Çıkış Tarihi     : 06 Ocak 1985 Pazar, Yapım Yılı : 1985
Türü                : Döküman
Taglar             : ikinci dünya savaşı,Soykırım
Ülke                : İngiltere
Yönetmen       : Jon Blair (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Jon Blair (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Dirk Bogarde (IMDB)(ekşi), Emilie Schindler (IMDB)(ekşi), Oskar Schindler (IMDB)(ekşi), Winston Churchill (IMDB)(ekşi), Hermann Göring (IMDB)(ekşi), Adolf Hitler (IMDB)(ekşi), Josef Kramer (IMDB)(ekşi)

Schindler: The Documentary (~ Oskar Schindler) ' Filminin Konusu :
Schindler: The Documentary is a TV movie starring Dirk Bogarde, Emilie Schindler, and Oskar Schindler. The true story of Oskar Schindler's exploits in which he saved a thousand Jews from the ovens of the death camps, s told by first...

Ödüller      :

BAFTA:Flaherty Documentary Award (TV)


  • "tayyip erdogan'dan azari isitmesi yakindir."
  • "bu hengamede sol framede belirince korkutmuştur."
  • "amerikan bayrağına bakarak 31 çektiği fotoğrafları çıkması muhtemel bir yönetmen."




Facebook Yorumları
  • comment image

    jurassic park filmi için ideal dinazor ayağının yere basma sesi efektini bi türlü tutturamamış. sonunda su doldurduğu bi bardağı ters çevirip masaya koymuş içine de mikrofon yerleştirmiş masadaki minik deliktende elektro gitar teli geçirmiş gitarı da anfiye bağlayıp vurmuş tele çıkan sesi de sözkonusu efektte kullanmış.
    demek ki bir steven spielberg olmak için böyle bi şeyi aklına getirebiliecek bi insan evladı olmak gerekiyomuş. hatta zaman zaman bu yetmiyomuş.


    (aimar - 12 Kasım 2002 22:47)

  • comment image

    "sinema, genellikle anlaşılması zor, yüksek bir yaratıcılık gerilimi içeren bir özün sanat biçimidir. bu, ben anlaşılmak istemiyorum demek değil, ama, spielberg gibi, örneğin genel kitle için bir film yapamam. eğer yapabileceğimi keşfetseydim acı duyardım. eğer genel bir izleyici kitlesine ulaşmak istiyorsanız, star wars ve superman gibi, sanatla hiç ilgisi olmayan filmler yapmalısınız. bununla halkın aptal olduğunu söylemek istemiyorum, ama onları memnun etmek için de kesinlikle böyle bir ıstıraba katlanamam.

    andrey tarkovski


    (cyrano - 23 Nisan 2003 03:54)

  • comment image

    eksi sozluge guvenip insanlar hakkinda fikir sahibi olmamamiz gerektigini bir kez daha hatirlatmis adam. cunku herkes kafasina gore biseyler uydurup burada %100 gercekmis gibi yazabiliyor. evet bu adam abd milliyetcisidir, musluman dusmanidir da belki bilemem ama 2012 oscar torenindeki mimiklerinden bunu cikarmak icin kafadan sakat olmak gerekir.

    http://www.youtube.com/…atch?v=koeuggqtqwg#t=02m25s

    link duzeltildi.


    (cegevera - 4 Şubat 2013 09:45)

  • comment image

    bir spielberg filminden daha kötü bir şey varsa o da bir başka spielberg filmidir.

