Süre                : 2 Saat 52 dakika
Çıkış Tarihi     : 22 Haziran 1990 Cuma, Yapım Yılı : 1990
Türü                : Komedi,Drama,Romantik
Taglar             : kolej,para,rüya,cimri,zengin adam
Ülke                : Hint
Yapımcı          :  Maruti International
Yönetmen       : Indra Kumar (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Rajeev Kaul (IMDB)(ekşi),Rajeev Kaul (IMDB)(ekşi),Naushir Khatau (IMDB),Kamlesh Pandey (IMDB),Praful Parekh (IMDB),Praful Parekh (IMDB)
Oyuncular      : Aamir Khan (IMDB)(ekşi), Madhuri Dixit (IMDB)(ekşi), Saeed Jaffrey (IMDB)(ekşi), Deven Verma (IMDB), Anupam Kher (IMDB)(ekşi), Shammi (IMDB)(ekşi), Padma Rani (IMDB), Rajesh Puri (IMDB), Satyendra Kapoor (IMDB), Adi Irani (IMDB), Dinesh Hingoo (IMDB), Viju Khote (IMDB), Birbal (IMDB), Manmauji (IMDB), Babbanlal Yadav (IMDB), Sunil Dhawan (IMDB), Ajit Vachani (IMDB), Babloo Mukherjee (IMDB), Rishi (IMDB), Kishore Anand Bhanushali (IMDB), Raman (IMDB), Johnny Lever (IMDB), Harjeet (IMDB), Ramesh Goyal (IMDB), Dave (IMDB), Kalpana Divan (IMDB), Ketki Dave (IMDB), Jamuna Das (IMDB), Vikas Anand (IMDB), Subhash (IMDB)

Dil (~ Heart) ' Filminin Konusu :
Dil is a movie starring Aamir Khan, Madhuri Dixit, and Saeed Jaffrey. Raja lives a poor lifestyle along with his dad, Hazariprasad and mom. He attends college where he has several run-ins with wealthy fellow-collegian, Madhu Mehra....


  • "iyi kullanıldığında çok etkili bir silah"
  • "-bazi dejenere insanlarin konusmak için de kullandiklari cinsel organ.-tatlı olanları yılanı deliğinden çıkarmakta da kullanılmaktadır"
  • "bir ulusu ulus kılan en önemli birleştirici unsurlardan biri."
  • "dedirtendir."
  • "insanoğlunun ürettiği en güzel, en zevkli, en karmaşık oyun. farklı farklı kültürlerde farklı farklı biçimlerde oynanır."




Facebook Yorumları
  • comment image

    heidegger'in fenomenoloji ve fenomenoloji-sonrası döneminde varlık problemi ile bağlayarak ele aldığı en önemli meselelerden biri.

    şimdi herşeyden önce, heidegger'in dil ve varlığı, temsil eden-temsil edilen şeması içinde incelemediğini vurgulayarak başlamak lazım. dışarıda dil-dışı bir gerçeklik var, ve ben bu gerçekliği dil-dışı, salt-düşünsel bir düzlemde deneyimliyorum (mental representation/zihinsel temsil) ve daha sonra da dile döküyorum. bu bakış açısı heidegger felsefesi açısından tamamen yetersiz, ve hatta yanlıştır. insan doğduğu andan itibaren dilin içindedir. "doğduğu andan itibaren dilin içindedir" vurgusu niye yapılır peki? demek ki birileri, insanın doğduğu andan itibaren dil dışı bir yerde olduğunu, dilin daha sonra kazanılan bir yeti olduğunu savunuyor. bu biyolojik olarak her ne kadar böyle olsa da, heidegger'in anlatmaya çalıştığı şey açısından yeterli bir açıklama zemini üretmekten uzaktır.

