Süre                : 1 Saat 43 dakika
Çıkış Tarihi     : 15 Ekim 2010 Cuma, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Drama,Romantik,Bilim Kurgu
Ülke                : İngiltere,ABD
Yapımcı          :  DNA Films , Film4 , Fox Searchlight Pictures
Yönetmen       : Mark Romanek (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Kazuo Ishiguro (IMDB)(ekşi),Alex Garland (IMDB)
Oyuncular      : Carey Mulligan (IMDB)(ekşi), Andrew Garfield (IMDB)(ekşi), Izzy Meikle-Small (IMDB)(ekşi), Charlie Rowe (IMDB)(ekşi), Ella Purnell (IMDB)(ekşi), Charlotte Rampling (IMDB)(ekşi), Sally Hawkins (IMDB)(ekşi), Kate Bowes Renna (IMDB), Hannah Sharp (IMDB), Christina Carrafiell (IMDB), Oliver Parsons (IMDB), Luke Bryant (IMDB), Fidelis Morgan (IMDB), Damien Thomas (IMDB), Nathalie Richard (IMDB), Huggy Leaver (IMDB), Charles Cork (IMDB), Sylvie Macdonald (IMDB), Keira Knightley (IMDB), David Sterne (IMDB), Andrea Riseborough (IMDB), Domhnall Gleeson (IMDB), Kate Sissons (IMDB), Amy Lennox (IMDB), Anna Maria Everett (IMDB), John Gillespie (IMDB), Rachel Boss (IMDB), Lydia Wilson (IMDB), Monica Dolan (IMDB), Chidi Chickwe (IMDB), Harvey Allpress (IMDB), Beverley Beck (IMDB), George Formby (IMDB), Caroline Garnell (IMDB)

Never Let Me Go (~ Beni asla birakma) ' Filminin Konusu :
Çocukluklarından itibaren aynı yatılı okula giden, birbirlerine çok bağlı üç dost olan Ruth, Tommy ve Kathy'nin yaşamı huzurlu ve mutlu geçmiştir. Ancak korkunç gerçek onları yakalayacaktır. Üçü de diğer insanlara organ sağlamak için üretilmiş klonlardır.

Ödüller      :

Academy of Science Fiction, Fantasy & Horror Films:Saturn Award-Best Supporting Actor


  • "etkileyici bir film. insan klonlayanların anacığını sikerün."




Facebook Yorumları
  • comment image

    --- spoiler ---
    romanın etkileyiciliği hikayeyi dinlediğiniz kathy h.'nin hailsham'ı nasıl kanıksayıp, nasıl normalleştirildiğinde yatmakta sanırım. kathy h. size hailsham'daki hayatı, dostlukları, ne kadar özel hissettiklerini uzun uzun kitabın 1. bölümünde anlatır. adeta bir çocuğun ağzından okul yıllarının dinlemektesinizdir. çocukların kimliklerini, karakterlerini , hainliklerini, hocalarının yanında özel hissetme çabalarını uzun uzun anlatılır romanda. adeta sizin çocukluğunuz gibi. farkı kitapta çok az bahsi geçse de bu çocuklar sizin için yetiştirilmektedirler - adeta bir bitki gibi ama ruhu olan-, sizin organ ihtiyaçlarınızı karşılamak için vardırlar. bu çocuklara verilen diğer bir görev ise çocukların çağrılmayı beklerken çağrılan arkadaşlarına organ bağışından sonra nekahat dönemlerinde bakmalarıdır. -hangisi kötü acaba-

    kitapta beklentinizin aksine duygu sömürü yoktur. aksine o kadar normal, hayata dair bir süreç anlatılır ki ara ara içiniz üşür. ayrıcalık, seçilmiş olma şerefi muhteşem bir kabullenmeye dönüşür. ve kitap son bölümüne de kabullenilmiş,sınırları çizilmiş net bir hikayeyi anlatırken, son bölümde madalyonun öte yüzünü görür hikayenin hikaye olmadığını fark edersiniz.

    okunası bir kitaptır. etkileyiciliği ise kitabın konusunu unutmamanız ve empati yeteneğinize bağlıdır.
    ---
    spoiler ---


    (ride - 11 Temmuz 2007 10:18)

  • comment image

    duygu sömürüsünün çok uzaklarında durup da en derinden yaralayabilen bir film. neden bu kadar canımı acıttı bir türlü cevabını bulamıyorum. belki de anlatımın o aşırılıktan kaçan şiirsel duruluğundan olsa gerek. film o kadar akıcı ki, o kadar insanı içine çekiyor ki karakterler ağlarken bende ağlıyordum. hani her filme, her acıklı sahneye ağlayan biri de değilimdir. hatta çok zor ağlarım. bu da filmi apayrı yerde tutmam için yetiyor da artıyor.

    2010'un en iyi filmlerinden olsa da oscar yarışında hakkı yenecektir. varsın oscar almasın, az kişinin sevdiği ama onlarında çok sevdiği filmlerden biri haline gelsin.


    (buak - 10 Ocak 2011 23:12)

  • comment image

    kitabı yada filmi, yazarının biyoloji ve insan doğası konusunda hiçbir fikri olmadığı gösterdi. klon olsun veya olmasın herhangi bir canlıyı (kuş beyinli olsa, hatta düşünme yeteneği olmasa bile) öldürmeye kalktığınızda yada bunu farkettiğinde hayatta kalmak için "herşeyi" yapabileceğini görürsünüz. touching the void ve uruguayan air force flight 571 hayatta kalmaya çalışmak konusunda fikir verebilir. imdb'de filmin türlerinden biri olacak sci-fi gösteriliyor ama bunun kesinlikle fantasy ile değiştirilmesi gerekli.

