Süre                : 1 Saat 35 dakika
Çıkış Tarihi     : 09 Nisan 2010 Cuma, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Drama
Ülke                : Türkiye
Yapımcı          :  Eflatun Film
Yönetmen       : Onur Ünlü (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Onur Ünlü (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Tansu Biçer (IMDB)(ekşi), Ege Tanman (IMDB)(ekşi), Ahmet Rifat Sungar (IMDB)(ekşi), Sebnem Sönmez (IMDB)(ekşi), Bülent Emin Yarar (IMDB)(ekşi), Beste Bereket (IMDB)(ekşi), Ipek Erdem (IMDB), Askin Senol (IMDB), Aylin Çalap (IMDB), Ferit Kaya (IMDB), Burcu Dogan (IMDB), Meltem Özlevent (IMDB), Savas Saylan (IMDB), Baris Yilkan (IMDB)

Bes Sehir ' Filminin Konusu :
Aydın, büyük şehire tayin olur olmaz, bir şekerci dükkanında çalışan tezgahtar kız Mehtap'a aşık olur. Daha dün Anadolu'nun ücra bir kasabasında mecburi hizmetteyken artık İstanbul'da bir polistir. Tabi Mehtap'ın aklını çelmekte zorlanır. Bir yandan da yeni taşındığı bu şehre alışmaya, uyum sağlamaya çabalarken benzer bir kaderi paylaşan eski hukuk öğrencisi Şevket gibi karşılıksız aşktan muzdarip hayatını sürdürmeye çalışır. Şevket de aynı dükkanda çalışan Dilek'e gönlünü kaptırmıştır. Dilek ise boğuştuğu bir belayla baş edemeyince, memleketine, Eskişehir'e döner. Fakat burada, babası Tevfik Öğretmen'in sebep olduğu öyle büyük bir aile buhranıyla karşılaşır ki, bir an önce ölmenin en iyisi olduğunu düşünmeye başlar. Tam bugünlerde Dilek'in karşısına, İstanbul'da tutunamayıp memleketine dönen Aydın çıkar ve kontrolsüz arzusunu Dilek'e yöneltir. Çekimleri İstanbul'un ardından Afyon ve Eskişehir'de mayıs sonuna kadar devam eden Beş Şehir'in yönetmenliğini Polis filmiyle tanınan Onur Ünlü, görüntü yönetmenliğiniyse Meleğin Düşüşü ve Beyaz Melek gibi filmlerin ödüllü görüntü yönetmeni Eyüp Boz üstleniyor. Türkiye'nin sayılı plastik makyaj sanatçılarından, makyöj Derya Ergün ise dünyada nadiren uygulanan bir makyaj tekniğiyle filmin sürprizlerinden birine imza atacak.

Ödüller      :

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:Golden Tulip-Best Actor


  • ""aşık adam sınanmaz."şevket"
  • "bu tam bir ah muhsin ünlü filmidir, onur ünlü değil."
  • ""annemi kaybettik geçen sene..babam zaten yok.kardeşim askerdeydi,öldü..şehit diyorlar ona ama o elektrikçiydi.bi paşanın havuzunun tesisatını tamir ederken çarpılmış..şehit sayılır mı sence?""
  • "içinde:"kızı çay içmeye değil, kahve içmeye davet edeceksin. çayda kadınları rahatsız yerel bir tını var. çay başarısız erkek gibi bir şeydir" şeklindeki ilginç bir repliği de barındıran film."
  • "filmde en güzel anlatılan hikaye şevket ve kedidir."
  • ""benim yerimde olsaydın kedicik, benim yerimde olmak istemezdin"daha önce yazılmış defalarca. bilmem daha fazla yazlmalı belki. ben hep söylüyorum bu aralar. arkada beni vur çalıyor."




Facebook Yorumları
  • comment image

    46. altın portakal film festivali'nde galasını izlediğim güzel adam onur ünlü'nün son şahane şovu..
    şiir yazmayı bıraktığını söyleyen onur ünlü, ah muhsin ünlü, bu filmiyle gösterdi ki hâlâ şiir yazmaya devam ediyor..

    film sonrası yaptığı söyleşide izleyicilerin sorularını da özenlice cevapladı..
    sinema ve şiiri ayrı tuttuğunu, hikâye anlatmak için film yapmadığını; yalnızca an'lardan ve durumlardan yola çıkarak bir hikâyeye- mecburen- vardığını ifade etti..