    "insan dile doğar" demek, insanın dünyayla ve dünya içinde yer alan bileşenlerin her biriyle yaptığı temas, bir biçimde "ifade edilmişlik, söylenmişlik, söyleme dökülmüşlük" içerir demektir. doğarım ve büyürken bir masanın ne olduğunu öğrenirim. ama bu öğrenme süreci, masayı dil-dışı, ifade-dışı, salt fiziksel bir varlık olarak deneyimlerim de ondan sonra sözcüklere dökerim demek değildir. masa, kendini bana verme, tanıtma süreci içinde zaten ifade edilmiş, "söylenmiş" bir şeydir. varlığının söylemsel/dilsel boyutu, onun varoluşuna içkindir. yani masa vardır ve bu varlığı ifade eden bir de dil vardır denemez. masa, dilsel olarak ifade edilmişliği ile vardır ve onun söylemsel/dilsel boyutu, varlığından ayrı bir şey değildir. dolayısıyla, "hümanizm üzerine mektup" adlı metinde de ifade edildiği üzre, "dil varlığın evidir".

    dil aynı zamanda insanların içinde ortaklaştıkları, varoluşlarını gerçekleştirdikleri gündelik yaşam arenasını vücuda getiren en temel bileşendir. insanlar dilsel bir ortaklık zemininde yaşayan birlikte-varlıklardır (mitsein). bu açıkça kartezyen felsefenin yol açtığı solipsizm problemine bir cevaptır. heidegger'in dilsel evreninde "biz", "ben"den önce gelir. bir başka deyişle, diğerleri ile paylaştığım dilsellik zemini beni "onlardan biri", "herkes gibi biri", "herhangi biri" (das man) yapmamış olsaydı, "ben" deme şansım dahi ortadan kalkardı. kısaca dil, gramer olarak değil, yaşanan bir şey olarak dil, kendimle buluşabilmemin dahi önkoşulu olarak öne çıkmaktadır.

    buluştuğum şey, yani kendim, yani "ben" özdür. ne-liktir. dil ise varoluştur, yaşamadır. varoluşla içiçe geçmiş olan dil, "ben" dediğim şeyin önkoşuludur. bir başka deyişle, "ben" derken kastettiğim şeyin, tarih boyunca yaşamış ve kültür oluşturmuş insan topluluklarının "ben" derken kastettikleri şeyden tamamen ayrı bir şey olması imkansızdır. "ben", dil sayesinde anonimdir. bu anlamda da "ben", benden ayrı olduğunu düşünebileceğim herhangi bir şey kadar (bir masa, bir sandalye gibi) bana uzaktır. dolayısıyla "ben" ile "iç"i, dünya ile "dış"ı dile getiren felsefe yapma biçimi anlamını yitirmiştir. insanın kendisi artık bir içkinlik olarak düşünülemez, zira içeri-dışarı ayrımı dilin anonimliği ve varlığa sirayet etmişliği yüzünden tehlike altındadır. heidegger'in özneyi kastetmek için da-sein sözcüğünü kullanması, tam olarak bu iç-dış karşıtlığına zıt gittiğini göstermek içindir.


    (yogusmali kombi - 9 Kasım 2009 20:07)

  • comment image

    dünya üzerinde birbirinden farkli pek cok dil konusuluyor gibi. ama aslinda her biri insan kurmacasi olan bu diller gercekten konustugumuz dilin ortak oldugu gercegini örtüyor. aslinda tüm insanlar tek bir dil konusuyor, bu dilin adi da anlam. anlami sadece farkli sekillerde, farkli seslerle ifade ediyoruz. eger gercekten farkli diller konussaydik o zaman baska bir dili ögrenmemiz mümkün olmazdi zira bir baska dili önce kendi dilimizde ifade ettigimiz seyin kaynagi olan anlamina indirgeyip bunu algilayip, sonra anladigimiz bu anlami baska bir dil sisteminin kurallarina göre yeniden sözel olarak ifade ediyoruz sadece. yani farkli diller dedigimiz aslinda anlam bedenine giydirilen farkli giysiler, örtüler sadece.

    öte yandan da ilginc sekilde, anlamlar da dillerde hayat bulur. anlamlari algilayabilmek icin önce o dilde kurgulamak gerekir. dolayisiyla dil olmadan düsünülemez*. bu konudaki carpici örnek sagirlardir. sagirlar gayet normal zekada olsalar da, kendilerini ifade edecek bir dil, isaret dili ögretilmeyen sagir bireyler düsünme yetilerinin cogundan mahrum kalir ve zihinsel gelisimlerini tamamlayamaz, zihinsel özürlü bireyler gibi olurlar. gercekten cok ilginc bir kitap olan oliver sacksin sesleri görmek kitabi oldukca aydinlaticidir.