    --- spoiler ---

    gördüğüm ve aklıma geldikçe saçımı başımı yolduran sorular kısaca şöyle:

    - kaçıp gitmelerini engelleyen şey nedir?
    - sadece hayatta kalma dürtüsünü geçin, insan sevdiğine birşey olmaması için o hasteneyi, bunu yaptıran insanları benzin döküp yakmaz mı?
    - eğer hikayemiz gerçek aştan bahsediyorsa; bunun organ bağışlamaktan çok öte birşey olduğunu ve herşeyin ötesine geçebileceğini bilmiyor mu? yazarımız hiç aşık olmamış mı?
    - eğer sadece koşullandıkları şeyleri yapıyorlarsa; öğretmedikleri aşık olma hissi ortaya çıkarken hayatta kalma güdüsü neden ortaya çıkmıyor?
    - bir "yaratık" sevebiliyor, kıskanabiliyor, gülebiliyor, erteleme olmadığına isyan edebiliyor ve merak edebiliyorsa neden hayatta kalmayı yada yaşatmayı istemesin?
    - eğer görevi yerine getirmekte bu kadar isteklilerse neden ertelemekle uğraşıyorlar? onları ne alıkoyuyor?
    - okuldan ayrıldıklarından sonra bile bağış görevine devam etmelerini sağlayan ney?
    - organların bağışlandığı kişiler kimler? kimin yaşayacağına kimin öleceğine kim karar veriyor?
    - organ bağışlamayı reddedenlerin başına ne geliyor?
    - organ bağışlayıp ve ölmek nasıl yasal hale gelmiş, arka planı nedir?
    - okula sonradan gelen öğretmen lucy gibi bu fikrin yanlış olduğunu düşünen insanlar nerede?
    - çelişki: çitleri atlarlarsa başlarına ağaca bağlanıp ölmek gibi şeyler gelmesinden korkanlar organlarını bağışlayınca ölmekten neden korkmaz?
    - "kulübeler"den sonraki dış dünyada geçen 10 yıl boyunca nasıl oluyorda diğer insanların kendileri gibi 20~lerinde ölmediğini sorgulamıyorlar?
    - sevişebildiklerini gördüğümüzden; hamile kalırlarsa ne oluyor?
    - klon bile olsa, bir insanın 20~lerinde ölmesini bir diğer alıcının 80~lerinde ölmesinden daha iyi kılan nedir?
    - olayların 1952 de geçtiği iddia ediliyorsa; uzaktan kumandası olan tv bile yokken klonlama nasıl mümkün?
    - en temel içgüdüyü bastıran nedir? (bkz: hayatta kalma güdüsü)

    ---
    spoiler ---


    (confusioner - 17 Ocak 2011 00:37)

  • comment image

    film sinematografik olarak çok güçlü. bu açıdan, son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden. ayrıca çok rahat izlendiğini belirteyim. eğer izlediğiniz film üzerine en azından bir kaç gün düşünebilmeyi seviyorsanız, izlemenizi tavsiye ederim.

    --- spoiler ---

    this is the end my only friend
    filmin açılış sahnesinde, aslında filmin sonunu izliyoruz. yönetmenin bunu gizlemek gibi bir derdi olmadığı çok açık... ve hatta, filmin sonunu izlediğimizi açık açık belirtiyor ki, tıpkı filmdeki karakterler gibi, bizler de çaresizliği daha filmin başından öğrenelim. çünkü film boyunca, adına ister kadercilik, isterseniz öğrenilmiş çaresizlik deyin, yaşayacaklarına razı olan insanlar seyrediyoruz.

    escape from the true false world
    donörlerimiz, henüz çocuk yaşta çıkış olmadığına dair şartlandırılmışlar. oyun oynarken, okul çitlerinin dışına kaçan topu almaya gidemeyecek kadar korkuyorlar. onlara anlatılan hikayeye göre, o çitlerin dışına çıkan çocuklar öldürülüyormuş. hatta o kadar vahşice öldürülüyorlarmış ki, elleri ve ayakları kesiliyormuş. çok çarpıcıydı ki, çocuklar aslında donör. yani organları için hayatta tutuluyorlar ve ileride organları için kesilip biçilecekler. yani aslında çocukları, kendi kaderleri ile korkutuyorlar; dışarı çıkarsan ölürsün diyorlar, dışarı çıktıklarında ölecek olan çocuklara. film boyunca çocukların kaçmaya çalışmamalarının, isyan etmemelerinin temelinde bu korku var.

    this reality is really just a fucked up dream
    bakıcıları, okuldan uzaklaştırılmasına neden olan son derste, çocuklara asla bir hayatları olmayacağını söylüyor. burada da sanırım, kapitalizmin bize, hepimize söylediği yalanlar üzerinden konuşabiliriz. çok çalışırsak ve bize söyleneni yaparsak istediğimiz her şeyi olabiliriz. evet, bunun için belki de başkalarına hizmet etmemiz gerekecek, hayatlarımızı şirketler, bankalar, krediler döngüsünde yaşayacağız ama sonuçta istediğimiz bir şey olacağız. bakıcı kadın son derste, aslında sadece çocuklara değil, sistem içerisindeki herkese sesleniyor. bir şey olana dek, defalarca o masaya bizler de yatıyoruz. bankalar için, şirketler için... kısacası, bir şey olabilmek için hizmet ettiğimiz bu sistemin varlığını uzun süre sürdürebilmesi için, hepimiz donörüz aslında. ilk seferde olmasa bile, ikinci seferde masada kalıyoruz. şanslıysak, o masaya dördüncü kez yatabiliyoruz... ama aslında, biz yarım hayatlar sürerken, sistem varlığını olanca sağlığıyla yaşasın diye yapıyoruz bunu. bakıcı kadınsa hepimizi uyarıyor; bu sistem içerisinde, aslında bir hayatımız olamıyor.

    salonlar, piyasalar, sanat sevicileri
    film, oldukça marksist bir yaklaşımla çocuklara yaşam hakkı tanımayan burjuva sanatı ve galeri kavramlarını da tartışmaya açıyor. çocukların da insan olduğunu anlatabilmek için, galeriye çocukların eserlerini götürüyorlar. bir ihtimal burjuva sınıfı, bu eserlerden ve dolayısıyla sanatsal ifadeden yola çıkarak çocuklara yaşam hakkı tanısın diye çabalıyor bakıcılar. tüm bu emeğe karşın, sistem çocuklara yaşam hakkı tanımıyor. metafor olarak galeri, yepyeni okumalara açık olan bir kavram. buradan yola çıkarak burjuva sınıfı ve sanat kavramı üzerine onlarca yıldır devam eden tartışmalara girebiliriz. konuyla ilgili kendi düşüncelerimi, oldukça yüzeysel olarak daha önce paylaşmıştım: (bkz: #15820857)

    love is not enough
    filmin bir başka iddialı yaklaşımıysa, hayatta kalmak için aşkın yetmediğini söylemesiydi. sanatsal yaklaşım, kişinin kendini en rahat ifade tarzıdır ve sistemin galerisinde bu durum yeterli görülmemektedir. filmdeki karakterler, biraz daha yaşamak için, sanatsal ifadenin altında yatan aşkı öne sürerler. olumsuz cevaplasa da, sanat eserlerini değerlendiren sistem, aşka ise hiç şans tanımaz. hayatta kalmak için insanları olanca çıplaklığıyla ete dönüştüren bu sistemin, aynı insanların aşkına yaşama hakkı tanıyacağını düşünmenin saflık olacağını söylüyor film.

    so what
    aslında film boyunca izleyiciden, çocukların neden kaçmadığını, neden isyan etmediklerini, neden kadercilikle ve öğrenilmiş çaresizlikle yaşadıklarını sorgulaması isteniyor. çünkü bunu yapınca anlayacağız ki, hepimizin başkaları için yaşadığımız yarım kalmış hayatları var... kendimizi ifade ediyoruz ama dinleyen yok. aşık oluyoruz ama kimsenin umrunda değil. gittikçe yalnızlaşıyor ve bu sayede sistemi daha da güçlü kılıyoruz. filmde olduğu gibi, parçalanmış, iletişimsiz küçük gruplar halindeyiz. bu durum yaşama hakkımızı tanımayanlar tarafından yönetilmemizi kolaylaştıyor. film, yaşama şansı olmayan çocuklar üzerinden yüzümüze ayna tutuyor.