    takıldığım bir izleyici sorusu vardı; paylaşayım..
    filmin adının ' beş şehir ' olmasına karşın neden bu şehirleri göremediğimizi ve bunun yerine beş insanın ölümüne tanıklık ettiğimizi sordu..
    hatta ileri giderek filmin adının ' beş tane ölüm ' olmasının daha makbul olacağını söyledi..
    bu soruya mırıltı şeklinde verdiği ' beş tane ölüm diye film adı olmaz ' cevabıyla beni güldüren onur ünlü, esas cevabını şöyle verdi yaklaşık olarak..
    her insan bir alemdir, bu şehirler de o alemleri yani insanları temsil eder, dedi..
    ayrıca ' beş şehir ' sözcüklerindeki melodinin de kulağında hoş bir tını bıraktığını söyledi..

    ayrıca, sanırım ahmet kaya'nın " beni vur " şarkısı bir filme ancak bu kadar güzel yakışabilirdi..


    (kimimbenkimlerleyanyanabuncakimsesiz - 14 Ekim 2009 00:41)

  • comment image

    onur ünlü, bu film için acıncaklı mı yoksa acınaklı mı dedi hatırlamıyorum. 16 nisan'da atlas'taki gösterimine yönetmen ve oyuncular da katıldı. bir ara onur ünlü'yü kapıda bilet kesiyor sandım. elinde biletlerle hararetli bir şekilde konuşuyordu. oyuncuların birkaçı filmi koltuk yerine merdivenlerde izledi. protokol diye kasmayan insanların filmi de, duygu aktarımı da çok güzel oluyor
    beni onur ünlü'yle ah muhsin tanıştırdı. o yuzden onur ünlü'yle daha mesafeli bir ilişkim vardır. onun bir takım filmleri vardır. benim en sevdiğim filmi güneş'in oğludur. bu film ise çok ağır yıkımlar, siyahlar, laciverdler, bazen de kahverengiler içerir. ama onur ünlü ortaya birden turuncu, mavi, yeşil atıverir. bu filmde daha seyrek kullanmış. ben beste bereket'in oyunculuğunu sevmem. tamamen benimle alakalı bir şey bu. herkesler de sevdi zaten kendisini. onur ünlü çok ''komik'' bir adam. hayata böyle bakan adamın acısı da kara oluyor. içim burkuldu. ama gözlerim dolmadı. dediğim gibi onur ünlü bur tür ağlamalara izin vermiyor. bir uzaylı ölünce ne kadar üzülürseniz buna da öyle üzülüyorsunuz. ama bir uzaylı ölüyor ve siz üzülüyorsunuz. kedileri sevmem. ama şebnem sönmez'i severim. o ses tonuyla kediye bile sempatik bakmamı sağladı. şairin evini istiyorum. gri boyalı duvarları seviyorum. onur ünlü trenleri seviyor. film sonrası da sordular. neden tren dediler. trenler modern çağın getirisi olmasına rağmen çağının gerisinde ve ötesinde kalabilmiştir dedi. ah muhsin ünlü de sever tirenleri. o yuzden ben de onur ünlü'yü severim. insanlar sabahları uyanırlar. güneş sabahları doğar. pikniğe gidilir. kuşlar havada uçar. balıklar yüzerler. yeşil vardır

    not: acıncaklı demiş onur ünlü. mesajla hatırlattılar sağolsun yazarlar.


    (jondaff - 17 Nisan 2010 17:50)

  • comment image

    -sayın onur ünlü neden trenler? neyin şeysi bu, neyin metaforu?
    -ee trenler uzundur. trenleri severim

    -sayın onur ünlü beş şehirin ş'leri neden büyük yazılmış, neyi simgeliyor?(filmin başında ş'ler mi i'ler mi ne, büyük yazılmış. kız onu soruyor)
    -ismi tasarlayan öyle yapmış. denk gelmiş. ha bu arada kedi de metafor değil aman diyeyim. kedi o kedi

    -filmdeki birçok öğe aslında tesadüf eseri çıkıyor. siz öylesine bir şey yapıyorsunuz seyirci birçok şey atfedip çeşitli metaforlar çıkarıyor

    bütün entelleri salondaki kahkahalar eşliğinde hüzne boğdu onur ünlü. meğersem metafor değimiş hiçbir şey. kırk yılda bir entel yorum yapacaktı insanlar, izin vermedi.


    (jondaff - 19 Nisan 2010 13:58)

  • comment image

    çok fazla detayı barındıran onur ünlü filmi.karakterler,diyaloglar harici gördüğünüz nesneler bile çok şey anlatır size. bütünlük yönü ile kullanılan metaforlar ayrı ayrı tartışılmalı...

