• "festivalin festival, emek sinemasının emek sineması olduğu yıllardı. para daha azdı ama, vakit daha boldu. film izlemek keyifli, alkol daha bir tatlıydı..."
  • "(bkz: l'avventura)"
  • "on rezervasyon fiyatlariyla beni hayretlere dusurmus olan festival (iyi anlamda). bir daha 'cok pahali' diye sikayet eden olursa kendisine 'el insaf' diyecegim."
  • "(bkz: italiensk for begyndere)(bkz: hacala hasurit)"
  • "kazasız belasız bitmiş festival"
  • "amarelo manga ve los guantes magicos adlı 2 filme gittiğim ve ikisinden de memnun kalmadığım festival."




Facebook Yorumları
  • comment image

    festivalin festival, emek sinemasının emek sineması olduğu yıllardı. para daha azdı ama, vakit daha boldu. film izlemek keyifli, alkol daha bir tatlıydı...


    (eskici - 28 Kasım 2011 08:09)

  • comment image

    festivalin basin toplantisi bugun yapildi... fena gorunmeyen bi program durumu soz konusu...copy paste'in ustasiyim...

    uluslararası istanbul film festivali 23 yaşında!

    her yıl, yedinci sanatın en seçkin yeni örneklerini sinemaseverlere ulaştıran festival, başlangıcından bu yana gerçek bir sinematek görevini de üstleniyor.

    festival programı; geçtiğimiz yıl belli başlı festivallere katılmış, övgü ve ödüller almış, başarısını kanıtlamış yeni yapıtların yanısıra, unutulmaz klasik filmler ve sinema tarihinin usta yönetmenlerinin başyapıtlarından seçmeler içeren 200’ü aşkın filmle sinemaseverlere zengin bir seçki sunuyor. 62 ülkenin sinemalarından derlenen program yalnızca coğrafya, yapım tarihi, ya da metrajla kısıtlı olmadığı gibi, belgeseller ve canlandırma sinemasının yaratıcı örnekleriyle de desteklendi.

    10 – 25 nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 23. uluslararası istanbul film festivali'nin festival sponsorluğu’nu bu yıl altıncı kez turkcell iletişim hizmetleri a.ş. üstlendi. kurulduğu günden bu yana "türkiye'de nitelikli insan kaynağı oluşturulmasına katkıda bulunma" vizyonuyla hareket eden turkcell, toplumsal yasam kalitesinin ve kültür-sanatın gelişmesini amaçlayan projelere destek veriyor.

    festival’de iki yıl önce başlatılan mekân sponsorluğu kavramına uygun olarak, bu yıl beyoğlu sineması’nın sponsorluğunu türk sinemasının üretimine ve gelişmesine destek veren efes pilsen üstlendi.

    uluslararası istanbul film festivali’nin bu yılki afişi young & rubicam / reklamevi tarafından hazırlandı.

    sinemalar... seanslar... ve geceyarisi sinemasi !

    festival'in bu yılki film gösterimleri; yeni bir salonun eklenmesiyle, beyoğlu'nda emek, atlas, sinepop, beyoğlu ve atlas 2 sinemaları ile kadıköy'de rexx sinemasında gerçekleştirilecek.
    bu yıl filmlerin gösterim saatleri: 11:00 – 13:30 – 16:00 – 19.00 ve 21:30.

    festival’in büyük ilgi gören "geceyarısı sineması" gösterileri bu yıl da ayrı bir bölüm olarak sunuluyor. bu bölümde yer alan 6 çarpıcı film, festival boyunca cumartesi geceleri atlas sinemasında, saat 24:00’te, ikişer filmlik 3 programda izleyiciyle buluşacak.

    greta garbo’dan dracula’ya... özel gösteriler

    bir festival geleneği halini almış olan müzik eşliğinde sessiz film gösterimleri bu yıl da iki ayrı biçimde sürüyor. festival’in özel gösteriler bölümünde, greta garbo’nun unutulmaz sessiz filmi “a woman of affairs / damgalı kadın”, ender sakpınar yönetimindeki borusan oda orkestrası eşliğinde, cemal reşit rey konser salonu’nda 13 nisan salı gecesi saat 21:30’da izleyiciyle buluşacak.

    sessiz sinema tarihinin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen, f.w. murnau’nun 1921 yılından gelen dracula uyarlaması “nosferatu” ise, alman piyanist eunice martins eşliğinde, abaci kimya sponsorluğunda, cemal reşit rey konser salonu’nda, 20 nisan salı gecesi saat 21:30’da gösterilecek

    latin partisi : “dj martin morales presents : essential latin flavas”

    bu yılki festival programının ağır toplarından, 10 farklı ülkeden 19 filmi içeren kapsamlı “latin amerikan sineması” bölümü, 21 nisan çarşamba gecesi gerçekleştirilecek latin partisi ile renklenecek. markiz buzhol’de saat 22:00’de başlayacak latin gecesinde, ünlü ingiliz latin müzik dj’i martin morales’e, black ii basics grubundan tanınan ünlü vurmalı çalgılar ustası basil isaacs’in ateşli ritimleri ve latin danslarını sergileyecek iki dansçının performansları eşlik edecek. bu etkinliğin biletleri, 27 mart tarihinden itibaren biletix aracılığıyla satın alınabilecek. partinin giriş ücreti, önceden alınan biletlerde 20 milyon tl (hizmet bedeli hariç), girişte 25 milyon tl olarak saptandı.

    blues konseri : big jack johnson

    bu yılki festival programının en çarpıcı bölümlerinden 7 filmlik “martin scorsese sunar: blues” bölümüne paralel olarak, 18 nisan pazar akşamı saat 21:00’den itibaren babylon’da efes pilsen sponsorluğunda bir blues gecesi gerçekleştiriliyor. blues dünyasının usta isimlerinden big jack johnson, grubuyla beraber unutulmaz bir konser verecek. bu etkinliğin biletleri, 27 mart tarihinden itibaren biletix aracılığıyla satın alınabilecek. partinin giriş ücreti, önceden alınan biletlerde 20 milyon tl (hizmet bedeli hariç), girişte 25 milyon tl olarak saptandı.

