenler değil, katledenler anlatıyor ve joshua'nın konuştuğu 41. katil olan anwar çözülüveriyor. anlatmakla olmaz sahiden 'insanım' diyen herkesin izlemesi lazım. nazarımda, earthlings ile aynı rafta duracak vekurgu olmadığı için içimi yakacak bir filmdir. cesaret edenlere helal olsun..


    (ranini - 23 Şubat 2013 22:45)

  • comment image

    bu sene if'te en beğendiğim film.

    öncelikle konu sert. kurgu mu gerçek mi algılamakta zorluk çekiyorsunuz. o kadar absürd ki aslında şaka olduğuna inanmak istiyor insan. halbuki endonezya'nın kendi paralel gerçekliğinde ülkemizden çok da farklı olmadığı da bir gerçek.

    yönetmenin amacı insan hakları ihlallerini gündeme getirmekmiş, endonezya'da mağdurlarla çalışmalar yaparken büyük zorluklarla karşılaşıyorlar. ve kameranın yönünü değiştirmeye karar veriyorlar. asıl istekleri sessiz bir şekilde üstü örtülen şiddet, katliam ve kötülüğün (çok kötülüğün sıradanlığı çınlıyor insanın içinde zaten) gündeme gelebilmesi. mağdurların halen dillerinin seslerinin olmadığını fark ettiklerinde buldukları yöntem zalimlerin dile getirmesini sağlamak oluyor. endonezya'da (bizdeki ülkü ocakları'na benzer) komunist avlayan paramiliter sokak örgütlerinin liderleriyle görüşüyorlar. bu kişiler halen iktidar tarafından saygı gören kişiler. kendilerine "kahramanlıkları"nı anlatmaları için film çekme şansı yakaladıkları söyleniyor ve sinapsis falan anlattırıyorlar katillere, nerede nasıl ödürdükleri neler düşündükleri vb. ve kendi filmlerini çekiyorlar. kah western kah mafya filmi kah müzikal formatında katillerin düşünce duygu dünyasından kusmukları izliyoruz. o kadar absürd sahneler var ki bazen film dayanılmaz oluyor. süresinin uzunluğu ile de ilgili elbette. endonezya devletinin filmlere destek verişi ve devlet televizyonunun katliam olumlayan filmin reklamını yapışı falan gerçekten izlemeye değer.

    bazı filmler vardır özellikle psikoloji öğrencilerine izlettirilmelidir. bu film özellikle sosyal psikoloji dersinin müfredatına uygun. aynen milgram ya da stanford deneyleri gibi bir sosyal deney.
    aynı zamanda insanlara bilinçaltlarını dışarı kusma şansı vermek suretiyle ortaya "sanat" formu çıkarıyor (ne kadar çıkardığı insanların kültürel ortamı ve bilinçaltıyla belirleniyor tabii). yani art therapy ya da psikodrama öğeleri çıkarıyor. aktarım'ı sinema aracılığıyla kurduktan sonra, gerçeğin anlatımını ve gerçekliğini (gerçeğin gerçekliği evet) netleştiriyor. 3. dünya ülkeleri insanlarının, hele ki katillerse, etik değerlere tabi olmamasının avantajından da yönetmen hakkıyla faydalanmış.

    anlatıcı anwar gerçek bir kişi. anwar aracılığıyla önce sıradan bir insanın ne kadar rahat cinayet işleyebildiğini, bunu gururla nasıl anlatabildiğini izliyoruz. yani devletin desteklediği grupların sırf "yapabildikleri için" yaptıkları katliamı ne kadar doğal gördüklerini. 60-65 yılları arasında yapılan katliamların (kristalnacht'a ya da 6-7 eylül'e benzer bir çinli katliamından söz ediyorlar) halk tarafından nasıl içselleştirildiğini ide izleyebiliyoruz. bu biri bizi gözetliyor yani sürekli belgesel olsun diye kameraya alma tekniğinin en önemli artısı insanlar kameraya alıştıklarında rol yapmıyorlar, gerçekten yüzlerinde acıyı, utanmazlığı, sıradanlığı ya da paniği görüyorsunuz.
    insanların işkenceye uğrayan ya da işkenceyi yapan olmalarından bağımsız olarak işkenceleri gülerek anlatabildiklerini, savunma mekanizmalarını ve bu mekanizmalar sarsıldığında yaşadıklarını da görebiliyorsunuz filmde. bunca etkileyici kılan da aktör, aktris olmaması. gerçek sarsıcı. gerçek gerçekdışı. o yüzden gerçeğin gerçekliğine dönmek zorlayıcı oluyor.

