Süre                : 1 Saat 37 dakika
Çıkış Tarihi     : 17 Haziran 2015 Çarşamba, Yapım Yılı : 2015
Türü                : Drama
Taglar             : zorunlu evlilik,Genç intihar,Anal seks,iç çamaşırı
Ülke                : Türkiye,Fransa,Katar,Almanya
Yapımcı          :  CG Cinéma , Vistamar Filmproduktion , Uhlandfilm
Yönetmen       : Deniz Gamze Ergüven (IMDB)
Senarist          : Deniz Gamze Ergüven (IMDB),Alice Winocour (IMDB)
Oyuncular      : Günes Sensoy (IMDB), Doga Zeynep Doguslu (IMDB), Tugba Sunguroglu (IMDB), Elit Iscan (IMDB)(ekşi), Ilayda Akdogan (IMDB), Nihal G. Koldas (IMDB), Ayberk Pekcan (IMDB)(ekşi), Bahar Kerimoglu (IMDB), Burak Yigit (IMDB), Erol Afsin (IMDB), Suzanne Marrot (IMDB), Serife Kara (IMDB), Aynur Komecoglu (IMDB), Sevval Aydin (IMDB), Enes Sürüm (IMDB), Aziz Komecoglu (IMDB), Serpil Reis (IMDB), Rukiye Sariahmet (IMDB), Kadir Celebi (IMDB), Müzeyyen Celebi (IMDB), Tuncer Kumcular (IMDB), Aykut Karatay (IMDB), Ercan Köksal (IMDB), Serpil Ucar (IMDB), Hüseyin Baysal (IMDB), Utku Zeka (IMDB)

Mustang (~ Mustang: Belleza salvaje) ' Filminin Konusu :
Film bir Karadeniz kentinde geçiyor ve aynen esinlendiği vahşi atlar gibi, uzun saçları ve özgür bedenleriyle kadın olma yolunda ilerleyen beş kız kardeşin (küçükten büyüğe Lale, Nur, Ece, Selma ve Sonay) öyküsünü anlatıyor. Okul çıkışı sınıftan erkeklerle sahilde oynadıkları masum bir oyunun kasaba halkı tarafından edepsizlik (“Erkeklerin enselerine sürtünmüşsünüz!”) olarak yorumlanmasının ardından, kız kardeşlerin hayatları aile baskısının ve onları bir an önce gelin yapmayı hedefleyen tutucu bir zihniyetin etkisi altına alınır. Ancak yetişkinlerin basmakalıp tavrını kabullenmemekte kararlı dayanışmacı mustanglar, yeniden özgür olmak için ne gerekiyorsa - en azından tam anlamıyla hapishaneye çevrilmiş bir evde elden ne geliyorsa!- yapmaya hazırdırlar. Tabii isyanları Türkiye’nin adaletsiz ve amansız gerçekliğini ne kadar aşabilirse… Mustang filmi, 2016 yılı Akademi Ödülleri'nde Fransa’nın yabancı dilde Oscar adayı olarak belirlendi. Ayrıca 2015 Cannes Film Festivali'nde Europa Cinemas Label Ödülü'nü de kazandı. Film, ilk kez 23 Ekim 2015'te Türkiye'de gösterime girdikten sonra 26 Şubat 2016'da tekrar gösterime alındı.

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Label Europa Cinemas


Oyuncular
  • "mustang bir fransız filmi değildir, mustang bir türk filmi de değildir, binaenaleyh mustang bir film değildir"




Facebook Yorumları
  • comment image

    tümü türkiye'de olabilecek olayları,
    olmayacak şekilde işleyen,
    bu ülkenin kültürüne yerleşmiş kökleşmiş sorunlara
    çooook uzaktan,
    kulaktan dolma bilgilerle baktığı için gerçekliği yakalamakta zorlanmış bir film.

    senaryosunu türk yönetmeni ile birlikte fransız bir senaristin yazması bile
    bir coğrafyaya özgü cümle, diyalog ve hitap şekillerini yakalayamamanın temel gerekçesi olabilir.

    deniz gamze özgüven doğru bir motivasyonla, önemli bir amaca hizmet etmek üzere yola çıktığı halde,
    çok önemli unsurlar olan araştırma ve gözlemden yoksun bir film çekmiş maalesef.

    tekrar ediyorum, anlattığı her olay bu ülkede olabilecek olaylar ama o şekilde değil!

    kamera açıları, yakın planlar, görsel betimlemeler filmin başarılı yanları olsa da,
    karakterlerin derinliği, şekli şemali, muğlaklığı, hikayenin öncesi, olayların gelişimi vb konular ayrıca aksayan yönleri.

    --- spoiler ---

    öncelikle bu filmde oynayan hemen herkes,
    türkiyede yaşamayan hatta hiç yaşamamış insanlarmış gibi bir izlenim bırakıyorlar.
    türkçe telafuzlarından tutun, birbilerine hitap şekillerine kadar herşey eğreti duruyor.
    birçok yerde ne dediklerini ingilizce altyazı sayesinde anlayabildim.

    kendileri hakkında kötü konuşan komşuya bir kız çocuğu serap hanım diye hitap etmez.
    en kötüsünden bi serap teyze, ya da serap orospusu filan diyebilir çok kızdıysa.
    bu hitap belli ki türkçeye sonradan çevrilmiş.
    bahçesinden elma aşırdıkları adam tüfek doğrultunca, "hey dostum sakin ol" tribi ile konuşmaz bu çocuklar.

    kızlar için ev kadınlığı fabrikası kurulması sahnesindeki tecrübeli teyzeler de gerçek dışıydı.
    bu teyzeler bu kadar bilimsel mi, bilmemne çorbasının içindeki besin öğeleri şunlardır, yok "çok besleyicidir" bilmemnedir..

