Çıkış Tarihi     : 15 Ocak 2015 Perşembe, Yapım Yılı : 2015
Türü                : Drama,Bilim Kurgu,Heyecanlı
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Amazon Studios , Big Light Productions , Electric Shepherd Productions
Yönetmen       : Daniel Percival (IMDB)(ekşi), David Semel (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Philip K. Dick (IMDB),Frank Spotnitz (IMDB)(ekşi),Emma Frost (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Alexa Davalos (IMDB)(ekşi), Rupert Evans (IMDB)(ekşi), Luke Kleintank (IMDB), DJ Qualls (IMDB)(ekşi), Joel de la Fuente (IMDB)(ekşi), Rufus Sewell (IMDB)(ekşi), Cary-Hiroyuki Tagawa (IMDB)(ekşi), Arnold Chun (IMDB), Carsten Norgaard (IMDB), Lee Shorten (IMDB), Bernhard Forcher (IMDB), Steve Byers (IMDB), Chelah Horsdal (IMDB), Alex Zahara (IMDB), Macall Gordon (IMDB), Ray Proscia (IMDB), Daniel Roebuck (IMDB), Aidan Chan (IMDB), Neal Bledsoe (IMDB), Genea Charpentier (IMDB), Quinn Lord (IMDB), Tao Okamoto (IMDB), Gracyn Shinyei (IMDB), Aaron Blakely (IMDB), Mayumi Yoshida (IMDB), Jason Asuncion (IMDB), Louis Ozawa Changchien (IMDB), Raresh DiMofte (IMDB), Michael Gaston (IMDB), Daisuke Tsuji (IMDB), Geoffrey Blake (IMDB), Rick Worthy (IMDB), Jack Kehler (IMDB), Allan Havey (IMDB), Hank Harris (IMDB), Shannon Day (IMDB), Callum Seagram Airlie (IMDB), David Chin (IMDB), Catherine Elissa Chow (IMDB), Burn Gorman (IMDB) >>devamı>>

The Man in the High Castle (~ Czlowiek z wysokiego zamku) ' Dizisinin Konusu :
Philip K. Dickin 1961 yılında yayınlanan aynı isimli kitabından esinlenerek yapılacak dizidir. Kitapta Alman ve Japonların ikinci dünya savaşını kazandığı bir dünya kurgulanmıştır.

Ödüller      :

Primetime Emmy Ödülleri:Outstanding Cinematography for a Single-Camera Series, Outstanding Main Title Design


  • "japonların otantik amerikan eserlerine olan düşkünlüğü, amerikalıların savaş sonrası japon kültürüne olan meraklarını açıklamak için kullanılmış sanki. filmi olsa keşke."
  • "almanlarin ii. dunya savasi'ni kazanmalari disinda fantastik bir kismi olmayan, gayet gercekci ve enfes bir pkd kitabi.hugo odulunu 1963'te almis."




Facebook Yorumları
  • comment image

    almanya'nin sava$tan sonra afrika uzerinde gercekle$tirdiklerinin tasviri nadir bulunan cinstendir, i$in ilginci o donemin partei cilginligi du$unuldugunde "kurgu olm nah yaparlardi boyle bir $eyi" demek zor olsa gerek.

    dunyaya daha 60'li yillardan bir butun olarak bakan, bugunun globalizm denen zimbirtisini o yillardan yakalayabilmi$, agir ilerleyen, diyalog bazli, du$unmeye iten bir roman derim buna ben. ursula k le guin lezzeti arayanlara da oneririm bazen, kafam iyiyse de turist omer afrika da filmini oneririm.


    (kusmuk - 27 Kasım 2006 21:19)

  • comment image

    benim gibi bilim kurgu'dan pek hazzetmeyen bir adamı bile son derece etkilemiş ve kitabı 2 günde okuyup bitirmemi sağlamıştır. kitap 2.nci dünya savaşını nazilerin kazandığını ve neticesinde dünyaya hakim olmasını konu alır. her ne kadar alternatif tarih diye de nitelendirebilsek, de yazar bu görüşe karşı çıkmıştır. kitap müthiş bir hayalgücünün yanı sıra sosyolojik öngörüler, felsefi bilgiler, ve muazzam bir tarih bilgisi içermektedir. (örneğin yazar, bu romanı yazarken william shriver'in the rise and fall of the third reich kitabından faydalanmıştır). kitap son derece sürükleyici olmasına rağmen açıkcası sonu beni çok etkilememiştir. romanlarında gelecek bir zamanı konu alan dick, fal, geçmişte yapılan bir hareket yapılmamış olsaydı bugün durumumuz ne olurdu gibi ve uzakdoğu felselerine atıfta bulunur. tarzı hakkında spielberg'in yönetmiş olduğu minority report'u izlemek fikir verebilir.


    (halki - 5 Kasım 2007 11:31)

  • comment image

    "2. dünya savaşı'nı almanlar ve japonlar kazansaydı dünyanın hali nice olurdu" temalı roman. anafikrini bilemiyorum, çözemedim tam. ama bence, "dünyanın her şekilde mna konuyor, savaşmayın sevişin" olabilir gayet. evet beğendim bu anafikri. böyle olsun.

    bilimkurgu serisi kitabı ama bilimkurgu değil, gelecek kurgusu ama ütopya veya distopya değil, tamam kurgu evet ama boş bir hikaye değil, diplomatik ama stratejik değil... "olaya bir de şu açıdan bakmaya ne dersiniz" kitabı.

    en güzel tarafı, bize iki taraflı bir kurgu sunuyor olması. şöyle ki; roman amerika'da, savaşın almanya ve japonya tarafından kazanıldığı bir dünyada geçiyor evet. fakat bir de, romanın içinde bahsedilen başka bir roman var, o romanda da savaşın abd tarafından kazanılmış olması durumunda olacaklar kurgulanmış. fakat "romanın içindeki roman" olarak sunulan metin de "kurgu", yani o da kendi başına apayrı bir alternatif.

    enteresan bişey. tükenmeden alın.


    (dagny taggart - 1 Kasım 2009 21:41)

  • comment image

    pkd bu kitabında bilim kurgu'nun salt geleceğe dair olmadığını anlatır. alternatif şimdiki zaman boyutunda da bilimkurgu yapılabileceğini öngörür kitabın içindeki bir başka kitapta.
    konu olarak ikinci dünya savaşını kazanmış nazi almanyası ve japonya'nın hükmettiği bir dünyada ve zamanda geçiyor. alternatif şimdiki zaman hakkında uzun uzadıya yapılmış sosyolojik öngörüler , yin yang felsefesi , amerika , almanya , çin ve japonya'nın yerel kültürlerinin güzelce bir harmanlaması var kitapta. bu ortamda hawthorne abendsen adlı bir vatandaş savaşı almanya ve japonya'nın kaybettiği bir ütopia üzerine roman yazıyor(kitabın adı çekirge serilmiş yatıyor). yani şu andaki reel dünyanın farklı bir tasviri var.diğer kitaplarında olduğu gibi pkd'nin evrenleri arasında dolaşıp duruyorsunuz.bilim kurgu çevrelerince pkd'nin en iyi kitabı olarak nitelenir.


    (parantez - 11 Kasım 2002 19:18)

  • comment image

    --- spoiler ---

    pkd genel olarak dünyanın kitaptaki halini uzun uzun tasvir etmese de bazı yerlerde verdiği küçük detaylarla insanı yerinden zıplatıyor. afrikayı ele geçiren nazilerin tüm siyah nüfusu katletmesi, akdenizi tarım alanı yapmak için kurutmaları (oha) gibi mesela.

    ---
    spoiler ---


    (hardrada - 19 Mart 2010 07:06)

  • comment image

    japonların otantik amerikan eserlerine olan düşkünlüğü, amerikalıların savaş sonrası japon kültürüne olan meraklarını açıklamak için kullanılmış sanki.

    filmi olsa keşke.


    (roboute guilliman - 14 Mayıs 2010 01:53)

  • comment image

    kitabın tamamlanmamış iki bölümünün çevirisi şöyledir:(lütfen çalıp çırparken kaynak gösterin tamam canım. öptüm kib bye)

    yüksek kuledeki adam(1964) romanının
    devam taslağına ait tamamlanmış iki bölüm

    bir

    1956 yılı beş ağustos sabahı reichsmarshal herman göring, miami, florida’da bulunan devasa luftwaffe üssünden kuzeye uçtu. iyi bir ruh haliyle uyanmamıştı; küçük doktor’un almanya ve alman işgali altındaki bütün toprakların şansölyesi olarak tayin edilmesine dair yakın zaman ait bir anı tıpkı demir bir ütü gibi zihninde duruyordu. göring, sonuçta ingiltere’yi mağlup eden ve savaşı kazanan benim bombardıman uçaklarımdı; propaganda bakanlığı işe yaramayan ama modaya uygun bir heyecanla insanları kışkırtıp üzerlerine suç atmaktan başka bir şey yapmamıştı, insanın üzerinde düşünmeden edemiyor diye aklından geçirdi.

    altındaki manzarada virginia gau akıp gidiyordu; göring’in r-15 messerchmitt roketi onu siyah noktaları; yani tarlalarda tanrının emri bir ruh hali içinde sonsuz ve dairesel alanlarda çalışan köleleri görebileceği kadar alçaktan uçuyordu. insanda aklına ve iyi duygularına hitap ediyordu ama bu gün onu hiçbir şey neşelendiremezdi.

