Süre                : 1 Saat 32 dakika
Çıkış Tarihi     : 27 Nisan 1990 Cuma, Yapım Yılı : 1990
Türü                : Drama,Korku,Gizemli,Heyecanlı
Taglar             : bebek,dadı,arkadaş,komşu,Druid
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Universal Pictures , Nanny Productions
Yönetmen       : William Friedkin (IMDB)
Senarist          : Dan Greenburg (IMDB)(ekşi),Stephen Volk (IMDB),Dan Greenburg (IMDB)(ekşi),William Friedkin (IMDB)
Oyuncular      : Jenny Seagrove (IMDB)(ekşi), Dwier Brown (IMDB)(ekşi), Carey Lowell (IMDB)(ekşi), Brad Hall (IMDB)(ekşi), Miguel Ferrer (IMDB), Natalija Nogulich (IMDB), Pamela Brull (IMDB), Gary Swanson (IMDB)(ekşi), Jack David Walker (IMDB), Willy Parsons (IMDB), Frank Noon (IMDB), Theresa Randle (IMDB), Xander Berkeley (IMDB), Ray Reinhardt (IMDB), Jacob Gelman (IMDB), Iris Bath (IMDB), Rita Gomez (IMDB), Barry Herman (IMDB), Bonnie Snyder (IMDB), Chris Nemeth (IMDB), Craig Nemeth (IMDB), Aaron Fischman (IMDB), Josh Fischman (IMDB)

The Guardian (~ Dadi) ' Filminin Konusu :
Bir macera-aksiyon klasiği "Kaçak (The Fugitive)" filminin yönetmeni Andrew Davis'in yönettiği, Kevin Costner, Ashton Kutcher ve diğer deneyimli oyunculardan oluşan kadrosuyla KORUYUCU, başka hayatlar için kendilerini feda eden cesaret abidesi Sahil Güvenlik Kurtarma Yüzücüleri'nin daha önce gözler önüne serilmemiş dünyasını sürükleyici ve heyecan dolu bir biçimde seyirciye sunuyor. İlkeleri "En azından başkaları yaşasın!" olan Kurtarma Yüzücüleri, hayatlarını büyük fırtınalarda ve devasa dalgalarda riske eden kadın ve erkeklerden oluşan, özel olarak eğitim almış bir ekip. Bir çok Amerikalı tarafından, sadece en son Katrina Kasırgası'nın ölümcül sellerinden binlerce kişiyi kurtardıklarında fark edilen, adı duyulmamış, gözü pek kahramanların-Kurtarma Yüzücüleri'nin hayatları ve takım çalışması bu yürekleri donduran macerada öne çıkıyor.


  • "okuduğu her kitaba "yıllardır okuduğum en çarpıcı kitap" diyen ve internette durmadan alıntılanan bir okuyucu."
  • "nihat doğan'ı, erol köse'yi ve özgür mumcu'yu aynı potada eriten bir yazı yayınlamıştır. boşuna koca ingiliz imparatorluğu batmadı tabi..."
  • "ingiltere'nin radikali.. daha çok sayfası var tabi.."
  • "(bkz: the guardian diye bir paçavra var)"
  • "uzun bir ucak yolculugu boyunca okunacak kadar dolu bir ingiliz gazetesi"




Facebook Yorumları
  • comment image

    tanımlamak için bir sıfat kullanmak gerekirse, olan biten herşeyin gerçek olduğunu söyleyebiliriz.

    ilk bakışta pek anlamlı veya dikkat çekici gelmiyor. ee yani? sadece gerçek?

    dizi, tabiri caizse başroldeki nick'in sıçışıyla başlıyor. uyuşturucudan yakalanıp, babası sayesinde hapisten kurtulup kamu hizmetine mahkum ediliyor. bir tarafta babasının firmasında şirket avukatlığı yaparken, bir tarafta da sosyal hizmetlerde önce çocukların sonra da yetişkinlerin davalarına bakıyor. piyasayı ve rekabeti sevdiğini söyleyen nick için denkleme devlet ve diğerkamlık giriyor. ve dizinin süresi boyunca gittikçe ikincisine değer vermeye başlıyor.