    ---
    spoiler ---


    (si murg - 18 Ocak 2011 13:02)

  • comment image

    durağan, sakin, pastel tonlarda gözüküp çaktırmadan izleyicisinin dehlizlerinden sızıp çaresizlik duygusunu köküne kadar hissetmesine neden olan film.

    dikkat, bundan sonrası fena halde --- spoiler --- içerir.

    ta en başta yeşillikler içindeki koca kiremit rengi taş binadaki çocuk çığlıkları ve kahkahaları hiç de hababam sınıfını anımsatmaz filmde. bunun öğrenilmiş ve kabullenilmiş bir çaresizlik olduğu filmin daha ilk 30 dk sı içinde anlaşılır. çocukların en sevindikleri şey kutular dolusu "insan" eskisi ıvır zıvırın önlerine serildiği anda kolu bacağı olmayan oyuncak bebekler görmemiz de geleceklerini muştulamaktadır, onları buna hazırlamak denemese de... bir yandan "çitin öte yanına geçme" metaforuna verilen ceza niyetine elleri ayakları kesilmiş çocuk umacısı ile bu kutulardan çıkan kolu bacağı olmayan bebek örtüşmektedir ve ceza değil de hakikati göstermektedir. buna bozulmayışları, kızmayışları pollyannalıklarından değil konumlarını normalleştirme derecelerindendir. bilinmeyen bir otoriteye itaat (ki otorite hep güç kullananan değildir düşünce tahakkümü de yapandır) ve bu çaresizlik ve değersizlik duygusu (çöplükten geliyoruz diyordu ruth filmde ve kathy aslını porno dergilerden arıyordu insani arzularının düşük, miserable olduğu fikriyle) yapsınlar artık diye beklenilen ve asla yakınından dahi geçmedikleri başkaldırının, isyanın ya da kaçma eyleminin gerçekleşmeyişini meşrulaştırır.

    insanın bile insandan saymadığı bir sınıfın mensuplarından kopyalanmış olduklarından, haliyle asıllarından dahi değersizdirler. nitekim bu kabullenişle, klon kahramanlarımızın en sivrildikleri nokta bir "kurtuluş" talebi değil de "olağan"ın ertelenmesi taleplerini duyguları olduğunu ispatla iletmeleridir. "insanız" diye çığlık atmazlar bu çocuklar, insana ait şeylerden kendilerinde de kırıntı olduğuna atfen sanatı aşklarına değil de, her ikisini insanlıklarına delil yaparlar. oysa "insan" tanrıdır bu filmde, klonlar ise tanrı suretinde yaratılmış yedek parça kullar. ancak bu onları insan yapmaya yetmeyecektir.

    ve nitekim onlar için üzülen empati kurabilen tanrılardan biri de doğrular insan olmadıklarını: you're poor creature...

    --- spoiler ---

    sonuç olarak mutada dönersek, görüntüler, oyunculuk mükemmel ve o sıkışmışlık duygusunu ve kahramanların yapamadıklarını yapma (kaçsanıza lan!) isteğini utançla birlikte izleyicisine bırakan muhteşem bir film.


    (chate noire - 28 Ocak 2011 15:33)

  • comment image

    boğazınızı düğüm düğüm eden filmlerden. hem de bunu abartmadan, sakince ve derinden yapıyor. filmin başından beri bir kitap uyarlaması olduğu anlaşılıyor. kitabını ne kadar okumasamda filmi beğendiğimi söylemeliyim. müzikler, özellikle görüntüler çok güzeldi. bu arada keira knightley oldum olası gıcık olduğum bir aktris, sebebini bilmiyorum ama öyle. filmde de cuk oturmus kendisi. carey mulligan da bir o kadar güzel ve zarifti...

    --- spoiler ---

    arkadaş ne var ya basıp gitseydiniz, kaçsaydınız nerden bilim koyun gibi sıra beklemeseydiniz bizi böyle daraltacağınıza!

    ---
    spoiler ---


    (tyhjyys - 1 Şubat 2011 03:33)

  • comment image

    insanda üç kuruşluk huzur bırakmayan film.

    --- spoiler ---

    evet insanların bi yaşam döngüsü var: doğuyorsun, fırsat bulabildiğin kadar yaşıyorsun, ölüyorsun. ama allah'ın tepesinden bakmasını şu an canı gönülden istediğim yazar; niye insana zorla sorgulattırıyorsun yok efendim yaşamak ne demekmiş, hak ne demekmiş, kabullenmek ne demekmiş. kaç gündür benim klondan ne farkım var laan diye paralandım resmen. halbuki ben standart birey vurdum duymazlığımla ne kadar sığ ne kadar mutluydum, bir kez daha..

    ---
    spoiler ---

    keşke bu kadar güzel çekmeselermiş. kitabı okumadığım için muhtemelen iki kat fazla çarpmıştır beni ama; anlatımı gerçekten çok etkileyiciydi.


    (kaderdiyemessinhe safuckingdick - 27 Mart 2011 01:10)

  • comment image

    --- spoiler ---

    kitabın üstüne filmi de izledim. bir saat kırk dakikalık ağlama filmi bu bildiğin. ben de zaten ağlamak istediğim için izlemiştim o da ayrı bir mesele. müzikler de yeteri kadar can alıcı olmuş. carey mulligan da andrew garfield da gayet başarılı. keira zaten iyi bir oyuncu ama carey'i ilk izleyen biri olarak etkisinde kaldığımı söylemem gerek. allah'ım yarabbim ağlama duvarına çeviren bir film bu. klonuna da dnasına da... sanki gerçek hayatta da böyle değil miyiz? isyan edesim var.