    “bir adadan film afişleri (1960 – 2000)” – küba film afişleri sergisi

    festival kapsamında, küba sinematik’inden sara vega’nın küratörlüğünde düzenlenen “bir adadan film afişleri (1960 – 2000)” adlı sergi, 10 – 25 nisan tarihleri arasında, beyoğlu elhamra han’daki karşı sanat galerisi’nde izlenebilecek. sergide, çarpıcı tasarımlarıyla dikkat çeken 75 küba filminin afişleri yer alacak.

    bilet rezervasyonlari

    bu yıl festival’in bilet rezervasyonları, 27 – 30 mart tarihleri arasında, beyoğlu’ndaki sesam binası’nda (istiklâl caddesi, no:122/4) yapılacak. her seans için kısıtlı sayıda yer, 27 mart – 5 nisan tarihleri arasında biletix satış noktaları; www.biletix.com, ve biletix çağrı merkezi (0216) 556 98 00 aracılığıyla da satışa sunulacak.

    rezervasyon sırasında satın alınacak biletler için, sabah 11:00 seansları hariç, tam biletlerde 1.5 milyon tl, indirimli biletlerde ise 1 milyon tl “özel rezervasyon indirimi” yapılacak. buna göre, rezervasyon süresince, tam biletler 8.5 milyon tl’den, indirimli biletler ise 6.5 milyon tl’den satın alınacak. tüm 11:00 seanslarının biletleri 6 milyon tl.

    bu yıl ilk kez olarak, rezervasyon döneminde yapılan bilet alımlarında kredi kartı da geçerli olacak.

    gişede bilet fiyatlari

    festival gösterimlerinin bu yıl gişedeki bilet fiyatları tam 10 milyon tl; tüm seanslarda öğrenci ile 65 yaş ve üstü izleyiciler için 7.5 milyon tl olarak saptandı.

    sabah 11:00 seanslarının biletleri ise herkese indirimli olarak 6 milyon tl’den satılacak.

    festival boyunca, resmi bayramlar hariç, haftaiçi günlerinde 13:30 ve 16:00 seanslarında, festival boyunca herkese rezervasyon dönemi bilet fiyatları uygulanacak ve tam biletler 8.5 milyon tl; öğrenci ile 65 yaş ve üstü seyirciler için biletler 6.5 milyon tl’den satın alınabilecek.

    festival broşürü ve rezervasyon formlari

    festival kitapçığı, film gösterim çizelgesi ve rezervasyon formları 20 mart cumartesi gününden itibaren festival sinemalarında, akm’de ve iksv merkezinde (istiklal caddesi no:146, beyoğlu), 2 milyon tl’den satışa sunulacak.


    (kediaman - 9 Mart 2004 18:05)

  • comment image

    çok uzun ama işe yaracağını düşünüyorum, buyurunuz, katolog çıkmadan film seçimine başlayabiliniz;

    23. uluslararasi istanbul film festivali programi ve
    filmler hakkinda kisa bilgiler

    uluslararasi yarişma

    23. uluslararası istanbul film festivali’nin uluslararası yarışma bölümü, her zaman olduğu gibi, festival'in ana temasını oluşturan “sanat ve sanatçı”nın dünyasını ele alan filmlerden, ya da edebiyat uyarlamalarından oluşuyor. bu yıl 14 film, uluslararası yarışma bölümünde altin lâle ödülü için yarışacak. bu filmlerin yönetmenleri ve oyuncuları da festival’e konuk olacak. tema sınırlamalı uluslararası yarışma bölümü, istanbul film festivali’nin, her yıl dünyanın dört bir yanında yapılan ve sayıları 400’ü aşan film festivalleri arasında ayrıcalıklı bir konum kazanmasını ve fiapf tarafından resmen tanınan 40 film festivali arasında yer almasını sağlıyor. yarışmalı bölümde yer alan “sanat ve sanatçı” temalı filmler ya da edebiyat uyarlamalarının çoğu, uluslararası düzeyde beğeni kazanmış, önemli, yenilikçi ve heyecan verici yapımlar. filmleri değerlendirecek olan uluslararası jüri'de ise, çeşitli ülkelerden yönetmen, oyuncu ve sinema yazarları yer alıyor. bu yıl altın lâle için yarışacak 14 film şunlar:

    • güneşe suikast / le soleil assassiné / the sun assassinated : cezayirli yönetmen abdelkrim bahloul’ün san sebastian ve montréal'den ödüllü filmi, 1970’li yılların, özgürlüğüne yeni kavuşmuş cezayir’inde geçen gerçek olaylar ve eşcinsel şair jean senec ile oyun yazarı öğrenci hamid’in ilişkisi üzerine kurulu.

    • bekleme odası / the waiting room : dostoyevski’nin ünlü “suç ve ceza”sını film çekmek isterken yüce değerleri sorgulayan ahmet, bir yandan da, kanser olma ihtimali ve serap’la ilişkisi de dahil, her şeye karşı nedensiz bir kayıtsızlık içindedir. "karanlık öyküler" adlı üçlemesinin son bölümünde, film çekme sürecini de sorgulayan yönetmeni, zeki demirkubuz oynuyor.