    babasıyla olan mesafesi, hesaplaşması, kavgası değişik bağlamlarda devam ediyor. basit bir şirket satış anlaşmasını bir savaşa çevirip kovulması gibi manidar olaylarla ahlak, değerler ve dürüstlük gibi kavramlar üzerinde düşünülmesi sağlanıyor.

    kadınlarla olan ilişkisi de karakterinin sorunlu alanlarından biri. evlilik dışı ilişkiler, aldatma, çocuk sahibi olma, çocuk evlat edinme gibi birçok tecrübesiyle oturup düşündürüyor.

    bütün bu süreçte en güzel olan, dizinin gerçek olması. gerçek hayatta olduğu gibi, burada da mucizeler, kahramanlıklar, büyük başarı hikayeleri yok. diziyi izlenebilir kılan şey tam da bu.

    24 dizisi boyunca defalarca rehin alınan, sorgulanan, çatışmaya giren jack bauer'in ölmeyeceğini, bir şekilde etrafından ölen insanlara rağmen dünyayı kurtaracağını biliyorum. ama burada nick her davayı kazanacak, her sorunu çözecek, kendisini ve insanlarla olan ilişkisini geliştirip rehabilite olacak gibi bir kader yok. nick, her insan gibi hata yapıyor, saçmalıyor, kendisine ve etrafına zarar veriyor. genellikle soğuk ve mesafeli, bazen insani yönlerini de açıkça ortaya çıkaran birbirinden farklı şekillerde davranıyor.


    (berkayeas - 7 Eylül 2009 23:16)

  • comment image

    1 haziran tarihli başyazısı geçmişte olduğu gibi israil korumacılığı yönünde değil tamamen tersinde olan gazete..gözüme çarpan bikaç cümle:

    - "eğer açık denizde altı gemiye çıkıp en az 10 yolcuyu öldüren ve daha da fazlasını yaralayanlar somalili bir grup silahlı korsan olsaydı,hemen bugün bir nato kuvveti somali kıyısına doğru yola çıkmış olurdu.."

    - "...israil donanması gemilere çıktığında 'önceden tasarlanmış şiddet' le karşılaştığını söyledi ve gecenin bir yarısında ateş açtı..."

    - "...linç edilmemek için ateş açmak zorunda kaldıklarını söyledi.komandolar gemilere çıktıktan sonra filistin yanlısı eylemcilerin ne yapmasını bekliyordu ki,kaptanla köprüde çay içmeye mi davet edileceklerdi?..."

    - "o gemilerde israil in güvenliğine tehdit oluşturabilecek hiçbir şey yoktu....konvoy gazze halkına inşaat malzemeleri,tekerlekli sandalye ve su arıtıcılar taşıyordu.bu,gazze ye karayoluyla nakliye teklif ettiğini açıklayan israil donanması tarafından da tanınmıştı..."

    - "israil tek bir operasyonla gazze konusunda uluslararsı toplum üzerinde ne derece nüfuzu varsa hepsini kaybetti....mısır hükümeti de,gazze nin güney sınırını kapattığı için israil in suç ortağı.üstelik mısır bunu halktan giderek artan muhalefete karşı ve kahire de gergin bir iktidar transferi gerçekleştiği sırad yapmıştı."


    (lake of the hell - 2 Haziran 2010 14:17)

  • comment image

    ingiliz asaleti diye bir şey varsa ahanda bu gazete o asaleti sonuna kadar taşır. kimseye eyvallahları yok. bizim gibi ülkelerin okur yazarları bu gazeteye hasetle, öykünerek bakar. okumayı sevenleri arzu nesnesi gazete.


    (blocktinstreet - 29 Kasım 2010 15:54)

  • comment image

    nihat doğan'ı, erol köse'yi ve özgür mumcu'yu aynı potada eriten bir yazı yayınlamıştır. boşuna koca ingiliz imparatorluğu batmadı tabi...