    ihtiyar şansölyenin öleceğini tahmin edip uygun bir tedbir almamıştı. oysa diğerleri, mesela goebbels bunu tahmin etmişti –ss’in yüksek kademelerindeki meraklı sivri zekalıları saymıyordu bile. ancak politik açıdan sürekli dikkat halinde olmak başkent berlin’deki prinz-albrechtstrasse’de bulunan daimi karargahlara sayısız iç yazışma notu yazan ve sonunda kızartılıp tütsülenen reichsführer ss, reinhardt heydrich’e bir fayda sağlamamıştı. merak ediyorum, acaba ne planlıyor? reichsmarshal derin bir düşünceye daldı. görünüşe bakılırsa, waffen-ss bölükleri ve zırhlı alaylar birliği, özellikle de ihtiyar, mert sepp dietrich komutasındaki leibstandarte tümeni heydrich’in yerinden edilmesini önlemek için toplanmıştı –dr. goebbels şimdiye kadar bunun üzerinde elbette düşünmüştü- ve partiyi tehdit etmenin yanında generallerin atadığı yeni şansölyeye sadakat yemini peşine düşmek bormann’ın üstesinden gelemediği bir şeydi. tekrar düşünceye daldı ve mevcut kriz boyunca korunmasında merkez konumda olan miami luftwaffe üssünden ayrılmasının akıllıca olup olmadığını bir kez daha düşündü. bütün olan bitene rağmen, hitler gençlik teşkilatı’nın başkanı baldur von scherach goebbel’in emriyle tutuklanmıştı. ancak goebbels, akdeniz’in suyunun boşaltılmasını hedefleyen tarım alanı projesindeki başarı yüzünden von scherach’ı kıskanıyordu. scherach’ın bir başarısı olan bu proje goebbels’in ilgi alanına giren kitleler arasında popülerlik kazanmıştı, yani orta yerde bir çıkar çatışması uzanıyordu... ve scherach’ın tutuklanmasıyla bir kaç gün önce çözülmüştü.

    elbette bir hesaplaşma durumunda wehrmacht’ın bir avantajı vardı: sadece ve ayrıcalıklı olarak hidrojen bombasına sahip olmak. ss yıllar boyunca ajanlarını gönderip gizlice askeri tesisleri gözlemiş, kendilerine ait bir nükleer reaktör inşa edebilecek kadar bilgi öğrenmeye çalışmıştı. başarısız oldukları belliydi. ancak partiyi veya ss’i –ya da üçüncü bir gücü belki bir koalisyonu- temsil eden her hükümetin generallere, özellikle de bu günlerde emekliliğini yaşayan ama hala gücü eline bulunduran en yüksek rütbeli harp mareşali general rommel’in desteğine ihtiyacı vardı. teslim gününden –kahire’de kişisel olarak başardığına kibir dolu cehaletiyle inandığı günün tarihinden- birkaç yıl sonra alman işgalindeki amerika’nın askeri valiliği görevinden alındığı için hala partiden ve ss’den nefret ediyordu. halbuki luftwaffe’nin ingiliz radar şebekesini çökertmesi zaferi getirmişti, bunu alman ilkokul öğrencileri bile biliyordu.

    r-15’in otomatik pilotu varış noktası olan albany, new york’a yaklaştığını işaret eden sesli bir sinyal verdi.

    umarım fritz sacher iddiasını ispatlayan bir şeyle gelmiştir diye düşündü. öyleyse onu ödüllendiririm diye aklından geçirdi. bir beze dikkatlice sarılmış halde geminin arka kompartımanında uzanan bu ödül dr. seyss-inquart tarafından yürütülen tıbbi deneylerin ürünü, eşsiz bir biçimde deforme edilmiş bir cenin taşıyan büyük bir şişeydi. ceninin babası slav annesi ise zenciydi. rahimdeki gelişimi sırasında seyss-inquart’ın ekibi tarafından üzerinde çalışmalar yapılan ceninin kafansın olması gereken yerde bir ayağı ve ayaklarının olması gereken yerde de gözleri vardı. sadece bu vardı ve reichsmarshal’ın koleksiyonundaki yüzden fazla genetik eğlenceliğin bir parçasıydı. daha doğrusu en iyi parçaydı. ancak fritz sacher’i memnun etmek koleksiyon yapma zevkinden önce geliyordu, en azından araştırmacı bilim adamının iddialarına inanılabilirse.

    köpekli ve silahlı bir devriye ekibi sacher’in new york’taki konutunun çevresinde gözcülük yapmayı sürdürüyordu ama operasyonun kendisini koruyan şey mutlak gizlilikti. operasyonu luftwaffe fonları destekliyordu bu yüzden onun bilgisi dahilindeydi. abwehr yani deniz kuvvetleri karşı istihbaratı da personel desteği sağladığı için amiral canaris de bunu biliyordu. bu yüzden r-15’ten inerken kendisi bekleyen sacher ve canaris’i karşısında bulmak onu şaşırtmamıştı.

    gemisinin basamaklarından inmek için verdiği çabayla nefes nefese kalan göring “herr sacher size gerçek bir wunderkind getirdim,” dedi. hiç hoşlanmadığı amiral canaris’e baktı ve “size bir şey yok,” dedi.

    canaris ortaya konuşup “der dicke (şişko) japonlara imreniyor,” dedi, “hediye verme tarzı. seremoni.” saatini kontrol etti. “başlamak istiyorum,” dedi. amerika’nın kendi kendini yönettiği savaş önceki dönemlerde eyalet valisinin konağı olan binanın içinden, yani alandan başladı.

    göring, bezle örtülü iri cüsseli şişeye uzanırken “bundaki şekil bozukluğunu tahmin etmeye çalışın,” dedi.

    “burada olduğunuzu bilen var mı, reichsmarshal?” diye sordu sacher, “ss’den mesela. özellikle ss konusunda ciddi endişelerimiz var.”

    göring şişeyi indirip genç bilim insanı sacher’e uzattı ve “sadece benim adamlarım,” dedi. “bu alışılmışın dışında. ağırlık yapacaktır.”

    şişeyi alan sacher, “çok teşekkür ederim reichsmarshal. alçaklık koleksiyonunuz herkesçe iyi biliniyor. çocukken brenner yakınlarındaki villanızın çevresinde gezindiğimizi hatırlıyorum, şey görmüştük…” derken şişenin örtüsünü çoktan açmıştı bile. “bir cephalopedalis . şey.. harika.” şişenin dibinde doğru ağır ağır batan fetüsü dikkatle baktı. almanya’da en az bin reichsmark eder, hatta daha da fazla. henüz kendi koleksiyonumu oluşturamadım; sadece birkaç tane-“ dedi.

    amiral “başlayabilir miyiz?” diye sertçe seslendi.

    binaya girdiler. göring ve canaris beyaz önlüklü araştırmacı bilim insanını koridor boyunca takip edip reichsmarshal’ın tahminine göre eskiden yemek odası olan geniş bir odaya girdiler. iki adam bir masanın etrafında oturuyorlardı, önlerinde kağıtlar ve nesneler vardı, ikisinin de özellikle dikkat çeken bir görüntüsü yoktu; ikisi de tedirgin olmuşa benziyordu, reichsmarshal’ın geldiğini görünce saygı için beceriksizce ayağa kalktılar.

    sacher, “bunlar on iki kişilik kommando grubunun hayatta kalan üyeleri, aslen bizim bağlantı noktamız tarafından gönderildiler,” dedi. “ilk kez bundan on sekiz ay önce paralel evreni fark ettik, ona die nebenwelt adını verdik çünkü bu evrenle sınır oluşturuyor ve daima bunun yanında yer alıyor, üstelik buradaki gibi bir zayıf nokta sayesinde nüfuz edilebilir halde. böyle bir noktanın varlığını on sekiz aydan beri biliyoruz. artık bu nebenwelt’e ait kesin özellikleri gösterebiliriz ve herr reichsmarshal, amiral canaris ve zatı alileriniz bu sunum için benimle burada buluşmayı istediniz. sizlere bu tesadüfi karşılaşmaları konusunda kısa bir bilgi erecek olan herr kohler’i ve herr seligsohn’u takdim ediyorum.”

    iki adamdan kısa boylu olanı “adım kohler,” diyerek kendini tanıttı. yanında kendinden emin bir şekilde geriye yaslanmış arkadaşı oturuyordu. kohler çatlak, acemi bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü: “biz, yani buradan diğer dünyaya geçerken hayatta kalmayı başaran ancak geri dönüşte bizim gibi sağ kalmayı başaramayan kommando biriminin üyeleri ile birlikte nebenwelt’de o evrendeki bu coğrafi bölgenin genel lisanı olan ingilizceyi ustaca konuşarak hemen hemen bir buçuk yıl sıradan bir yaşam sürdük. oranın makul derecede huzurlu bir ortam olduğunu ancak yahudiler tarafından kontrol edildiğini gördük. bunun neden böyle olduğunu, neden almancanın değil de ingilizcenin sözlü ve yazılı lisanda baskın hale geldiğini tesadüfi arkadaşlıklar aracılığıyla ve halk kütüphaneleri yoluyla araştırdık.
    geçiş yapmadan evvel –herr secher daha önce kuramlaştırdığı gibi- tahminlerde bulunarak kendimizi hazırladığımı gibi, nebenwelt’de roma-tokyo-berlin üçgeninin savaşı kötü yöneterek komünizm ve plütokrasi devletleri ittifakının olağan bir zafer kazanmasına imkan vermiş olan alternatif bir dünya bulunmaktadır. bu sebeple amerika bir numaralı yahudi devletidir, bolşevikler dünyanın yarısını, yani diğer yarısını kontrol etmektedir, yani dr. goebbels’in mihver güçlerinin bir mağlubiyeti halinde olabilecekleri öngördüğü şekilde dünya bu güçler arasında paylaşılmıştır.

    bir sessizlik oldu. reichsmarshal ve amiral canaris üzerinde düşündüğü gibi, hiç kimse konuşmadı.

    canaris hemen “savaşın neden yanlış idare edildiğini özellikle araştırma imkanı bulabildiniz mi?” diye sordu.