    bu nedenden ötürü dillerin "kirletildigi", özünden saptirildigi fikri cok sacma. cünkü aslinda hepimiz anlamlar üzerinden konusuyoruz ve sürekli anlami yeniden ve farkli sekillerde kurguluyoruz. dolayisiyla farkli kelimeler de kullansak isin özü sabit kaliyor. dili, milliyet gibi alt tarafi 300 küsür yillik bir mazisi olan bir kavramin icine hapsetmeye ugrasiyoruz. oysa dil milliyet kavramindan farkli olarak en önemli islevi insanlarin kendilerini ifade etme araci olmasi ve o yüzden "söyle konusma böyle yazma" denilmesini beklemiyor, derdini(anlamini) en iyi nasil iletecekse o yolu kullaniyor.

    en bilindik argüman dilin icine yabanci sözcük karismasi. iyi de simdiye kadar hep böyle olmus, diller hep böyle gelismis. yeni bir kavram cikiyorsa yada bir baska kültür baskin geliyorsa bu dile de yansiyor. bütün hayat tarzimiz islamla beraber araplastiginda nasil dilimiz arapcadan gecilmez olmussa simdi de bütün yasam tarzimiz ister isteyelim ister istemeyelim batililasirken dili hala statik tutabilmek mümkün mü? o anlam kendini ifade etme yolunu bir sekilde bulacak, anlamlar da batidan geldigine göre elbette dile de yeni pek cok kavram giricek.

    benim fikrim dilin giderek daha da evrensellesecegi. küresellesmeyi begenmiyoruz ama belki de insanlari kaynastirmaya, tek bir millet yaratmaya, herkesi insanlik ortak paydasinda bulusturmaya, herkesin birbirini anlayabilmesine dogru bizi götüren de bu küresellesme dalgasi. eger karsilikli anlasilabilmeye yani dil olgusunun asil islevine milliyetciligimizden daha cok önem veriyorsak, bu gidisat hepimiz icin daha ideal. ki zaten istesek de durduramiyoruz o yuzden abuk subuk "dilinizden utanmayin" kampanyalari düzenlemek de cok gereksiz. zira düsünürsek türkce bilmemkac bin yillik tarihinin en mutlu, en yaygin, en kurumsallasmis, en sistematize, en kendini kabul ettirmis(cünkü önemli bir devletin resmi dili bu zamanda) zamanini yasamakta. dilimiz bozuluyor yaygarasi yapanlar farktmiyorlar mi aslinda türkce tarihinin hic bir döneminde bu kadar güclü olmamisti, baska hic bir zamanda bu dilde bu kadar cok kitap basilmamis, yayin yapilmamisti.

    temennim yine de sudur ki, herkes tek bir dil konussun, ya da en azindan tek bir dili ayrica bilsin de bütün insanlik olarak birbirimizi anlayabilelim, yoksa cok da umurumda degil hangi dil oldugu. bu yüzden ingilizcenin uluslararasi iletisim araci olarak güclü rolünü seviyorum. herkesi iyi-kötü birbirine bagliyor. tabii bu "türkiye'deysen türkce konuscaksin amina goduumun" tarzindaki insanlari ilgilendirmiyor, onun da farkindayim.


    (iwillshowyouwhatitmeans - 3 Ocak 2010 12:39)

  • comment image

    -bazi dejenere insanlarin konusmak için de kullandiklari cinsel organ.
    -tatlı olanları yılanı deliğinden çıkarmakta da kullanılmaktadır


    (rapunzel - 17 Ocak 2003 18:02)

  • comment image

    artık kesinlikle inanıyorum ki dil bir cinsel organdır.

    bir pipinin yerini tutabileceğini düşünemezdim ama kullanıma bağlı olarak pipiden bile etkili olabiliyor(muş).
    bazıları bunu kullanma konusunda üstün yetenekli, keşke bi kullanma kılavuzu falan olsa da biz de öğrensek.