    --- spoiler ---
    karakterlere gelince;
    aydın ; aynalar sarmıştı her bir yanını...sanki kendi kalabalığını ancak böyle sağlıyordu ...
    şevket ; bir fiil ah muhsin ünlü'nün kendisiydi benim için. öyle izledim onun sahnelerini.diyalogları ve yaptıkları hiç şaşırtmadı sırf bu nedenden...
    osman ; ölümden çok aşkı anlatmak için vardır filmde...kağıttan ele tutunmak,yaşama tutunmaktan daha heyecan vericiymiş meğer...
    dilek ; hayata karşı güçlü ve akıllı olmak bir işe yaramıyor...hayatın akışına karşı şaşırmamak akılla değil kadercilikle oluyor...
    tevfik ; anlayamadığımdır...
    kedi ; tek başına başrol kapabilecek eşsiz filozof...

    ---
    spoiler ---


    (hooloovoo - 19 Nisan 2010 21:58)

  • comment image

    onur ünlü filmleri söz konusu olduğunda bir "absürd" lafıdır alır gider. absürd film, absürd hikaye...oysa absürd olan film değildir, hikaye hiç değildir. hatta beş şehir ile altın portakal en iyi senaryo ödülünü almasına rağmen onur ünlü senaryoları bir hikaye anlatmaktan çok, art arda durumların neredeyse zorunlu olarak birleştirilmesinden, bir bütüne gitmesinden/bütünmüş gibi görünmesinden ibarettir. onur ünlü filmleri hikaye temelli değildir, kurgu zaman zaman mantıktan kopar ama bu filmin absürd, daha net söylemek gerekirse anlamsız/saçma olduğu anlamına gelmez. bilakis film son derece anlamlıdır, saçma olan gerçekliktir, hayatın ta kendisidir.

    beş şehir de işte hayatın, daha doğrusu ölümün absürd olduğu kadar absürd. onur ünlü'nün diğer filmleriyle bu anlamda bir bütünlük içeriyor. ancak diğer filmleriyle kıyaslanmayacak kadar arabesk ve melodram unsurlar içeriyor. daha doğrusu beş şehir, farklı karakterler üzerinden farklı ölümleri ve ölümün farklı hallerini anlatmaya çalışırken, bu bol acılı alanlara girmekte tereddüt göstermiyor. ölümün karakterler üzerinde oluşturduğu baskı, bu baskının şekillendirdiği diğer hayatlar, kesişme anları zaman zaman seyirciyi içine çekerek, zaman zaman yabancılaştırarak işleniyor. film seyircisine ölüm var, öleceksin, ölüyorsun diye seslenirken hem çok fazla "artistlik yapma" diyor, hem da çok fazla takılma...hem "o daha bir çocuk, henüz on bir yaşında" ölümü var, hem dayanılmayacak acılardan kurtaran ölüm var, hem de oyunu kazanmakla elde edilen ölüm var...

    filmin bu temelini yadırgamayanlar ve onur ünlü sinemasına (artık bahsedilebilir bundan) aşina olanlar için beş şehir harika bir film. çünkü kurguda, görüntü yönetiminde, oyuncu yönetiminde onur ünlü filmlerinin en iyisi. bir yönetmen olarak onur ünlü bir çok sorunu aştığını, netleştiğini hissettiriyor. filmde tekrar tekrar izleme hissi uyandıracak sahneler var. kostümüyle, sesiyle, oyunculuğuyla mükemmel olmuş ve tam manasıyla yerine oturmuş bir kedi var, şaire çok benzeyen ve belki bu sebeple az yer verilen şair var, haklı olarak ödüllendirilen tansu biçer var, benim tiyatro sahnesi dahil defalarca izleyip beğenmediğim beste bereket'in belki de en iyi oyunculuk performansı var, aslında bunlar kadar önemli ve hoş detaylar ve en sonunda filmi ısıtıp hatta bir alev topuna dönüştürüp seyircinin içine akıtan ahmet kaya var...

    bir de bütün bu güzelliklerinin yanında beş şehir'in, bugünlerde başka güzel filmlerle paylaştığı bir bahtsızlığı var. kasım ayında vizyona girecekken son anda ertelenen, altın portakalıyla aylarca belirsizlik içinde bekleyen bu film neden dördü istanbul'da on kopyayla vizyona girermiş gibi yaptı, neden bekleyenine/merak edenine bile izlemesi için özel bir çaba harcattı, aylarca bunun için mi bekledi bilinmiyor ya da çok iyi bilindiği için ses çıkarılmıyor. bu anlamda onur ünlü'nün üzülmemiş olmasını ya da daha bencilce söyleyeyim üzülmüşse de üzüntüsünün yeni filmlere dönüşmesini diliyorum.