    göring sinirli bir ifadeyle sacher’e “ne önemi var ki? akademisyenlerin işine yarayacak teknik detaylardan başka bir şey değil. sizin bu nebenwelt’iniz bir halüsinasyon ve fanteziden ibaret. burası gibi gerek değil,” dedi. yanında duran ve içi bilimsel metinlerle dolu kutunun üzerine sertçe vurdu.

    kohler, “yanımızda insan eliyle yapılmış belgeler getirdik,” dedi.

    göring soğuk bir dille “sahte,” diye karşılık verdi.

    amiral canaris, “bunu tespit etmek benim işim,” diye onun dikkatini çekti. masaya doğru yürüdü, bir araya toplanmış kağıtları ve nesneleri dikkatle incelemek için eğildi. “amaca mahsus bu fikre neden karşı çıkıyorsunuz reichsmarshal? herr kohler’in söylediği gibi –teoride de olsa- bu dünyanın varlığını bir buçuk yıldan beri biliyoruz. bu fikri hazmetmeniz için önünüzde uzun bir zaman vardı, artık elimizde orada bir süre yaşamız olan adamlarımızın getirdiği malzemeler de var. bu beni şaşırtıyor,” dedi. “ama aynı zamanda da rahatsız ediyor,” diyerek masadan büyükçe bir kitabı aldı, ne aradığını bilen bir hareketle sayfalarını çevirdi. yanı başında sadık bir köpek gibi bekleyen, iddiasından geri atmaya pek de istekli olman kohler’e bir bakış attı. “elimizde william shirer tarafından yazılmış üçüncü reich’ın yükselişi ve çöküşü adında bir kitap var,” dedi. kohler’e bakmayı sürdürerek devam etti; “bunu ‘teknik detayların” cevabı olarak alıyorum,” dedi. sesi kuruydu.

    kohler başını sallayıp “1945’e kadar olan dönem,” diyerek onu onayladı. “bunu birkaç kez okudum; eksiksiz bir kitap; orada bulduklarımın kesinlikle en iyisi. new york’taki pek çok kitapçıya sordum ve bana bunun her yönüyle kapsamlı olduğu söylendi; yani rastgele seçtiğim bir çalışma değil,” dedi. sesi düşüncelerinin samimiyetiyle çınladı ve “ kesinlikle sahte değil,” diye ekledi.

    sacher, “sizin buraya gelişinizi beklerken amiralim ve elbette sizin de reichsmarshal, -kitabı canaris’in elinden aldı ve işaretli bir kısmı gösterdi- bunu şahsen inceledim, size de okumama izin verin,” dedi.

    “o zaman bize anlatın,” dedi canaris.

    sacher, “onların tarihi, açıkçası otuzlu yılların başında bizim tarihimizden farklılaştı. başkan roosevelt’e yapılan suikast başarısız olduğu için amerika mihver devletleri’nin karısında savaşa girdiği zaman o, devlet başkanıydı,” dedi.

    canaris telaşla “brick başkan olmadı mı?” diye sordu.

    sacher, “hayır, herr amiral” diyerek başını salladı.

    kohler, “savaş devam ederken, mareşal rommel kahire’yi almayı başaramadı, bu yüzden rusya’dan güneye inmekte olan alman ordusu ile bağlantıyı kuramadı. almanya rusya hatlarını geçemedi; volga nehri üzerinde yer alan stalingrad isimli bir şehirde komünist eşkıyalar karşı saldırıya geçip altıncı kolordumuzun tamamını yok ettiler,” dedi.

    yanında duran herr seligsohn “ve –doğrudan göring’e bakmadan- luftwaffe britanya’da sivil nüfusun yoğun olduğu yerleri bombalamaya odaklandığı için radar ağlarını kullanılmaz hale getirmemişti bu yüzden britanya adalarının işgali gerçekleşmedi,” diye mırıldandı.

    kohler, “savaşın sonuna doğru, anglo-sakson kuvvetleri atom bombası geliştirdiler. yahudi einstein bunu roosevelt’e bir mektupla anlattı, yani almanya’da doğmuş olmasın rağmen vatanına ihanet etti,” dedi.

    göring, “almanya hiçbir yahudi’nin vatanı değildir,” diye karşılık verdi.

    canaris duygusuz bir ifadeyle, “herr einstein’ın da aynı fikre ulaştığı görülüyor,” dedi.

    sacher,”materyalleri buraya getirdiler, almanya’nın şimdiki haliyle kalması şartıyla. ülke, anglo-sakson kuvvetleri ve komünist rusya arasında paylaşılmış durumda. ikiye bölünmüş, artık ortada bir ulus da yok dedi ve ekledi; “japonya bu gün itibariyle birleşik devletler’in uydusu halinde. komünizm doğu’nun tamamına özellikle çin’in içlerine kadar yayılmış durumda,” dedi. sesi taş gibi soğuk ve ruhsuzdu, gerçekleri duygusallık katmadan basitçe naklediyordu; “dünyamızın şekillendirilmesi için roosevelt’in öldürülmesinin ne kadar önemli olduğunu bu durum daha da belirgin hale getiriyor. eğer bu söylenenlerden herhangisi bile gerçekleşmiş olsaydı …”

    göring araya girdi, “1947 zaferine bizi taşıyan görkemli muharip mareşalimiz erwin rommel’in bu sözde nebenwelt’de başına neler geldiğini öğrenmek istiyorum. onun mağlup olduğunu hayal dahi edemiyorum,” dedi.

    kohler, “afrika’nın kaybedilmesinden sonra,” dedi, “mareşal fransa’da britanya’dan gelebilecek bir istilayı bekleyen kuvvetlerin komutanlığına getirildi. yoldayken bir ingiliz spitfire uçağı tarafından yeri tespit edildi ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı, yaralandı. batı duvarında uzanan büyük kale avrupa’nın istilası sırasında komuta kademesinde yoktu.” durakladı. kısık bir esle “dahası var,” diye ekledi.”

    görün ısrarla “yani?” diye sordu

    “mareşal rommel adolf hitler’i öldürmek için komplo kuran bir grup haine katıldı.

    göring “bu imkansız,” dedi.

    canaris asabi bir el hareketi yaparak “bekleyin,” dedi. “bırakın da bitirsin.”

    kohler, “planları suya düştü,” diye devam etti. “hainler hak ettikleri şekilde boğazlandılar ve et kancalarına asıldılar. bir asker ve eski bir vatansever olan erwin rommel’in intihar etmesine izin verildi. o da öyle yaptı.”

    tekrar uzun ve gergin bir sessizlik oldu.

    sonunda göring,” sanırım bu sözde ‘insan eseri belgeler’ abwehr tarafından derlenmiş sahte evraklar,” dedi. amiral canaris’e dikkatle baktı, yüzündeki hafif alaycı maskenin içine, kullandığı kelimelere nüfuz etmeye çalışıyordu. “ancak benim açımdan buradaki motivasyon da pek net değil. özellikle de mareşalin kötülendiği bölüm. geri kalan kısımları zaten anlamadım.” konuşmasına sert ve doğrulayıcı bir ton vermişti ama sesinde yine de üzeri örtülü bir şüphe ve kafa karışıklığı seziliyordu. duyduklarını hazmedebilmesi için zamana ihtiyacı vardı. hiç şüphesiz tüm uydurma “ifşaatlar” reich’ın politikalarındaki mevcut andaki siyasi krizle ilgiliydi; bu çok açıktı. bu tehlikeli girişimi amiral canaris ve karşı istihbarat örgütü kurgulamıştı; ne de olsa kohler ve seligsohn, tıpkı kommando birliği gibi abwehr ajanıydı.

    yine de –sacher’in dediği gibi bir buçuk yıldan beri alternatif bir evrenin varlığı ispatlanmış görünüyordu-. bu konu üzerinde fazla münakaşa etmedik. keşke luftwaffe ekibinden sadık birkaç adamını gönderebilseydi…

    kohler, “radar ağları yerine ingiliz kentlerini bombalamanın sizin değil führer’in kararı olduğunu eklemek için acele ediyorum herr mareşal,” dedi. göring’e umutla baktı.

    kollarını kavuşturmuş bir halde ağır ağır adımlar atan amiral canaris kendi kendine konuşurcasına “deminden beri garip bir şey üzerinde düşünüyorum. japon kontrolündeki bölgelerde, özellikle de rocky mountains eyaletlerinde ve psa’ da bir kitap ortalıkta dolaşıyor; burada yasaklı ama benim bürom kitabı yine de inceledi. japonların arasında oldukça popüler olduğunu söylüyorlar, en azından biz öyle tahmin ediyoruz,” dedi.

    göring “çekirge uzanmış yatıyor,” dedi. kitabı okumuştu; hawthorne abendsen’in kitabı üzerindeki okuma yasağı elbette onu bağlamıyordu. “ittifak kuvvetleri savaşı kazanmış olması halinde bu gün dünyanın alacağı durumu anlatıyor,” dedi.

    canaris, “aynı zamanda da ittifak kuvvetleri’nin savaşı nasıl kanabileceğine dair bir analiz var. abendsen eğer sovyetler birliği, general von paulus’u stalingrad’da durdurmuş olsaydı kazanabilirlerdi diye iddia ediyor. abendsen kurgusal dünyasını özellikle bunun üzerine inşa ediyor,” dedi. sacher’e dönerek “bu, iki kommando tarafından rapor edilen tarihi bir durum; nebenwelt’de bu olay gerçekleşmiş, bu yüzden bana öyle geliyor ki abendsen’in kitabı bir nebenwelt günlüğü olabilir,” dedi.