    (olur oyle arada - 25 Haziran 2012 23:46)

  • comment image

    le monde'la benzer bir gazetecilik diline ve çizgisine sahip olan yayın organı. iki gazetenin de haberlerine yorum kattığı enderdir ama çok ince bir çizgide başarılı bir şekilde, inceden sarkastik dokunuşlarla her konuda ne düşündüklerini çok güzel belli ederler. ve sanırım çalışanları türkiye'nin beşinci sınıf şarkıcılarının kültürel implikasyonlarından haberdar olmak zorunda değillerdir.


    (queenofdarkness - 25 Haziran 2012 23:48)

  • comment image

    dizinin bütün bölümlerini izlemeyi bitirmeden sözlüğe yazasım gelen hiçbir şeyi yazmadım. aslında düşündüm de, sözlüğün kenarda dursun diye bir bötonu var, onu kullanabilirmişim...

    neyse sözlük... ben biraz sondan başa ilerleyen bir insanım. the mentalistten iz sürüp bu diziye ulaştım. saymın ağbimizin deli çağlarını seyretmeliyim dedim. bayaa deliymiş gençken. mentalistte ermiş...

    o değil de, lulu'ya imrendim ben diziyi seyrederken. kimileri samimiyetini eksik bulmuş. ben sabrını fazla buldum :) hazır gülücük etmişken, melissakinin tarifi mümkünsüz tebessümüne dünya üzerinde en çok yanaşan tebessüm lulu kişisininki diyerek hadiseyi interaktifleştireceğim. bir ara melissaki evladıma "lulu sana benziyor" dedim de, bilmediği bir diziyi anlatmış olmaktan dolayı yemediğim fırça kalmadı... sonra birkaç screenshot yolladım, "evet biraz benziyomus ama ben gülerken dislerimi göstertirim" cevabını aldım.

    ne diyordum, lulu şaane bir karakter. (buradan spoiler parantezinin üçüncü paragrafına yönlenin piliz) hele o badi badi yürümesi... arada bir kaş maş kaldırıyordu... komik kadındı vesselam... böyle dinginleştirici... o tebessüm sende de olsa beni bile dinginleştirirsin sözlük!

    saymın ağbimize saygım sonsuz diyip nick karakterini elleyelim dilerseniz: haşin durmakta ısrar etse bile dünya üzerinde gülüş çok önemli bir mesele... onunki lulu ile evladımın gülüşü gibi değil... de yani... gülsün adam... hatta bir ara... spoileri koyim de öyle yaziim sözlük...

    --- spoiler ---

    senaristler amma kastı lulu ile nick'i buluşturmayacağız diye. yok trafik kazaları yok bilmemneler. ulan bu kadan süper gülüşlü iki karekter bulmuşunuz ve güldürmüyorsunuz deeyü höykünesim geldiydi... neyse, sonradan akıllandılar... ama bir yastıkta kocatmadılar... sonra zerda dizisinin açılış kelamı geldi aklıma "iki kişi birbirini severse; o, sevgi olur... biri kaçar öbürü kovalarsa; o, aşk olur... ikisi de sever fakat avuşamazlarsa; o efsane olur..." yani diyeceğim şu sözlük, dizi yazacaksan kızla oğlanı bir türlü buruşturma...

    ulan herifi bi gün yüzdürdüler. sanırsın juliette binoche, endam sergiliyor. adam adamı bu kadar obje yapmak da nesi... yok saymın beykır az sonra size bakacak... yakışıksız reklam ve duruşlar bunlar... more simon baker (bi de koskoca karizmanın tillahı adam efendiye ikide bir de "deeed deeed" dedirtmiyorlar mı, delirtiyorlardı adamı...)

    düşünsene yani, down sendromlu bebek doğurabilecek cesarette bir karakter...