    ---
    spoiler ---


    (karisik kuruyemisin antep fistigi - 30 Mart 2011 19:54)

  • comment image

    içimi sıktı bu film.
    kötü olduğundan ya da başka sebeplerden diil, belki tamamen kişisel. geride bırakmak istiyorum hemen. hiç ağlamadım, derinlemesine etkilenmedim mi demek bu? ama rahatsız oldum evet.
    ileride bir gün sorgulanır...

    edit:
    uyuyup uyandım üstüne. bütün film boyunca insanın içinde tek bir soru çınlıyor: "neden kimse isyan etmiyor?" neden kaçmıyorlar? neden çitin ardına geçmek düşünülebilir bile diil. neden inadına intihar etmiyorlar mesela? çocukluktan itibaren beynimize kazınan abuk sabuk hikayeler gerçekten bu derece etkili olabilir mi? hayata dair korkunç hikayeler...
    yani özetle; organlarımız için diil üretim ya da emek değerimiz için yaratılıyorsak, "birileri" hayatlarını daha iyi geçirebilsinler, "birileri" ihtiyaç duyduklarında bizi kullanabilsinler diye ve isyan edemiyorsak, geçirdiklerine ve edemediğimize göre, isyan edemememiz en az filmdeki kadar rahatsız edici diil mi? ya sistemin -hayatın- dışına çıkışımızı engelleyen görünmez çit, çocukluğumuzdan itibaren beynimize kazınan safsatalarsa? ve tükenişimizi erteleme aracı olarak aşkı/sanatı görüp saf bir şekilde aşkın/sanatın bu aptallığımızı bize bir ruh katarak engellemek/ertelemek için son sığınak, bir kurtarıcı olduğunu sanıyorsak, filmdeki karakterler kadar aptal diil miyiz biz de?
    aşka ve sanata sığınıp sonumuzu, kaderimizi, başka birileri için var olduğumuzu, bir değerimiz olmadığı gerçeğini yok etmeye çalışırken, aşk da sanat da bize oyalanalım diye verilmiş kırık oyuncaklar mı aslında? erişmemize izin verilen artıkların bedelini elimizdeki tokenlarla öderken sevinçle...
    neden kimse isyan etmiyor? neden kaçmıyoruz?

    edit2:
    bir de bakıcılar (carer) konusu var, farklı bir okumayla donörlüğü kapitalist düzende birileri için modern köleliğe mahkum hayatımız olarak alırsak, donörlerden bazılarının diğer donörlere bakmak gibi -tüm gönüllü faaliyetler, bağışlar, dernekler, psikolojik destek oyunları vb.- ek bir görevi üstlenmesi de -bakıcılığı başarabilir olması ya da kendini bununla rahatlatması da- diğer bir etkileyici eleştiri noktası olabilir.
    bakıcılar, hem sistemin en içinde yer alan kişiler, hem en fazla şeyi onlar görüyor, hem de en isyan etmeyenler onlar aslında. en kadercileri en care edenler -care eden ne ya? türkingliş- olarak anlatıyor film. ki bütün gönüllülük, bağış vb. -çevrecilik, öğretmencilik, psikolojik destekçilik vb.- "iyi" davranışları kaderi kabullenme ve isyansızlık üzerinden çok sağlam şekilde eleştiriyor diyebiliriz. -aşırı okuma da olabilir mümkündür-

    bu noktada kendine değer vermeme sistemin oyuncağı olmaya, kendine daha da az değer verme ise gönüllülüğe itiyor insanı diyebiliriz. ortak tek bir nokta ise isyansızlık. aşkı için karşı çıkmayan, hayatı için de çıkmıyor..

    temel problem kabullenme. tommy en azından çığlık atıyor. ruth en azından kıskançlığından kötülük yapıyor veya düzeltiyor. kathy bu noktada sadece izliyor, en başından beri. en isyan etmesi gerekenken en isyan etmeyeni suçluyor film bence. en eylemsiz olarak parmakla gösteriyor.
    öz değer eksikliğinin (lack of self esteem or lack of self respect, or lack of a self or lack of a self image), çöp olduğuna inanmanın etkileri de olabilir, isyansızlık. tanrı fikri insan'ı kul'laştırdıkça da sistemle bunca uyumlu hale gelmiş olabiliriz. tanrı'yı yarattığımız noktada değer taşıyan her şeyi insan'dan koparmış olabiliriz özünde. poor creature olabilmemiz için bir tanrı gerekiyor. onun tanrısal özelliklerine erişebilmek için "ruh" taşıdığımızı sanatla aşkla kanıtlamamız gerekiyor...

    bir anlam yaratma çabamızın -filmdeki gibi- bedenle sınırlandırılması ile -günlük hayatımızdaki gibi- eylemle, işle sınırlandırılması arasında gerçekten fark var mı?

    sistemin saçmalığını bile göre, sistemin mağdurlarına destek veren, iyilik yapan, kendinden veren gönüllüler; bu sistemi en çok kabullenenler, dolayısıyla sisteme en isyan etmeyenler, edemeyenler, sistemi durmaksızın çoğaltanlar diil mi? diil miyiz?

    edit3:
    aşkın ya da sanatın sistemden kaçma yolu olarak bilindiği bir yerde -tek yolken çocukluğumuzdan beri duyduğumuz efsanelere, hikayelere göre- aşkı ve sanatı gerçekten yaşamamız, yaratmamız mümkün mü?

    aşkına sahip çıkamayan hayatına sahip çıkabilir mi? isyan etmeyen aşık olabilir mi?
    bir noktada aşk çığlık atmayı gerektirmez mi, durdurmayı, en çok aşkta isyan yok mudur? isyanın olmadığı yerde herhangibir hayatın, ruhun, bedeni oluşturan et parçalarından ötede bir anlamı olabilir mi ki?
    bedenlerine tıkılmış, bedenlerine indirgenmiş insancıkların daha iyisini hak eden bir ruhları olduğunu kanıtlamak için filmdeki gibi aşk yaratmaları mı daha acıklı, yoksa günümüz gerçekliğindeki gibi artık aşk yaratmaya bile tenezzül etmemeleri mi? yaratamamaları mı daha acıklı, yaratıldığında bir işe yaramaması mı?

    tüm efsanelerin, masalların, filmlerin, hikayelerin anlattığı "aşk bizi kurtarır" umudunun aleni bir yalan olması mı daha acıklı, buna inanacak kadar saf olduğumuzu fark ettiğimiz anda çığlık atmaktan öte yapabileceğimiz hiçbir şey olmaması mı? kurtuluşun tek yolunu aşk kılarken, aşık olup da aşkın da kurtarıcı olmadığı gerçeğiyle karşılaştığımızda yıkılanın kurtuluş umudumuz olması çok acıtıcı diil mi? daha da isyan duymamız gerekirken daha az isyan edebilir olmamız nasıl bir öğrenilmiş çaresizlik mesela?