    • düşüncelerdeki aşk / was nütz die liebe in gedanken / love in thoughts : iki ergenin ölümüyle sonuçlanan steglitz öğrenci trajedisi aslında, dört lise öğrencisinin en büyük mutluluğu, en büyük aşkı ve hayatın zirvesini yakalamayı hedeflemesiyle başlamıştı. alman yönetmen achim von barries’den gençlik, ergenliğin sorunları ve aşkın gizemli doğasıyla ilgili bir film.

    • yeniden sev beni / reconstruction : bu yıl fipresci tarafından yılın yönetmeni seçilen danimarkalı christopher boe, kaderin en münasebetsiz anlarda el atmasıyla, aşk hayatının tek bir gün zarfında birkaç kez yeniden düzenlendiğini gören genç bir adamın ele avuca sığmaz hikâyesini anlatıyor.

    • bir şarkı yetmez / ena tragoudi de ftani / a song is not enough : elissavet chronopoulou’nun filmi, tiyatro oyuncusu irene’in 1972 kışında direniş faaliyetleri nedeniyle yunan cuntası tarafından tutuklanmasının ardından, kendisinde ve yakın çevresinde meydana gelen değişiklikler üzerine.

    • alila : festival’e filmleriyle sık sık konuk olan amos gitai bu yeni yapıtında, en acil ve çağdaş açmazlarıyla karşı karşıya olan israil devletine, tartışmalara yol açacak, tedirgin edici bir bakış atıyor. bir apartmanda yaşayanların öyküleri aracılığıyla, alttaki gerginliklerin yavaş yavaş su yüzüne çıkarıldığı bir film.

    • şeytana karşı / ondskan / evil : jan guillou’nun skandal yaratan otobiyografik romanından uyarlanan ve bu yıl oscar'larda, yabancı film dalında son beş aday arasına giren bu film, bir kolejdeki yaşam aracılığıyla, imtiyaz sistemlerinin zulme dönüşme eğilimini eleştiriyor. isveç'li yönetmen mikael håfström, filmini nicholas ray’e yönelik göndermelerle bezemiş.

    • pupendo : çek yönetmen jan hřebejk’in filmi, orwell’in meşum 1984 yılının hemen öncesinde geçiyor. eski sosyalist çekoslovakya’da, farklı tercihleri olan iki sanatçı ailesinin, vicdanlarını temiz tutma ve ekmek kazanma mücadelelerini konu alan ve yer yer trajik unsurlar barındıran bir komedi.

    • kaçak / l’esquive : paris’in banliyölerinde yaşayan göçmen ailelerinden gençlerin hikâyesini, okulda sahneye konan bir piyesin ve aşk öyküsünün etrafında anlatan abdel kechiche, çete tecavüzleri, uyuşturucu, peçeli kızlar gibi bu tür filmlere özgü klişelerden kaçınmış. filmi de tam bu yüzden daha vurucu ve pozitif bir mesaj taşıyor.

    • profesyonel / profesionalac / the professional : dusan kovacevic’in montréal ve viareggio’dan aldığı çok sayıda ödüle ek olarak, yabancı dilde en iyi film oscar’ına da aday olmuş filmi, birbirine zıt karakterlere sahip iki adamın hayatlarının son on yılını, adım adım ortaya çıkaran bir kara komedi.

    • tahta kamera / the wooden camera : ayrımcı güney afrika yönetiminin sona ermesinden kısa süre sonra, capetown yakınlarındaki karaderililere ayrılmış bölgede iki çocuk, bir silah ve bir video kamera bulur. güney afrikalı genç yönetmen ntshavheni wu luruli onların farklı yönlerde ilerleyişini anlatırken, ülkedeki sorunları irdeliyor.

    • kasım / noviembre / november : ispanyol yönetmen achero manas’ın umut dolu, idealist filmi, yaşları ilerlemiş bir grup aktörün ağzından, geçmişteki bir rüyayı anlatıyor. "kasım" aslında, oyunculuk okulunda hayal kırıklığına uğrayınca kendine farklı bir yön arayan alfrdeo baeza’nın ve onunla birlikte tiyatroyu sokaklara taşıyan idealist gençlerin dokunaklı hikâyesi.

    • elveda sinema / bu san / goodbye, dragon inn : taipei'deki eski bir sinema salonunun kapanmasından önceki son gecesinde, bir kung-fu klasiği olan "dragon inn" gösterilmektedir, ancak izleyicilerin ve personelin derdi başkadır. tayvan sinemasının özgün yönetmeni tsai ming-liang, bu neredeyse konuşmasız kara komedide bir devrin ölümüne ağıt yakıyor.

    • genç tanrılar / hymypoika / young gods : helsinki’de bir grup genç arkadaş mezuniyet partisinden sonra cinsel fetihlerini filme alıp birbirleriyle yarıştırmaya karar verir. j-p siili’nin bu çarpıcı ve stilize ilk filmi, karanlık bir yolculuğa dönüşen çocukça bir macera üzerine.

    özel gösteri : borusan oda orkestrası eşliğinde “damgali kadin / a woman of affairs”

    bir festival geleneği halini almış olan müzik eşliğinde sessiz film gösterimleri, bu yıl da iki ayrı biçimde sürüyor. festival’in özel gösteriler bölümünde, greta garbo’nun unutulmaz sessiz filmi “damgalı kadın / a woman of affairs”, ender sakpınar’ın yöneteceği borusan oda orkestrası eşliğinde, cemal reşit rey konser salonu’nda 13 nisan salı gecesi saat 21:30’da izleyiciyle buluşacak.