    (kirlikedi - 8 Şubat 2012 17:08)

  • comment image

    üzerine düşündükçe kafayı yememek elde değil. bilinçin bir yandan en güçlü ifade kaynağı iken bir yandan da bilinci bu kadar sınırlayıp köreltmesi, korkunç.

    bir iletişim aracı olarak fotoğrafla konuşma dilini karşılaştıralım misal. mona lisa'nın tablosunu düşün. bu tablodaki her bilgiyi kağıda dökmeye çalış: "bir kadın var, dudakları belli belirsiz gülümüsüyor, ama tam olarak gülümsediğinden de bahsedemeyiz. üzerinde şöyle bir elbise var, renkleri şöyle böyle (uzun tarif), arka fonda şunlar bunlar var (uzun uzun tarif), 100'lerce sayfa betimden sonra hala resimde gördüğümüz ama henüz yazımızda anlatmadığımız şeyler olacak: örneğin ilgili resimdeki öğelerin birbirine olan uzaklıkları, ışığı nereden aldıkları, gölgelerin tam olarak nereye düştüğü vs. kafayı sıyırıp bunları da yazdığımızı düşünelim. olsun elimizde 5000 sayfa bilgi.

    şimdi mona lisa tablosunun hiç olmadığını düşünüp birisine yazdığımız bu 5 bin sayfalık bilgiyi paylaşmak istediğimizi düşün. ister konuşarak ister yazarak. sen bu 5000 sayfalık bilgiyi birisine aktarmayı bitirmişken, aniden yanında elimde mona lisa tablosuyla beliriyorum, diyorum ki "ya bilader mal mısın, o kadar uzun uzun anlatacağına al sana "mona lisa tablsou", yüzüne tutuyorum. şoka giriyorsun. bana anlattığın 5 bin sayfa bilginin tamamı bu 50'ye 50 cm tablonun içinde. hatta gözden kaçırmış olabileceğinin fazlası bile olabilir. "sözlü ve yazılı iletişim yerine fotoğraflı iletişim kursak ya" da karar kılıyoruz. söz kaçıyor resim geliyor.

    resimli iletişimin pratik olup olmadığı bir yana (ekmek alırken bunu bakkala nasıl resmedeceğiz gibi) ortaya şu çıkıyor: "dil", özel olarak bilginin aktarımını sağlayan "sözcük"'ler, insanoğlunun bilgi aktarma ve düşünme çabasıyla geliştirmiş olduğu en iyi enstrüman olmayabilir. dahası, bizi bu çabada doğruya götürecek istikametin tersi bir istikamette bile duruyor olabilir. süper olmadığını ilk insanların da dili olmasından anlıyoruz. dil bizim ilk atalarımızdan kalmış, hatırasından dolayı atamadığımız bir miras gibi sanki. yazıcı değil de daktilo kullanmada ısrar etmek gibi.

    resmin (resimli iletişimi pratik hale getirmek için mükemmel bir çözüm bulduğumuz varsayarak), yazılı iletişimden binlerce kat daha kolay bir iletişim aracı olduğunu tespit edip bunu ilan etmek üzereyken, yanıma birisi geliyor ve resimden bin kat daha hızlı iletişim kurabilmemizi sağlayan başka bir yöntemden bahsediyor. hem de bunu bulduğu yöntemle bildiriyor bana. o kadar kolay ve hızlı ki hasetimden itiraz etmek istiyorum, bu itirazımı bile onun getirdiği yöntemle yapıyorum. bana gülümsüyor, mahcup olup bu yöntemi kabul etmeye meylediyorum.

    derken, bu adam gibi 10-15 kişi daha gelip, her biri bir öncekinden kat kat hızlı yöntemler getiriyor. o kadar gelişiyoruz ki bu alanda bilgiyi aktarmaya çalışırken saf bilginin hemen hemen kendisine bürünmüş oluyoruz.

    iletişimin bu kadar gelişmiş olmasının kötü tarafı da oluyor tabi. hiç bir yanlış anlama kalmıyor ortada, şiir ölüyor önce, arkasından mizah hayata veda ediyor. bunlara üzülürken bilginin kendisi olduğuma seviniyorum.

    demek istediklerimi tam da dediklerimden dolayı tam diyememiş olabilirim.