    10 yıl önce anne babası ölmüş 5 kız kardeş eğer 10 yıldır bu ortamda yaşıyorsa,
    bir kere gelişim dönemlerini kırsal bir yerde tamamlamış olacakları için
    çoktan ahlaki sınırlandırmaları kendi düşünceleri olarak benimsemiş olmalılar.
    çünkü referans alacakları ebeveyn davranışı en fazla babaanneninki olacaktır.

    film bu anlamda yurtdışında büyütülüp taşraya helikopterle bırakılmış ve bunun çelişkisini yaşayan ve birdenbire etraflarına demir kafesler örülen 5 kızın öyküsünü mü anlatıyor??? öyle olsaydı bu mustang hikayesi biraz olsun oturmuş olabilirdi.

    o 10 yıl nerde geçmiş kuzum??

    filmde oyunculuklar iyi denilmiş ama, ben hiç öyle düşünmüyorum. sadece lale karakterini oynayan küçük kıza başarılı diyebilirim. bir filmde insanların doğal olması, iyi oyunculuk için yetmez malesef.

    doğallık gereklidir ama tek başına yeterli değildir.

    yönetmenin direktifi ile oyuncunun o sırada karakterin yaşadığı ya da hissettiği duyguyu
    bedenini kullanarak izleyiciye vermesi gerekir.
    yani bir yönetmen gizli kamerayı alıp insanların doğal hallerini çekse
    bu her zaman izlenebilir bişey olmaz takdir edersiniz ki..
    oyuncunun oyuna esas katkısı burada devreye girmelidir.
    yapmacık olmadan doğru duyguyu kısa sürede izleyiciye geçirebilme.

    bu konuda malesef kötü diyalogların da büyük katkısı ile çok başarısızdı film.
    karakterlerin duygu geçişlerini anlamak ve takip etmek çok mümkün değildi.
    daha çok karakterlerin tutum ve davranışları yabancıların drugged dedikleri insanlar gibiydi!
    tepkisizlikten devşirilmiş bir doğallık gibi ! figüranlar dahil..

    olayları işleme tarzı da gerçekten kopuk olmuş filmin.

    muhtemelen anlatılan, kulaktan dolma bazı durumları,
    teknik olarak tam bilemedikleri için,
    boşlukları hayal gücü ile doldurmuş senaristlerimiz.

    bir çeşme başında piyasaya çıkma, bekaret kanıtı için çarşaf istenmesi gibi şeyler doğru ama gerçekleşme şekli öyle değil.

    bu gelenekleri övme ya da yüceltme amacında elbette değilim, olan biteni doğru dürüst ortaya koyma adına belirtmek isterim.

    mesela kızları görmeye gelme ile görücü gelmesi olayını çorba etmiş bu film.
    anneler oğulları için kızları görür beğenir, bu konu konuşulur irdelenir, kafaya yatarsa başka bir sefer görücü olarak erkeklerle birlikte çiçekle çikolata ile filan gelinir. (cookies nedir yahu??)
    aynı seansta kız görülüp e hadi o zaman erkekleri çağıralım, hatta olayı iyice cozutup "aha da yüzük takalım" şeklinde bir akış, geleneklerimizde bulunmamaktadır.
    hele düğündeki türkü, o kadar falso ve kafa karıştırıcıydı ki,
    hangi akla hizmet kullanıldığını anlamış değilim.

    filmde genel bir anlaşılmazlık zaten mevcut.

    amcanın tacizi-tecavüzü çok fluydu. bu duruma çoğu zaman babaanne gibi karakterlerin sessiz kaldığı bir türkiye gerçeği fakat tacize uğrayan kızlarda buna dair bir duygu, ifade, kızgınlık, tepki belirten en ufak birşey olmamasıydı olayı bu kadar flu hale getiren.

    kızların yaptığı kaçış planı için saçlarını kesip bir yastığa dikmesi filmde kullanılamamış bir diğer unsurdu.
    şişmeden patlayan bir balon gibi kaldı.

    en sonda kurtarıcı olan yasin karakteri de, yine kızlar gibi, yöreye sonradan iliştirilmiş,
    helikopterle indirilmiş eğreti bir karakterdi.

    ---
    spoiler ---

    filmin anlatmak istediği şeyleri,
    bir kadın yönetmenin elinden çıkmış olmasını,
    yurtdışında iyi bir başarı elde etmiş olmasını çok önemsiyorum.
    ama ön çalışması, araştırması iyi yapılmamış
    bu sebeple gerçekçilikten ve samimiyetten uzaklaşmış olmasını da altını çizerek belirtmek istiyorum.

    elbette gidilip izlenmesi gereken bir film.
    herkesin kendince bir çıkarımı olacaktır.


    (draos - 4 Kasım 2015 10:56)

  • comment image

    gereksiz abartılmış film. sinematografisi cok iyi, işlenmek istenen, parmak basılan tema çok güzel, hakkını yememek lazım o konularda ama olmamış arkadaş olmamış işte. kötüye kötü denilsin bir defa da...bu kadar mı kopmadınız "şehir" hayatından. bu kadar mı gezmediniz görmediniz gözlemlemediniz bu ülkede. nasıl bir bilgisizliktir ki bu kadar inanarak izletip sizi içine alabildi bu film.

    film kardenizin bir ilçesinde çekilmiş lakin baştan sona aksansız istanbul türkçesi.
    oyunculuk desen korkunç. iyi değil demiyorum, net korkunç. her replik mi eğreti durur, her söz/hareket mi inandırıcılığını yitirir.
    zannedersin 5 kızkardeşin ebeveynleri ölünce fransadaki büyük bir şehirden, meşhur bir okuldan (misal notre dame'dan, école jeannine manuel'dan, ecole des roche'dan) hayatlarında ilk defa turkiye'ye, yetmemiş karadenizde bir ilçeye taşınmışlar. filmde de ilk günleri işleniyor daha hiçbirşeye adapte olamamışlar misali.

    kim bu kadar bağnaz, bu kadar tutucu ailenin, çevrenin olduğu küçücük beldede gidip okul çıkışı erkeklerle deve güreşi oynamaya cesaret ediyor.