    özel gösteri : piyano eşliğinde “nosferatu”

    sessiz sinema tarihinin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen, f.w. murnau’nun 1921 yılından gelen ilk dracula uyarlaması “nosferatu”, alman piyanist eunice martins eşliğinde, abaci kimya'nın sponsorluğunda, cemal reşit rey konser salonu’nda, 20 nisan salı gecesi saat 21:30’da gösterilecek. bu yıl festival programında, werner herzog'un klaus kinski'li "vampir nosferatu"sunun da yer alması, iki önemli alman yönetmenin farklı bakış açılarını görmek açısından kaçırılmayacak bir fırsat.

    özel gösteri: “üçleme”

    festival’in bu yılki bir başka özel gösterisini ise, belçikalı ünlü aktör lucas belvaux’nun, gelenekleri başaşağı çeviren ilk yönetmenlik denemesi “the trilogy / üçleme”si oluşturuyor: “kaçış / cavale / on the run”, “şahane bir çift / un couple épatant / an amazing couple” ve “après la vie / after life / yaşamdan sonra”, bambaşka sinemasal tarzlarda (polisiye, romantik komedi ve evlilik melodramı) sunulmuş, 24 saatlik bir süreye yayılan çapraz kesişmeler ilkesiyle işleyen üç uzun metrajlı film. ayrı ayrı her film, kendi içinde bütünlüğe sahip ama, bir arada izlendiklerinde hem sinemada anlatının olanakları yeniden tanımlanıyor, hem de ortaya tüm olayları biraraya toplayan geniş bir tablo, çok kapsamlı dördüncü bir film ortaya çıkıyor.

    • kaçış / cavale / on the run : “üçleme”nin ilk bölümü, en dolaysız ve birçok açıdan en doyurucu olanı. jean-pierre melville usülü, onun ince, ferah tarzını ve ahlaki muğlaklığını hatırlatan bir kara film bu.

    • şahane bir çift / un couple épatant / an amazing couple : belvaux’nun üçlemesinin en kısa ve özlü parçası olan “şaşırtıcı bir çift“, ilk filmle taban tabana zıt, eski moda bir fransız evlilik komedisi.

    • yaşamdan sonra / aprés la vie / after life: bu güçlü melodram, belvaux’nun birbirine bağlanmış yaşamlardan oluşan bir düğümü alıp örerek, ortaya olağanüstü güce sahip üç parçalı bir tablo çıkaran yaratıcı sinemasal zaferini çok başarılı bir biçimde tamamlıyor.

    martin scorsese sunar : blues

    yapımcılığını martin scorsese’nin, rejisini ise yedi önemli yönetmenin üstlendiği blues, bu sanat biçiminin özünü yakalarken, bu müziğin dünyanın dört bir yanındaki insanları nasıl derinden etkilediğini de araştıran yedi uzun metrajlı filmden oluşuyor. 1920’li yıllardaki ilk blues kayıtlarını keşfederek başlayan ve günümüzün çağdaş blues’uyla sona eren bu kapsamlı rehber, scorsese'nin çok arzuladığı bir hedefini gerçekleştiriyor: çok sevdiği bu müzik türüne saygısını göstermek, onun mirasını korumak ve bu sanatı anma arzusuyla biraraya gelmiş yetenekli yönetmenlerle dirsek temasında çalışmak.

    • sanki yuvama dönüyorum / feel like going home : serinin ilk filminde blues şarkıcısı ve gitaristi corey harris’i mali’deki nijer nehri kıyılarından mississippi deltası’na kadar izleyen martin scorsese, hem blues’un kökenini araştırıyor, hem de delta blues’una saygılarını sunuyor.

    • bir adamın ruhu / the soul of a man : wim wenders, kısmen tarih kısmen de kişisel bir 'hac’dan oluşan bir filmde, en sevdiği blues sanatçılarının – skip james, blind willie johnson ve j.b. lenoir – yaşamlarını araştırırken, onların şarkılarında ve seslerinde kendisini neyin bu kadar etkilediğini anlatmaya çalışıyor.

    • memphis’e giden yol / the road to memphis : yönetmen richard pearce, yeni bir blues tarzını doğuran kente saygı duruşunda bulunan bu filmde, blues efsanelerinin görüntülerine de bolca yer veriyor: b.b. king, bobby rush, rosco gordon ve ike turner’a ait özgün performanslarla, howlin’ wolf ve rufus thomas’ın tarihsel görüntüleri birarada.

    • şeytan’ın ateşiyle isınmak / warming by the devil’s fire : serinin yegâne afrikalı-amerikalı yönetmeni charles burnett, gospel’in semavi nağmeleriyle blues’un şeytani inlemeleri arasındaki kuşaklararası gerilim üzerine bir öykü anlatıyor. filminin teması, kutsal olanla olmayan arasındaki ilişki.

    • babalar ve oğulları / godfathers and sons : yönetmen marc levin, hip-hop’un efsane ismi chuck d ve ünlü chess plakçılığın varisi marshall chess'le birlikte, chicago blues’unun altın çağını araştırmak üzere bu şehre yolculuk yapıyor. ikisi beraberce, emektar blues’cuları günümüzün genç hip-hop müzisyenleriyle biraraya getirecek bir albüm yapmaya çalışıyorlar.

    • kırmızı, beyaz ve blues / red, white and blues: yönetmen mike figgis, van morrison, eric clapton, jeff beck ve tom jones gibi müzisyenlere katılıp onlarla beraber çalıyor ve altmışlı yılların başında blues sound’unu amerika’ya tekrar tanıtan ingiliz istilası hakkındaki fikirlerini dile getiriyor.