    (putperest - 6 Mart 2012 15:28)

  • comment image

    "her birey doğar doğmaz kendini içinde bulduğu dil geleneğinin hem yararlanıcısı hem de kurbanıdır; dil, onun diğer insan kayıtlarına girebilmesini sağladığı ölçüde yararlanıcı, dil onu indirgenmiş bilincin mümkün olan tek bilinç olduğuna ikna ettiği ve onun gerçeklik duygusunu bozduğu ölçüde kurbanıdır; böylelikle kendi kavramlarını veri, kendi sözcüklerini de gerçek şeyler yerine koymaya eğilimli hale gelir. yani dinsel söylemde 'bu dünya' denilen şey, dil tarafından ifade edilen ve böylelikle sersemleştirilen indirgenmiş bilinç dünyasıdır. insanların ara sıra temas kurduğu 'öte dünyalar', büyük bilincin içerdiği bilincin bütünlüğünün birçok unsurunu da yansıtırlar. insanların çoğu genellikle sadece bu indirgeme filtresinden geçenleri bilir ve yerel dil tarafından bunların tamamen gerçek olduğuna inandırılır."

    the doors of perception - aldous huxley


    (solitude is bliss - 13 Mart 2013 01:06)

  • comment image

    "anlatım [ya da dil] yeteneği [fr. langage] bir yasalar bütünüdür; dil [fr. langue] ise onun kodudur. bizler dil içindeki iktidarı görmeyiz, çünkü her dilin bir sınıflandırma olduğunu, her sınıflandırmanın da baskıcı olduğunu unuturuz: [fransızca'da 'ordre' (düzen, sıra, emir) sözcüğünün kaynaklandığı latince'deki] 'ordo', hem dağıtım, bölüştürme hem de gözdağı verme demektir. jakobson'un gösterdiği gibi, bir topluluğun konuştuğu dil, söyleme olanak verdikleriyle değil, söyleme zorunda bıraktıklarıyla tanımlanır. bizim fransız dilimizdeyse (kabaca olacak vereceğim örnekler), ben kendimi önce özne olarak ortaya koyarım, ardından eylemi dile getiririm, o andan itibaren de bu eylem benim niteliğim olur: yaptığım şey, olduğum şeyin sonucundan ve onun diziliş düzeninden, zincirlenişinden başka bir şey değildir. aynı biçimde, her zaman eril ile dişil arasında bir seçim yapmak zorunda kalırım; yalnız ya da karmaşık olanı kullanmam yasaklanmıştır; yine aynı biçimde, başkasıyla olan bağlantımı ya tu'ye [sen] ya da vous'ya [siz] başvurarak belirtmek zorundayımdır: duygusal ya da toplumsal kesinsizliğe başvurma hakkı bana tanınmamıştır. böylece dil, yapısıyla, kaçınılması olanaksız bir yabancılaş(tır)ma ilişkisi içerir. konuşmak, hele hele söylev vermek, sık sık kullanıldığı gibi, iletişim kurmak değil, boyun eğdirmektir. öyleyse her dil genelleştirilmiş bir yönetmedir."

    'roland barthes: yazma arzusu' mehmet rifat


    (lazylittleprince - 17 Ekim 2013 06:36)

  • comment image

    bazen diş hekimlerinin kabusu olan organ. şöyle ki, boş bulunup hastaya 'dilinizi biraz çeker misiniz' denilen an hekimin sıçtığının resmidir. artık hasta o dili nereye koyacağını şaşırır, dışarı çıkarır, tam da çek dediğin yere getirir koyar, aynaya direnir, elini iter, aynayı iter, hatta komple seni iter. yani insanı dilini çek dediğine bin pişman eder.


    (handlewithcare - 10 Kasım 2013 00:37)

  • comment image

    dilin ve kelimelerin gucune ornek olarak kahve verilebilir. evet, kahve. nedir, cekirdegi al, iyice cek, uzerinden basincli sicak su gecir, tadini o suya salsin. buna espresso demisler.sonra bunu al:

    - ya azicik cirpilmis sutle karistir: latte
    - ya yarim kopuk yarim sutle karistir: cappuccino
    - ya tamamen kopukle karistir: macchiato
    - ya sicak cikolatali sutle karistir: mocha
    - ya suya karistir: americano

    biz olsak espresso olurdu "italyan kahvesi", latte olurdu "sutlu italyan kahvesi", cappuccino olurdu "usta sen ustune azicik da sut kopugu koy", macchiato olurdu "sut kopuklu italyan kahvesi", mocha zaten "cikolatali italyan kahvesi", vs.