    ---
    spoiler ---

    ne diyorduk. nick. suratsız... (burada seksek geliyor aklıma, spoiler parantezi ikinci paragrafına jump) fakat çok tempolu adam. part taym ordan oraya camp ediyor... seyredenin camı sıkılmıyor...

    birileri on seneler öncesinde ally mcbeal ile avukatlık dizisi olarak bunu kıyaslamış. yapmamaları gerenk. zira... misal elinin müzikleri tarz meseleler yok bu dizide. daha sosyal, daha insancıl, daha insan çarpıcı meseleler inceleniyor.

    en bayıldığım diyaloglarından biri, the watchers adlı üçüncü sezonun onyedinci bölümünde geçiyor, şöyle:

    n- hey, violet. do you remember me? i'm gonna help to find you a nice place to stay for a while, okay?
    v- how come you don't have a favorite color?
    n- oh... i... i don't know.
    v- everyone has a favorite color.
    n- violet.
    v- what?
    n- violet. seems like a nice color.
    v- shut up.

    bir violet sözü dinliyor ve entörümüzü kapatıyoruz. bilahare edit filan ederiz... lakin siz siz olun, üç gün beş gün dert etmeyin, üç sezonunun üçünü de seyredin. izlettiriyor kendini meret...

    edüt: aslında tanım olarak "bana ingilizce rüya gördürten dizi" diyecektim ve açıklayacaktım: altyazılarını bir türlü uyumlandırıp seyredemedim. tamamını altyazısız seyrettiğim dizi diye not ettim kendisini.


    (daphne - 17 Kasım 2012 01:35)

  • comment image

    sabah yaşanan molotoflu saldırının sivil polislerce yapıldığını yazmış.
    http://m.guardian.co.uk/…ip-erdogan-must-compromise

    --- spoiler ---

    turkish tv viewers witnessed this: a small group of four or five "demonstrators" throwing molotov cocktails at police. at one point they advanced on police lines in a comic roman-style phalanx while holding the flag of a fringe marxist party. the "protesters" were in fact middle-aged undercover police officers, staging a not very plausible "attack" on their own for the benefit of the cameras.

    ---
    spoiler ---


    (ana sevri - 12 Haziran 2013 00:59)

  • comment image

    guardian'dan fiachra gibbons'ın 13 temmuz 2013 cumartesi günkü yazısı...

    "erdoğan’ın başdanışmanı türkiye’deki protestoların arkasında ne olduğunu biliyor - telekinezi

    türk hükümeti gezi parkı protestolarını açıklayabilmek için lufthansa’dan cıa’e, bazı endişe verici komplo teorileri üretti.

    türk hükümeti gezi parkı protestolarının arkasındaki “gerçek nedenleri” harmanlamaya başladığında, ilk komplo teorileri hayal gücünden oldukça yoksundu – cıa, (türkiye’nin) ekonomik başarısını kıskanan avrupalılar, teröristlerle ortaklık yapan belirsiz yabancı mihraklar, twitter, “faiz lobisi” ve tabiki uluslararası yahudi komplosu. türkiye’nin (veya aslında yunanistan’ın) şu eski dostumuz yahudilerin dünyayı ele geçirme planları kitabı (elders of zion) olmasa günah keçisi kim olurdu acaba?

    türk halkının devlet yönetimi, karlılık ve dindarlıkta altın çağ yaşarken sokaklara çıkmasının (kendisi için de bariz şekilde akıl almaz bir durumdu bu) tabiki bir hikayesi olmalıydı.

    ve aslında şu anda cevabı öğrenmiş bulunuyoruz – bu, karanlık güçlerin başbakan recep tayyip erdoğan’ın saygınlığını yitirmesi için yapılmış muazzam bir telekinezi saldırısıydı çünkü o türkiye’yi “dünya için bir model” yapmıştı. doğrusu, bu şaşırtıcı buluşu yapan yiğit bulut erdoğan’ın başdanışmanı oldu. hayır, şaka değil. telekinezi, tabiki siz de fark ettiniz, yunanca bir kelime.

    bakanlar ve türkiye’nin ana akım medyası, geçen aydan beri erdoğan’ın istanbul’daki bir parkla ilgili basit bir planlama ihtilafının, milyonlarca kişinin sokaklara dökülüp başbakan’ın otoriter tarzı ve protestoculara karşı polis vahşetiyle sonuçlanan olayları şok edici derecede kötü yönetimini örtbas etme konusunda birbirileriyle yarışıyorlar.