    (hhh - 20 Nisan 2010 03:56)

  • comment image

    kendisiyle de, hayatla da bizimle de dalgayı geçen film. olduğu gibi işte.lafını koyar, lafını yer, fazla da artizlik yapmaz.

    abi sen şimdi, belki kızacaksın ama ben şiir okur gibi izledim filmi. o ayrı şey, bu ayrı şey denebilir, diyebilirsin. de değil bence.ki bence bunda tuhaf bir yan da yok. şiiri yazan da sinemayla uğraşan da aynı adam işte. üstelik aynı adamı iki kere seviyorum ben de.

    --- spoiler ---
    bütün o eflatunik aşklarda, konuşamayan, konuşsa beğenilmeyen, sallanmayan, karşılık bulmayan aşklarda sahici bir şeyler yok mu?

    .............................

    kedi...ayrıca onur ünlü'nün "metafor değil değil bildiğin kedi" yorumu. evet işte ya, bildiğimiz kedi. neyin metaforu a.k. kedi la işte.insan kediyle, kedi insanla konuşmaz mı? bi düşünün, konuşmaz mı?

    şevket...ben onu ah muhsin'in şiirlerinden biliyorum ki..

    -ismim şevket
    -hehehh
    -niye gülüyosun?
    -şevket komik isim
    -ama ismim şevkett.
    -niye herkes gibi adım değil de ismim diyosun?
    -ama ismim şevkeeet...

    sonra şevket, aşkını anlatır, hayatını. annesinden, abisinden filan bahseder. ölümden. tatlı tatlı anlatır işte. ama kız birden "ne anlatıyon hacı" der. yani böyle demez tabi de. bu minvalde. sonra şevket'e inanmaz işte. herkesin milyon derdi var filan der.iyi de kızım, herkesin milyon derdiyle şevket'in sana anlattıklarının ne alakası var? neyse işte, şevket afili bi konuşma yapar sonra. önce bi şoke durumları, bi kalakalmışlık. ama verir cevabı.

    aydın...çok ortada zaten onun hikayesi. yalnızlığı, saldırganlaştırılmışılığı, acınası hayatı...ne denebilir ki.onlardan hep görüyoruz.kızlar yumuşak ya da normal davranınca o da sakinleşiyor ama tepki görünce nasıl da hayvanlaşıyordu, hayvan.

    -ben de film aldıydım onu değiştiricem
    -ne filmi
    -polis diye bi film. skime benziyodu. haluk bilginer var diye aldık. bi bok anlamadık, saçmaydı
    :)

    osman...kim kendini görmedi parmak kaldırsın gençler? insan 11 yaşında da deli gibi aşık olabilir kardeşim.

    ayrıca tevfik öğretmen ve dilek kardeşime de selam ederim.

    tekrar kedi...çay vs kahve hakkında söylediklerinle öldürdün bizi gülmekten.hem edebiyat biliyorsun, hem felsefe yapıyorsun, aşk maşk işlerinden de anlıyorsun. yok öyle acıkınca yalanırım, aranırım filan. iyisin iyisin kedi. seçilmez seçersin ya, seçsen ya bizi de. neyse.
    ---
    spoiler ---

    ayrıca; ahmet kaya diyor, tek geçiyorum...


    (kiyisiz deniz - 21 Haziran 2010 10:41)

  • comment image

    şimdi anladım. şair ismet özel'in:

    bize ne başkasının ölümünden demeyiz
    çünkü başka insanların ölümü
    en gizli mesleğidir hepimizin
    başka ölümler çeker bizi
    ve bazen başkaları
    ölümü çeker bizim için.*

    mısralarının filmini çekmiş onur ünlü. ondan çarpıldık biz bu kadar.


    (sayka - 7 Ocak 2011 00:47)

  • comment image

    üç bin kişi mi ne izlemişti filmi. sanatın ve sanatçının dostu güzide ülkemizde, tam sayıya baktım şimdi 3511 kişi izlemiş. belki de türk sinemasının son dönem en iyi filmlerinden biri. adamın ağzının orta yerine çarpan bi hikayesi vardı. hatta onur abi, şu özgü namal inadından vazgeçmiş mis gibi olmuştu. 3511 kişi izlemiş filmi. gidin beğenmezseniz paranızı ben vereceğim demiştim sağa sola. boxoffice türkiye sitesine göre geçen sene türk filmlerini toplam 21.636.436 kişi izlemiş. film icrada, türk sineması yükselişte.