    ama espresso'nun her bir turevine havali havali isim verince insan essiz birseyler icecegini zannediyor. ilk karsisinda gordugunde afalliyor. kahve degil sanki yeni bir bilim dali. o afallama karsisindaki seye daha da bir buyu katiyor. agzini yaya yaya "white chocolate mocha" diyorsun, aldigin ilk yudumda derinden bir farkedis yasiyorsun. bu bildigin sicak cikolatali kahve.hatta cikolata tadi kahve tadini bastirmis, bildigin sicak cikolata. ama kabullenmiyorsun, bu 8 lira vererek aldigin white chocolate mocha tabii ki. hele o sut kopuklu turevleri, bana hic tat vermiyor. bildigin fos fos ilik sut. ama o isimleri, o gorunusleri birden olagaustuluk katiyor bu siradan tada.

    yani diyorum ki, kelimeler gucludur. dogrudan karsiliklarinin otesinde bir anlam ifade ederler. ictigin kahve, o kelimeler sayesinde "kahve kulturu"ne donusur, o kelimler sayesinde pazarlanabilir. bir de sutlu turk kahvesi, hala denemediyseniz kesinlikle deneyin derim, latteden guzel bence. bir de turk kahvesindeki telve sorununa cozum olarak bir sey bulaydik iyiydi.


    (aklimiseveyim - 7 Eylül 2014 00:08)

  • comment image

    "dil, gerçekleri aktarmaz, bir anlamda yaratır. gerçek dediğimiz şey, bizim oluşturduğumuz bir kurmacadır. madem ki anlam, bizden önce, daha doğrusu dilden önce yoktu, o halde kurmaca denilen şey de bir kopya değil, gerçekliğin kendisidir." demiş ferdinand de saussure


    (iwillshowyouwhatitmeans - 19 Haziran 2004 15:33)

  • comment image

    insan fenomenleri olarak tasvir edilen her şeyin taşıyıcısı olan dil, kendine has-özel bir varlık alanıdır. insan üretimi olan her şeyin aktarımı dil ile olur. dil, insan dünyası için taşıyıcı bir rol oynar; bilgiyi tespit etmek, saklamak ve aktarmak dil aracılığıyla olur.


    (parola58 - 4 Ocak 2015 15:02)

  • comment image

    duygusal hesaplaşmaların tüyünü döken dişlere çarpıyor yanakları, kabininde karanlık bir tat. kendi kendine oynadığı oyunun içinde yenilgileri ve galibiyetleri sessizliğe susamış. aydınlık dolduruyor bardağına, sayfalar dolusu taşkın satırlar sürahide.

    sık kullanılmayan çekmecenin en arka köşesinde silik kaldı geçmişine. geleceği tutarsızlıklarla haşlanmış, buhar olmuş sözleri. havada elle tutulamayan bu sözleri yazılarında bile asık suratlıydı ve küçük konuşmalarla birikmişti.

    keskin şarkıları tüm bedeniyle doğaya yankılanıyor ve gerçek duyarlılığının ne anlama geldiğini bestelerinde işliyordu. şiir olan satırları tüm meselelerin arasında şiir olmaktan çıkmış ve silinmiş düz bir yazı olarak çam ağaçlarının gölgesine sığınmıştı.

    dünya ekseninden çıkmıştı merhum dil. vaziyet-i idarecilik oynuyordu karanlık koridorlarda.


    (sahafistan - 14 Nisan 2015 23:50)

  • comment image

    en geneli olarak düşünürsek, iletişimi sağlayan her türlü işaret sistemine dil denir. dolayısıyla insanlar arasında iletişimi sağlayan bildiğimiz anlamdaki dil olgusunun ve beden hareketleriyle iletişim kurulmasına olanak sağlayan işaret dilinin yanında insan ile bilgisayarlar arasındaki iletişime olanak sağlayan pascal gibi, c gibi programlama dilleri de bu gruba dahil edilebilir.

    dilin yapıtaşı sözcüklerdir, gramer ise sözcükleri işleyip "dil" denilen kavramı ortaya çıkaran bir araçtır. tek başına sözcükler anlam ifade etseler de dil oluşturamazlar; sözcükler ancak gramer ile harmanlanarak istenilen mesajı iletmede kullanılabilirler. ayrıntılar için (bkz: gramer)

    dünya üzerinde bugün 5000'in üzerinde dil olduğundan bahsetmektedir kaynaklar. kimi geniş topluluklarca konuşulan, sistematikleşmiş diller olsa da çoğu aslında küçük topluluklar arasında konuşulan ve günümüzün küreselleşen dünyasında sayıları her geçen gün azalan dillerdir.