    onun filmleri hep söylenegeldiği gibi teknik ve mizansen açısından oldukça caziptir, renkli ve üstelik çekicidir; fakat kapitalist pazar alışkanlıkları için üretilmiştir. bu nedenle herhangi bir spielberg filmi sanat yapıtı değil, salt birer makinedir. o bir yönetmenden çok zanaatkar bir makine üreticisidir. dünya çapında onun denli ödüle boğulan ikinci bir yönetmen de yoktur. bu, festivallerin ve ödül jürilerinin zihniyetini ortaya koyması açısından ilginçtir. ama daha da önemli bir şey vardır. şu: 70'lerden günümüze film eleştirmenlerini spielberg filmlerinin meşgul ettiği kadar hiçbir şey meşgul edememiştir. binlerce yazı yazılmıştır ve yüzlerce makale. örneğin ataerkilliği yücelten, muhafazakar tematiklere haiz jaws, sosyo-ekonomik gerçekleri pas geçen gerici bilim kurgu filmi close encounters of the third kind, oidipus karmaşasını tersine çeviren çocuk masalı e.t. veya beyaz adam'ı kutsayan ırkçı ve tiksindirici dörtleme indiana jones; onun çektiği süslü ve ajitatif filmlerin politik-felsefi-ekonomik açılardan bir özeti sayılabilir. kapitalizmin hizmetinde, sınıf dinamiklerini reddeden, sömürgeci amerika birleşik devletleri'nin resmi politikalarının güdümündeki yapıtlarıyla spielberg kuşkusuz bir sinema olayıdır, hollywood sinema sanayisinde başlı başına bir fenomendir; ama 'saf sinema' ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. bunun yanıtını en iyi zaman verecektir.

    edit: güncelleme


    (hanging rock - 15 Haziran 2014 20:49)

  • comment image

    - play it again sam...
    - çalmasın, yeter ulan habire aynısını çalıp durmandan sıkıldım beh !

    steven spielberg... ismi, marka olan adam. en ünlü, en fazla tanınan, en çok izlenen, en çok güvenilen yönetmen. peki ya ben ?

    spielberg, piyanist bir anne ve soykırımda ailesini kaybetmiş bir babanın evladı. 12 yaşında film çekmeye başlamış ve 18 yaşına geldiğinde yerel sinemalarda gösterilen filmlere imza atmış. 2 adet hatrı sayılır çalışması haricinde, filmlerinde pek izlerini görmesek de ingiliz edebiyatı eğitimi alan spielberg "duel" ismindeki, artık kült sayılan gerilim/dürülüm tv filmi ile ilk çıkışını yapmıştır. burası kesin.

    duel'in ardından, sinema tarihinin ilk blockbuster'i olan, jaws gelmiştir. "filmin ilk yarısında köpekbalığını göstermem" şartı koyarak film için anlaşan spielberg'in jaws'ı gerçekten, spielberg'in hayalgücü evrenini yansıtan, sinema tekniklerine dair bir çok yenilik içeren, müthiş bir çalışma olmuş. hatta film öylesine etkileyicidir ki, yarattığı "denizde köpekbalığı olur, hın hın eder, adamın kötünü ısırır" geriliminin izleri halen silinmemiştir. ayrıca bu film yıllar boyu sürecek olan "spielberg-john williams" birlikteliğine en büyük sebep olarak gösterilebilir ki halen spielberg'in tüm filmlerinin müziklerini john williams yapar.

    2 yıl sonra kendisine en iyi oscar adaylığı getiren "close encounters of the third kind" sinema tekniği, özel efektleri ile bir çok insan tarafından sayılmış, sevilmiş, halen de güncelliğini koruyan bir filmdir. yazıktır ki, izleyememiş olduğumdan bu konuda pek bir fikrim yok, bilgim, spielberg hayranlarının bu filmi onun en önemli filmleri arasında üst sıralarda tutmalarıyla sınırlı.

    oscar adaylığı, olumlu eleştiriler ve gişe başarılarının ardından, kendine iyice güveni gelen spielberg, 1941 isminde bir komedi filmi çekerek, pearl harbour olayına nüktedan bir bakış atmak istemişse de, bu film spielberg'in en talihsiz filmi olarak tarihe geçmiştir. bu filme gelen tepkiler kendisini küstürmüş veyahut ürkütmüş olacak ki, spielberg, iyi çekeceğine inanmadığı film türlerine elini bile sürmemiş, gerilim, macera, duygusal ve mesaj kaygili harmanlar ile yoluna dewam etmiştir. gözümüz yok çok şükür ama spielberg bu dönemlerde, her şeye rağmen zengin bir adamdır artık.