    • piano blues : oyuncu-yönetmen – ve piyanist – clint eastwood, zor bulunur tarihi görüntülerden, söyleşilerden ve yaşayan efsanelerin performanslarından oluşan bir hazineden faydalanarak, hayatı boyunca tutkuyla bağlı olduğu piyano blues’unu araştırıyor.

    unutulmayan yönetmenler: john cassavetes

    amerikan bağımsız sinemasının “baba”sı john cassavetes’in yönetmen olarak ilk filmi “shadows / gölgeler”, amerikan sinemasında bir dönüm noktası oldu. stüdyo sistemi dışındaki umut veren amerikalı sinemacılara küçük bütçeli filmler yapmaları için dürtü sağladı. ünlü bir aktör olduğu halde, oynadığı filmlerden kazandığı paralarla, keyif aldığı küçük bütçeli filmlerin yapım ve yönetimini gerçekleştiren cassavetes, talihsiz ve kısa bir hollywood tecrübesi dışında, hep kendi üslûbunda filmlere imza attı. oyuncularını doğaçlamada serbest bıraktı, “gloria” hariç, tümünü kendi yazdığı senaryolarını gevşek tuttu, el kamerasıyla grenli çekimlere itibar etti, insan ve aile sorunlarının çevresinde döndü. aktör olarak kötü filmlere bile can verirken, yönetmen olarak kendine amerikan ve dünya sinemasında emsalsiz bir yer edinen cassavetes, 1959 ile 1984 arasında yönettiği sekiz filmiyle festival seyircisinin huzurunda.

    • gölgeler / shadows (1959) : cassavetes'in yönetmen olarak bu ilk filmi, doğaçlamaya dayalı, çığır açan bir bağımsız film. new york kenti mekânları ile charles mingus’un doğaçlama caz müziğinden yararlanarak, karaderili genç bir cazcı ile açık tenli kardeşlerinin dokunaklı büyüme öyküsünü çarpıcı bir gerçekçilikle anlatıyor.

    • yüzler / faces (1968) : refah içindeki güney california banliyölerinden birinde yaşayan, birbirine yabancılaşmış bir çiftin 14 yıllık evliliğindeki 36 saatlik bir ayrılığın hikâyesi. cassavetes’in 1968 yılında gösterime giren bu tedirgin edici, doğaçlama filmi büyük heyecan yaratmıştı. eşi gena rowlands, ilk kez onun yönetiminde oynuyor.

    • kocalar / husbands (1970) : çok dokunaklı, insanî ve komik bir film olan “kocalar”, ani testosteron parlamaları ile cıvık bir içgözlemin koreografisini başarıyla çizerek, erkekler arası dostluğun özünü yakalıyor. hayatlarını sorgulayan, orta sınıftan, orta yaşlı üç amerikalı aile babasını, cassavetes ile dostları ve “kadrolu” oyuncuları ben gazzara ve peter falk oynuyor.

    • etki altında bir kadın / a woman under the influence (1974) : farklı düzeylerde çalışan bu çok yönlü aile dramı, cassavetes’in en parlak başarısı sayılıyor. bu filmdeki rolüyle oscar adayı olan eşi gena rowlands, kişiliğinin kimi yönleri bazen diğerlerini gölgelendirirken akıl sağlığı bozulan bir kadını canlandırdığı bu rolde hayatının performansını sunuyor.

    • çinli bir bahisçinin ölümü / the killing of a chinese bookie (1976) : cassavetes, hikâyesini martin scorsese ile geliştirdiği bu (anti)gangster filminde küçük çaplı bir emprezaryonun cafcaflı hayat tarzını ve lekeli ahlâk anlayışını ele alıyor. yönetmen, genel çerçevesiyle bir gangster/suç dramı olan filmine, insanî çelişki boyutu eklemeyi de başarıyor.

    • açılış gecesi / opening night (1979) : cassavetes, bu karmaşık, duygusal, huzursuz edici ve kimi zaman çileden çıkarıcı filmde, çöküşün eşiğindeki ünlü ama yaşlanmakta olan bir aktrisin kaygılarla dolu dünyasını inceliyor. hazırlandığı yeni oyunun gerilimi akıl sağlığını da tehdit eden broadway aktrisi rolü, gena rowlands’a bir gümüş ayı ödülü getirmişti.

    • gloria (1980) : venedik'ten altın aslan ödüllü bu baş döndürücü gerilim filmi, cassavetes’in, eşi gena rowlands hak ettiği şekilde tanınabilsin diye geleneksel üslûbundan biraz saparak gerçekleştirdiği usta işi bir film. aktris, bir küçük çocuğa kol kanat germek zorunda kalan gloria’da gene olağanüstü bir performans sergiliyor.

    • aşk irmakları / love streams (1984) : aktör/yönetmen john cassavetes ile eşi gena rowlands, yönetmenin ölümünden önceki bu son filminde hayatlarının zor bir dönemi sırasında birbirine sığınmaya çalışan iki kardeşi oynuyorlar. berlin’de hem altın ayı, hem de fipresci ödülü alan bu veda filmi aşk, hayat ya da yalnızlık nedir sorularına cevap arıyor.

    yilmaz güney’i anarken

    türk sinemasının uluslararası arenada en fazla tanınan yönetmeni yılmaz güney, 9 eylül 1984'te aramızdan ayrılmıştı. güney’i ölümünün 20. yılında, yakın dönemde pek izlenme olanağı bulunamayan bir filmiyle anıyoruz. “acı”, 1971’de adana film festivali’nde en iyi 2. film; en iyi erkek oyuncu (yılmaz güney); en iyi kadın oyuncu (fatma girik); en iyi görüntü yönetmeni ve en iyi müzik ödüllerini almıştı. baştan sona hiç düşmeyen bir tempoyla, eksilmeyen bir gerilimle anlatılmış, tam bir uslûp bütünlüğüne ulaşmış bir film olan “acı”, hem türk sinemasında, hem de güney'in sinemasında bir aşama.

    bir ustanin seçtikleri / theo angelopoulos

    bu yıl programa eklenen bu yeni bölümde, her yıl, festival’den yaşam boyu başarı veya onur ödülü almış bir başka usta yönetmen, onu etkileyen ve meslek yaşamına yön veren beş filmi seçecek. bu bölümün ilk konuğu olan yunan yönetmen theo angelopoulos’un seçimleri, sinema tarihinin en önemli filmlerinden beşini biraraya getiriyor.