    --- spoiler ---
    bir kaç akılda kalan sahne:
    son sahnedeki kusma. önce ve sonra, yani anwar'ın aynı şey kendisine yaşatıldığında empati kurarak (-"onlar da benim gibi mi hissettiler joshua?-onlar daha bile kötü hissettiler çünkü sen film olduğunu biliyordun onlar gerçekten öldüler") aydınlanma yaşadıktan sonraki kusması çok etkileyiciydi. 3 saati kustu. iğrençliğin bu kadar etkili kullanıldığı çok az kontekst görmüştüm.

    iki karakter arasında çizilen kontrast. anwar'ın pişmanlığı ve kabuslarının karşısına konulan diğeri.
    zamanaşımına güvenen ve "lahey beni yargılayamaz çünkü ben kaybeden değil kazanan taraftaydım. suçlu hissetmiyorum çünkü suçlu olsaydım cezalandırılmış olurdum. oysa bakın sadece ödüllendirildim." diyen ötekinin konuluşu.

    anwar'ın yüzleşme ve çözülmesine sebep olan sahnede "dedeniz nasıl ölecek hadi izleyelim" diye torunları uyandırıp çağırdığı ve sarıldığı sahne de etkileyiciydi. o sarılma, o "şiddet içeriyor" uyarısına karşın, "bişiy olmaz di mi bişiy olmaz" çırpınışıyla torununu öpüşü.

    aynı zamanda filme ekstradan psikolojik derinlik veren yangın sahnesinin etkisinden çıkamayan çocuk ve kadınlar ve kadının saçını seven katil sahnesi. süperdi.
    ve yangın sahnesinden önce politikacının iğrençliği fark edip irkildiği ama "bu görüntüleri silme endonezya'yı bölmeye kalkacaklara gösteririz" dediği sahneyi de çok etkileyici buldum.
    ---
    spoiler ---

    q&a'de yönetmene sormaya çalıştığım ve bir yere kadar sorabildiğim bir konu üstüne de düşündürdü film: katliamı zalimin gözünden anlatma seçimi, sinemanın doğasından gereği risklidir. çünkü ana karakterle özdeşleşme eğilimi yaşarız. benim kişisel fikrime göre bu iyi bir şey çünkü kötü öcüleştirmeyi diil, hepimizin içinde "doğru şartlarda" kötü'nün ortaya çıkabileceğini hatırlatarak bizi "farkındalık"a zorlar.
    gözünü kırpmadan neşeyle müzikallerle cinayetlerini anlatan anwar'ın bilinçaltından çıkan, ölülerin ona madalya takmaları gibi sahnelerle huzur bulmaya çalışan hastalıklı bilinçaltını yansıtması, biz oryantalist endonez olmayan fanilerde yarattığı tiksinti ve acıma ölçüsünde aslında "gerçek". ve kusma edimiyle aslında inanılmaz başarılı bir psikodrama ve psikolojik tedavi görüyor anwar. yönetmen psikolojik destek almış mıdır bilmiyorum, almadıysa müthiş bir potansiyeli varmış.
    bu noktada psikanalizin de temelinde yer alan özel olarak da psikodrama denemelerinde amaçlanan, travmayla yüzleşme, kabullenme ve iyileşme süreçleri filmde yer alıyor. iyileşme kısmını diil yüzleşme kısmını izliyoruz biz. ama iyileşmenin önceli yüzleşmedir. (healing process diye sorduk) bu noktada toplumu katliamı konuşur hale getirmek ya da gündeme getirmek için katili "iyileştirme" seçimi de etik olarak gündeme geliyor. ki iyileştirememe riski de var tabi.
    katille empati kurulmasına sebep olma riski gibi, bir katilin iyileşmesine bunca ayrıntılı psikoloki teknikleriyle aracı olmalı mıyız kısmı da etiğin alanına giren konular.
    yönetmen bu soruya (oryantalist imasını sezip sezmediğini bilemesem de) anwar'ın çalıştığı 41. katil olduğunu söyleyerek cevap verdi. ondan önceki 40 katilde filmdeki hikayeye kahraman olacak kadar bile utanma, suçluluk ya da insanlık olmadığı yorumunu açık bırakarak. bu noktada anwar'ı sevip sevmediği ya da bağlanıp bağlanmadığı (counter-transference) gibi konuları konuşamadık. ki katil sevip sevmemenin etik tartışması da zengin bir konudur.