    kohler, “tam olarak değil,” dedi, “seligsohn ve ben abendsen’in kitabına aşinayız; onun tanımladığı dünya ile bizim geçtiğimiz n sekiz ay boyunca üzerinde çalıştığımız dünya arasında muğlak bir benzerlik var. ancak detaylar farklı. aradaki ilişki kesin olmaktan uzak. örneğin kitapta amerika rexford tugwell başkanlığında savaşa giriyor. oysa nebenwelt’de roosevelt hala-…”

    canaris ısrarla “ama abendsen’in nebenwelt hakkında en azından gene bir bilgisi varmış gibi görünüyor. detaylar farklı da olsa benzerlik çok belirgin, bunu göz ardı etmek siyasi açıdan akıllıca olmaz,” dedi.

    göring “neden akıllıca olmaz?” diye sordu.

    canaris yüz ifadesini değiştirdi, “bu nebenwelt’e ulaşmanın bir tek sacher’in tekelinde olmadığını gösteriyor. eğer bir kişi, mesela hawthorne abendsen bunun farkındaysa diğerleri de farkında olabilir, belki de çoktan fark etmişlerdir. ihtiyacımız duyduğumuz bu çıkış kapısı üzerinde bütünlüklü bir kontrolüz yok,” dedi.

    göring, “ne için ihtiyaç duyuyoruz ki?” diye sordu. amiralin tipik istihbaratçı mantığının bir benzeri olan karmaşık düşünce biçimini idrak etmekte zorlanıyordu.

    amiralin yüzünde imalı bir ifade oluştu. belli ki, sözlerini dikkatle seçiyordu;” bu açıdan bakıldığında ordu tarafından planlanan her türden askeri operasyon rafa kalkacaktır,” dedi.

    göring, “neden?” diye sordu, hala anlamamıştı, “ne tür bir askeri operasyon planlanıyor ki?”. aklına önce venüs ve mars’ın sömürgeleştirilmesini içeren uzay programı geldi. o ana kadar wehrmacht uzakta durmuştu; dış göç sadece ss tarafından yürütülmüştü. acaba en azından ordu bu işe katılmayı düşünmüş müdür diye merak ediyordu. kesinlikle yardımı olurdu; genetik açıdan elverişli insan türlerinden yeterince toplamak konusunda ss dikkat çekici bir başarısızlığa uğramıştı.

    ancak canaris, başka bir konuya yöneldi, kaypak ve becerikliydi, doğrudan kendisine yönelen bir soruyu bile geçiştirmişti. “abendsen’in hayal ürünü alternatif dünyası ve nebenwelt arasında her detayı ele alan bir kıyaslama geliştirilmelidir. tam olarak hangi açılardan benzeştiklerini farklılaştıklarını bilmek istiyorum,” dedi. yüz ifadesini değiştirdi. “belki japonların eşzamanlılık, yani anlamsız tesadüf diye adlandırdıkları şey bu olabilir. hatta fizikçimiz wolfgang pauli’nin eşzamanlılık dediği kavram belki de budur; mantıksız bağlantı fikrinin alman kökenli olduğunu söylemeyi unuttum,” dedi. kaşlarını çattı;”kafamı karıştıran bu lanet kehanet kitabını kullanmaları, her kararlarında i ching denen metodu kullanıyorlar. iyi ki parti bunu yozlaşmış doğu mistisizmi diyerek reddetti.”

    kohler, “kehanet kitabı nebenwelt’de de var; birkaç kez karşımız çıktı ama-anladığımıza göre- kullanımı yaygın değil. abendsen’in kitabında anlattığı dünyada ise varlığından hiç bahsedilmiyor,” dedi.

    canaris düşünceli bir iadeyle “bir başka fark daha var, eğer kehanet kitabına inanmak durumunda kalsaydık onun da, burada bulunabildiği haliyle, nebenwelt’in varlığını biliyor olmasını farz etmemiz gerekirdi. okuduklarıma göre abendsen bu kehanet kitabını kullanıyor; anladığım kadarıyla da kitabındaki heksagramlar aracılığıyla oluşturuyor. onun kurgusal dünyasının nebenwelt’e olan benzerliğinin açıklaması bu olabilir. ancak zararlı-almanya’ya zararlı. kehanet kitabını ona inanları bilgilendirme amacını taşıyor…” dedi. birden sustu, kaşlarını tekrar çattı, “ondan sanki canlı bir şeymiş gibi bahsediyorum,” dedi.

    göring, “alman işgalindeki topraklarda kitabı yasaklamakla gayet iyi bir yapmışız demek ki. dr. goebbels’in bu konuda ne kadar anlayışlı olduğunu hatırlıyorum; şu çağdaş besteci –adı neydi?- bu kitabı akor yürüyüşlerini geliştirmek için kullandığını yazdığında öfkeden köpürmüştü,” dedi.

    canaris, “küçük doktor anlayamadığı her şey karşısında öfkeden köpürürü zaten,” dedi.

    göring, “kehanet kitabını kim anlıyor?” diye sordu. “ona güvenenler bile anlamıyorlar. pauli’nin eşzamanlılık teorisi haricinde, kitabın işleyişine dair hiçbir hipotez yok. ancak eski çinliler gözle görülemeyen ruhların hangi heksagramın geleceğini belirledikleri fikrini taşıyordu,” dedi. bunu konuşmaktan sıkılmıştı, konuyu onu albany’den buraya getiren işe yöneltti. aniden “sacher,” dedi, “nebenwelt’e ulaşılabilmenin gizli tutulması almanya’nın dahili ve harici güvenliği için büyük önem taşıyor. abendsen’in kitabı zaten konuyu kamuoyuna açıkladığı için spekülasyonu önleyemeyiz; kitabın geneli hakkında almanya’da bile pek çok entelektüelin, elbette kitabı okumadan, bilgisi var. ne yazık ki, okumuş olmak o kadar gerekli değil; varlığını bilmek yeterli. ne demek istediğimi anlıyorsunuz sanırım.” kitleler için başka bir yaşam tarzıyla, yani alma hegemonyasından yoksun bir varoluşla ilgili spekülasyon yaratmak, gemeinschaft yani 1932’de parti tarafından yaratılan ve bu gün dünyanın yarısına hakim olan halk topluluğuna dair mutlak kimliği bozmuştur. yazar hawthorne abendsen bu kitap aracılı ile büyük zarar vermiştir, gizli polis teşkilatı sicherheitsdienst ’ın elindeki hiçbir araç çekirge romanının kaçak nüshalarının berlin gibi bir merkezi gaus’ta ortaya çıkmasını engelleyemedi. özellikle hamburg’da kitabı bilmek-ve ona sahip olmak- devle güvenlik teşkilatını küçük düşürdü, ihtiyatlı olmayı sürdürmeliyiz.

    göring, abendsen’in tutuklatmalıydık, sd einsatz gruppe tarafından yakalanmalı ve bir uzman tarafından sorgulanması için alıkonulmalıydı, diye düşündü. buradan çıkar çıkmaz bu konuyu heydrich ile görüşmeye karar verdi. şaşırtıcıdır ki, reichsführer ss’in şimdiye kadar alınan mesafeyle hiçbir ilgisi yoktu.

    kohler, “nebenwelt’i anlatmaya ve bu insan yapımı belgeleri açıklamaya devam edeyim mi?” diye sordu. kendisinin ve seligsohn’un masasının üzerinde yığılı duran dosyaları gösterdi.

    göring "öyle yapın” dedi ve diğer dünyanın, yani mihver devletlerinin ikinci dünya savaşını –inanılmaz bir biçimde- kaybettiği esrarengiz evrenin ayrıntılı, dolaylı raporuna kulak kabartı.

    iki

    ayna gibi cilalı daimler sedan aracın içinde oturan ve albay rudolf wegener ile tempelhof hava meydanında karşılaşan ss ajanları, araç birinci sınıf kara gömleklilerin yani, yani sepp dietrich’in leibstandarte birliğinin alman içişleri bakanlığında ortaya çıkan büyük krizin kazasız belasız atlatılması umuduyla ordugah kurduğu prinz-albrechtstrasse’deki ss karargahına yaklaşırken sakin sakin sohbet ediyorlardı. wegener birliğin stratejik noktalara yerleştirilmiş devasa tiger tanklarını ve her kavşağa ve binaya doğrultulmuş 88mm.’lik namlularını görebiliyordu.

    askeri güç gösterisi onu etkilemiyordu. bir wehrmacht havanı tarafından ateşlenen tek bir taktik hidrojen bombası ss bölüğünün tamamını ve heydrich’i silip süpürürdü. ancak, cellat psikolojik açıdan muhtemelen huzurluydu; ss zihniyeti tıpkı bu pırıltılı tanklar gibi kusursuz işlenmiş, gösteri yürüyüşü tarzı manevraların fiyakalı gösterisi üzerinde serpilip büyümüştü.

    heydrich’in büyük ofisine kadar kendisine eşlik edildiğinde reichsführer ss’i telefonda konuşurken buldu.

    heydrich, boş gözlerle wegener’e bakarken, merhametsiz, tekdüze bir ses tonuyla “bu işi yapması için birini çoktan gönderdik zaten,” diyordu, “denver’de bir otel odasında öldürülerek ortadan kaldırıldı. boğazı kesildi. evet, birileri bunu yaptı. evet, kendisi yahudi abendsen’e çok yaklaşmıştı.” bir sessizlik oldu. “hayır, on buraya getirmiyor; neden getirsin ki? kitabında bahsettiklerinden başka anlatacak neyi var?” bir sessizlik daha oldu. bu sefer biraz daha uzun sürmüştü. sonunda heydrich, “eğer onun buraya getirilmesini istiyorsanız, sebebini bana söylemek zorundasınız. biz luftwaffe’nin muavini değiliz. tamam, birilerini gönderin. bombalayın. güle-güle.” heydrich teflonu kapattı, masadaki kağıt bloğunun üzerine bir not karaladı, sonra başını eğerek masasının önünde duran deri koltuğu gösterdi. wegener’e “reichsmarshal,” diye açıklama yaptı, “hepi topu dört yüz kilo. oturun. amerika pasifik devletlerinde bulunmuş olan abwehr ajanı sizsiniz demek,” dedi. dosyaları yelpaze gibi açtı, dikkatle karıştırdı ve sonunda bir tanesini seçip açtı, “hakkınızda yazılanları okuyordum. japonların işleri yürütme yöntemi hoşunuza gitti mi? üstünkörü değil mi? elbette işler burada daha iyi sayılmaz, özellikle de iğrenç, alçak, sakat lağım faresi goebbels sinsizce sürünerek şansölyeliğe –geçici olarak tabii- tırmanırken. uyurken bizi yataklarımızda boğazlayacaktı. sizine bu yüzden hava meydanında buluştum,” dedi.

    wegener duygusuz bir sesle “bunu anlıyorum,” dedi.

    heydrich çatlak sesiyle “bormann’ın öldürüldüğünü düşünüyoruz. goebbels’in yasal şansölye oluşuyla ilgisi yok. pek ok ss avukatından bana bu konuda brifingler aldım. bütün parti üyelerinin katılıyla bir oylama yapılması gerekecekti. hitler’in istediği gibi almanya’nın yeni lideri parti üyeleri arasından çıkmak zorunda. yasal olarak tayin edilmesine rağmen goebbels çok yaşlı-tıpkı bütün altparteigenosse gibi. elbette ben bu kategoriye girmiyorum,” dedi.

    wegener hemfikir olduğunu “yanına bile yaklaşmıyorsunuz,” diyerek açıkladı.