    • oyunun kuralı / la règle du jeu / rules of the game (1939) : jean renoir’ın bu filmi, ilk kez gösterime çıktığında, ikinci dünya savaşı eşiğindeki fransa’nın hakim sınıfını hicvettiği için nefretle karşılanmış, acımasızca kesilmiş, neredeyse katledilmişti. 1959’da özgün haline kavuşan film, şimdi dünya çapında bir başyapıt sayılıyor.

    • yurttaş kane / citizen kane (1940) : 1941’de gösterime girdiğinde new york eleştirmenler ödülü ile abd ulusal eleştiri kurulu ödülü’nü alan “yurttaş kane”, hâlâ sinema tarihinin en önemli filmi sayılıyor. orson welles’in filmi, teknik virtüözlük ve dramatik yapı yönünden, sesli film döneminin en etkin çalışması...

    • sonsuz sokaklar / la strada / the road (1954) : federico fellini’nin yitirilen masumiyet ve hepimizin seçmesi gereken yolları anlatan filmi, yeni-gerçekçilik’in en iyi örneklerinden biri. 1956’da yabancı dildeki en iyi film’e verilen ilk resmi akademi ödülü’nü alan “sonsuz sokaklar”, fellini'nin eşi giulietta masina’nın trajik oyunuyla da hatırlanıyor.

    • macera / l’avventura / the adventure (1960) : michelangelo antonioni’nin “macera”sı, güzelliği, sinema dili, kendine has özelliği ve saf kompozisyonlarıyla aldığı övgülerin hepsini hak ediyor. bir yat gezisi sırasında ortadan yok olan bir genç kadın, nişanlısı ve en yakın arkadaşı hakkındaki hikâyenin her ayrıntısı, çevredeki manzaraların ve pasif diyalogların her biri, karakterlerin kimlikleri ve en gizli duygularıyla, metafizik dünyalarıyla bağlantılı.

    • persona (1965) : ingmar bergman’ın “persona”sı değişken gerçeklik düzlemlerine sahip özgün, büyüleyici ve kışkırtıcı bir sinemasal deneyim. hayatlarında düşlerle gerçeğin şaşırtıcı bir biçimde içiçe geçtiği iki kadından, hemşire alma’yı oynayan bibi andersson, başarılı performansıyla çok sayıda ödül almıştı.

    ustalara saygi

    festival, bu geleneksel bölümünde, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, yedinci sanat'ın yaşayan ustalarına küçük ama doyurucu toplu gösterilerle saygı sunarken, sinemaseverlere de yeni keşifler ve zengin deneyimler kazandıracak. bu kez, zengin filmografilerinden seçilen önemli filmleriyle sinemaseverlerin karşısına çıkacak usta sinemacılar: iran’dan bahram bayzai, almanya’dan (klaus kinski'li filmleriyle) werner herzog, türkiye’den ömer kavur ve ingiltere’den ken russell.

    bahram bayzai

    yılın ustalarından ilki, iranlı yönetmen, yapımcı, senarist ve kurgucu bahram beyzai. yazarlığa tarihî tiyatro oyunlarıyla başlayan bayzai, henüz 21 yaşındayken iki geleneksel iran oyununu, “şahname” ile “taziye”yi incelemişti. sonraki on yılını, doğu sanatı, iran tiyatrosu ve sinema üzerine yazmakla geçirdi. kimi başyapıtlarının senaryolarını da bu dönemde yazdı. sinemaya başarılı kısa filmi “amoo sibiloo / bıyıklı amca" ile 1970’te başladı. hemen ardından " ragbaar / sağanak”ı yaptı. o günden bu yana sekiz film yazıp yönetmiş ama popülerliğine rağmen, hükümet desteğini sağlayamamıştır. iki filmi, "yazdgerd'in ölümü" ile "tara'nın baladı", hâlâ kaldırıldığı raflarda tozlanmakta. festival programında yer alan "küçük gariban bashu" ise, ancak iran-irak savaşı bittikten sonra gösterilebildi.

    hümanist, savaş karşıtı “küçük gariban bashu / bashu gharibeh kouchak / bashu, the little stranger” (1989), izleyiciyi iran-irak savaşı sırasında, bir irak hava hücumunda evini ve bütün ailesini yitiren on yaşındaki bashu’nun yaşamında son derece dokunaklı bir yolculuğa çıkarır. bayzai’nin natüralist “küçük gariban bashu”suna taban tabana zıt bir mistik allegori olan “misafirler / mosaferan / travellers”da ise (1992), aniden trajik bir cenazeye dönüşen büyük bir orta sınıf düğün törenini aktarmak için incelikli hikâye anlatma yöntemlerine başvurulur. bayzai'nin favori kadın oyuncusu susam taslimi'nin iran’da yaptığı son film “belki bir başka vakit / shayad vaghti digar / maybe some other time” (1988) ise, psikolojik rahatsızlıklarının yanısıra büyük sırları olan bir kadını sevecenlikle anlatır.
    werner herzog & klaus kinski

    ayrılmayan ikili werner herzog ve klaus kinski, beş ortak filmleri ve herzog’un kinski'yi anlattığı “sevgili can düşmanım / mein liebster feind / my best fiend” belgeseliyle festival seyircisinin karşısına çıkıyor. yeni alman sineması’nın en etkin yönetmenlerinden, gerçek “kült sinemacı” werner herzog’un bu programına, elbette sömürgeciliğini yıkıcı mirasını inceleyen üç herzog / kinski filmi: “aguirre”, “fitzcarraldo” ve “cobra verde” de dahil.