    kötülük sonrası suçluluğun kimi insanda olup kimi insanda olmayacağını, yüzleşme olmadan ya da empati kurulmadan "kötülük" üzerine konuşulamayacağını (kötü ve iyi için önce norm belirlenmeli, o da empati ve yüzleşme gerektiriyor) gösteren nefis bir deney ve film.

    psikoloji ile ilgileniyorsanız, psikoloji okuyorsanız vb. mutlaka izleyin. üzerine düşünün. transference, countertransference, psikodrama, sosyal psikoloji, otorite, sosyopatoloji, confrontation vb. çılgın malzeme var.


    (pati - 25 Şubat 2013 15:39)

  • comment image

    "öldürdükten sonra kapatmadığım o gözler tarafından sürekli takip ediliyorum."

    --- spoiler ---

    the act of killing kuvvetini ne konusundan ne de yönetmenin kurgu ile ifade etme başarısından alıyor; etki, bin kişiden fazla insanı öldürdüğü söylenen anwar congo'nun simülasyon yoluyla kendisi ile yüzleşerek yaşadığı dönüşüm ile oluşuyor. renkli gömleği ve neşeli gülüşleriyle, kurbanlarını nasıl öldürdüğünü kıyım avlusunda kameralara yeniden canlandıran anwar, kurmaca için kendisinin de işkence sandalyesine oturtulmasının ve tüm diğer canlandırma süreçlerinin ardından yine aynı avluya, bu kez geçmişte de olduğu gibi daha koyu renkli ve resmî kıyafetlerle geliyor ve bu kez neşeyle bir canlandırma daha yapmak yerine, histerik kusma böğürtüleri yaşıyor. çatışmayı canlandırmak üzere kullanılan çocukların çekim sonlanmasına rağmen ağlamayı durduramayışlarının gerçeği kurmaca ile bir kılmasına paralel bir şekilde, anwar da kendi kurmaca işkencesini torunlarıyla birlikte izleyişinin ardından artık geçmişte bıraktığı ölü ve açık gözler tarafından daha sıkı kovalanıyor.

    ---
    spoiler ---

    zamanında komünistler tarafından yasaklanmaya çalışılan hollywood filmleri anwar'ın ilhamı; sinemadan mutlu bir şekilde çıktıktan sonra gerçekleştirdiği infazlar onun için güzel anılar, öldürme biçimleriyle zaten başlı başına bu filmlere birer saygı duruşu. nasıl ki gangsterlerin (free men) seçmene rüşvet verip seçilerek haraç toplama yetkisine kavuştuğu sistem bir demokrasi, bu filmler de özgür adamlar için mutluluk ve yol haritası sağlayan birer kutsal kitap. ne de olsa esas dinleri, üst üste altı kişinin menisini yutmuş bir kadından zevkle bahsettikten hemen sonra yapılan toplu dua ile icra edilen bir araç.