    zenginin dostu zengin olur. niye diye soracak olursanız ? indiana jones... george lucas'ın kahramanı indiana jones'un senaryosu, lucas'ın arkadaşı olan, spielberg'e teslim edilmiş, tom selleck'i tüm zamanlarından en sevilen kahramanlarından biri yapacakken, selleck'in kabul etmemesiyle, harrison ford'la özdeşleşecek bir karakterin, ince espri anlayışı ve özel efektlerle donanmış maceraları gişede büyük başarı yakalamış ve 5 dalda oscar alan film, spielberg'e en iyi yönetmen oscar'ı adaylığı getirmiştir. b tipi bir film çeker gibi kaygısızca film çektiğinde spielberg'in nelere nail olduğunu bu seriden gözlemleyebiliriz.

    tüm zamanların en iyi korku/gerilim filmlerinden poltergeist'de yine spielberg'in çalışmalarıyla kotarılmış bir filmdir ve arkasından "et" gelir. spielberg'e 3. kez oscar adaylığı getiren et, yüzlerce çocuk arasında, kendisinden "hüzün" rolü yapması istenince, köpeğinin ölümünü anlatarak spielberg'i ağlatan, 12 yaşındaki bir çocuk ile içine kıraathaneden ucuza cüce uydurulmuş, boğum boğum vücutlu bir uzaylı kostümünün önderliğinde geçer [filmin, "badi" isimli bir de türk versiyonu vardır]. e.t bir şekilde yolu dünyaya düşmüş ve fakat feleğini şaşırmış bir uzaylı, çocuk da yardımsever, sevgi dolu bir velet olunca aralarındaki iletişim, bütün çocukları hatta ilgili büyükleri kendisine hayran bırakacak kadar büyük bir kitle tarafından benimsenir.

    spielberg, e.t için "kalbime en yakın film" diyerek, filmin kendi hayatıyla bağlantılı olduğu tüyosunu verdikten sonra, filmin spielberg için önemi daha iyi kavranmıştır. mesela filmdeki elliot'un babası sekreteri ile uzaklara kaçmış; spielberg'in de anne ve babası, o küçükken boşanmışlardır. spielberg filmlerle uğraşmak için pazartesi günleri okulu asarmış ve termometreyi lambaya yaklaştırıp, ısıtarak annesini hasta olduğuna inandırırmış, aynı taktiği filmde elliot'ta uygular ve spielberg'in hayatından daha bir çok kesit... filmde story board kullanılmaması ve spielberg'in küçük çocukları yönetmekteki başarısı büyük takdir görmüş, 9 dalda oscar adayı olan film, spielberg'e oscar'ı yine getirmemiş bile olsa, 4 dalda oscar almış ve "bir sevgi filmi" olarak, hafızalardaki yerini almıştır.

    1984 yılında kendi yapımcılık firması ambling entertainment'i kurar. gremlins, back to the future, men in black gibi döneminde hit olmuş, kült fimler arasında yer bulmuş filmlere de film yapımcısı olarak imza atar. bu arada yine 1984 yılında, spielberg'in ilk devam filmi olan indiana jones: the temple of doom'u çeker. filmin müthiş bir ambiansı wardır ve spielberg bu filmde, yılan-böcek-çıyan-tahtakurdu gibi haywanatları yönetmekteki başarısını kanıtlar. spielberg ve dahi lucas nedense bu filme de küçük bir çocuk koyma gereği hissetmişler, "çocuksuz film çekemiyorlar mı yoksa" endişelerine mahal vermişlerdir.