    dillerin kökeninin bir dil olduğu fikri 20. yüzyıl başlarında tartışılan bir fikir olsa da-ki bu fikrin adı la langue soleil-güneş dil diye geçer- geçerli olmadığı anlaşılmıştır. her kavmin yüzyıllar boyunca konuşma becerisini geliştirip, önce nesnelere ardından da kavramlara bazı sessel işaretler atamasıyla ve bunları zamanla belli bir sistematik üzerinde temellendirip dilin kurallar bütünü olan gramatiğini ortaya çıkarmasıyla ilkel dillerin oluştuğu, ardından da başka dillerle olan etkileşimle gerekse kendi içsel dinamikleriyle değiştiği, önce ağızlara bölündüğü sonra da ağızların da evrimleşerek başka dillere dönüştüğü kabul edilmektedir.

    dillerin gruplandırılması çalışmalarına 19. yüzyılda başlanmıştır. günümüzde iki kriter gözönünde tutularak diller sınıflandırılır: yapısal özellikleri ile köken birliği.

    yapı bakımından diller üçe ayrılır.

    1. yalınlayan dillerde sözcükler cümlede biçim değiştirmez, ek almaz, oldukları gibi kalırlar. anlam farklılıkları sözcüğün başka sözcükle birleşmesiyle veya vurgu farklılıklarıyla yapılır. (çince)

    2. bağlantılı dillerde sözcük kökleri sabit kalır, yeni anlamlar köke ulanan eklerle oluşturulur. (türkçe, moğolca, fince, macarca, japonca)

    3. bükümlü diller çekimler sırasında ve farklı anlamlar kazandıklarında biçim değiştiren sözcük köklerine sahiptir. (hint-avrupa, hami-sami dilleri)

    bazı dillerin ortak atadan türediklerini varsayarak ortaya konulan dil aileleri ağacı, dillerin tarih içindeki ayrışmalarını temel alır. gramatik ve fonetik benzerlikleri ile sınıflandırılır. (bkz: dil aileleri)

    anadillere göre, bütün lehçeleriyle beraber, en çok konuşulan diller de ortalama olarak şöyledir:
    çince: 1 milyar
    hintçe: 800 milyon
    ingilizce: 400 milyon
    ispanyolca: 300 milyon
    rusça: 250 milyon
    arapça: 200 milyon
    portekizce, fransızca: 150 milyon
    japonca, almanca, türkçe, endonezya dili, malay dili: 100 milyon

    ikinci, üçüncü dil olarak da konuşulanlar hesaba katılırsa rusça, arapça, fransızca ve ispanyolca ama özellikle de ingilizce belirgin bir artış kaydetmektedir(günümüzde bir milyar kişiye yakın insanın ingilizce kendini ifade edebilme yeteneğine sahip olduğu hesaplanmaktadır, ama az ama çok. bu bakımdan ingilizcenin evrensel bir dil olma yolunda önemli bir seviyeyi çoktan aşmış olduğunu düşünebiliriz.)

    bunların dışında belli bir dil içerisinde de ayrılıklar olabilir. lehçe ve ağızlar, argo ve konuşma ile yazı dili arasındaki farklılıklar başlıcalarıdır. lehçeler, bir dilin coğrafi uzaklıkların sonucunda toplumların izolasyonu nedeniyle ayrışmasıyla oratya çıkar. iki ayrı lehçe konuşan iki insan arasında küçük anlaşma problemleri olabileceği gibi(azerbaycan türkçesi), birbirleriyle tamamıyla anlaşamayadabilirler(kırgızca).

    ağızlar daha küçük farklılıklara, çoğunlukla farklı sözcüklere değil de farklı söyleniş tarzlarına işaret eder(en cüzel çay doğuş çay).

    argo toplumun etnik veya coğrafi olarak değil de sosyal tabaka olarak ayrışmış kesimlerinin kullandığı, toplumun diğer kesimlerince anlamı anlaşılmayacak sözcüklere verilen addır. anlam kaymasına uğramış sözcükler yanında(para tokatlamak, mekandan uzamak, ineklemek), başka dillerden kullanılan veya tümüyle yeniden üretilmiş sözcükleri de kapsar(mangiz, abazan, dandik, nonoş, püfpüf).

    konuşma dili de günlük hayatta kullanılan dildir ve konuşulan kişiye göre farklılıklar gösterir. yazı dili ise tektir, belli kurallara bağlı olarak biçimlenmiş, konuşma dilinden bağımsız olmayan ama yine de konuşma dilinden daha yapay olan bir dildir.