    müslümanların komünist infazını konu alan bir film, tarihi elbette arka plâna "halal" damgalı mcdonalds'ı alarak bildirir. yönetmenin koyulması zor mesafesi, karakterlerini karalamaya girişmek yerine onların düşüncelerini ön plâna çıkarmaya çalışırken kendisini minimal kurgu hamleleriyle ifade etmesi the act of killing'i yukarılara tırmandıran. insanlığın ortaya koyduğu vahşetleri, buna sebep veya aracı olanların iç dünyasına girmeye çalışarak anlatmak; iyi niyet pelerini takıp manipülasyona girişme gafletine düşmeden nasıl aktif rol alınabileceğini göstererek anlatmak.

    the act of killing, sinema için yılın en önemli eseri olabilir.


    (el superagnostiko - 28 Aralık 2013 02:59)

  • comment image

    it is forbidden to kill. therefore, all murderers are punished, unless they kill in large numbers and to the sound of trumpets.

    film voltaire'in bu söylemi ile başlar ve filmde gördükleriniz bu söylemi hep aklınızda tutar...


    (hamlaus - 4 Ocak 2014 19:50)

  • comment image

    gercek olup olmadigi hakkinda supheye dusuren bir belgesel. her seferinde, lan acaba kurgu mu, olm insallah kurgudur, gercek olamaz falan diyorsun kendine, ancak suratina carpiyor, sersemletiyor.
    burada kafami kurcalayan en onemli konu, insanin ne kadar kotu bir yaratik olabilecegi, kendi irkina neler yapabilecegi, acimasiz bir hayvana donusurken ayni zamanda aklini bu amacla kullanmaktaki ustaligi (adam oldururken cok kan akiyormus, koku yapiyormus, o nedenle direge bagli bir tel ile bogazlama yontemini bulmuslar) falan degildi. zira, bunun cok sayida orneklerine insanligin vahsi tarihinde daha buyuk ve sofistike sekillerde taniklik etmistik. burada komunist olduklari icin yada suclandiklari icin komsusunu, babasini, arkadasini katleden cellatlarin, yaptiklari seyleri kendi agizlarindan anlatirken bu denli rahat olmalari ve bu katliam ve iskencelerin toplumun buyuk cogunlugu tarafindan kabul goruyor olmasi ve daha otesinde bir marifetmis gibi takdir edilmesini hala cozebilmis degilim. ulke olarak kafayi siyirmislar deyip kendi kendime bir aciklama getirebildim.

    benim icin birkac kirilma noktasi vardi, bunlardan bir tanesi suydu; kendi aralarinda konusurlarken dahi yaptiklari sakalarda bicaklama, oldurme ogelerini kullanma rahatliklari. bir diger konu, akil almaz, aci olaylari iskenceleri anlatirken, diyalogun orta yerinde gulmeye baslamalari yada espri yapmaya calismalari. bu ornekler, aslinda olan biteni mecburen kabullenmek zorunda kaldiklarini ve bunlarla yasamak icin bir savunma gelistirdiklerini gosteriyor. "kahramanlarin" arada sirada gidip geldiklerini goruyoruz, ancak yaptiklarinin yanlis oldugunu kabul etmelerinin yukunu kaldiramayacaklarini bildiklerinden, bu kafayla devam etmek zorundalar. normal sartlarda, eline bu kadar kan bulasmis bir insanin intihar etmemesi cok da mumkun olamaz sanirim.


    (magnifico - 21 Ocak 2014 12:00)

  • comment image

    "kötülük vardır", henüz çocukken öğrenmek gerekir. öğrenmezseniz, büyüdüğünüzde babanızın katilleriyle beraber gülüp eğlenmeniz gerekebilir.