    başkanı olduğu ak parti, farklı şekillerle gezi parkı protestolarının cnn veya bbc ve hatta reuters’in işi olduğunu iddia etti (ajansın muhabirlerinden biri başbakan’a “uygunsuz bir soru” sorduktan sonra). cnn’den christiane amanpour bir sahte gazete röportajında “protestoları” para için başlattığını “itiraf etti”. ak parti ayrıca hükümetin gazabından korkan medya organı sahiplerinin daha önceden kovduğu, önde gelen liberal gazetecileri de parmakla gösterdi. (türkiye, zaten dünya’da gazetecilerin en çok tutuklu olduğu ülkeler sıralamasında birinci durumda)

    polis tarafından öldürülenlerin lekelenmesinden daha da şok edicisi, erdoğan’ın ak parti’sinin ortaya doğru dürüst bir komplo teorisi bile koyamaması. mısır’daki askeri darbenin türkiye’deki islamcı kesimin ruh haline faydası olmadı – veya bu çılgınlığın ortasında kendi kendini gerçekleştiren kehanet - türkiye’de bono oranları bu süreçte neredeyse iki katına çıktı.

    gerçeklerin dışında, tüm komplo teorilerinin (bunların hepsi hemen açıklanacakken hiçbir zaman açıklanmadı) eksiği her kalıba girebilen bir unsurdu: erdoğan’ın ufacık bir çimenlik için kendisinin ve ülkesinin tüm itibarını çöpe atacak kadar kafa karıştırıcı rezaleti bir rasyonel dahilinde açıklayacak ve başka bir boyuta taşıyacak olan unsur.

    bulut – tv programcısı, yorumcu ve kaygan direklerin tırmanıcısı, (gezi parkı olaylarına kadar saç jölesini orantısız olarak kullanmasıyla tanınıyordu) öne çıktı. protestoların başbakan’ın istanbul’da yeni inşa edilmesini istediği devasa havaalanının “100 milyon yolcunun almanya’dan türkiye’ye çevrileceği için” alman havayolu şirketi lufthansa tarafından, ödendiğini söyleyerek yıldızı parlayan bulut, uçtu.

    bulut, türkiye düşmanlarının erdoğan’ı telekinezi ile öldürmeyi planladığını iddia etti. bulut geçen ay televizyonlara “telekinezi ve daha birçok yöntemle recep tayyip erdoğan’ın ölmesi için sürekli çalışma yapılıyor” dedi. bu hafta bulut, erdoğan’ın resmi danışmanı oldu.

    kulağa tamamıyla çılgınca gelebilir fakat perde arkasında erdoğan’ın kendisini ölümüne seven destekçilerine bir mesaj olarak bu meydan okuyan ve değişken davranışlarının bir ölüm-kalım mücadelesi vermesine dayanmasından böyle bir yöntem olma olasılığı akıllara geliyor.

    türkler endişe etmeliler mi? bu eğer erdoğan’ın halet-i ruhiyesini bir anlık görebilmelerine yol açıyorsa etmeliler. protestoların zirvede olduğu bir zamanda istanbul’daki büyük bir toplantıda kendini türkiye’de seçimle başa gelen ilk lider olan ve şu anda pkk lideri abdullah öcalan’ın tutulduğu ada hapishanesinde ordu tarafından asılmış olan adnan menderes ile kıyasladı. o zamandan beri, erdoğan köprüler inşa etmek yerine kendi hakimiyetini sağlamlaştırmaya ve öç almaya çalışıyor – bunlardan sonuncusu gezi parkı olaylarında kendisinin canını sıkan, planlama ile ilgili yetkili durumda bulunan tmmob’ni yetkisizleştirmesiydi.