    kim bu bağnazlığın içinde daha kendisi çocukken kendinden de küçük kız kardeşine anal seksi anlatıyor.

    kim ne cesaretle çarşıda sırf deve güreşi yaptıkları için bile en büyüğünü evlendiren amcanın "5 dakikalığına bankaya gidip gelicem, arabada bekleyin" demesinden sonra 15 yaşındayken hiç tanımadığı sokaktaki çocuğu arabaya alıp arabayı sallaya sallaya sevişiyor.

    kim o tutucu ailede amerikanvari may i have a word with you minvalinde "büyükanne seninle biraz konuşabilir miyiz" diyerek büyükannesini odaya çağırıyor.

    kim kız istemeye cookie getiriyor, kim bu seromoniyi "tamam uzatmayalım veriyoruz, erkekleri çağıralım hemen" diyerek 2 dakikada noktalıyor.

    bu örnekler ardı arkasına böyle devam eder...

    cannes'da 10dakika ayakta alkışlandığı için midir bu kadar destek, şak şak, olumlu yorum.

    beni film boyunca bir gülmedir aldı yürüdü siz diyin sinir bozukluğundan veya anlayamadığımdan, ben diyim gerçeklikten bu kadar kopuk olmasından.

    bu filmin bende bıraktığı izlenim (kesinlikle konunun iyi işlenseydi güzelliğini doğruluğunu gerekliliğini savunsam da) yönetmenin hayatında türkiyeyi hiç gör(e)mediği gerçeği. görmemesine, bilmemesine değil eleştirim, bu işe giriştiği halde özensiz davranarak araştırmamasına, bakmamasına, izlememesine, özen göstermemesinedir. böyle bir film çekeceksen çıkacaksın her neredeysen, adam gibi inceleyeceksin. arkadaş hepsini geçtim, bir bilene de mi göstermemiş, danışmamış, izletmemiş, yorumunu almamış. bir allahın kulu da çıkmamış mı en azından bunları bunları düzelt/değiştir diyen.

    türkiyenin 5 farklı coğrafi bölgesinde hem büyükşehirde, hem köyde, hem çiftlikte, ek olarak avrupada hatırı sayılır seneler yaşadım, köy okulunda 3 sınıf bir derslikte bir arada eğitim gördüm, anadolu lisesinden fen lisesine yatılı hayatı, üniversiteyi tecrübe ettim, hem türkiyede hem yurtdışında türk, amerikan, alman şirketlerinde çalıştım, 40 ülke gezip çeşit çeşit topluluk, kültür gözlemledim. böyle kafası karışık ortam, biri birine uymayan topluluk, kültür, böyle kötü bir anlatım, alakasız samimiyetsiz başarısız aktarım görmedim.

    yapmayın etmeyin, hiçbir fikriniz olmadığı halde anlıyormuşçasına bir galeride tabloya bakar tribiyle yorum yapmayın. olmamış işte. gerektiğinde de göte göt demek lazım.


    (galleta - 10 Kasım 2015 01:23)

  • comment image

    film için türkiye gerçeklerini yansıtmıyor diyen salaktır. ama türkiye gerçeklerini güzel yansıtıyor diyen daha da salaktır. arkadaş hayatında biraz olsun anadolu'nun herhangi bir yerinde yaşamış olan bir insan bilir ki, filmdeki tipolojilerin hemen hemen hiçbirisi gerçekliğe uygun değil. konuşmaları, giyinişleri, birbirlerine hitap biçimleri her şeyleri hatalarla dolu. kızlar komşusuna ''serap hanım'' diye hitap ediyor. bu kızlar 10 yıldır trabzon'da. lan kim kimin komşusuna hanım diye hitap ediyor köylerde, kasabalarda? elma yedikleri bahçenin sahibi karşılarına tüfekle çıkıyor, kızların tepkisi ''hey dur napıyorsun?'' bilmem ne saçma sapan. sözüm ona kızlar trabzon'a diye maça gidiyorlar, gittikleri yer tt arena, bizim trabzonlu kızlar gs formalarıyla burak yılmaz'ın golüne seviniyor ahahaha. böyle bir rezaleti neyle açıklayabilir yönetmen? madem zaman-mekan tutarlılığından haberin yok, bok mu varda koyuyorsun o maç sahnesini oraya. kız çıkmış diyor ki, bu hafta süper lig çeyrek finalleri var ona gidelim. bunca senedir bu memlekette futbol takip ediyorum, süper lig finalleri diye bir şey duymadım. yönetmen nerden duymuş da bu diyaloğu eklemiş merak ettim harbiden. amcanın kızlarla olan ilişkisi ayrı bir olay. gece yanlarına falan gidip geliyor, babaannenin buna tepkisi ''oğlum fazla abarttın yeter''. yok ya ne güzelmiş. kızları görmeye teyzeler geliyor, hemen orada yüzükler takılıyor. düğün yapıyorlar karadeniz kültürüyle uzaktan yakından alakası yok. kızın birisi kendini vuruyor, kızların buna nasıl tepki verdiğini bile göremiyoruz. hiç mi etkilenmedi lan kardeşleri bu olaydan. bir anda pat silah sesi, arkasından mezara gömme. bu kadar mı yani bütün olay? amcalarıyla çarşıya çıkıyorlar, amcası bir yere gidip gelecek, kız hemen arabaya erkek alıp çarşının ortasında 5 dk'da sevişip elemana yol veriyor. he bu muymuş yani bütün dert? sonra bide o sikik gece arkadaşlarını toplayıp kızın evine dayanıyor, arkadaşları da bana da ver diye bekliyor aşağıda askfsdj. bir ton örnek var daha saçmalıklarına filmin. kısacası, yaşanan olayların hiçbirisinin altyapısı, karakterlere etkisi, filme katkısı yok. yapmak için yapılmış, arka arkaya eklenmiş, sağdan soldan duyulma olaylar silsilesi. hiçbirisi yerinde gözlemlenmemiş, eksik ve hatalı teşhisler, tutarsızlıklar ve daha bir sürü büyük problem. bu film film falan değil hakikaten geçiniz. elin fransız'ı ne bilsin trabzon'u, anadolu'yu. ama buralarda az biraz nefes almış her kafası çalışan insan bilir ki filmde çok büyük problemler vardır. tekrar ediyorum türkiye'de bunlar olmuyor diyemez kimse. hatta çok daha sertleri de oluyor. ama böyle bir sığlıkla, baştan savma bir tavırla anlatırsan bu kızların travmalarını ben senin yaptığın filme götümle gülerim. iyi ki türkiye'den aday değil oscar siksiğine. kış uykusu gibi bir filmin aday olamadığı yerde bu saçmalığın yeri hiç yok. fransızlar da bir bok sanmaya devam etsin bu zırvayı. seviyorlar oryantalizmi yapacak bir şey yok.