    (captain badass - 23 Ocak 2014 22:54)

  • comment image

    izlediğim günden beri sık sık aklıma gelen ve her seferinde kanımı donduran, yönetmenle yapılan röportajı okuduğumda bir kez daha şaşkınlık içerisinde kaldığım, sonuna gelene kadar stresten bir paket sigarayı tek nefeste bitirdiğiniz belgesel film.

    yönetmen aslında filmini 1965 yılında bu baskıya ve soykırıma maruz kalıp hayatta kalabilen kişilerle yapmak maksadıyla yola çıkıyor, ama günümüzde bile öylesine sindirilmişler ki kimse kendisine bilgi vermeyi kabul etmiyor, daha doğrusu buna cesaret edemiyor ve yönetmeni, filmini bu infazı yapanlar ile çekmesi adına yönlendiriyorlar. filmin son hali bu şekilde şekilleniyor. "öldürme eylemini, bu eylemi gerçekleştirenlerin ağzından dinlemek, bunun ötesinde onların yaptıklarını kendi zihinlerinde ki gibi resmetmelerine imkan tanımak".

    sürekli boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, izledikleriniz öylesine gerçek ki, kelimeler kiyafeyetsiz kalıyor. bir eylemin doğruluğu veya yanlışlığının arkasına aldığı kitlelerle nasıl belirlendiğini, vahşetin nasıl haklı kılındığını, vahşeti yapanların ağzından dinliyorsunuz ve duyduklarınız sizi öylesine rahatsız ediyor ki...

    ana karakter anwar congo yötnemenin ulaştığı 41. infazcıymış, önceki 40 kişi devlet tarafından günümüzde bile büyük saygı gören ve kahraman olarak ilan edilen isimler olmalarına karşın kameralara konuşmamayı tercih etmişler. filmi izlediğinizde aslında bunun altında yatan gerçek sebebi çok iyi anlıyorsunuz.

    --- spoiler ---

    anwar congo yönetmene anlatmaya başlayıncaya kadar yaptıkları üzerinde hiç oturup detaylıca düşünmemiş, içinde bulunduğu toplum da onu buna hiç bir şekilde itmemiş, kendini sürekli bir kahraman olduğuna inandırmış. filmin sonlarına doğru, infazları gerçekleştirdikleri avluya tekrar geldiğinde orada bulunmaktan nasıl rahatsız olduğunu gördüğünüzde üzerinden 47 sene geçtikten sonra ilk kez empati kurduğunu farketmek tüylerinizi diken diken ediyor. haraç toplanan sahnede şuan endonezyada yaşayan çinlilerin boğazlarına takılan o yumru sizin de boğazınıza takılıyor. çinli komünist üvey babasının nasıl işkence ile öldürüldüğünü anlatan adam, şuan bile "beni yanlış anlamayın sizi eleştirmiyorum, yaptıklarınız doğruydu" diyor. işkence sahnesinde ise içinde hapsetmeye çalıştığı herşey çözülüyor, o anı, üvey babasının yaşadıklarını, oracıkta, kameranın önünde nasıl içselleştirdiğini izlediğinizde bu dünya düzenine küfretmekten kendinizi alamıyorsunuz.

    ---
    spoiler --

    bu film zulmedenin bu zulmü kendi zihninde nasıl meşrulaştırdığının, bir toplum cahiller tarafından ele geçirildiğinde vahşetin ve barbarlığın nasıl düzen haline geldiğinin filmidir. yönetmen joshua oppenheimer ın dilinden şu sözler 21. yy endonezyasını özetliyor:

    "bir milyon kişinin ölümü karşısında, suç işleyenler hala güç sahibi iken, bir kişinin pişmanlığı başarı değildir".