    ve aşık olduğu insanı ölüme gönderebilen kişinin aşkı aşk mıdır?
    -gelinmemesi gereken soru buydu bugün. yazı durdu. durdum.-


    (pati - 7 Nisan 2011 00:14)

  • comment image

    kazanın doğurduğuna inanıyorsunuz da öldüğüne niye inanmıyorsunuz diyesim geliyor filmin üzerine kurulduğu temeli mantıksız bulanlar için.

    edebiyat ve sinema tarihinde ben bilimkurgu tarzında yazıldım/çekildim demeyen nice film vardır hiç varolmayan bir yaşam/toplum bçimini veya hayatları konu edinen. amacı da olabilirliği düşünmektir. district 9 niye çok sevildi mesela? baştan zaten uzaylının dünyaya gelip böyle christopher diye isim filan alıp gayet normal yaşamalarını kabul etmemizin sorumlusu filmin sergilemekte serbest olduğu hayalgücüdür değil mi? ama sırf bunu mu düşündürdü mesela district 9? ırkçılık, yabancılık, azınlık kavramları uçuşmamış mıydı izleyenlerin bir kısmının kafasında? bir kısmı diyorum tabii çünkü bir şey göze sokulmadan ve 'ben lafımı ortayan koydum beğenen alııır beğenmeyen gider!' demiyorsa fikir düşünmek pek olası olmuyor.

    diyeceğim şu ki. yazarı tarafından 2005 yılında yazılmış bir kitapta hikaye 1967 yılında ve o yıl için dünya tarihimizde yer almayan tıbbi/teknolojik gelişmelerin olmuş olduğu varsalıyarak başlıyorsa zaten zaman-mekan-olay mantığını aramak baştan saçma oluyor. yani kitap geriye dönük olarak, o tarihte bu tür bir teknolojinin var olmadığı bilinerek yazıldı. şimdi 'klonlama var mıydı o zaman laaaa çok saçma film' diyenlere birinci fiskemi burdan gönül rahatlığıyla savurmak, sonra da git biraz dolaş hava al gel demek istiyorum. bir de üstümüze bir şey alırken sağını solunu iyice inceleyip alalım ki sonradan sürpriz olmasın ilk başta göremeyeceğimiz bir yerinde defosu filan varsa.

    sonracığıma insanın yaşama içgüdüsü her şeyden baskın gelir, bir diğer karşı argüman. karşim, gelir, bu böyle, bu hayatta, bu ekolojik sistemde böyle. evrim filan, böyle. güçlü olan ayakta kalıyor filan. sonra nazi dönemi deneyleri var. insan kendi yaşamına o kadar bağlıymış ki hani çocuklanın ölümünü bile göze alabiliyorlarmış filan. hatta böyle mangal gibi şeylerde kadınlar popoları yanmasın diye bebeklerinin üzerlerine oturuyorlarmış, o denli düşün. bunlar buralarda var.

    ama film, bize bizim toplum yaşamımızı sunmuyor. görüldüğü üzere karakterler tam ve bildiğimiz şekilde insanlar. ama yetişkin olup okul sınırlarından ayrılmış olmalarına rağmen kollarındaki çipli bilekliklere isyan etmeyip, tabi oldukları yaşama biat ediyorsa bu insanlar -en azından film bize isyan edeni, takip sisteminde kalmasını salayan çipli bilekliğinden kurtulmak isteyeni göstermiyor, düşün sen istersen belki olmuştur öyle, ama bunu göstererek zaman harcamak istemiyorum çünkü bunların yaşamlarının bu biçimine sıkı sıkıya bağlı olduklarının önden önden kabul edilmiş olduğunu varsaymanız için elimden geleni yaptım diyor, nerde yaptın diyorsan da yaptığımı varsay çünkü bak olayın oralarıyla hiç uğraşmadan olayı buradan anlatıyorsam bir sebebi var diyor, ki bu sebep de zaten bu yaşam biçiminin doğallığının izleyici tarafından önden kabul edilmiş olması gerekliliği- demek ki toplumsal bir durum oluşmuş orda, insanlıkla ilgili. yani sorgusuz tabi olunan inançlar ve toplumsal yaşama biçimleri. şimdi burada, bizim yaşadığımız zamanda da böyle değil mi? doğduğumuz andan itibaren bir yaşantıya düşüp bizden çoook önceden belli olmuş tüm kavram ve değerleri soğukkanlılıkla kabul ederek ve içinden çıkmaya çalışmayarak yaşamıyor muyuz?

    belki sen sen olmasan, burada olup bitene çok uzaktan baksan, gündelik ve 'normal' olarak yaptığın, sergilediğin tüm davranışlar akıl alır gibi gelmeyecek? içgüdü dediğin ve oooh diye üzerinden attığın şey de öğreti olabilir? veyahutta aşk dediğin, acı dediğin, yağmurda öpüşmek dediğin? toplumun kurguladığı ama senin de hemencik öyle kabul edip bir de aiiyy filmlerdeki gibi tıpkı diye heyecanlanarak anlattığın şeyler olabilir. olabilir yani gençler.

    bu film mantıklı olmak zorunda değil, fantastik ögelerinin bokunu çıkararak dünyalar arası transferler gerçekleştirerek ben bilimkurguyum ve değişik bir yaşamı düşündürtmeye çalışıyorum demek zorunda da değil. sosyolojik bir deneme olması; film bitmiş ve vizyonlara girmiş olmasına rağmen yönetmenden ve senaristten önce zekilerimizin filmdeki mantıksızlığı fark etmiş olmalarından daha olası bence. daha olası yani. daha.

    o halde yaşamlarımızdaki çeşitliliği kutlayalım ve bu zamana kadar yaptıklarımıza soğukkanlılıkla devam edelim.


    (boris - 26 Nisan 2011 18:50)

  • comment image

    3 haftadır etkisinden kurtulamamışım sanırsam ki aklıma gelip gelip duruyor.

    --- spoiler ---

    tommy allah belanı versin. erkek milleti diil misiniz hepiniz aynısınız!!!! orda gül gibi aşık kathy varken hemen ilk kaşı gözü oynayan kevaşeye koşa koşa git zaten, sonra da ben hep seni sevdim bilmem ne. iyi oldu sana, sırf senin götlüğünden beraber olamadınız, arabadan inip bağırırsın öyle işte,, aferin.

    ---
    spoiler ---

    çok sinirlendim şu an aklıma geldi de.