    aslında gerçekte erdoğan’ın her zaman en büyük tehlikesi erdoğan’ın kendisi ve çevresindekiler olmuştur – emlak kralı damadından her yere kendisiyle gelen eski kasımpaşalı arkadaşlarına (bir keresinde bu kişiler başbakanı ramazan ayında silahla korunan arabasında bayılmış haldeyken hastane önünde mercedes’ine kilitlemişlerdi). sadece beş yıl önce yeni başdanışmanı kendisine ve partisine, atatürk’ün kurduğu laik devlete “faşist” bir tehdit olarak saldırıyordu. osmanlı imparatorluğu’nun ümitsiz bir nostaljiği olan erdoğan, padişahlarının çoğunun savaşta değil kendilerinin yerine geçmek isteyenler tarafından öldürüldüğünü hatırlayacak kadar da akıllıdır."

    fiachra gibbons
    the guardian

    http://www.guardian.co.uk/…esis-conspiracy-theories


    (sgt pepper - 14 Temmuz 2013 02:37)

  • comment image

    gerçek hayatta insanların ne kadar isterlerse istesinler, ne kadar içlerinden gelirse gelsin kolay kolay değişemediklerini, bunun 50 dakikalık bir diziye hızlı çekim sığdırılamayacak kadar uzun bir serüven olduğunu anlatan dizi. beni en çok şaşırtan bu denli bir populist çizgiden uzak, bu denli karanlık (pittsburgh'un havasının da katkısı herhalde bütün planlar biraz karanlık çekilmiş. sanki yönetmen david fincher gibi kasvetli bir hava var dizide) bir dizinin abd'de belli bir kitleye ulaşması oldu. nick fallin zaten arnold schwarzenegger'in amerikaya ilk geldiği halindeki kadar sınırlı kelime ile iletişim kuruyor. genel bir belirsizlik, karanlık, kasvet hakim. arada ortaya çıkan neşeli karakterler bile baba-oğul fallin'lerle karşılaşınca zaman içinde o hayat enerjilerini yitiriyorlar. hemen her bölümde ilginç bir olay oluyor ama çoğu genelde tatlıya bağlanmıyor. hollywood hastalığı mutlu son da olmuyor. bunu amerikalılar hakikaten izliyor mu bilemiyorum ama ben şahsen büyük bir keyifle izliyorum.


    (rosebud26 - 10 Nisan 2004 15:03)

  • comment image

    simon baker'in basrolunde oynadigi ama ne hikmetse hic bir diziportalinda bulamadigim dizi.simon baker'in oyunculuk yeteneginden mahrum kaliyorum. nerde bulunur, nasil izlenir bilen varsa yesillendirirse sevinirim*


    (asabi sisko - 13 Nisan 2014 01:05)

  • comment image

    konustuklarimizdan çok konuşmadiklarimiz önemlidir fikrini anlatmak için çekilmiş bir dizi sanki. sürekli bik bik konusan, konuşarak her seyi çözümleyebiliriz diyen, devamli birbirine sarilan ve tüm bunlari aslinda yapay bir samimiyetle yapan karakterle dolu amerikan dizilerinden sonra bünyede garip bir etki birakiyor. buruk tatlari sevenlere...


    (galileo - 21 Mayıs 2004 23:33)

  • comment image

    tum kasvetliligi aslinda gercek cervesinde olan , sahte kahramanlik yapip gozumuze sokmayan bir anlatim var...baba-ogul olmak , ailesel problemler , sosyal sistem sorunlarinin oyle "gulumserim cozerim" ile asilmadigini anlatir .
    fazla diyaloga zaten bu durumda gerek yoktur , durumu icten goren oyuncularin yuzleri- ifadeleri yeter , soz soylenmesi bile fazla gelir yeri geldiginde...insanlarin sahip olduklari statunun de onemli olmadigini bizlere hatirlatir...o yuzden nick uyusturucuya devam eder , lulu ile asik olup birden mutlu sona eremez , burton olabilecek en sorunlu ergen kizi evlat edinir belki onda bir seyler degisir diye...
    hayati denerler , degistiremezler , ellerinden geleni yaparlar ama gercegin katiligini da bilirler dizi kahramanlari... bana yine de karakola dusecek olursam "avukatin var mi?" dediklerinde " nick fallin'i cagirin" esprisini mutlaka yaptirtacak dizidir ...