    lakin sürekli fantastik filmler üzerine çalışan veyahut toplumdan kaçış filmleri yapan spielberg'e dair eleştiriler de "temple of the doom"un ardından derhal sıralanır. kimileri spielberg'i "çocuk filmleri yönetmeni" kategorisine sokar, kimi, filmlerin herhangi bir derinliği olmamasından şikayet eder, memnun edemiyorsun ki kardeşim. bu tepkilere karşılık vermek için olsa gerek 1985'te "color purple"i izleyiciye sunar. babası tarafından hamile bırakılmış, 14 yaşında bir kızın, hayatının 30 yılına şahit olduğumuz filmde, rengi, dili farklı olsa da, herkesin hayatı birbirine benziyor, herkes aynı dertlerle uğraşıyor, sevgi de hep üstesinden geliyor, gibi mesajlar fink atıyordu. görselliği ve imgeleriyle kimsenin itiraz edemeyeceği bir sunuma sahipti ve tamamen zenci kast barındırıyordu. film danny glover'ı sinemada çok daha iyi bir yere taşıyor, whoopi goldberg'in en iyi performanslarından biri olarak belleklerde yer ediyordu. eleştirmenlere göre spielberg biraz "aklı başında" bir film yapmıştı, yaşı geçkin izleyicileri ağlatabilmeyi başarmış ve neticesinde film 10 dalda oscar adayı olmuştu, fakat gariptir ki spielberg "en iyi yönetmen" olarak bu adaylıkların arasında yer bulamamış, zaten film de hiç bir oscar ödülü alamamıştı.

    ardından spielberg "istersem uğraşır çekerim nedir altı-üstü" dercesine, kitaptan uyarlama bir film çekti, empire of the sun; 2. dünya savaşı sırasında, çin'li kolonilerin uzaklaştırılması sonucunda ailesinden ayrı kalan -elbette ki- bir çocuğun hikayesi etrafında, spielberg'ten beklenen bir şekilde savaş karşıtı olmaya soyunuyor, her biri birer peyzaj biçimindeki görüntüleriyle ve her güzel resmin ardından aynı ekranda, manzarayı parçalayan, unutturan ters bir olayı göstermesiyle iç burkuyor, belki dikkate çağırıyordu. filmin hasılatı bir hayli düşüktü fakat spielberg fanları için bir spielberg filmi olarak elbette ki "eşsiz" bir filmdi.

    1989'da 3. indiana jones filmini, "the last crusade" ismiyle çekti. film kadrosunda "sean connery"i de, indiana jones'un babası olarak barıyor, baba-oğul çekişmesi ve baba-oğul bağlığı ekseninde holy grail için nazi'lere ve dolayısıyla "dünyayı kurtarmaya" yönelik bir mücadeleyi anlatıyordu. ticari anlamda en başarılı indiana jones macerası oluşu da filmin bir diğer özelliğiydi.

    aynı yıl çektiği always adlı film, romantik komedi/duygusal yorulum türünde pek geniş bir kitleye ulaşmayan bir film olmuş ve yine içinde kendinden bir şeyler bulanlar için hatrı sayılır bir yere sahip olmuş, ben izlemedim, izlesem de yarım saatten sonra çok yorulurdum.

    1991'de spielberg herkesi şaşırtarak bir peter pan uyarlaması olan hook'u çekti. hook kadrosunu, robin williams, dustin hoffman, julia roberts, phil collins, gwyneth paltrow, bob hoskinsgibi isimlerin oluşturduğu kaliteli bir sine-masal olması amacıyla yapılmıştı belli ki... büyük bir prodüksiyondu, özel efektlerde bir çok yenilik içeriyor, oyuncuları ve yönetmeni, seyircilerle alışılmadık bir biçimde buluşturuyordu. hook iyi para kazandırdı fakat filmdeki tek iyi şey dustin hoffman'dı. dustin hoffman bile 2,5 saatlik bu sıkıcı show'un kötü etkisini dindirememiş ve hook ne çocukları, ne büyükleri cezbeden, sadece hayranları ilgilendiren garip bir çalışma olmuştu.