    hala sıkılmadıysanız şuna da bir bakıverin (bkz: evrensel dil)
    hatta bir de bunlara bakın (bkz: ölü dil) (bkz: yazı)
    ayrıca (bkz: copy paste değil alın teri)


    (iwillshowyouwhatitmeans - 23 Kasım 2004 18:36)

  • comment image

    en azından üç dil bileceksin
    en azından üç dilde
    ana avrat dümdüz gideceksin
    en azından üç dil
    çünkü sen ne tarih ne coğrafya
    ne şu ne busun
    oğlum mernus
    sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun...
    (bedri rahmi eyuboğlu - üç dil isimli şiirinin son bölümü)


    (abani - 29 Nisan 1999 00:00)

  • comment image

    bir silahtir.

    veya söyle söyleyelim: bir silah olarak da suistimal edilebiliyor. almancada söyle bir kelime bulunyor: sprachbarrieren. dil bariyeri, dil bariyerleri. bariyer nedir? engeldir. yani? "dilden ötürü engellenmek".

    var böyle bir sey evet. yurt disinda sikca karsilasirsiniz. tatile gittiginizde, bir iki hafta kaldiginizda degil tabi ki; bunlari gecelim. orda yasiyorsaniz eger ve "yabanci" iseniz karsilasirsiniz. sprachbarrieren'lerle ve ayrica dilin ne sekilde silah olarak kullanildigini: dili bilmediginiz icin ayrimciliga ugrayabiliyorsunuz*. haklariniz verilmiyor, insan yerine koyulmuyorsunuz, dalga geciliyor sizle.

    zeki bir arkadasim söyle dedi: "hayatta, şu ya da bu engeller-korkular yüzünden, kavga edemediği zaman insanlar, kavgalarını ‘semboller’ üzerinden ediyorlar". onun kast ettigi konu farkliydi aslinda, ama buraya da gayet uyuyor. medeni bir toplumda yasiyoruz. en azindan "avrupalilar" kendi ülkelerinde böyle bir medeniyet oldugunu öne sürüyorlar. yani gündelik hayatta insanlar anlasamayinca birbirlerine yumrukla girismemeli, ama sözlerle savasabilirler. sartlar esit ise amenna ve hay hay, ne güzel, ne hos. ama degiller ise?

    ki olmuyorlar. ha keske olsalar, bence yurt disinda yasayan bir insanin oranin dilini mümkün oldugunca iyi bir sekilde ögrenmesi sart. ama ya o insan yeni gelmisse oralara? ya zamani, imkani olmamissa? bu, ona karsi dil ile savas acmaya hak verir mi?

    savasiliyor, silahlar ile. dalga geciliyor, insan yerine koyulmuyor, haklar yeniyor. neden? dil yüzünden. dilsizlik yüzünden. irkcilik (rasizm) pis kötü, herkes biliyor bunu. bu yüzden acikca yasamamaya calisiyorlar, ama dilleri ile belli ediyorlar. veya söyle diyelim: belli etmeme cabalari bosa gidiyor.

    toparlayamadim, farkindayim. isin özü söyle ki, ben yasadigim ülkenin dilinine hakimim. hatta vasatin cok üzerinde bir sekilde kullanabiliyorum, cünkü cok sansli bir insanim. ama kullanamayanlar var ve haksizliklara ugruyorlar sirf bu yüzden. avusturya'da yabanci cocuklar sadece dil bilmedikleri icin sonderschule'lere gönderiliyor mesela. deli oluyorum ben de öyle olunca. bu kadar koydugu icin, düsündükce ellerim titredigi icin, merhametsiz olsam da, haksizliga dayanamadigim icin de konuyu toparlamak cok zor, isin icine duygular giriyor cünkü, dagitiyorlar düsünceleri:

    dil bir silahtir. "integration" kelimesi bir küfür gibi geliyor artik. yok böyle bise.


    (chileksuyu - 21 Kasım 2005 00:09)

  • comment image

    insanoğlunun ürettiği en güzel, en zevkli, en karmaşık oyun. farklı farklı kültürlerde farklı farklı biçimlerde oynanır.


    (sirius - 1 Eylül 2005 00:20)

Yorum Kaynak Link : dil