    (ufunet - 22 Ocak 2011 23:01)

  • comment image

    "annemi kaybettik geçen sene..babam zaten yok.kardeşim askerdeydi,öldü..şehit diyorlar ona ama o elektrikçiydi.bi paşanın havuzunun tesisatını tamir ederken çarpılmış..şehit sayılır mı sence?"


    (guverciname - 22 Temmuz 2011 04:24)

  • comment image

    --- spoiler ---
    öğretmen amca yengesini yastıkla boğarken duvardaki "allah" levhasının ışıkları yandı ya, işte onur ünlü'nün filme imzası budur. filmin sonunda adı gözükmese de olur, ben onu her yerde tanırım.

    yalnız kedinin o son hareket hiç olmadı, el kadar çocuğu çöpe attı. ayıptır.
    ---
    spoiler ---


    (jerrida - 23 Temmuz 2011 02:04)

  • comment image

    "şevket: - hiç ilgilenmedi benimle
    - çay içmeye davet ettim ,oraya da gelmedi.

    kedi: - e ,çaydan.

    şevket: -ne çayı,ne alakası var

    kedi: -çaydan, çaydan...bu durumlarda kahve her zaman daha çok işe yarar. bak, çayda kadınları rahatsız eden bişiy, böyle "yerel bir tını" var.

    şevket: - yerel mi? ne alakası var. çay yerel, kahve değil mi?

    kedi: -bak ,"benimle kahve içer misin sorusu, bütün kadınlarda, hepsinde aynı rahatlatıcı çağrışımı yapar; beyaz fincan, porselen, şık, mayhoş aroma kokusu, hele latin ezgileri heheeeyy neler neler... ama çay, çay böyle "başarısız erkek" gibi bişiy demek çay.

    şevket : - bence artık heidegger okuma, kafan iyice naziler gibi çalışmaya başladı. "


    (lereveeveille - 27 Ağustos 2011 01:02)

  • comment image

    --- spoiler ---

    "kardeşim askerdeydi, öldü.. şehit diyorlar ona; ama o elektrikçiydi. bir paşanın havuzunun tesisatını tamir ederken çarpılmış.. şehit sayılır mı sence?"

    ---
    spoiler ---

    ve tabii beni vur..
    zaten bu film hakkında fazla bir şey söylemeye gerek yok.


    (ulrike meinhof - 27 Aralık 2011 01:34)

  • comment image

    onur ünlü'nün "500 bin dolar harcadık, 5 bin kişi izlemedi" diyerek çok haklı derecede sitem ettiği film. işin trajedisi bu değil aslında. onur ünlü, böyle filmler çekmek için hiç istemediği şeyler yapıyor. bir devlet kuruluşu olan trt'ye dizi yapması, istemeye istemeye kültür bakanlığından para alması bunlara birer örnek. sonra kazandığı paraları bu filmlere harcıyor. sonra tekrar aynı düzene girmek zorunda kalıyor, yeni bir film için. adam bu döngüde kanser oldu, daha ne olsun. (kültür bakanlığından aldığı parayı, uykularımı kaçırıyor gerekçesiyle, faiziyle beraber geri vermiştir)


    (demin sudabogulan - 20 Şubat 2012 03:02)

  • comment image

    içinde:

    "kızı çay içmeye değil, kahve içmeye davet edeceksin. çayda kadınları rahatsız yerel bir tını var. çay başarısız erkek gibi bir şeydir"

    şeklindeki ilginç bir repliği de barındıran film.


    (atmosphere - 22 Kasım 2012 22:12)

  • comment image

    “beş şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan
    şeylerin ardından duyulan üzüntü ile
    yeniye karşı beslenen iştiyaktır.”
    tanpınar

    cumhuriyet döneminin en güzel şehrengizlerinden biri olarak beş şehir, aslında tanpınar’ın diğer bütün kitaplarında açmaya çalıştığı tarih ve kültür üzerine düşündüklerinin bir özeti gibidir. platon’un “şehir kurmak erdemdir” hükmünden habersiz olarak bir coğrafyayı uygarlık imkânları nispetinde tasarruf etmeye çalışan bir kültürel yapının; kurduğu şehirlerin şahsında söylediği sözleri anlamaya çalışmaktır biraz da. tanpınar bunu keşfettiği için, üstelik bu keşfinden dolayı ciddiye alınmadığı bir dönemin adamı olmasıyla da ilgiyi hak etmektedir.

    istanbul, bursa, konya, erzurum ve ankara’yı anlattığı bu kitap üstadın millî eğitim müfettişi olarak gezdiği şehirlerin hikayesi gibi görünse de belki de bu coğrafyanın eski sahipleri üzerine bir tarih çalışması gibi de değerlendirilebilir. bizans, selçuklu, osmanlı ve cumhuriyet türkiye’sinin aktüel tarihi olarak okunmaya açıktır çok zaman.