    (armandez de vitoro - 26 Mayıs 2011 01:16)

  • comment image

    --- spoiler ---

    hailsham'de sabah toplandıkları sırada kathy, tommy ve ruth kahpesinin el ele tutuştuğunu gördüğünde o tüm saflığıyla iç çekti, boğazı düğümlendi ya, öldüm ben burda arkadaş. o nasıl güzel bi oyunculuktur. o nasıl bi dayanamamadır. resmen öldü o anda ve ben bizzat hissettim o duyguyu.

    ---
    spoiler ---

    izleyin derim, güzel bir film.


    (elaine marie benes - 29 Mayıs 2011 00:41)

  • comment image

    filmin sonu derinden vurur insani. biz filmdeki genclerin caresizligine uzulurken ve acirken kiz son sahnede bizi silkeler ve der ki;

    spoiler

    bazen kurtardigimiz insanlardan farkli bir hayatimiz olup olmadigini merak ediyorum. cogumuz neden bu dunyada oldugumuzu, neden yasadigimizi bilmeden ve ne kadar zamanimiz oldugunu hissedemeden bu hayati "tamamliyoruz"...

    spoiler

    hepimiz oyle veya boyle bir misyonu tamamlamak icin bu dunyadayiz.

    not: ilk defa spoiler kullandim ve cok heyecanliyim,evet.


    (dolls - 1 Ağustos 2011 15:15)

  • comment image

    (bkz: florence and the machine)
    (bkz: ceremonials)

    looking up from underneath,
    fractured moonlight on the sea.
    reflections still look the same to me,
    as before i went under.

    and it's peaceful in the deep,
    cathedral where you can not breathe,
    no need to pray, no need to speak
    now i am under.

    oh, and it's breaking over me,
    a thousand miles down to the sea bed,
    i found the place to rest my head.

    never let me go, never let me go.
    never let me go, never let me go.

    and the arms of the ocean are carrying me,
    and all this devotion was rushing out of me,
    and the crashes are heaven for a sinner like me,
    but the arms of the ocean delivered me.

    though the pressure's hard to take,
    it's the only way i can escape,
    it seems a heavy choice to make,
    now i am under.

    and it's breaking over me,
    a thousand miles down to the sea bed,
    i found the place to rest my head.

    never let me go, never let me go.
    never let me go, never let me go.

    and the arms of the ocean are carrying me,
    and all this devotion was rushing out of me,
    and the crushes are heaven for a sinner like me,
    but the arms of the ocean delivered me.

    and it's over,
    and i'm goin' under,
    but i'm not givin' up!
    i'm just givin' in.

    woooah!
    slipping underneath.
    woooah!
    so cold, but so sweet.

    in the arms of the ocean, so sweet and so cold,
    and all this devotion i never knew went on,
    and the crashes are heaven for a sinner released,
    but the arms of the ocean delivered me.

    never let me go, never let me go.
    never let me go, never let me go.

    delivered me.

    never let me go, never let me go.
    never let me go, never let me go.

    delivered me.

    never let me go, never let me go.
    never let me go, never let me go.

    never let me go, never let me go.
    never let me go, never let me go.

    and it's over,
    and i'm goin' under,
    but i'm not givin' up!
    i'm just givin' in.

    woooah,
    slipping underneath.
    woooah,
    so cold, but so sweet


    (july12 - 30 Ekim 2011 22:22)

  • comment image

    izleyiciyi durtuklemek isteyen bir fim.
    yazin urunu oldugu daha ilk sahnesinden belli.
    bu nedenle dusunmek, eselemek, kurcalamak gerekiyor. the island'dan farkli olarak.
    ancak dunya eskisine gore cok daha hizli dondugu icin (oyle degil mi yoksa?), bulmacali sorgulamacali kendini isin icine katmacali yapitlar pek tutmayabiliyor. zaman darliginda zor gelip eglenceli bulunmayip, kapiyi kapattirabiliyor okura, izleyiciye.

    kendi adima, ilk izlenimlerimde "hayatta kalma güdüsü"nun yoklugu, karsit gorusun savasimin direnisin yoklugu gozume batmisti.
    sonucta bir sinema filminde gerceklik, kurgusal tutarlilik, mantiksal baglar aramaya aliskiniz. mantigimiz da diyor ki, yerlileri kesen cizvitlere de, kolelige de, hayvanlarin deneylerde kullanilmasina da karsi cikanlar direnenler hep var olmustur. hayatta kalma gudusu herseye baskin gelms, gaz odalarinda bile bir incecik delikten filiz vermistir.
    (bu eksikler bir seylerin altini bos birakiyor benim icin, etkiyi torpuluyor. belki boyle olmasi gerekiyordur, ya da erisemiyorumdur.)

    durtukleme kisminin pesini birakmayalim.
    filmin bittigi, biraktigi yerden surdurelim.
    aslinda yapimin derdi baska yerlerde, sistemi ayna-ters edecegi bir egretilemenin pesinde.
    bir kurgu bilim yapimina 2050 yerine 1950'lerden girmek nedendir? buradan yola cikilabilir yapimin neyi amacladigini, neden bu yoldan gittigini sorusturmaya.
    egretilemenin pesinde, bu sorularin yanitlarinda, icinde bulundugumuz gerceklikle, bagli bulundugumuz kosullarla ilgili, bizi ayiran duvarlarla, sinirlayan cizgilerle ilgili, yuze su carpan yansimalar var .

    izleyenlerin genelde aklina "neden isyan etmiyorlar?" takilmis.
    bir kenara koymak gerek, su anda bizi izleyenlerin aklina da ayni seyin takilmadigi nereden belli?
    hani w. reich demisti ya, "asil aciklanmasi gereken, neden ac insanin caldigi ya da somurulen adamin grev yaptigi degil, neden ac insanlarin cogunun calmadigi ve somurulenlerin cogunun greve gitmedigidir."
    "neden isyan etmiyorlar?" diye soran izleyici, ya sen neden isyan etmiyorsun?

    bir gorev pesinde, bir odev bilincinde, yasamdaki sorumluluklarini bilen sinirlarini cizgilerini hadlerini ozumsemis cocukcagizlara aciyoruz.
    onlari parca parca eden, guzel yuzlerine baktiginda "et", "kan", "organ" goren 'ulusal organ bagisi sistemi' zalimligine kiziyoruz.
    kollarina bagli elektronik kelepceleri garipsiyoruz.
    peki sabahlari aynamizdan ne yansiyor?
    mudurumuz, patronumuz, dekanimiz, komutanimiz, valimiz, komiserimiz, muhabirimiz, doktorumuz, reklamcimiz, avukatimiz, emlakcimiz bize baktiginda ne goruyor? simdi oturdugunuz yerde yigilip kalsaniz, yarin sabah ne degisir bunlarin bakislarinda?
    su anda simdi, kimileri isyerlerine giriste cikista kartlarini okuturken, insancil gereksinimler icin tuvalet takip sistemi'ni kullanirken ne duyumsuyoruz?