    (kirecburnu - 22 Mayıs 2004 23:45)

  • comment image

    3. sezonda "let god sort 'em out (bkz: let god sort them out) " adlı 9. bölümde lulu ile nick arasında şöyle bi konuşma geçer:

    --- spoiler ---

    lulu hamiledir ve çocuğu doğurup doğurmamak konusunda şüpheleri vardır. daha doğrusu ebeveynlik yapıp yapamayacağını bilememektedir.. bu bölümde yaşanan olaylar, lulu'nun bu şüphelerini tetikler kötü yönde... bölümün sonundaki diyalog ise şöyledir:

    ---
    spoiler ---

    lulu: sadece... hep yanlış kararları vermek çok kolay görünüyor ..

    nick: eh, sanırım sadece elinden gelenin en iyisini yapmalısın..

    lulu: evet..

    nick: (duraklar) hey… sen burada sadece yanlış alınmış kararları görüyorsun..

    işte bu son cümle, 3 sene boyunca izlediğim bu dizi hakkında hatırladığım en önemli tanımlayıcı cümledir. the guardian; nick fallin denen gerçekten çok iyi yazılmış, çok iyi oynanmış bir karakter hakkında, çok iyi yönetilmiş bir dizidir, bu paranın bir yüzüdür ve en önemli yüzüdür belki de..

    ama bu paranın bir diğer yüzü vardır ki, nick’in çalıştığı sosyal yardım merkezi’nin gerçeğidir sadece.. ve bu cümledeki gibidir orada yaşananlar.. sadece yanlış alınmış kararlar, ve bunların sonucunda ortaya çıkan olabildiğine gerçek, acı insan manzaraları.. ne the practice’teki gibi *genelde* elzem vakalar vardır, insanı şok içinde bırakır yada aleni olarak duygu sömürüsüne niyetlenir ve seyircisini bu şekilde vurmayı hedefler (genelde hakim olan bu hava, bir yerden sonra seyircide aynı etkiyi bırakmaz, kendisini tekrarlar çünkü), ne ally mcbeal gibi genelde gerçek dışı bir havada gider dizi.. bu yönüyle, bu en önemli iki avukatlık dizisininden pek kolay ayrılır the guardian..

    sadece anlatan bir dizidir. sadece izlersiniz, gerçekten öyle yaşanmaktadır hayatlar, ta içinizden bilirsiniz, daha gerçekçi bir hava sezinlersiniz bu dizide.. daha gerçekçi olduğu için komediye, duygusallığa, dramaya kaçmadan sizde daha büyük etki yaratmayı çok iyi becerir. yukarıdaki sahne gibi, insanlara yardım etmek için bir sosyal yardım merkezinde çalışmayı yeğleyen bir avukata, zorunlu olarak orada çalışmaya başlayınca hayatın öbür yüzünü gören ve bu konuyu kendine göre çözümleyen başka bir avukatın sarfettiği o cümle gibi, gerçek olduğu kadar yola devam etmeniz için de size sebep veren o cümle gibi..

    bazı hayatlar yanlış alınmış kararlardan ibarettir, ama hepsinin ikinci bir şansa hakkı vardır, hatta üçüncüsüne.. alvin, lulu ve nick o şanstırlar işte.. the guardian nick fallin’in hikayesidir bir yönden, bir yönden de o yanlış, o eksik, o yıpranmış, o yardıma muhtaç hayatların hikayesidir, alvin, lulu, james ve nick’in yardımıyla başka bir yön bulmuş hayatların hikayesi..

    ve böyle bir dizi 3. sezon finaliyle ekranlara veda etmiştir, ettirilmiştir. “tv aptal kutusudur” denir ya, bu bir sebeptir işte; zeka parıltısı taşıyan her güzel şey anlamsız şekilde sonlandırıldığına göre, ya seyirci aptaldır yada televizyoncu… izleyenlerin takdirine kalmış tabi, ama bana göre birşeyler ters işte..


    (auroriel - 29 Eylül 2004 17:22)

Yorum Kaynak Link : the guardian