    herzog’un megalomani ve hayali mitler üzerine büyüleyici epik filmi “aguirre, tanrı’nın gazabı / aguirre, der zorn gottes / aguirre, the wrath of god”, eşsiz bir başyapıt, son derece etkileyici ve büyüleyici bir film. 1560 yılında, efsanevi altın ülkesi el dorado’yu bulmak amacıyla and dağlarını aşan ispanyol “kâşif”lerin hikâyesi, sekiz kişilik bir teknik ekiple, peru’nun doğusundaki yağmur ormanlarında son derece zahmetli şartlarda çekildi, ama sonuç paha biçilmez değerde. kinski ise, filmin başından sonuna yaralanmış bir yırtıcı hayvan gibi gezinerek sinemanın en akılda kalıcı kötü adamlarından birini yaratıyor. stilize ve sakin delilik ve saplantı hikâyesi “woyzeck” ise, herzog & kinski ikilisinin ortak filmografisinde komediye en yakın duran yapıt. gerçi bu komedi, uyarlandığı tamamlanmamış georg büchner oyunu yazılırken kullanılmış mürekkepten de kara ama, herzog, filmografisinde ilk kez denkleme bir de aşk öyküsü zerk etmiş. murnau’nun festival programında yer alan sessiz klasiğine bir saygı duruşu olan “vampir nosferatu / nosferatu – phantom der nacht / nosferatu the vampire” herzog’un en güzel ve unutulmaz filmlerinden biri. yalın, sembolik görüntüler ve son derece stilize performanslar, kont dracula’nın asırlık hikâyesine modern bir mistisizm, arzu ve hayret hissi katıyor. herzog’a 1982’de cannes’da en iyi yönetmen ödülünü getiren ve ölçek ile tema açısından daha önceki başyapıtı “aguirre”ye benzeyen devasa cengel serüveni “fitzcarraldo”, doğayı fethetmeye çalışan saplantılı bir adamı anlatan unutulmaz bir destan. ayrıca, herzog’un en cazip kahramanına ve muhtemelen klaus kinski’nin oynadığı roller arasında insanın şahsen tanışmak isteyebileceği tek karaktere sahip. aguirre gibi, fitzcarraldo da hakkında pek az şey bilinen gerçek bir tarihi şahsiyet üzerine kurulu. yönetmen herzog ile kinski’nin beşinci ve son ortak çalışması, sömürgecilik sonrası meseleleri ele alan üçüncü filmleri “yeşil kobra / cobra verde / slave coast”, aynı zamanda herzog’un cinsiyet politikası temasını da ele almaya yönelik az sayıdaki girişiminden biri.

    werner herzog ile 1991'de ölen klaus kinski arasındaki sevgi-nefret ilişkisi üzerine son derece kişisel bir belgesel olan “sevgili can düşmanım / mein liebster feind / my best friend”de ise, herzog'la yeniyetmelik yaşlarında ilk kez tanıştıkları münih’teki daireyi ve filmlerinin çeşitli mekânlarını yeniden ziyaret ederek, ilişkilerinin genellikle şiddetli iniş çıkışlarının da izini sürüyor. film ayrıca, çok yetenekli ve fevkalade zor bir adamın da portresi – ya da “adamlar”ın, çünkü, üstü kapalı bir şekilde olsa da, hem kinski hem de herzog üzerine.

    ömer kavur

    türk sinemasının en “özel” yönetmenlerinden ömer kavur da, dört filmiyle bu yılın ustaları arasında yer alıyor. kendine ait bir sinema dili oluşturmayı başarmış ömer kavur’a, onun hayata bakışı ile sinema anlayışına, filmlerinde kullandığı belirgin kavramlara ilişkin rıza kıraç imzalı belgesel, “ömer kavur’la yola çıkmak” da, festival programında. bu filmde sorgulanan kavramları: “bir yere ait olmama” duygusu, “aşk”, “yol”, “beklemek”, “arayış”, “yabancılaşma” ve “zaman”ı programdaki kavur filmlerinde birinci elden görmek mümkün. özel hayranlara sahip, bir anlamda “kült” yönetmen ömer kavur, kendine özgü hayat bakışı, genelgeçer olana itibar etmeyişi, duygularla fikirlerin altını deşmesi ve iyi işlenmiş sıradışı karakterleriyle olduğu kadar her şeye rağmen kendi sinemasını yapma konusundaki başarılı ısrarıyla da, türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri.

    “yusuf ile kenan”, istanbul’un süregelen toplumsal sorunlarından birinden kaynaklanıyor: bu on iki milyonluk metropolde yaşayan binlerce sokak çocuğunun zorlu yaşamı. filmin kahramanları, babaları bir kan davası sonucu öldürülünce tek akrabaları olan amcaları ali’yi bulmak üzere istanbul’a kaçan ve adlarını filme veren iki küçük çoban. yusuf atılgan’ın romanının son derece yaratıcı bir uyarlaması olan harikulade sihirli gerçekçilik filmi “anayurt oteli”, yalnızlık üzerine heyecan verici bir psikolojik hikâye. “türkiye’nin en felsefî yönetmeni” diye tanımlanmış, ingmar bergman ve alfred hitchcock’la mukayese edilmiş olan kavur, bu yaratıcı edebiyat uyarlamasında hem oteli bir kişi gibi kullanıyor, hem de kusursuz bir psikolojik gerilim atmosferi yaratıyor. gizemli “gece yolculuğu”nda, bir yönetmen senaryosunu yeniden yazmak için bir hayalet kasabaya yerleşir ve seyirci de onun geçmişi ve hayal âleminin mistik diyarına girer. kavur’un filmi, düşünce, anı ve peyzajın, ek yeri belli olmayan bir kolajı. ünlü yazar orhan pamuk’un bir romanı üzerine kurulu “gizli yüz” ise, güzel, gizemli bir kadın tarafından yabancıların fotoğrafını çekmek üzere tutulmuş bir delikanlının hikâyesi. film aynı zamanda bastırılmış arzular ile hüsrana uğramış beklentilerin birçok katmanında kişisel kimliğe yönelik bir arayış.
    ken russell