    (lemondy - 16 Şubat 2014 23:10)

  • comment image

    izlediğim en vurucu belgesellerden biri olabilir. korkutmuyor, titretiyor.

    bütün akılda kalan noktalarından bahsedilmiş. endonezya kültür ve spor bakanının şu sözünü de ben ekleyeyim:

    "burada sanki komünistleri barbarca katlediyormuşuz gibi anlaşılıyor. komunistleri katlettiğimizi anlatmayalım demiyorum. anlatalım ama bunu yapmanın daha insancıl bir yolunu bulalım"


    (ssg - 4 Nisan 2014 17:47)

  • comment image

    eskiden kanallar geceleri çılgın arılar dev örümcekler gibi saçmalıkları verirlerdi ya, bu karanlık dönemden bir öncesinde 3. sınıf eski püskü uzakdoğu filmleri hüküm sürerdi o saatler. izlerken onlara benzettim, "hadi canım çok kötü bir kurgu, ulan bari gerçekten bu işlere bulaşmış kişilerle röportaj yapsaydınız" dedim. sonra devlet adamları çıktı, sağı solu okudum ettim, diyecek bir şey yok, en kallavi küfrü savursan kaç yazar, giden geri gelmez ki, yaşananlar geriye alınmaz ki.

    hiç mi değişmez arkadaş? abarttığımı düşünürdüm ama yok, ülkeler kültürler farklı ama katil davranışları aynı, devlet refleksleri aynı. her nerede amerikancı bir yönetim varsa ve tahtını korumak için asker polis milis kullanıyorsa, yöntemler, söylemler, yaşananlar hep aynı. "bunlar vatanımıza kastediyorlar". güç merkezinin vatansever katil milisleri de bütün o vatan millet sevdalarına rağmen amerikan kültürüne hayranlık besliyorlar. katil herifin hollywood övgüsünü hatırlayın. siz de abarttığımı düşünebilirsiniz ama bu tür örnekler çok fazla, farkında bile değiller aslında.

    yanlış anlaşılmasın. başka bir yerde de komünistler kendilerine karşı gördükleri bir grubu kesmiş biçmiş olabilirler. ideolojiler işin kılıfı. olay tamamen ranttan ibaret. kırmızılar-maviler savaşı, onlar-bizler meselesi. birileri mülkü ele geçirmeye çalışıyor, aşağıdaki başka birileri de kendisini buna eklemleyerek kazanan tarafta olmaya çalışıyor veyahut kendi tuttuğu tarafın kazanması için çaba sarf ediyor. kazandıkları vakit bu çabanın da karşılığını alıyorlar. devletler katillerini her daim korurlar. belli ki her yerde böyle bu iş.

    her yerde aynı diye tekrar edip duruyorum mesela bize de hiç yabancı değil bu süreçler. bizde de dönem dönem (özellikle darbe ve darbe öncesi süreç) çok masumun kanına girildi, aynı taktikler, aynı katiller, aynı sözde gazeteciler, aynı söylemler, katillerin korunması, üç aşağı beş yukarı benzer süreçler işte. lakin bu endonezya'daki devletin katliamı kabullenişi ve genel olarak bu berbat durumun normalleşme düzeyi beni şaşırttı. bu kadar yüzsüzlük yuh dedirtiyor artık. mesela köydeki katliam çekimleri için spor bakanı mı ne geliyor. sahnelerin çok canice olduğunu düşünüp, " bu sahneleri daha soft çekelim ama o ilk çekimler de kenarda kalsın gücümüzü hatırlatmak gerekirse kullanırız. biz kan emici insanlar değiliz ama komünistleri yok etmeliyiz" bu minvalde bir şeyler söylüyor. bu tavır endonezya'daki kabullenilmiş normalleşmiş pisliğin özetiydi bence.

    küresel sermaye, lokalde aynı ülkenin insanlarına veyahut farklı etnik siyasi dini pozisyonda yer alan kitlelerin arasına attığı nifak ile her defasında kendi çıkarları için bir savaş başlatmayı, kandan para kazanmayı ve o ülkenin başına kendi köpeğini bağlamayı başarıyor. o arada ölen insanlar, yaşanan acılar, katillerin gayet güzel hayatlar sürmesi gerçekten tarifsiz. bu döngü insana, olmayan dünya adaletine küfür ettiriyor yine.


    (uzunbacakli edward - 22 Eylül 2015 23:10)

Yorum Kaynak Link : the act of killing