    çünkü tanpınar osmanlı döneminde doğmuş ve cumhuriyetin kültürel kodlarını tayin edenlerin arkadaşlığını yapmış biri olarak değişimi kaynağından yakalamış bir edebiyatçıdır. döneminin diğer isimleri gibi benzer etkilere maruz kalmış; örneğin fransız aydınlarının tesirlerine duyarsız kalmamıştır. mesela bergson’un “süreklilik” felsefesini takip etmiştir. hatta bu “devam” fikrini musikide, mimaride ve şehir hayatında aramış, kaçınılmaz olarak gördüğü “değişim”in bu alanlardaki etkilerini anlamaya çalışmıştır.

    "değişerek de aynı kalmak" ya da "aynı kalarak değişmek" fikrinin popüler açılımlarıyla da ilgilenmiştir ama asıl saplanıp kaldığı durum geçmiş-gelecek zıtlığı ya da birlikteliğidir. tanpınar’ın yahya kemal için söylenen “o’nda mazi hasreti var” hükmüne “aksine kemal’de yarının hasreti var” diye cevap vermesi ilginçtir ve bir bakıma kendisinin de bu kavramlar karşısındaki tavrını belli etmektedir. geçmişe dair düşüncelerini yine beş şehir’de şöyle açıklıyor tanpınar:

    “gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. fakat yol uzadıkça ayrıldığımız âlem, bizi her günden biraz daha meşgul ediyor. şimdi onu hüviyetimizde gittikçe büyüyen bir boşluk gibi duyuyoruz, biraz sonra, bir köşede bırakıvermek için sabırsızlandığımız ağır bir yük oluyor. irademizin en sağlam olduğu anlarda bile, içimizde hiç olmazsa bir sızı ve bazen de bir vicdan azabı gibi konuşuyor.”

    beş şehir’in bugün bile önemini koruyan önsözünde bu ifadeler aslında yazarın bir sessiz haykırışı gibidir. bu geçmiş-gelecek tartışmalarında artık beylik bir kronolojik konuma sahip olan tanzimat olgusu burada da karşımıza çıkmaktadır. bu dönemden sonra daha çok bahsedilen modernleşme serüvenimiz “geçmiş”i bir nostalji ya da "müzelik eşya" gibi kodlamıştır. böylece, bir bakıma geçmişin geleceği tayin ve idare eden birikimi yok sayılmış ve insanımızın ayağının altından önemli bir zemin çekilmiştir. bu zeminden yoksun kalan insanın da, sırtındaki mazi yükünün ve gelecek tasarısının ihtiyaç duyduğu kültürden mahrum kaldığı düşünülmüştür. bu iddia bir yere kadar doğru olmakla birlikte aslında insanımız mukavemet hissiyle direnişe geçmiştir. yazar beşir ayvazoğlu’nun “geleneğin direnişi” adıyla kitabını da yazdığı bu süreç tanpınar tarafından en çok şehir ve mimari ile musikinin direnişi olarak işlenmiştir. işte “beş şehir” bu direnişin; ama biraz da kaçınılmaz değişimin hikâyesidir.

    yazarın özellikle istanbul üzerine; şiirselliği ayrı bir lezzet ve yazı konusu olan söyledikleri meseleye kültür, tarih ve modernlik noktasından baktığını göstermektedir. istanbul’a dair verdiği ağırlıklı osmanlı tarihinden gelen bilgiler ve mısralar aslında tıpkı sabri ülgener’in yaptığı gibi kültür ve zihniyet dünyasına dair ipuçları olarak görülmelidir. o devir insanlarının nasıl düşündükleri veyahut da bir meseleye hangi noktadan baktıklarıyla ilgili bir mısra ya da anekdot şehirlerin hayatlarına yedirilmiş bir şekilde bu kitabın esas kıymetini ortaya çıkarmaktadır.