    sanat galerileri, salonlar, piyasalar; zenginler ve kose baslarini tutmus bilgicler icin tatmin yeri. "bu zavalli yaratiklarin ruhlari var mi?", "yaraticiliklari, akillari calisir mi?" diye soranlar icten ice.
    bildiniz mi, "ormani ormanin icinden anlatmak" nicedir? ya da sait faik'in birkac on yil once sordugu, "bir yangindan sadece bir tek seyi kurtarabilecek durumda olsaniz 'la joconde' tablosunu mu kurtarırdınız, yoksa bir zenci cocugunu mu?” sorusuna ne yanitlar almistir?

    kendi egitim aldiginiz kurumlara, ogretmenlerinize yoneticilerinize bir baktiniz mi hailsham'i, oranin ogretmenlerini, mudiresini gaddarlikla suclamadan once.
    ogretmenleriniz ki, vatana millete hayirli evlatlar yetistiren. gerektiginde sehit suheda, kinali kuzu. saci giyimi ahlaka uygun. oturmasini kalkmasini bilen. oldu tecavuze ugradi, yine bile gikini cikarmayacak, edepli uslu kendi sehpasini sessizce tekmeleyecek. kimi aciktan vatana millete zararli cocuklar yok edilsin diye dusunen, gereginde polisi askeri zararli tohumlarin uzerine capalamaya gonderen. kimi bunu alttan alta duyumsayan, duyumsatan.
    okuttugu kitaplarda; atalarinin kilicindaki kan lekelerini opmeyi gorev bildirecek, evdeki silahin namlusunu agzina sokup cikarmaktan zevk aldiracak meseller gizli.

    hailsham'da uydurulmus o aptalca oykulere masallara kanan cocuklara gulmeden, "citlerine disina bunun icin mi cikmiyorlarmis?" demeden, "sahiden ruhlarinda ask oldugunun anlasilacagina, bunun icin birkac yil kazanacaklarina inanmis bu bunlar?" diye soylenmeden once, "cinler", "periler", "mizrakli ilmihaller" neremizde duruyor bir dusundunuz mu?
    siz nicin sinirlarin icindesiniz ornegin? tuttugunuz takima bagliliginiz, inandiginiz dinin kurallari, saygi duydugunuz kisiler, dogru buldugunuz politikalar. gercekten, sahiden, neden?? fisiltiyla kendi kendinize de olsa nedir yaniti? neden oturuyorsunuz su anda burada, neden duruyorsunuz orada?

    dostoyevski, "eger bir kentin mutlulugu, her gun bir kucuk kizin iskence gormesine bagli olsaydi hangisini tercih ederdiniz?" diye sormustu, konformizmi durtuklerken.
    guantanamo'ya, irak'a, diyarbakir cezaevi'ne, pozanti'ya filan girmeyelim hic.
    sokakta yururken gordukleriniz yetmez mi? gazetelerde ucuncu sayfalarda, haber bultenlerinde karsiniza cikanlar? mutsuzlar, dislanmislar, asagilanmislar, ezilmisler, "hayatin sillesini yemisler". bir avuc insanin zevki sefasi sursun diye aclikla, cehaletle, yoksullukla, yoksunlukla bogusan milyarlarca insan. temiz suya, temiz tuvalete erisemeyenler. yarin sabah nereye uyanacagini bilemeyenler. sabaha sag salim cikacagini, pazar yerine sag salim varacagini bilemeyenler. temiz giysilerini giyip cikip kirlarda sahillerde dolasamayanlar. issizler. kimsesizler. borcundan nefes alamayanlar. can sikintisindan bogulanlar. kimselerce anlasilamayanlar.

    bir yerlerde yaktilar diri diri, "yok baska bir cehennem yasiyorsunuz iste" diyenleri.
    bir yerlerde kanali degistirip gectiler.
    bir yerlerde yakaladilar, boyunlarina zil takip saldilar ormana, ac kalsinlar diye.
    bir yerlerde koseye kistirip sovduler, dovduler.
    bir yerlerde sabah dortte yagmurlarla surduler.

    yeserdi mi cehenneminiz?


    (viva paulista - 16 Mart 2012 04:23)

  • comment image

    --- spoiler ---
    çok yanlış zamanda okumaya kalktığım kazuo ıshiguro romanı. ruth'un, tommy'nin her organ bağışıyla
    ben de birer birer veda ettim sanki iç organlarıma. organ bağışı için dünyaya getirilmiş, bundan başka hiçbir değerleri yokmuş gibi davranılan çocuklar bana nasıl da gezi parkı olayları'nda üst üste kaybettiğimiz beş çocuğu anımsattı. romandaki çocuklar ne kadar değer görmüyorsa, ne kadar insan yerine konulmuyorsa o hayali ortamda, bizim çocuklar da burada o kadar değersiz görülüyor hükümet ve hıh deyicileri tarafından. romanda çocukların ölümü "ölüm" diye adlandırılmıyor. "tükenmek" diyorlar birkaç organ bağışından sonra ölümlerine. sanırım bizden iyi yine de durumları. burada ölümlerden bahsetmiyor bile güçlü olanlar. ve kitapta olduğu gibi bizde de, kim güçlüyse o suçlu.
    ---
    spoiler ---


    (kirmizinintekrari - 11 Temmuz 2013 21:44)

  • comment image

    cuma günü izlediğim, bütün hafta sonumu mahveden film.

    filme/kitaba dair genel olarak herkes niçin kaçmadıklarına, isyan etmediklerine kafayı taksa da ben çocukluklarında asılı kaldım. hemen sebebine gelirsek;

    --- spoiler ---

    tommy sorunlu ve hırçın bir çocuk. herkes tarafından özellikle de ruth tarafından dalga geçilen, istenmeyen bir çocuk. ruth'un yakın arkadaşı kath ise tommy'ye aşık. aşkın dönüştürücü, iyileştirici gücü tommy'yi de etkiliyor. tam kath ve tommy olmuş derken, ruth araya giriyor ki ne giriş. tommy saçma bir şekilde kath'i bırakıp, ruth ile takılırken, kath sadece onların ayrılmasını beklemek zorunda kalıyor. bir çok kimse ruth'a gıcık olmuş ama ben zerre sallamadım kendisini. burada dangalaklığın daniskasını tommy yapıyor.