    hook'tan sonra 2 sene inzivaya çekilen spielberg, 2 yeni filmle ve müthiş bir ivmeyle tekrar döndü, öyle ki, halen aynı hızla dewam ediyor. filmlerin ilki, özel efekt devrimi sayılabilecek nitelikte olan "jurassic park"tı. müthiş bir promosyon kampanyasıyla birlikte sunulan film o kadar popüler olmuştu ki, tüm dünyada bir dinozor furyası başladı, bu furyadan nasibini alan teyzemse oğluna t-rex adını vermekle yetindi. tüm zamanların hasılat rekorlarını alt-üst eden film, bir kaç gerilim öğesini ustaca kullanması, özel efektleri, büyük bir prodüksiyonun kalburüstü olağan kalitesi dışında, kanaatimce pek de başarılı bir yapım olmamış, "televizyon filmi" olmaktan öteye geçememişti. jeff goldblum'un oynadığı karakter spielberg'in yaşam hakkındaki mesajlarını izleyiciye aktarırken, spielberg filmlerinin vazgeçilmez unsuru çocuklar yine filmde belirleyici olmuşlardı. serinin ikinci filmi olan the lost word spielberg'in belki de en kötü filmiydi, eskisinden tek farkı daha fazla dinozor içermesiydi fakat kendini ve hikayeyi tekrar eden spielberg, tüm zamanların en kötü dewam filmleri listelerinde üst sıralarda yer alacak bir filme imza atmıştı.

    jurassic park'tan bir müddet sonra, yine aynı yılda, spielberg'in bence en iyi filmi olan schindler s list izleyenlere sunuldu. oskar schindler ismindeki bir adamın, ikinci dünya savaşı sırasında soykırımdan bin küsür yahudiyi kurtarmasını, çekip çıkarmasını, gücün insana fayda sağlayacak şekilde kullanımını anlatan bu film, 3,5 saate yaklaşan uzunluğuyla müthiş bir saygı duruşu ve "ukte doldurma"ydı. film siyah beyaz çekilmiş, sadece çok az sayıda ve izleyicinin gözüne sokularak yapılan renklendirmeler de, sarsıcı bir şekilde kullanılmıştı. filmin sonundaki geçit resmi, hayli uzun olsa da, bence amacı, izleyiciyi küt diye ortada bırakmamak ve sakinleştirerek onunla vedalaşmaktı ki, bu bölüm, en hiperaktif insanı bile dindirir, hatta kimini, uyutabilir nitelikteydi, bir beyin yıkama, filmin etkilerini silme görevi üstlendiğini de söylemeden geçmeyeyim isterim. schindler's list, 12 dalda oscar adayı olarak bir rekor kırmış ve bunlardan 7'sini almış, bu arada spielberg'e de, ilk "en iyi yönetmen"+"en iyi film" oscar'larını kazandırmış oldu.

    bundan sonra spielberg dream works skg'yi kurdu. dreamworks, prodüksiyonlarıyla film piyasasına bayağı bir hareketlenme getirdi; jp2, twister, flintstones, casper, the haunting gibi reklamı çok yapılan ve en azından masrafını çıkaran filmlere imza attı, "hangisi akılda kaldı" derseniz, gerçekten bir şey yok ortada, peşi sıra spielberg yine dreamworks için çektiği, pek fazla ismi duyulmayan, ülkemizde de rating bulmayan filmi amistad'ı piyasaya çıkardı, ben izlememiş olsam da, ırkçılığa karşı durmaya çalışan bu filmin üç beş şaşalı görüntüden öteye gitmeyeceği düşüncesindeyim.

    98 yılında, spielberg kendisine ikinci "en iyi yönetmen" oscar'ını kazandıran, "saving private ryan"ı çekti. savaş karşıtı olmaya soyunan filmin herkes için akılda kalan, hatta bir çoğu için izlenmeye değer bölümü ilk 25 dakikasıydı. savaşın ortasına düşmüş bir kameranın, vücudunun yarısının nerede olduğunu bilmeyen insanları, kolunu arayanları, daha savaşa başlamadan ölenleri, gri bir tonlama üzerinde iyice sırıtmış kan bolluğuyla engince sergilediği bu sekanslar, özellikle kubrick filmlerinden aparma gibi görünse de, yine de her izleyeni derinden sarsan bir yapıya sahipti. sonrasında her zaman olduğu gibi milliyetçi spielberg'in amerikan yalakası-propagandası ikinci bölümü wardı filmin, aralara merak uyandıran sahneler serpiştirilmemiş olsa, bıktırıcı bile oluyordu; son bölümüyse, bir çok western'e belki bir gönderme, belki de hiç bilmediğimiz bir western'den yuvarlama gibi duruyor, bu özensiz sahneler de yine amerikan halaybaşı'lığıyla sona eriyordu. reklamından, fanlarından, prodüksiyonun büyüklüğünden olsa gerek, kendisiyle aynı dönemde vizyona giren "thin red line"i silip süpürmüşse de, ne askerlerin düştüğü şizofrenik psikolojiyi, ne de tarafsız olarak savaş karşıtı olmayı becerebiliyordu. açık olarak "biz yendik, böyle de kahramanlar yaptık ama savaş karşıtı bir film bu" demeye getiriyor, klasik bir başrol oyuncusu filmi oluverip, içerdiği diğer karakterlere nitelikli bir özen göstermiyordu. sonunda beklenen oldu ve amerika'nın en popüler yönetmeni, 10 dalda aday olduğu oscar'lardan yarısını aldı ve değeri, sinematografiyi oscar'la ölçen"filmseverler" için bir başyapıt oldu.