    (dorylaion26 - 25 Aralık 2015 01:31)

  • comment image

    türk asıllı fransız bir yönetmenin, onlarca kurgu hatası, vasatın altında oyunculuk (amca hariç, amca iyiydi) ve ortalama bir sinematografiyi harmanlayarak bir araya getirdiği, kesinlikle "overrated" bir yapım...

    ben sanmıyorum ki kimse "bu filmdeki olaylar bu ülkede böyle yaşanmıyor, kurgu abartılıdır" desin. bu filmde bahsi geçen olayların çok daha kötüleri, her gün bu ülkedeki genç kadınların başına geliyor.

    insanların bu filmi başarısız bulmalarının temelinde yatan şey kurgunun dengesizliği ve olay örgüsünün saçmalığı... senarist (ki aynı zamanda yönetmen), bu ülkedeki genç kadınların başına her gün gelen her türlü olayı, kurgusal bütünlük olmaksızın, ard arda yapıştırıp filmin ana karakterleri olan 5 kız kardeşe yaşatıyor. buna bir de cast'ın yavanlığı eklenince film katlanması güç bir deneyime dönüşüyor. ortaya ne olduğu belli olmayan, saçma sapan bir bulamaç ortaya çıkıyor.

    işin komik yanı, birileri de kalkıp bu filmi "bu bizim ikiyüzlülüğümüzün hikayesi" diye sahiplenmesi... yabancı bir ülkenin vatandaşı olan yabancı bir yönetmenin, şehirli elit bakış açısıyla, derin bir araştırma yapmaksızın, yabancı kültüre ait bir film çekince birilerinin bu filme eğreti demesinin birilerinde yara açmasını anlamıyorum.

    özetle yönetmen türk değil, türkiye'nin kırsalıyla ilgili belli ki bir fikri yok. sadece genç kadınların sömürüsü ile ilgili duyduğu hikayeleri derleyip sığ bir olay örgüsü ve kötü bir kast kullanarak bir araya getirmiş. daha sert bir dil kullanılsa, daha düzgün bir cast ile çok daha çarpıcı bir film ortaya çıkardı. festivallerden red alacağı için onu da yapmaya maçası yetmemiş olsa gerek... şu başlıktakileri okumak ve entryi yazmakla harcadığım toplam 3 saat için üzülüyorum.


    (kerri deadstar - 14 Ocak 2016 17:16)

  • comment image

    nuri bilge ceylan'la karşılaştırılması sinemaya bir küfürdür. nbc filmlerinde bir tane burdaki yapmacık sahnelerden bulun, gelin konuşalım.

    bir zamanlar anadolu'daki muhtar sahnesi diye başlık açtıran sahne var arkadaş, kimse lise çocuğuna "serap hanım, ahlak bekçisi mi kesildiniz?" diye replik yazmıyor. 3 yaşında olup da "anneciğim, sizi üzmek istememiştim doğrusu" diye konuşan sikko dizi çocuklarıyla ne farkı var amına koyim? bildiğin oryantalizmi görünce basmışlar beğeniyi.

    midnight express ile karşılaştırılmış. midnight express de eğer dönemi anlatmasından bahsediyorsak; bok gibi bir filmdir. türkçe konuşamayan türkleri, anlaşılamayan türkçesi ile bu konuda sıfır çeker. ama senaryoya, sinematografiye gelirsek çoğu filmi ezer geçer.

    3 tane film izleyip de eleştirmen oldum sanan tipleri nuri bilge ceylan külliyatıyla dövmek lazım.


    (thedewil - 14 Ocak 2016 18:09)

  • comment image

    bir yönüyle ikinci "a girl walks home alone at night", bir yönüyle de ikinci "çoğunluk" vakası.

    "a girl walks home alone at night", ingiltere'de doğup küçük yaşta ailesiyle abd'ye taşınmış iran asıllı bir kadın olan ana lily amirpour'un ilk uzun metrajlı filmiydi. basına "iran'ın ilk western vampir filmi" etiketiyle takdim edilen filmde "iran", "iranlı olmak" ve "iran kadını" gibi kavramlar, ne var ki, birer dekor ile figürandan fazlası değildi. üstelik filmin çekimleri de gayet anlaşılır sebeplerle california'daki bir sette yapılmıştı. "vampir" imgesi hali hazırda yeterince gerçeküstüyken kiosk, radio tehran, daryuş ikbali dinleyip seks işçisi kadınların haklarını pezevenkler karşısında köpek dişleriyle arayan "erkek-avcısı iranlı vampir" imgesi ise kurguyu daha da fantastikleştirmekten fazlasını yapamıyordu. amirpour, bağrında yetiştiği ve kendisine hizmet ettiği kültürde bir diş gibi sivrilirken, yazdığı öyküde iran ise dişlenip emilecek acı dolu bir boyun halini alıyordu.