    “aslanağzı operasyonu hakkında japonları bilgilendirmek konusunda epeyce ilerleme sağladınız mı? general tadeki ilgilendi mi?”

    wegener, “ben- bu konuda hiçbir şey bilmiyorum, dedi.

    heydrich sinirli bir şekilde ve sert bir tonla “ama japonlara onlara saldırmak üzere olduğumuzu söylemeye gittiniz,” dedi, sanki bir yabancıyla konuşur gibiydi, “aslanağzı operasyonu- japonya’ya saldırı. sizin göreviniz; isveçli bir işadamı rolündeydiniz.” dosyanın sayfalarını çevirdi. “tempelhofer hav meydanından şu yeni lufthansa 9-e uçaklarından birine baynes adıyla binerek ayrılmıştınız. yolda sizinle bir sd ajanı konuştu; adının alex lotze olduğunu söylemişti, ressam numarası yapıyordu,; siz de güya plastik ve polyester işindeydiniz. san francisco hava limanında sizi japon ticaret misyonundan üst düzey bir yetkili yani bay nobusuke tagomi karşıladı. bir gün sonra onun nippon times binasındaki ofisinde japon imparatorluk ordusunun emekli genelkurmay başkanı general tadeki ikinizle buluştu ve siz de ona japonya adalarına wehrmacht tarafından yakın zamanda yapılacak saldırıyı bildirdiniz, bu gizli bir saldırıydı ve japon gizli servisi tokkoka bundan haberdar değildi,” dedi.

    wegener “bunlar benim için son derece yeni bilgiler,” dedi.

    heydrich sabırsızlıkla “saçma,” dedi, “gerçek şu ki general tadeki ve bay tagomi ile yaptığınız konferans sırasında bir sd timi zorla içeri girip üçünüzü de öldürmeye çalıştı ama başaramadılar,” diye ekledi.

    kısa bir sessizliğin ardından wegener boğuk bir sesle “bay tagomi iyi silah kullanır. amerikan iç savaşından kalma silahlardan oluşan bir koleksiyonu var bunlarla atış talimi yapıyor,” dedi.

    “neler olduğunu merak ediyoruz. san francisco sd’nin başkanı bruno kreuz von meere japon sivil polis teşkilatı kempeitai keskin nişancılarının içeride veya tagomi’nin ofisinde beklediği teorisini ileri sürmüştü. hmm; bu durumda, tagomi, kreuz von meere’nin adamlarının işini kendisi bitirdi.” başını salladı, belli ki esrarın aydınlanmasından memnun olmuştu. “yani ülkenize ihanet ettiniz. buna bütün abwehr teşkilatı dahil mi, yoksa bir tek siz mi vardınız? amiral canaris’in budaki konumu nedir?” diye sordu.

    wegener,” onun bu gezim hakkında hiçbir bilgisi yok” dedi, heydrich’in aksi yönde bir bilgisinin olup olmadığını merak ediyordu. reichsführer ss her şey biliyor gibiydi, unu neden bilmiyordu acaba?

    ancak heydrich konuşmanın yönünü değiştirdi, başka bir konuya odaklandı. “pasifik devletlerinde savaş çabalarımızın başarısızlıkla sonuçlandığını anlatan bir yahudi kitabına rastladınız mı? şu çekirge isimli kitaba yani?” dedi.

    wegener olaydan kendini soyutlamış bir ifadeyle, “kitabı burada da bulabilirsiniz,” diye cevap verdi.

    heydrich “beni reichsmarshal ile konuşurken duydunuz; açığa vuramayacakları sebeplerden dolayı benden abendsen’i kaçırıp buraya getirmemi istiyorlar,” dedi. dikkatle wegener’e baktı, “albany, new york’ta sizin organizasyonunuz ve luftwaffe’nin de dahil olduğu ortak bir projenin var olduğunu anlıyoruz. bu konuda kişisel bir bilgini var mı?” diye sordu.

    wegener, samimiyetle “hayır,” diye cevapladı.

    heydrich “saptayabildiğimiz kadarıyla, bu proje birinde bizim diğerinde ise abendsen’in sanki hayali bir kurguymuş gibi yazdığı diğer dünyanın bulunduğu paralel evrenlerin varlığı tahmininden yola çıkılarak uygulanıyor. projeyi yönlendiren sacher’in hangi başarılı sonuçlara ulaştığını bilmiyoruz. belki de başarısız oldu. öncüller yanlış da olabilir. ya da-“ heydrich yüz iadesini değiştirip devam etti, “öncülleri ispatlayacak başarılı sonuçlara ulaştılar ama bu diğer paralel evrene fiilen bir kapı açacak yeterlilikte değildi,” dedi. parmaklarını kullanarak ihtimalleri metodik bir biçimde saydı:” ya da daha başka bir dünyaya- anladım kadarıyla nebenwelt diye adlandırdıkları yere- açılan bir geçide ulaştılar ki bu da yahudi abendsen’in sözde kurgusal kitabında betimlediği yerden farklı. elbette başka ihtimaller de var,” dedi. dikkatle düşündü; “nihayetinde, abendsen’in bahsettiği de dahil bir çok farklı dünyaya ulaşmayı başardılar.”

    “hmm,”

    “reichsmarshal abendsen’i öldürmek değil bulmak ama kaçırıp buraya özellikle reichsmarshal’ın miami’deki luftwaffe üssünde bulunan geçici karargahına götürtmek istiyor.” heydrich uzattığı parmaklarını inceledi, içlerinden birini seçti, “bundan da abendsen’i grasshopper’daki dünyayla ilgili olarak sorgulamak istedikleri sonucu çıkıyor… bu da beni bir şans yakalamış oldukları sonucuna götürüyor,” dedi. gözlerini kaldırdı, wegener’e zeka dolu, anlamlı bir bakış attı. “bu konuyu bilmediğinize emin misiniz? bir abwehr ajanısınız, duyduğumuza göre abwehr sacher’e ajan temin ediyormuş onun amacı da…, ya da belki çoktan amacına ulaşmıştır-“

    wegener onun sözünü kesip “son zamanlarda bütün vaktimi psa ziyaretinin hazırlıklarıyla geçirdim ve artık görevim de sona erdi. benim konuşmanızın bir yararı yok, size yardım edemem. şimdiye dek sizin söylediğiniz gibi kasdını aşan bu projenin varlığı ile ilgili hiçbir şey duymadım,”dedi. sesi heydrich’e şüpheli gelmişti, daha çok yüksek rütbeli zeki, dengesiz ss’in hayal ürünü uydurmalarına benziyor diye ekledi.

    heydrich ellerini birleştirip sandalyesini masasının arkasında duran duvara dayanana kadar iterken “o zaman bunu bir düşün,” dedi, “almanya’ya açıkça ihanet ettin, kasten ve sistematik bir şekilde çok gizli askeri bilgileri düşmanımıza yani japon genelkurmayına taşıdın. reichsgericht’in çağrısına gerek kalmadan boğazını kesip cesedini et çengeline asabilirdim. öncesinde taşaklarını penseyle ezerdim. tuz ruhuyla yakardım…”

    wegener sesini makul bir ılımlılıkta tutmaya çalışarak “sizin biriminiz bir deniz kuvvetleri karşı istihbarat ajanına hiçbir şey yapamaz. eğer duruşmaya çıkarılacak olursam bu abwehr’deki üstlerimin başkanlığındaki yarsı askeri bir mahkemede olacaktır,” dedi.

    “bahse var mısın?”

    wegener, “biriminizin, aslında bütün ss’in aslanağzı operasyonu’na karşı olduğunu kesinlikle biliyorum. beni takip ettirdiğinizi bizzat kendiniz söylediniz; general tadeki ile karşılaşmamdan önce neden geldiğimi biliyordunuz; beni durdurabilirdiniz,” dedi.

    heydrich sakin bir dille, “durdurmaya çalıştık,” dedi, “nippon times binası’nın girişinde.”