    spielberg'in son hiti "ai" şimdilerde gösterimde. kubrick'in "sinema" için, spielberg'e emaneti. kubrick bunu nasıl yaptı bilmem ama, daha piyasaya çıkmadan, kubrick isminin de katkısıyla bir başyapıt olarak sunulması beni aldatmadı. görsel olarak bir kaç güzel görüntü, dışlanan çocuk imgeleri, bolca efekt, bir sevgi antolojisi & sayısız sevgi mesajı ve yine saatlerce uzunlukta, insanı oturduğu yerde sıkan, bayıltan bir film. "ne anlatsam, ne göstersem, ne yapsam da kubrick'e yaransam, layık olsam" derken iyice şaşmış debelenip durmuş olmalı. gerçi onun yeri de burası değil (bkz: ai the movie)

    sırada projeler projeler... spielberg artık kendini ağırdan satıyor ve kendini satmak için hiç bir şey yapması gerekmiyor. ismi gören, film piyasaya çıkmadan hayran oluyor çünkü ve spielberg sinema tarihinin en gözde yönetmenlerinden biri. haşa, estetikliğine, teknolojiyi kullanımına, kimi zaman sunduğu hayal gibi görüntülere, ışık ve renklendirme seçimlerine lafımız yok, lakin, filmlerinde mutlaka göze çarpan liberal-amerikan milliyetçiliği, filmin içinde mutlaka yansıtılmak istenirken, film heder oluyor, çaptan düşüyor. üstüne üstlük spielberg hiç bir zaman "izleyiciyi vuran" bir yönetmen olamıyor, film başladıktan en fazla 20 dakika sonra filmin sonunu anlıyor ve aradaki zamanın geçmesini, belki bir şeyler görebilmeyi umut ediyorsunuz. çocukluk, illaki yahudilik ve yahudi taraftarlığı, bu dünyaya ait olmayan sevgi ve ırkçılık takıntılarıyla donanmış koca filmografisi içinden "bir film izledim hayatım değişti, en azından sinemadan çıkarken ayakkabılarımı nereye çıkardığımı şaşırdım, filmden çıkınca 10 numara gözlüklerimi çıkarmayı 2 saat sonra anca akıl edebildim" denilebilecek bir film çıkmıyor; sadece bazen keyifle izlenebilecek -eğlencelik- filmlere veyahut şimdilerde tam bir film olmasa da sahnelere imza atmış olabiliyor.

    uyanık bir adam, çalışkan, girişken ve bolca sorunlu bir adam spielberg; habire pek beceremediği beyin yıkama işine soyunuyor ve güzelim filmlerin hiç olmasına sebep oluyor, ama halen de sinema sektörünün en popüler, en beklenen adamı olarak yoluna dewam ediyor. ben de, "spr" ve "ai" ile pekişen "spielberg filmleri merak edilecek cinsten bir yönetmen değildir" düşüncemin ışığında kendisine protestoyla karışık alkışlar gönderiyor, "schindler's list"ten bir pasajla son veriyorum ortamıma...

    itzhak stern: sana kuralları söylemem gerekiyorsa: ben bir yahudiyim.
    oskar schindler: oyoy! hoş, ben bir centilmenim.


    (cyrano - 21 Ekim 2001 02:04)

Yorum Kaynak Link : steven spielberg