    "mustang" ise ankara'da doğup henüz ilk yaşını dahi doldurmadan ailesiyle fransa'ya göç etmiş ve eğitim-öğretim hayatını paris-johannesburg arasında tamamlayıp üretim safhasına yine paris üzerinden başlayan bir kadın olan deniz gamze ergüven'in ilk uzun metrajlı filmi. bu film de, tıpkı akranı amirpour'un filmi gibi, nesnesini tanımakta ve haliyle tanıtmakta güçlük çeken bir yapıt. evet, film, konu edindiği topraklarda ve konu edindiği dilde konuşan insanlar üzerinden işleniyor ama diyaloglar o denli yavan ki, filmi anadilinde izleme şerefine—ne yazık ki—nail olan bizler, kendimizi bir jest-mimik dublajı ile karşı karşıya buluyoruz. hal böyleyken, tüm dünya filmin "ne" anlattığı üzerine kafa patlattığı sırada biz "nasıl"ının bataklığına saplanmış bir halde «a-ama durun bi' dakika, bu film hiç gerçekçi değil, bizim kızlarımız böyle konuşmuyor ki!» diye ünlüyoruz. yani, biz, kendi dilimizdeki "mustang"i bir dublaj tatsızlığı içinde seyrederken, elin festival komitesi, elin jüri üyeleri, tıpkı "a girl"ü farsça bilmedikleri için ingilizce-fransızca altyazıyla izledikleri gibi "mustang"i de ingilizce-fransızca altyazıyla izliyor ve bizlerden çok daha sakin kafayla inceleme şansına erişiyorlar. tabii, anadilde dublajın yabancı dilde altyazıya yeğ düştüğü sahneler de mevcut. misal, çarşaf katlanılan sahnede babaanne «sen hanım oldun artık» derken fransızca altyazıda «tu es devenue une femme» yazıyordu. yani, takdir edersiniz ki, özgün dilde ve özgün bağlam içinde "hanım" kelimesinin sana bana taşıdığı yan anlamlar nere, "femme" kelimesinin bir fransıza taşıyacağı yan anlamlar nere...

    "çoğunluk" da, yine bu iki film gibi, yönetmeni seren yüce'nin ilk uzun metrajlı filmiydi. yüce, bu filmde, türkiye'nin sosyolojik çoğunluğunu meydana getiren insanlarının hayat, fikir ve his dünyasını orta-üst sınıf bir aile üzerinden dört başı mamur biçimde işlemeye gayret etmişti. "mustang" de benzer bir çok-cepheli savaşa farklı yaşlardan kadınların sorunlarını tek seferde işlemek gayesiyle girişiyor. asıl muhatabı olması gereken genel izleyici kitlesinin gözünde paye bulamayan her iki film, ne var ki, katıldıkları festivallerden büyük başarılarla dönüyor. nasıl mı?

    "festival filmi", bir nevi işaret parmağı gibidir. genel izleyici kitlesi bir buçuk saat boyunca bu işaret parmağını uzun uzadıya izler de bakışlarını parmağın gösterdiği yere çevirmeyi bir türlü akıl etmez. olur ya, akıl etti diyelim, bu sefer de kafasını çevirmekte olduğu sırada gözüne başka bir şey takılır ve parmağa dair tüm ilgisi dağılıverir. festivallerin yetkili abileri ve sürekli müşterileri ise salona işaret edilen yere bakma hevesiyle vardıkları için, oyuncuların rollerindeki yeterlilikleri nasılmış, senaryonun gerçekle olan paralelliği ne boyuttaymış, hedefe varan yolda nasıl yüründüğünün bir ehemmiyeti var mıymış... bunlarla pek az ilgilenirler. bunlar birer detaydır ve eğer yönetmen işaret parmağını kullanmakta yeterince başarılıysa "sanatsal kalite" ve eğer işaret edilen yer festival komitesinin görmek istediği bir yerse "ödül" gelip o yönetmeni mutlaka bulur. robert bresson'un 1959 yapımı "pickpocket"ı bu minvalde gerçek bir "sanatsal kalite" örneğidir mesela. filmdeki oyunculuklar o denli faciadır ki insanın adeta korneası yanar ama algılarınızı bresson'un işaret parmağından koparıp işaret edilen yere doğrultmayı başarırsanız orada harikulade bir hikaye ile karşılaşabilirsiniz.

    burada "pickpocket" ile "mustang" arasında değer yönünden bir ilişki kuracak değilim. ama şu var; "mustang"in türkiye dışında bulduğu övgünün nedenlerini anlayabiliyorum. üstelik "mustang"e bakarken kendimi "a girl"e bakan bir iranlı gibi "çiğnenmiş" de hissetmiyorum. gözlerimi işaret edilen yere çevirdiğimde filmin en büyük başarısı kendini ele veriyor ve burada "erkekler mars'tan kadınlar venüs'ten" basitliğine düşmemiş bir yönetmen görüyorum. "mustang"de insanlar toplumsal cinsiyet rollerine göre "uzun saçlı melekler" ile "kısa saçlı şeytanlar" arasında ayrıştırılmıyor. evet, hikayede erol gibi eser-kükrer bir erkek var ama orada yasin gibi bir karakter de var. ergüven'in radikal gazetesi için merve genç'e verdiği röportajında da bizzat söylediği gibi, karşımızda on elli-on ayaklı bir "genç kadın" yaratığı duruyor ama kendilerine eugene delacroix'nın "la liberte"**sini model edinmiş bu genç kadınların karşısında petek hanım gibi dedikoducu bir kadın da var. hem o on elli-on ayaklı organizmanın on eli/ayağı da bir değil; aralarında futbol manyağı bir "erkek fatma" bile var.