    “nereye varmaya çalışıyorsunuz?”

    heydrich, “şu anda waffen-ss birliği leibstandarte’nin sıfır noktasındasın. buradan kimse çıkamaz, ne abwehr, ne wehrmacht ya da parti hatta bunların üçü bir araya gelse bile seni buradan çıkaramaz. bu yüzden eğer bir iş yapacaksan bunu benimle yapmak zorundasın ve ne kadar zorlu bir iş ortağı olduğumu herhalde duymuşsundur. önündeki bu dosyada- masasının üzerine saçılmış sayfaları gösterdi- yaptığın ihanetin bütün belge ve detayları mevcut. halihazırda bu açık bir dosya ama tüm içeriğine rağmen bunu ebediyen kapalı tutma yetkim var. sabah 05.00’e kadar hiçbir sd ajanı ortaya çıkmayacak ve seni nihai çözüm kampına götürmeyecek; sana karşı nacht und nebel (gece ve sis) operasyonu yapılmayacak-bunu garanti ederim. aslında sizi, waffen-ss’e onursal albay yapacağım; bizzat general dietrich adına bir takdirname yazacak,” dedi. masasındaki telefonun ahizesini kaldırdı ve “bana sepp dietrich’i bağlayın,” dedi.

    wegener, “mekanizmaya aşinayım ve ilgilenmiyorum,” dedi. ss’in onursal albayı olduğu anda onların yargı yetkisi altına girmiş olacak, emirleri heydrich’ten veya onun teşkilatındaki daha düşük rütbeli subaylardan almak zorunda kalacaktı. yıllar içinde sayısız wehrmacht subayı bu türden payeleri, sonuçlarını önceden fark edemeden, kabul etmişti. aklından, anlık ss ajanları diye vahşice bir düşünce geçti. hepsi de heydrich’in bir kalem hareketiyle yaratılmıştı.

    heydrich omuzlarını silkip telefonu kapattı, “belki de bir yıl içinde ortadan kalkacak bir organizasyonun albayı olarak kalmayı istemek de sana kalmış bir karar. amiral canaris yılardır ince bir buzun üstünde geziyor, düşmesi ve peşinden geri kalanları da sürüklemesi an meselesi…. “

    wegener, “benim buradan çıkıp gitmem izin verme karşılığında benden ne istiyorsunuz?” diye sordu.

    “sadece ‘çıkıp gitmek’ denemez. üstelik, daha önce açıkladığım gibi, mesela üyesi olduğun teşkilat tarafından yapılabilecek misillemelere karşı güvenliğinin daimi olmasını temin edeceğim. sd tarafından korunmak esas itibariyle senin ulaşamayacağın bir durum; anormal hale gelecek olan bu günkü tahmini zor siyasi çekişme döneminde geceleri tekrar rahat uyuyabileceksin. şunu yapmanı istiyorum: abwehr’deki üstlerine tekrar rapor verecek ve buraya yaptığın bu kısa gezintiden hiç bahsetmeden san francisco görevini rapor edeceksin. yani, tempelhofer’de uçaktan indin; abwehr karargahına da taksiyle gittin. her şey sakin biçimde gerekleşti.”

    wegener,” bundan sonra da sacher’in projesiyle ilgili olarak size ve emrinizdekilere düzenli olarak bilgi ereceğim,” diye tamamladı.

    heydrich onu dikkatle süzdü.

    wegener, “sacher’in projesine ulaşamayabilirim,” dedi.

    “bahsedildiğini duyarsın. biz de duyduk ama canaris’in organizasyonuna henüz sızmayı başaramadık… muhtemelen şimdiye kadar. acelem yok, zaman alacağını kabul ediyorum. bilgiler ulaştığı sürece elbette. verstehst du?

    wegener,” sizi anlıyorum,” dedi. bir süre düşündü ve hesaplanmış bir risk almaya karar verdi; “beni öldürmeyeceksiniz, çünkü general tadeki’ye aslanağzı operasyonu hakkında bilgi vermiş olmam sizin de işinize geliyor. partinin wehrmacht’ı desteklemesini engellemek için bunu bir silah olarak kullanacaksınız; artık ani bir saldırı söz konusu değil, japonların hidrojen bombasına sahip olmadığını hepimiz biliyoruz, muazzam miktarda savunma donanımları var. japonya adaları imha edilse bile çin’deki kentleri, manchukuo kolonileri, filipinler, amerika pasifik devletleri ve latin amerika’daki toprakları-“

    heydrich asabi bir ses tonuyla “doğu asya ortak refah bölgesi’nin coğrafyası hakkında bilgim var,” dedi.

    wegener,” bunun yanında,” diye devam etti, “füzelerimizin hedef bulma sistemleri kusurlu, herkesin bildiği gibi hem de. örneğin, füzelerimizin performansını afrika’daki sonuçlarını biliyoruz. yıllardır-…”

    “hedef bulma sistemleri çoktan iyileştirildi.”

    “benim varlığımın sürmesine ihtiyaç duyacaksınız çünkü ben, japon genelkurmayının aslanağzı operasyonu’nu öğrendiğini birinci elden bilen tek alman vatandaşıyım. ben olmadan bunların hepsi sadece benim hakkımda hazırlanmış bu dosyada kalır ki o da sahte olabilir. ya da wehrmacht generalleri özellikle de rommel bunu tartışmaya açar,” dedi.

    heydrich, “harp mareşali emekli oldu, üstelik de çok yaşlı,” diye ekledi.

    “tekrar göreve başlaması planlanıyor.” abwehr bunu birkaç ay önce öğrenmişti. “açıkçası, operasyonun en yetkili komutanı o olacak; gayet iyi bilindiği gibi, onun eşsiz strateji yeteneğini şimdiye dek geçen olmadı. varlığı onu übermensch gibi gören insanlar arasında savaşı daha popüler hale getirecektir. modern zamanların tek gerçek kahramanı, hindenburg’a dönüşmesi gereken kişi.”

    “ya da adolf hitler’e.”

    “hitler’in efsanevi stratejist ünü etkisini yitirdi wehrmacht o zaman bile onun eksikliklerini biliyordu, bu gün almanların çoğu da bunun farkında. sizin de bunu bildiğinizden eminim. bu tür konuları özellikle takip edersiniz.”

    heydrich hiddetle, “frengi yüzündendi. eğer ur-führer gençlik yıllarında viyana’da bu hastalıkla temas etmemiş olsaydı, o yahudi kenti-…”

    wegener ayağa kalktı, “bana göre bu sohbetin sona ermiştir. üstlerime başarılarımla ilgili rapor vermem gerekiyor. guten tag,” dedi.

    zaten ayakta olan reichsführer ss konuşmaya başladığı sırada masasındaki dahili haberleşme cihazı uyarı verdi. aletin üzerindeki tuşa basıp “evet?” diye yanıtladı.

    haberleşme cihazındaki ses, “general skorzany sizinle görüşmek istiyor efendim,” dedi.

    “tamam. içeri alın.” heydrich kollarını kavuşturdu, topuklarının üzerinde ağır ağır ileri geri sallanarak ciddiyetle düşünüyordu.

    üzerinde waffen-ss generallerine özgü üniformasıyla, iriyarı, kır saçlı, oldukça iyi görünüşlü, temkinli ve zeki bakışlı, bir adam heydrich’in odasına girdi. wegener’e bir bakış atıp onu süzdü sonra da reichsführer ss’e dönüp ona da sorgularcasına baktı.

    heydrich, wegener’e “önerilerimi zihninizde iyice değerlendirin. kısa bir süre önce pasifik devletlerinde gerçekleştirdiğiniz yüz yüze karşılaşmaları askıya alacağım. hafta sonunda önce seni ararım, umarım mantıklı bir karar varırsın. şu andaki durumunun hiç de iyi olmadığını aklından çıkarma,” dedi.


    (fortuneteller 657 - 25 Nisan 2012 09:50)

  • comment image

    adı aşırı derecede dikkat çeken, yazarı zaten tartışmaya gerek olmayan, teması on numara ve ele alındığında bırakılması zor olan bir kitap. lakin 6:45 yayınları'ndan yeni çıkan versiyonu redaksiyon konusunda sınıfta kalmış olup yüzlerce yazım ve imla hatasıyla doludur. en göze batanları da insan isimlerinde yapılanlardır. örneğin alman konsülü herr reiss, bir bakarsınız "her reiss" olur, bir bakarsınız "reis" olur. bay tagomi'nin ofisinde çalışan bay ramsey arada bir size firavun ramses olarak göz kırpabilir. bunun yanı sıra, karakterler motele değil modele gidebilir. efendime söyleyim, kitapta sözü geçen "operation dandelion" çeviride "karahindiba operasyonu" olarak geçerken, philip k. dick'in sonradan yazmaya çalışıp yarıda bıraktığı ve 6:45 çevirisinin arkasına eklenen devam kitabına ait taslaklarda bir anda "aslanağzı operasyonu"na dönüşebilir. kaldı ki karahindiba'nın eş anlamlısı da "aslanağzı" değil "aslandişi"dir. ulan türkçeye çevrildiği saniye direk baskıya mı verdiniz kitabı ne yaptınız siz abicim?


    (t rex - 1 Haziran 2014 11:03)

  • comment image

    6:45 yayınlarından çıkan versiyonunun çevirisi berbat olan kitap. (bkz: feyyaz şahin) yahu, bir kelime aynı sayfada nasıl bir kez doğru bir kez de yanlış yazılabilir? ne imla kurallarına önem vermişler, ne de anlatım ve iç monolog ayrımını gözetmişler. anlatıcı durumu betimlerken birden aynı üslupla karakter içinden düşünmeye başlıyor, tabii kafa karman çorman. genel olarak da çevirilerin sığlığından mı bilemem ama kitapta bir ruh eksikliği var. ben çeviriden olduğunu düşünüyorum, ki üstte de belirtilmiş, hatalar öyle gözardı edilecek şekilde değil ve kitabın anlatımına dahi etkiyor.

    kitabın başına da bir yazı koymuşlar, bir süre gülmekten kitabı okuyamadım. sanki yeraltı edebiyatına hevesli bir ergene ''al abicim sen içli çocuksun yaz şöyle acayip bi şeyler'' demişler de ortaya saçma sapan bir yazı çıkmış; kadıköy'ün puslu sokaklarında ölüme giden lemurlar ne ya? bildiğin güneşli ve neşeli bir yer orası? sanki innsmouth. black metalciler bile şen şakrak, pembe saçlı kızlar kucaklarda geziyor. neden böyle bir kasvet durup dururken?

    biz, 1984, cesur yeni dünya gibi aynı türden kitapları zevkle okuduğumdan ve halihazırda bu kitabın da yarısına geldiğimden kitabı bırakmak istemiyorum. ama böyle olduğunu bilseydim asla almazdım. ucuz da değil.