    istanbul’u anlatırken bir yerde tanpınar, tanburî cemil bey’in “ninni”sinden bahseder ve bu eserin mükemmel olmasa da “iktisadı bozulmuş, mihrabı çökmeye yüz tutmuş, gururunu yapan geleneklerin duvarı çatlamış bir topluluğun iç benliğini yansıttığını...” söyler. işte iktisat veya siyaset biliminin pekâlâ konusu sayılabilecek bir çözülme devrinin şarkılarla yazılmış tarihini üstad, istanbul şehrini anlatırken yakalamıştır.

    aynı şekilde konya’ya ayrılmış sayfalar selçuklu dönemine ait capcanlı kültür tarihi hatıralarını okuyucunun önüne serer. kitap selçuklu dönemine doğru bir derinleşme gösterir. bunun sebebi rumeli ve akdeniz kültürüyle haşır neşir olmuş osmanlı ile selçuklu arasında üslup ve mânâ farkını idrak etmeye çalışmaktır yazara göre. bunun gibi şaşırtıcı ve muhtemelen döneminde ilgi çekici olmayan tekliflerin olması da tanpınar’ın dünyası ile ilgili bir harita niteliğindedir.

    beş şehir tanpınar’ın romanlarıyla birlikte okunduğu vakit yazarın bütün eserlerinin tek bir başyapıtın şehirle ilgili kısmını anlatan parçası gibi olur. tabii güncel politika üzerine yazdıklarını bir kenara bırakırsak ya da rahatsızlıkları ve zaaflarını bu estetik tablodan uzak tutarsak.

    halbuki bütünlüklü bir portre çabamız olsaydı, tanpınar’ın bakanlıktan bir yurtdışı gezisi koparmak için takındığı tavrı ya da adnan menderes hakkında yazdığı “kaçarken suçüstü” başlıklı yazıları; sanki bu yazara ait olamazmış gibi duran, bu estetik bütünlüğü bozuyormuş gibi duran yazılarını da düşünce dünyasının bir parçası olarak görmenin gereğiyle karşılaşabilirdik.

    beş şehir’e dönersek; son olarak ve kısaca bu kitabın sayfalarında son turumuza çıkalım. millî mücadele’nin başkenti olarak ve yakup kadri’nin “ankara” romanında olduğu gibi inkılapçı kadroların da umutlarını yeşerttiği bir şehir olarak ankara’nın da bu “hamse” içinde yer alması biraz da yeni yükselen millî birliğin, değişmenin ve ilerlemenin (tıpkı ittihat terakki’nin istanbul’u gibi) yeni başkenti olmasıyla ilgilidir.

    hacı bayram veli ile başlayan ve garp cephesi kumandanı ismet’in notuyla devam eden ve bu savaşın içinden yükselen sesle yeni bir dönemin temelini bu şehirde gören bir tanpınar var ankara faslında. yine mazi ve yine değişmek var ankara’da da:

    “... bu o kadar böyledir ki, ankara, istiklâl mücadelesi yıllarından bütün mazisini yakarak çıkmış denebilir”.

    ilk baskısı 1946 yılında yapılan ve bundan sonra da hep okunmuş bir kitap beş şehir. ancak ilginç olan 90’lı yıllara kadar 6 baskı yapmış kitabın bu yıllardan sonra 20. baskısına yaklaşmış olması. üstüne bir de “devam” niteliğinde olmasa da takipçisi olabilecek iki eserin yazılmış olması. biri sivas’ı anlatan altıncı şehir; diğeri ise amasya’yı anlatan yedinci şehir kitaplarıdır. her iki kitabın da bu kitabın ismine gönderme yapması ilginçtir. ilginçtir ve de tanpınar’ın hâlâ tüketilmemiş ayrıntıların yazarı olmasıyla yakından ilgilidir. ya da yaygınlaştıkça popülerleşen bir meta haline gelmesinin bir göstergesi.

    ne olursa olsun tanpınar bir vakanüvis edasıyla şehirlerin tarihini tesbit etmiştir. bu da eserin bir bakıma kültür atlasımızın en güzel haritalarından biri olarak anılması için yeterli bir sebeptir. yoksa edebiyatçılar, kültür tarihçileri, mimarlar tartışsınlar. tam da tanpınar’ın o günler için dediği gibi.