    filmden övgüyle söz eden onlarca inceleme okudum ama olayı «işte türkiye na böyle bi' yer!» sığlığında ele alan tek bir yazı dahi çıkmadı karşıma. filmi altyazı üzerinden izleyen insanların çoğu filmi evrensel bir anlatı olarak görüp yorumluyor. filmde işaret edilen hadiseler türkiye'den de önce birer insanlık sorunuyken ve film hiçbir safhasında türkiye'ye ya da türk kültürüne topyekun bir kötülemede bulunmuyorken, filmi olumsuz eleştirme niyetiyle kolları sıvayanların anlatıyı hakarete varan ifadelerle yermeleri, kitlesel suçluluk psikolojisinden emareler taşıyan bir tutum örneği sanki. "mustang"in bütün bir toplum olarak yüzümüzü kızartacak en ufak bir suçlaması dahi olmasa bile, kopardığımız yaygarayla kendi kendimizi zor duruma düşürüyoruz. «bunların işi gücü bizi kötülemek» diyerek andığımız o avrupa ülkelerinde her yıl "mustang"e tekrar tekrar rahmet okutacak onlarca film çekiliyor. misal, fransa menşeli "seul contre tous"yu izlediğimizde «fransa'da zaten herkes ensest mahsulü» mü dedik? ingiltere metroları birbirini doğramaya sebep arayan "green street hooligans" ile mi dolu sanıyoruz? "lilja 4-ever"ı izleyince isveç gözümüze "saf kızların zengin erkeklerin elinde hayat kadınlarına dönüştüğü dev bir otel" gibi mi görünmeye başladı? danimarka'da geçen "jagten" bize «yav bu danlar zaten hepten linç kültürü» mü dedirtti? dedik ki, insan bu; doğrusu da var yanlışı da. eh, "mustang" karşısındaki bu «biz yapmayız öyle şey! asla!» tavrımız neden?

    sonay'ın düğününü hatırlayalım; kız çok mutlu görünüyor, değil mi? çiçeği burnunda kocasını öpüyor kokluyor. sevdiği adamla evlendiği için mi mutlu o kız? hayır, amca ocağı denen hapishaneden kurtulduğu için mutlu. yönetmen parmağını dilediği kadar yanlış sallasın; işte, sadece bu sahneyle bile on ikiden vuruyor hedefi: annem! benim annem de gülmüş oynamış on beş yaşında evlenirken. niye? babamı çok sevdiği için mi? hayır, anneannemin evde kurduğu anaerkil (evet, anaerkil) baskıdan kurtulduğu için. bereket ki babam çok süper bir insan çıkmış da gel zaman git zaman eş sevgisi de serpilebilmiş kadının kalbinde. biz de bir kaçış evliliğinin zoraki mahsülleri değil de bir sevgi-saygı birlikteliğinin sevgi-saygıyla büyütülmüş evlatları olabilmişiz.

    velhasılı "mustang", dünyanın dört bir yanından takdir, adaylık ve ödül toplamış olması "batı'nın art niyeti" ile açıklanıp geçilmemesi gereken denli önemli bir film. böyle bir filmin işaret parmağının yanı sıra işaret ettiği olgulara da biraz olsun kafa yormak, burada "okumuş-insan" sıfatıyla yazıp çizen bizler için daha yakışıklı bir tutum olurdu doğrusu. ben de filmi "nasıl"ına hiç takılmadan salt "ne anlattığı" üzerinden incelemek isterdim ama, işte, türkiye'de yaşıyor ve türkçe biliyorum.


    (siyah giysili adam - 15 Ocak 2016 09:30)

  • comment image

    mustang bir fransız filmi değildir, mustang bir türk filmi de değildir, binaenaleyh mustang bir film değildir


    (ayhanores - 15 Ocak 2016 09:32)

  • comment image

    ben guney kore kulturu hakkinda 1 yil internetten, kutuphaneden falan okusam, korelilerle konussam, sonra bu senenin sonunda sectigim bir sosyal sorun hakkinda bir kore filmi yazip ardindan da cekmeye gitsem ortaya bu filmle ayni derinlikte bir sey cikardi.

    umarim anlatabilmisimdir.


    (hot potato - 23 Ocak 2016 04:10)

  • comment image

    yönetmeninin zerre kadar inandırıcılık kaygısı taşımadığı film. çok uzun zamandır bu kadar kötü bir şey izlememiştim. hadi trabzon'a gidemedin, gitsen güzel olurdu, puslu havası filme çok şey katardı. ama bu filme ne katsak iyi olmaz. kimse şiveyle konuşmuyor. sanki film fransa'nın trabzon adlı şehrinde geçiyor ve tesadüfen insanlar türkçe konuşuyor. birincisi, trabzon'da, yaşayanlar bilir, kızlar ve erkekler arkadaşlardır. sevdaluk da ederler. ikincisi, öyle tek tip manastır kıyafeti olmaz.

    yönetmen ablamız, e anladık tabii ki, tek tipleştirme, baskı bilmem ne anlatmaya çalışıyor. düzgün anlatacaksın o zaman. enstestti de araya sokuşturunca tam olmuyor. kaldı ki, küçük kızların oyun oynadıkları sahneler, sübyancı abilerin ve ablaların demlenmeleri için birebir olmuş.

    mesele türkiye'ye bok atmak değil. film çekiyorsan önce film çekeceksin. sitcome kolaycılığına kaçmayacaksın. anlattığın şey hoşuma gitmeli ya da gitmemeli. oysa kendince iyi bir izleyici olarak, ben filmin bizatihi kendisini hiç sevmedim. bir sabah uyanıp film çekmeliyim denmiş sanki. sanki bu film çekilmeden önce, hiç film izlenmemiş. oysa rosita izlenmiş, onu görebildik. avni akel stadı diye, üç beş kişiyi saldalyelere çıkartıp hoplatmak ne büyük saygısızlık izleyiciye. hele televizyon görüntüsünün ali sami yen standından olması daha da büyük saygısızlık.

    ne olmuş, imgeler imgeler. şiir de olmamış, şarkı da. gezi olaylarından sonra birden bire türkiye çılgın bir baskının baskıcının iradesi altında ezilmiş. gözyaşlarımızı mı tutamayacaktık izlerken, kazan mı kaldıracaktık?eminim 11. sınıf öğrencileri bir araya gelse bundan daha iyi çekerlerdi aynı konuyu.

    kendime kızdım misal, film çekmek bu kadar ehemmiyetsizce yapılabilecek bir şey madem, telefon kameramla ben niye film çekmiyorum diye.

    film neresinden tutulsa elde kalıyor. gözlerime yazık o kadar izledim. parmaklarıma yazık oturup hakkında yazdım.