    (buried alive - 27 Haziran 2014 02:26)

  • comment image

    6ltı kı4kbe5 yayın'dan (altıkırkbeş) çıkan ve feyyaz yiğit'in çevirdiği versiyonu rezalet olan kitap. hayır philip k. dick'te sıkıntı yok. çeviri çok boktan, bu bir. anlamsız kısaltmalardan tut, yarım yamalak çevrilmiş yer isimleri var. (mesela japon adalarına bir yerde 'home islands' diyor, bir yerde 'yurt adaları'. yurt adaları ne amına koyayım?)

    hadi tamam, çevirmenin tarzı var dedik, sıyrıldık işin içinden.

    elaleme posta koymaktan ölüyorlar, "yok adam alıyor kitabı pat diye basıyor kendine editör diyor" diye, kardeşim bastığınız kitabı bir okuyun. tırnak işaretleri tutarsız, yazım hatası gırla. noktasız biten cümle saydım 3-4 tane. yarım cümle bile var lan. yarım cümle ne amına koyayım, korsan kitap mı alıyoruz?

    kitap şahane de, okuması zor. daha önce sıçan çevirmen gördüm, sıçan editör gördüm. ikisinin birden sıçtığını da ilk kez görüyorum, alkış valla.


    (the dreamreader - 11 Ağustos 2014 17:35)

  • comment image

    phillip k. dick'in yarmış bir zekâya sahip olduğunu bir kez daha gösteren eser.

    ne yalan söyleyim amazon studiolarından çıkma pilot bölümü sayesinde haberdar oldum the man in the high castle'dan. dizinin gidişatını beklemeden kitabı en yakın zamanda okumayı planlıyorum.

    phillip k. dick hayranı bir arkadaşımın söylediği kadarıyla roman ile dizinin kurgusunun farklı gidişi biraz da kitapta kimi bölümlerin oldukça karakterlerin haleti ruhiyeleri üzerinden yürüyen ve hatta bu bölümlerin de oldukça felsefi oluşu. sanırım pilot bölümdeki gibi ordan uçalım buraya girelim, silahlar patlasın kadar dinamik değil roman.

    phillip k. dick nazilerı üzerine oldukça derin araştırmalar gerçekleştirip kitabı yazmış. kitabın ikincisini de yazmak aklında geçmiş ancak işin altından kalkamayacağını düşünüp vazgeçmiş. ikinci kitap için yapması gereken araştırma geniş olduğu kadar, içeriğin de sert olmasından kaynaklı bir vazgeçiş var anladığım kadarıyla.

    barnes and nobel'ın sitesindek editörün yorumunda kitaba ilişkin şöyle bir bilgi var;

    the novel's "man in the high castle" is the author of an underground bestseller about an alternate world where america won the war. "ı did seven years of research for the man in the high castle," dick said in an interview for the missouri review. "ı had prime-source material at the berkeley-cal library right from the gestapo's mouth--stuff that had been seized after world war ıı.... that's ... why ı've never written a sequel to it: it's too horrible, too awful. ı started several times to write a sequel, but ı [would have] had to go back and read about nazis again, so ı couldn't do it." dick used the ı ching, an ancient chinese divining system, to plot the man in the high castle. at each critical juncture in the narrative, dick consulted the ı ching to determine the proper course of the plot.

    kaynak

    bence kitap üstünden hemen seriye bok atmak için erken. pilot bölümü bir çok insanı heyecanlandırdığı aşikar. pilot bölümde yaratılan nazi temalı times meydanı ve japon temalı san fransisco oldukça göz kamaştırıcıydı. haliyle insan daha fazlasını görmek istiyor.


    (erdo - 27 Şubat 2015 14:35)

  • comment image

    bir kitabi da dizisinden once okuyayim deyip, an itibariyle orjinalinini bitirdigim cok guzel kitap.

    kitabi okurken, "lan alternatif zaman simdi bilim kurgudan mi sayiliyor?" diye dusunuyordum ki, yazar kitabin icinde gecen alternatif tarih kitabi çekirge serilmiş yatıyor hakkinda "bak bu bilim kurgu kitabidir" diyerek adete benimle konusmustur.

    kitabin en harika kismi, çekirge serilmiş yatıyor kitabindaki alternatifin alternatifi dunyanin, gercek dunyadan daha iyi tasarlanmis olmasi. philip k. dick abd-rusya'nin kazandigi dunyanin nasil olmasi gerektigini soylerken aslinda gunumuze bir elestiride bulunuyor. (lan edebiyat cok fantastik bisiy. ben adimi zor yaziyom, adam ne sanatlar yapiyor kitabinda.)

    nazi'lerin ve japon'larin 2. dunya savasini kazandigi bir senaryoyu anlatan bu kitabi bir turk olarak tabii ki "abi, turkiye var mi simdi, ona bisey olmus mu, ne olmus?" sorusuyla okudum. cok onemsiz bir ulkeyiz lan, sadece cografi bir nedenle bi kere geciyor ulkemiz. zaten sanki turkiye 2. dunya savasi sirasinda dunyadan baska bir gezegene seyahata gitmis gibi. bizim tarih kitaplarimizda yarim sayfa anlatilir 2. dunya savasi. dunyadaki yerimizi anlamaya calisirken de bu savasi hic aklimiza getirmeyiz. oysa aradan 70 yil gecse de savasi yasayan ulkelerde (abd, almanya, ingiltere ozellikle) hala bir cok kitap yayinlanip duruyor savas hakkinda.

    neyse, kitaba donelim.

    --- spoiler ---

    ınsanda guce tapan bir yan var cidden. kitapta almanlar insanlari milyon milyon kesmis, ama mars'a koloni kurmaya calismalari bende "aslanlar be !" hissiyati uyandirdi. galiba bu buyuk idealler insanlari kendine cekiyor ve bu ugurda insanlar insanlik disi seyler yapmayi mesrulastiriyorlar. sikeyim mars'i, o kadar da onemli degl mars'a gitmek. hep beraber iki bira icip guzel muhabbet edelim her cins insan, degil mi aslinda? ayilinca gideriz hep beraber zaten, kacmiyo mars.

    mr. tagomi'yi oldukca sevdim. biraz irkcilik yapmasa on numara abimiz derim. ozellikle iki ajani oldurmenin acisini yasamasi ve mr. baynes'in "iki kisi oldurup milyon kisi kurtarmis olabilir, ama o bunu anlayabilecek bir durumda degil" demesi kitaptan sonra aklima kalacak seylerden biri.

    kitap aslinda bize dunya mr. baynes gibi iyiler yuzunden donmeye devam edecek demeye getiriyor. yin yang felsefesindeki, o her kotulugun icinde bir nokta bulunan iyilik var ya, iste alman'larin icindeki mr. baynes oluyor o.

    ---
    spoiler ---


    (caveman - 26 Mart 2015 05:02)

  • comment image

    kitabı okumak isteyenler 6:45 yayınlarından uzak dursunlar. efsaneliğini yitirmesin kitap gözünüzde. bu kadar berbat bir çeviri ve bu kadar berbat bir redaksiyon görmedim. ulan hiç mi bilmiyorsunuz, noktalama işareti nedir, nerede kullanılır? hiç mi okumuyorsunuz kitabı basmadan? nasıl zorla bitirdim bilmiyorum kitabı.


    (chekirdek13 - 23 Haziran 2015 09:33)

  • comment image

    dizisinin ilk iki bölümü malum ortamlara düşmüştür. amerikalılar zevkten dört köşe olacaklar; savaş sonunda bir parça ekmek için amerikan askerlerinin önünde pozisyondan pozisyona giren alman helgaları, atomu kafalarında parçalayınca osaka sokaklarında sivile beş, askere beleş diye bağıra bağıra gezen japon geyşaları bok yesin, amerikan kadını yenilse bile domalmaz ; partizanlık yapar, milis olur, duble ajan olur vatanını kurtarmanın yollarını arar. amerikan erkeği yenilse bile hahahahahaha! amerikan çocuğu ve amerikan köpeği de yenilmez sadece yenilmiş gibi yapar bu arada...


    (krokiller - 28 Ekim 2015 10:16)

  • comment image

    kitaba cok da bagli olmayan bir amazon adaptasyonu.

    konu güzel, görsellik filan iyi de dizi cok cabuk amerikan dizi sablonlarina giriyor. fikirdeki potansiyeli geri planda göstermeye calisirken biraz yavan kaliyor.

    sonucta fikir, dizinin orijinal fikri degil. adamlar sadece philip k. dick'in romaninin yarattiga dünyaya kilise abd senaryosunu oturtmuslar.

    neden japonya teknoloji olarak almanya'nin gerisinde, diye merak edenler icin sunu hatirlatayim japonya teknoloji devrimini daha gerceklestirmedi. (80'lerdeydi sanirim) o yüzden almanlar 5-6 saatlik ucuslari jetlerde 3 saatte alirken, japon prens tokyo'dan amerika'ya gemiyle geliyor.

    eldeki malzemeden cok daha iyi bir sey yapilabilirmis. sanirim biraz da bütce meselesi. ancak sikilmadan izledim. ikinci sezonu geldiginde de izlerim büyük ihtimal.

    daha detayli bakarsak:

    - özellikle nazi imparatorlugu'nda da olsa abd'deki 1950'lerin all american tarzini vermeleri güzel olmus. bira yerine viski icen, amerikan tarzi propaganda filmleri izleyen, boy scout cocuklarin oldugu, suburban amerikasi güzel verilmis.