    yıllar geçiyor ve kendi aşkına değer biçemeyen başkalarının gözünde bir zavallının ötesinde olmayan tommy, aşkını bir kaç yıl yaşamak için onlardan müsade istiyor. sen o aşka değer verdin mi ki başkalarından bunun değerini ölçmelerini bekliyorsun? onların gözünde sadece "poor creature" iken hem de. ah tommy ah. evet sizler sadece organları alınmak üzere beslenen, büyütülen ve görevini tamamladığı an yok olacak canlılardınız. ama diğer kopyalara göre şanslıydınız da. hailsham'daydınız. iyi eğitim aldınız. güzel bir ortamda büyüdünüz. ve bir kız geldi, tuttu ellerinden. sen ne yaptın? niye yaptın? niçin kısacık ahir ömrüne kath'i sığdıramadın da gittin ruth'un ellerini tuttun. hem de kath'e aşıkken, o da seni seviyorken, çaresizce seni bekliyorken?

    ben sizin başkaldırmanızı, kaçmanızı beklemedim hiç. isyan edebileceğinizi aklıma bile getirmedim. biz güya özgür insanlar, neye başkaldırıyoruz ki? aramızda en çok ezilenler, güçlüyü en çok destekleyenler değil mi? onlara başkaldırdığımızda bizi dibe çeken onlar değil mi? o sebeple sizden böyle bir beklentim yoktu. tek beklentim, bir gün kath'e ben seni seviyorum diyebilmendi. onu bile senin yerine ruth yaptı. ruth bile senin aşkına senden çok değer verdi. sense tuttun sizi sadece organlarınız için yetiştiren bir sistemden aşkınız için af bekledin. sen o aşka yıllar önce sahip çıkacaktın tommy. o zaman o çok yücelttiğin aşkı yaşamak için en az 20 yılın olur; 3-5 yılın peşine düşmezdin. geçmiş olsun.

    ---
    spoiler ---

    filmin çekildiği mekanlara bayıldım. müziklerin tadı ise hala damağımda. bu da içimi en çok acıtanıdır.
    https://www.youtube.com/watch?v=ve81_zc5ocu


    (ruhhastasindanhallice - 23 Şubat 2014 16:21)

  • comment image

    daha girişinde bile, filmi yorumlamak için ihtiyacınız olan tüm cümleleri elinizden, parmaklarınızdan ve belleğinizden kopartan bir film.

    açıkçası ''üzerine yazmakta zorlanıyorum klişesini'' kullanmaya çekiniyorum ama tam olarak bu hissiyatın ete kemiğe büründüğünü hissediyorsunuz film bittiğinde.kitabını okumadım. okumayı da düşünmüyorum. bir kez daha rahatsız olmak istemiyorum. eminim ki kitap daha da rahatsız edicidir.

    yalnız onlar ne kadar güzel renkler, ne kadar güzel mekanlar, ne kadar güzel eşyalar, kıyafetler. ne kadar güzel carey mulligan. ne kadar boktan keira knightley(bu filmden bağımsız olarak da). ve ne kadar boktan hayatlar.

    --- spoiler ---

    şu neden kaçmadılar olayı ile ilgili konuşmanın pek lüzumu yok açıkçası. neden bu kadar takıntı edildiğini anlamadım. kitabı okuyanlar açıklamışlar zaten de, bunu anlamak için kitabı okumak gerektiğini düşünmüyorum. filmden hatta filmin konusundan bile çıkarım yapılabilecek bir durum. zira filmde, yetiştirilen klonların gerçek hayat algılarının olmadığı çok net bir biçimde görülüyor. hatta sipariş sahnesi bunu anlamak için yeterli.

    böyle sevebiliyorlarsa kaçmayı da öngörebilirlerdi diyenler için; sevgi insan doğasında olan bir şey. duygularınızı kimse size öğretmiyor. duyguların öğretilen şeyler olduğunu düşünenlerse kaçmaktan başka bir şey yapmıyorlar.

    filmin sonunda o müdire kadın da, isyan edememelerinin sebebini hem onlara hem izleyiciye açıklıyor:

    ''ruhunuzda ne olduğunu görmek için galeriyi kurmadık, ruhunuz var mı diye görmek için kurduk.''

    ve tarlayı çevreleyen çite takılmış poşet ve kumaş parçaları. çitin ötesine geçemeyen çocukların betimlemesi.

    ---
    spoiler ---

    insanların zevklerine olabildiğince saygılı olduğumu düşünürüm fakat bu film için bu hissiyatımı bir kenara bırakıyorum. vasat film falan diye yazanlar gördüm. hadi hikayeden etkilenmedin anlarım da, o renklerden, mekanlardan, kıyafetlerden de mi etkilenmedin? sadece hikayeden bağımsız bu konsept bile filmi vasatın üzerine çıkarıyor. ya da britanyayı çok seviyorum. bilmiyorum. sadece, mutlaka izleyin.


    (heolm - 19 Mart 2014 05:27)

  • comment image

    kazuo ishiguronun 2005 yilinda yayimlanmis inanilmaz etkileyici kitabi. icinde genetik test tartismalardansa sembolik anlamlar aramaya dalinasi, orasindan burasina suruklenilesi ve, evet, defalarca okunasi kitabi.

    olayin aslinda sade bir yetimhanede gecmedigini ilk anladimda, konunun hollywoodda para basmasi planlanmis bir senaryayo donuseceginden korkmadim degil acikcasi. dilin sadeligi de tabi aksine bir tuyo vermedi. ancak son elli sayfa sendromundan yeni kalkmis biri olarak rahatlikla ifade edebilirim ki never let me go bir filmde şık duracak bir oyku olmakla beraber, kesinlikle bu amaca hizmet etmiyor.

    --- spoiler ---
    bir miktar spoiler yapmak gerekirse, kitapta organ bagislari ile beraber hayatlarini da tamamlayan donor arkadaslarinin hikayesi 31 yasinda ne hikmetse hala carer* olan kathynin agzindan anlatiliyor. simdi konunun organ bagisi ile sinirli kaldigini sanmayin, zira bu aslinda klon olan arkadaslar klonlarin da ruh sahibi oldugunu ve kaliteli bir hayati hakettigini kanitlamaya calisan insanlarin kurup yasattigi hailsham yetimhanesine buyuyorlar.
    ---
    spoiler ---

    ve bir de kitabi okuma firsati bulursaniz unutmayin ki "norfolk is the lost corner of england" ve aradiginiz kaybettiginiz herseyi orada bulabilirsiniz.


    (arundati - 4 Mayıs 2005 00:46)

Yorum Kaynak Link : never let me go