    (xtr - 21 Şubat 2016 18:16)

  • comment image

    sinir bozucu, ucuz hamaset fışkıran kötü film... teknik olarak da kötü film, yönetim olarak da kötü film. baştan da söyleyeyim benim meselem ülkemizi kötü tanıtıyor filan da değil. hatta mümkün olduğunca kültürümüzdeki iğrenç noktalar anlatılsın ama iyi anlatılsın.
    öncelikle entryde ufak tefek spoilerlar olacak. henüz izlememiş olanları uyarayım.

    bir çok entryi okudum benim gördüğüm sorunları bir çok insan görmüş. ve istisnasız herkeste entryi yazarken "hangi birinden başlayım hangi birini anlatayım" sorusu mutlaka hasıl olmuştur. bu filmi yorumlayıp bu entryi okuyanlar da hemen gülümseyip adam haklı beyler diyecektir. adım gibi eminim. o kadar çok sorun var çünkü filmde. hatta abartmıyorum filmdeki tek inandırıcı şey ayberk pekcan. o da yönetmenden kurtulabildiği derecede ancak. bir tek o replikleri biraz büküp inandırıcı bir hale getirmiş. onun dışındaki bütün karakterler inandırıcılıktan uzak. konuşmalarıyla da tavırlarıyla da söylemleriyle de öyleler.

    filmin başında kızlar erkeklerle denize giriyor ondan sonra sürreal bir filmin içine giriyoruz ama sorun filmin öyle bir iddiasının olmaması. mesela lobster filmi öyle bir dünya kurmuş ve absürdlüğün dibine vurmuştur.
    inanın absürdlükte lobsterdan bile uçuk geldi bana bu film ama türkiyede kadın sorunlarını ciddiyetle anlatıyorum dediği için absürdlük saçmalık olmaktan kurtulamıyor.

    erkeklerle denize girerken bunu daha önce bin kere yapmış gibi giren kızlar eve kilitleniyor. evet baya kilitleniyorlar. demir parmaklıklar filan dikiyor amca karakteri. öyle kızlar çıkmayın size yasak filan değil yani. literally hapishane inşa ediyorlar. yani bunu yapacak kadar acayip bir şey kızların erkeklerle denize girmesi. ama kızlar bunu hayatlarında hiç duymamış gibi karşılıyor.
    yani filmin bütün sorunu aslında burda gizli. kızlar reel dünyada var olamayacak kadar içinde bulundukları dünyaya uzak yazılmış ve resmedilmiş. erkeklerle denize girmek eve hapishane kurduracak şiddette bir ayıpsa, kızlar neden bunu daha önce sürekli yapıyormuş gibi davranıp evde dayak yediklerinde neden dayağa şaşırıyorlar? bu yönetmenlik faciası işte. zira yönetmenin yazdığı karakterler de fransada büyümüş gibi. hayatlarında türkiyeye gelmemişler, filmin açılış sahnesiyle türkiyeye giriş yapmış gibiler.

    filmde kısafilmci acemilikleri de çok fazla. diren gezi heşteginin köy evinin yorgan yastık dolabında kol gibi yerleştirilmesi mesela. göze göze sokuyor. şehirde bir duvara yazdır illa geziye selam çakmak isityorsan saçma sapan bir anda ne işi var o heştegin. ya da kızı bekaret kontrolüne götürdüklerinde kameranın eşşek gibi bir hareketle aşağı inip adamın belindeki silaha zoom yapması. ooof ne güzel "bakire çıkmasa öldürecekler kızı yaa yazık üçüncü dünya ülkesindeki kadınlara hadi bana ödül verin" mesajı verdin. bravo.

    hamaset dedik... ben böyle yönetmenlere aygı duymuyorum arkadaş. toplumsal, acı veren sorunları kullanarak prim yapan yönetmenlerden bahsediyorum. deniz gamze ergüvenin samimiyetine inanmıyorum bu konuda.
    evet sert konuşuyorum ama inanmıyorum zira samimiyetle ödül, şöhret, isim yapma derdi olmadan bu soruna eğilen biri olsa biraz araştırma yapardı. ben hakim olmadığım bir konuda laf söyleyeksem ve samimiysem gider aylarca yerinde araştırma yaparım. oturduğum yerden üçüncü sayfa haberleri okuyup benim bir derdim var diyemem. utanırım.
    araştırma yapmadığı da bu herkesçe görülen, filmi inandırıcılıktan uzaklaştıran zibille aksaklıkları görünce anlaşılıyor.

    aklıma gelen bir kaç saçmalığı da buraya ekleyeyim dursun.

    kızlardan biri evleniyor. düğün sahnesinde ilahi çalınmış ben bilmiyordum onu da başka arkadaşlar farketmiş. neyse kız bi an kalkıyor insanların bitirmediği rakıları hüpletmeye başlıyor herkesin ortasında. nedense herkes bir yudum bırakıp yan yana koymuş çünkü yönetmen şaryo kullanmak istemiş herhalde orda.
    bu acemiliği geçtim kız insanların ortasında damatla yiyişmeye başlıyor. düğünün ortasında bir gelin (kızların dikkat çekmemek için bok rengi giysiler giydirilen bir toplumdaki kız bu) damatla öpüşüp boynunu falan yalıyor. dedim ki herhalde kız sarhoş, burdan ya düğünü bozarlar ya da damada dövdürüp sosyal mesaj verecek.
    yok hiç bir şey olmadı. sahne bitti onlar herkesin ortasında yiyişirken.