    “varsın sussunlar, varsın okumasınlar, beğenmesinler, hayatlarına getirdiğim şeyin farkında olmadan, satıhtan beni tanısınlar, bursa şiirimle iktifa etsinler. varsın en aptal şiirleri okusunlar, gazeteler bana boykot yapsın. ben yine işime devam edeceğim”.
    ...
    ah tanpınar, yani ahmet hamdi tanpınar. belki bugün bu kadar okunduğunu, yayınevlerinin kendisi için karşı karşıya geldiğini görseydi ne derdi? ya da o “beş şehir”den eser kalmadığına şahit olsaydı. toplumun değişmesini isteyenlerin tam da aynı kalmasını isteyenlerle aynı ifrat-tefrit ölçüsüne saplandığını görseydi ne derdi? “değişelim” diyenlerin “kendimiz kalalım” diyenlere nasıl acı acı gülüp dalga geçtiğini, örtükçe aşağıladığını bilseydi ne tepki verirdi tanpınar. güncel tartışmalara yine makaleleriyle katılır mıydı. ‘asar mıydı’ bir kez daha başvekilleri?

    bu soruların cevabını bilmesek de tanpınar, bu ülkenin en güzel, en şık ve lezzetli ama bir o kadar da huzursuz yazarı olarak ufkumuzda duracak. daha uzun yıllar. en azından yazdığı şehirler gönüllerde yaşıyor...


    (itaatsiz - 30 Aralık 2003 16:29)

  • comment image

    bir onur ünlü güzelliği, beni vur'u daha bir anlamlı kılan canım film.
    şevket'in derdinden dönüp tekrar izlediğim. iyi ki dediğim.

    en sevdiğim tarafından.

    " - benimle buraya geldiğin için teşekkür ederim.

    bu sabah kedi sana doğru söylemiş. ben gerçekten de. yani. kısa bir süre önce fark ettim seni. ben aslında ailemle. benim annem. annemi kaybettik geçen sene. babam zaten yok. kardeşim askerdeydi, öldü. şehit diyorlar ona ama o elektrikçiydi. bir paşanın havuzunun tesisatını tamir ederken çarpılmış. şehit sayılır mı sence?
    bir ikisi vardı; annemle kardeşim yani. altı aydır onlar da yok.
    ben öğrenciydim. belki de hala öğrenciyimdir, bilmiyorum. hukuk okuyordum. üçüncü sınıf. şiir miir, dergi falan. şiir okur musun? sever misin şiir?
    sonra bir sabah seni gördüm. sonra bir sabah daha gördüm. sonra hep gördüm. kedi de gördü. kedi seni çok seviyor, biliyor musun? onunla takip ediyorduk seni. bazen izini kaybediyorduk ama onun bir sürü arkadaşı var. onlara soruyorduk. sen öğrencisin aslında. resim okuyorsun. o şekercide part-time çalışıyorsun.
    ben bir gün fenalaştım. hastaneye kaldırdılar beni. ölecekmişim. kanser. ilik. ilik nedir biliyorsun. kemiğin içinde. kemoterapiye başlayacaksın, dediler.
    bu tabancayı kedi verdi. oyun oynuyoruz biz bununla. bak. içinde bir tane kurşun var. bu tabancayla, böyle her sabah. hani sabah oluyor ya. güneş falan. böyle bunu çeviriyorum. sonra. ağzıma sokup sıkıyorum. yok, korkma. şimdi sıkmam. aslında çok mermim var benim. ama bir tane koyuyorum içine. çünkü sen varsın.

    + kendini çok mu eğlenceli sanıyorsun?

    - ben. ben mi? yoo? neden?

    + ne bu numaralar o zaman? yok annem öldü, kardeşim şehit, ben de kanserim zaten. dünyada tek acı çeken sen misin? ne bu şiir miir? herkesin kendine göre bir derdi var. ne ki bu? tuttun, getirdin beni buralara. seni seviyorum'dan girdin, çıktığın yere bir bak.

    - ama. n-niye? ben kötü bir şey söylemedim ki. sadece seni seviyorum dedim, bir de hastalığımdan bahsettim.

    + tabancanın gerçek olduğunu nereden bileceğim ben?

    - belli. senin şiir falan okuduğun yok. eğer şiir okusaydın bilirdin ki. aşık adam sınanmaz.
    seni seviyorum."

    http://www.youtube.com/watch?v=c0woswzs-ti


    (vasifsiz keder - 25 Kasım 2013 11:48)

  • comment image

    "benim yerimde olsaydın kedicik, benim yerimde olmak istemezdin"
    daha önce yazılmış defalarca. bilmem daha fazla yazlmalı belki. ben hep söylüyorum bu aralar. arkada beni vur çalıyor.


    (cnvr - 12 Ocak 2014 21:05)

Yorum Kaynak Link : beş şehir