    - ancak ilginc bir sekilde o dönemin irkciligi hic anlatilmamis. japon` ve almanlarin irkciligindan amerikalilara yer kalmamis olabilir ama o dönemde de abd'de var olan büyük bir irkcilik var. bir de en büyük eksik, bence, bu durumdan istifade etmeye calisan ve almanlarin tavrini destekleyen amerikali sivillerin olmamasi. o dönemde sanki hic sirket yok, sadece nazi ve japon imparatorluklari, askerleri ve polisleri var. ama hakkini yemeyelim childan arada güzel irkcilik yapiyor.

    - baska hosuma giden bir sey de nazi subayi obergruppenführer john smith. yanilmiyorsam kitapta yok. bilincli bir secim oldugu belli. abd'de en cok kullanilan bir isim ve all american bir karakterle alman subayi yaratmislar. dedigim gibi tam bir amerikali, iyi bir aile babasi olan john smith ayni zamanda abd'deki en önemli görevlerin basinda duruyor. adamin bazi sahnelerde aslinda o kadar kötü de olmadigi hissi veriliyor.

    - tabii ki tüm naziler kötü, japonlarin da cok büyük bir bölümü kötü. bu kiliseyi biraz kirmaya calismislar gibi ama olmamis. joe blake karakteri nazi imparatorlugu'nda büyüdügü icin nazi. yani adam nazi hayrani oldugundan degil. o yüzden iyi de olabilir kötü de bilmiyoruz. wegener de bir istisna. 2. dünya savasi'nda naziler icin savasip simdi, bunu sorgulayan biri. ama bunlar yetersiz bence. breaking bad, the wire, vs. gibi dizilerde karakterleri iyi veya kötü diye ayirmak buradaki kadar kolay degil.

    - dedigim gibi sehirler güzel yaratilmis. belki biraz fazla nazi simgesi kullanilmis.

    - sieg heil ve heil hitler selamlarinin boku cikmis. büyük gruplar sieg heil diye bagriyordu da iki kisi kadeh tokustururken de sieg heil demez heralde.

    - ana karakterler, yukarida da anlatilmis, cok yönlü degiller bence.

    - arkada nazilerdeki güc cekismesi, japon-nazi soguk savasi, espiyonaj, isin gercekten sci-fi olacak kisimlari gibi bircok hikaye var. ancak hicbiri doyurucu islenmemis.

    - ana hikaye yine dönüp dolasip 2 iyi, 1 muhtemelen iyi ve 1 hepsini kovalayan 4 karaktere ve direnis mevzuuna geliyor. herkes de tiplerin pesinde zaten. bilmiyorum belki ilk sezon oldugu icindir, belki ikinci sezonda fokus degisecektir. ki yine the wire gibi hikaye her sezon baska bir yerde anlatilirsa aslinda o zaman efsane bir dizi olabilir. ama yapacaklarini sanmiyorum. cünkü dizinin hedef kitlesini kilise hikaye kullanimi gösterdi. 10. bölüm biraz istisnaydi biraz nazi entrikasi gördük.

    - direnis mevzuu da yine 3-5 karakter etrafinda dönüyor. tamam dönebilir, ama o direnisin bu 3-5 kisiden daha fazlasi oldugu hic gösterilememis. temelde iki imparatorlugun en cok korkutugu sey, the man in the high castle'a bu filmlerin görütülmesi. bunu da yapan iste iki üc kisi var neredeyse tüm direniste. yani hepsi bunlardan korkuyor. (simdi bana, göstermeselerde binlerce adam vardir direniste demeyin. dedigim o zaten. göstermeseler de direnis denilen seyin ne oldugunu hissettiremiyorlar.) düsün hitler bile ölüm döseginde bunlarin akibetini takip ediyor.

    - tüm bunlardan dolayi da yan karakterler daha ilgi cekici gelebiliyor.

    - hollywood'da alman kitligi mi var nedir bilmiyorum, ama nazilerle ilgil bir dizide bile neredeyse alman oyuncu yok. almanca sahneler kulak tirmaliyor.

    - hikayedeki mantik hatalarina girmedim bile fark ettiysen.


    (eec - 25 Aralık 2015 23:11)

  • comment image

    bu kadar original bir hikayeden, fikirden; bu kadar boktan bir dizi cikarmak gercekten ciddi bir is, saygi duyulmasi gereken bir azim, zor bir gorev. yani karakterlerin zayifligi, oyunculuklardaki boktanlik, hikayedeki bosluklar... insan nerden elestirecegini sasiriyor. bok etmissiniz yani elinize saglik.


    (benbirsoruisaretiyim - 27 Aralık 2015 20:53)

  • comment image

    kitabını bulsam okurdum ama torrent sağ olsun dizisiyle bir günde haşır neşir oldum. ilk iki bölüm sonrası bir sonraki bölüme geçmekte hiç tereddüt etmedim. sanki film izler gibi ilk sezon 10 bölüm 1 günde aktı gitti.

    ikinci dünya savaşını mihver devletler kazansaydı ne olurdu fikrinden hareketle yazılmış kitaptan uyarlanan dizide ridley scout ustanın imzası bulunuyor. dizi evrenine ilk atom bombasını naziler washington'a atmışlar ve amerika japon ve naziler arasında paylaşılmış. sovyetler teslim olmuş, stalin asılmış. dünya japon ve naziler arasında paylaşılmış. hitler gavatı halen yaşamakta ve kendi hastalıklı düşüncelerinin gerçekleştirilmesine önderlik etmekte.

    dizi her ne kadar amerika'daki direnişçiler konu alsa da abartıldığı gibi amerikan milliyetçiliği üzerinde fazla durulmamış. dizi amerikan yapımı, olduğu için bir de amerikan direnişçilerini konu aldığı için herhalde dizi bu düşünceye odaklı olarak ilerler diye düşünüyordum. ama hiç de düşündüğüm gibi bir diziyle karşılaşmadım. aksine dizi evreninde nazi ve japonlara direnecek doğru dürüst bir direnişin ve ya teşkilatlı yapının olmadığını görmek di aslında beni bu denli şaşırtan. belki 10 bölüm olduğu için ayrıntıya inememişlerdir ama direniş dedikleri kişiler izlemedikleri bir film için mücadele ediyor, ölüyor öldürüyorlar.
    aslında dizideki kahramanlarımın başına gelen de bundan ibaret. bir akşam sütten çıkmış ak kaşık kızımız juliana'ya direnişçilere katılan kardeşi bir film verir ve onu söylediği adrese ulaştırmasını ister ama işler planlandığı gibi gitmez. kızımızın kardeşi gözleri önünde öldürülür o da hem kardeşini onurlandırmak duygusu hem de filmi izleyip filmden aldığı gazla bu görevi tamamlamaya çalışır. ama evdeki hesap çarşıya uymaz.

    iyi ki de dizide sadece direnişçilere odaklanmamışlar.(kitapta nasıl bilmiyorum) yoksa 10 bölüm işkenceden ibaret olabilirdi. özellikle japonlar ve naziler arasındaki daha adı konmamış soğuk savaş diziyi izlememi sağlayan ana nedenlerden biriydi.

    karakterlere gelirsek başrolü beğenmedim. canlandırdığı karakter beni ifrit etmekten öteye geçemedi. kocasının yaşadıklarına rağmen hala kadının yaptıklarını maruz görmesine daha bir delirdim. özellikle bir nebze dahi milliyetçi düşünceye sahip olmayan bu iki karakterin ilk iki bölümdeki hızlı dönüşümleri beni şaşırtan yegane olguydu.

    direnişçilere de kızamadım. içlerine bu denli kolay ajan almaları ve direniş namına bir şey görememek tüm beklentilerimi boşa çıkardı. tüm bu hayal kırıklıklarıma rağmen finaldeki son sahneyle beraber ikinci sezon için umutlandım.

    --- spoiler ---
    film / kaset mevzusunun zaten 9.bölüm sonunda garip bir şekilde kahramanlarımızı da içine alan bir odak noktası haline gelmesi. henüz böyle bir şey olmamış ve john blake'in gizli kimliği ifşa edilmemişken, nazi ajanımız blake'in mr frink'i infaz etmesinin ancak tek açıklaması olabilirdi. 1) bu film gelecekten geliyordu. 2) bilim adamları ya da birileri alternatif bir evren keşfetmişlerdi. sondaki finalle japon ticaret bakanı'nın kendini dizi evreninin dışında gerçek amerikada bulmasını / transfer etmesini ancak 2. seçenekle açıklayabiliriz. aksi takdirde ne zafer görüntüleri ne de o savaş görüntülerinin dizi evrenin üretilebileceğini düşünmüyorum.

    dizi muhteşem bir cliffhanger'la bittiği için üzerine bir çok teori üretilebilir durumda ama bir tek şey kesin ki bu kaset işini hitler'in yönettiğini zannetmiyorum. çünkü şundan eminim alternatif evreni ilk keşfeden naziler olsaydı şerefsizler orayı da işgal etmek isterlerdi. ikinci sezon belki de işgal edecekler! :)
    ---
    spoiler ---

    şaka bir yana ne olursa olsun eğer naziler yenilmeseydi, savaşı mihver blogu kazanmış olsaydı, amerikanın değişim ve dönüşümü nasıl olurdu fikri çok iyi işlenmiş ve andırılmış. kitabın bunu yere daha sağlam basan sosyolojik ve tarihsel çıkarımlarla yapacağını tahmin ediyorum. her ne kadar dizi tatmin etse de imkanım olursa kitabını da okuyup boşlukları doldurmak niyetindeyim.


    (darkenrahl - 8 Şubat 2016 17:18)

Yorum Kaynak Link : the man in the high castle