    neyse burda bitmiyor. kızlardan biri gerdek geceside. seks bitmiş. damat kızı yataktan kaldırıp hunharca çarşafta kan arıyor. o yetmiyor damadın anne babası kapıya gelip bağıra çağıra çabuk çarşafı ver kapıyı yumrukluyor. polisin torbacı evini basmasını hayal edin aç kapıyı filan diye bağırıp kapıya vurduğunu. o şiddette ve o heyecanla kapıda duran yaşlı bi teyze ve amca düşünün. sahnenin absürtlüğünü anlarsınız.
    aynı kızı bekaret kontrolünde görüyoruz. hiç bir gerginlik hissetmeyen mimiksiz bir kız, doktor koltuğuna yatıyor ve fransız aksanıyla aşağı yukarı şu repliği söylüyor
    - ben dünyadaki bütün erkeklerle yattım... beni rahat bırakır mısınız?
    kadın arkadaşlarımdan bildiğim kadarıyla rutin kontrollerde bile jinekolog masasına oturunca genelde bir gerginlik oluyor kadınlarda. normal olarak.
    muhafazakar bir toplumda yaşayan kızımızın bekaretini kontrol etmek için vajinasına aletler sokulurken mimiksiz bir şekilde "beni rahat bırakır mısınız" deyip sabit bir şekilde tavana bakması ne kadar inandırıcıysa bu film de o kadar inandırıcı.
    yönetmenin samimiyetsizliğini senaryo danışmanı seçiminden de anlayabilirsiniz. ne güzel senaryo danışmanı tutmuş daha iyi bir film olsun diye çabalamış diyorsunuz değil mi?
    hayır fransız bir senaryo danışmanı tutmuş
    neden? çünkü derdi bu meseleyi iyi anlatmak değil. tribüne oynamak. fransız senarist ne yapar. fransız izleyici ve eleştirmenini bilir onlar için başarılı bir hale getirir en fazla. deniz gamze ergüven bu kültürün içinden biriyle çalışsa emin olun en azından samimiyetine inanabilirdim. botswanadaki bir sorunla ilgili senaryo yazdığınızı düşünün. derdinizde samimiyseniz oralı birine mi danışırsınız buralı birine mi?
    teknik hataları bir bir saymak istemiyorum ama yuh ulan dediğim bir sahne var.
    bir çok kişi ensest olayı minimal anlatılmış ne güzel diyor. minimal anlatılmamış. baya güldürecek kadar anlatılamamış.
    küçük kız uzanmış uykuyla uyanıklık arasında. kapısı açık kapı kadar görüş alanımız var. kapının ucundan amca giriyor görüntüye ve yavaşça geçiyor ordan. abartmıyorum geçtiği anda kemer çözme sesi geliyor ve yaklaşık yarım saniye sonra da kızın inlememsi sesleri duyuluyor. yani amca görüntüden çıktığı anda ensest seks başlıyor güya. arkadaş miksajda biri de demedi mi bu adam kapıdan girer tamam. saniyesinde de kemeri çözdü diyelim ama bi pantolonu çıkarır bi soyunur öyle kızın yatağına gider. yok. erken boşalma var da 1 saniyede soyunup vajinaya giren ilk kez gördüm. böyle bir acemilik olamaz.
    yukarda biri minimal bir film olduğu için herkes sevmez demiş. en çok ona güldüm.
    minimal sinemanın antichirstı bu fim. minimal sinema nasıl olmaz diye sorarsa biri bu filmi gösteririm bir de mahsun kırmızıgül filmi olabilir.
    minimal sinema meselesini küçük küçük göze sokmadan anlatan bir türse bu film kocaman puntolarla anlatmaya kasmış. filmin başından sonuna kadar bu kültürün iğrençliğini (beceriksiz bir şekilde) bağıra bağıra anlatmış böyle minimalizm mi olur?
    dublajlı minibüs şöförü dışında filmdeki bütün erkekler pislik. ahlaksız. bu kadar kıt bir şekilde mi anlatılır kadınlar? bu mu derinlikli sinema? kadınların yaşadığı sorunlar bütün erkeklerin kötü olduğu bir dünyayla mı anlatabiliyorsun? öyleyse beceriksizsin arkadaş.

    yönetmeni kadın olmasına rağmen yaptığı metalaştırmaya çok şaşırdım. küçücük kızların sürekli baldırını bacaklarını görüyoruz. sürekli saçlarını savura savura evde dolanıyorlar. yerde birbirlerinin üstüne yatıp duruyorlar bu sırada hep mini şortlarla bacakları havada. ergen bir erkeğe 5 kızın olduğu bi evi fantezi unsuru yap deseniz bu sahneleri anlatır. genç kızlar ki yaşları baya küçük o kadar deriniliksiz karakterler ki kimin nasıl biri olduğu anlaşılmıyor bile. ben isimleri bile oturtamadım film bittiğinde. biri x karekteri dese hangisiydi o derim yani. durum böyleyken. karakterleri tanıtmayıp sürekli bedenlerini gözümüze gözümüze sokuyor. nedeni de yine trbüne oynama. çünkü batı toplumu müslüman kadınlar ve sorunları denildiğinde akla ilk gelen burka, zorla kapatılan kızlar. özgürce giyinemeyen kadınlardır. yönetmen de ordan vuruyor onlar. gözümüze sokuyor. özgür olmak isteyen mustanglar onlar ve bunu yaşları 8-17 civarında olan kızları yarı çıplak gösterip durarak yapıyor.
    bu yüzden samiyietine inanmıyorum yönetmenin ve yaptığını iddia ettiği şeyi ucuz bir şov olarak görüyorum.
    toparlayacak olursak bu film aklıma bir ara popüler olan bir kepsi hatırlatıyor hani kadınlar bağırıyor kimiz biiiz? kadınıııız? ne istiyoruuuz? bilmiyoruuz? ne zaman hemen şimdiii?
    filmin genel olarak hissettirdiği şey o. o kızların tavırları, replikleri o keps işte.


    (icseldevinimlerindisavurumu - 3 Mart 2016 20:54)

Yorum Kaynak Link : mustang