    1960’lı yılların başında televizyon sanat dizisi “monitor”da romantik besteciler üzerine lirik belgeseller yapan ken russell, daha sonra aşırılığın ve (tıpkı bu yılın "kült figür"ü marco ferreri gibi) zevksizliğin ustası olarak nitelendirildi. romantikler’e ilgisi hiç azalmadı, bu yüzden olmasa da, başı sansürle sürekli derde girdi. russell’ın katolik inancı, ilk önemli filmlerinden (ne yazık ki, şu anda ingiltere'de bulunan tek kopyası gösterilemeyecek durumda olan) “the devils / şeytanlar”a kadar bütün filmlerinde ve sonraki örgütlü din hicvinde görülebilir. cinsellik, özellikle vuslata ulaşmamış aşk, favori temaları arasındadır. fevkalade görsel bir yönetmen olarak dört unsurdan: hava, ateş, su ve topraktan sonuna kadar yararlanır. freud, çocukluk ve çürüme temaları ise, rüyalar, ceset yığınları, naziler ve sakatlar eşliğinde filmlerinde boy gösterir. gözde temaları gibi, gözde imgeleri de birden çok filminde ortaya çıkar.

    ken russell’ın bbc için altmışlarda, filme adını veren besteci frederick delius üzerine yaptığı, o dönemin biyografik filmlerinin yönetmenin kendisi tarafından da en iyisi olarak kabul edilen “delius – yaz şarkısı / delius – song of summer”, fedakârlık, idealizm ve müzik dehasıyla ilgili çok duygulandırıcı bir hikâye. 1920’lerde geçen ve cinselliğin, aşkın, arkadaşlığın karmaşık taraflarını ele alan d.h. lawrence romanının sadık ve açık sözlü uyarlaması “âşık kadınlar / women in love”, eleştirel ve ticari açıdan büyük bir başarı kazandı ve ken russell’ın önde gelen film yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmesini sağladı. oscar’lı, altın küre’li ve bafta’lı film, bir süre önce de gelmiş geçmiş en iyi 100 ingiliz filminden biri seçildi. yönetmenin çaykovski'nin yaşam öyküsünü anlattığı “yalnız kalpler / the music lovers”, büyük rus besteciyi ken russell usulü ele alır. yani bol müzik, bol tutku, bol uçarılık ve bol aşırılıkla. yönetmenin, the who’nun ünlü rock operasından çıkardığı canlı, hiperaktif “tommy”, bir dönemin çok satan bu ikili albümünü, araya müziğin akışını kesecek diyalog girmeksizin bir yığın tanıdık ismin birbiri ardına şarkılar söylediği görsel bir ziyafete dönüştürmüştür. “tommy” russell’a bir altın küre daha getirmiştir. sessiz sinema döneminin büyük yıldızlarından biri olan rudolph valentino’yu anlatan biyografik filmi “valentino” ise öyküsünü episodlar halinde, valentino’nun cenazesinden geriye dönülerek anlatır. efsanevi aktörü, ünlü balet rudolf nureyev canlandırmıştı.

    bir kült figür : marco ferreri

    filmleriyle herkesi sarsmaktan özel bir zevk alan marco ferreri, kimilerince avrupa’nın “zevksizlik ustası”, kimilerine göre de benzersiz bir sinema ozanıdır. yıllar boyunca yaptığı filmlerde dünyası gitgide daha çözülemez, daha karanlık bir hal almıştır. bir zamanlar alaycı ve iğneleyici unsurlarla belirginleşen karamsarlığı gün geçtikçe daha da artmıştır. ferreri, insanları artık var olmayan bir toplum içinde görerek, batı dünyası uygarlığının o eski değerlerini tümüyle reddedip, onların işe yaramaz hale geldiklerini vurgular. yönetmen, sadece bedenin gerçeğini gözden saklamaya yaradığını söylediği duyguları bir yana bırakıp, insanın fizyolojik hayvan yanına dönme vaktinin geldiğini düşünür.

    dört filmlik bu küçük toplu gösterideki filmlerden ilki, yönetmenin en büyük uluslararası başarısı sayılan, garip biçimde eğlendirici ve fevkalade tahrik edici “büyük tıkınma / la grande abbuffata / blow-out”tur. 1973’te gösterime girdiğinde seyircileri allak bullak eden filmde, orjiden farksız nihai bir hafta sonunda ölene kadar yeme kararı almış hayat bezgini orta yaşlı dört adamı marcello mastroianni, ugo tognazzi, michel piccoli ve philippe noiret oynuyor. bölümün bir diğer filmi de, ferreri’nin kovboylar yerine kızılderililere sempati duyan kendi klasik amerikan western’i yorumunu sunduğu sürreel, hiciv dolu komedisi “beyaz kadına dokunma! / non toccare la donna bianca / don’t touch the white woman!”. başroldeki dört erkek oyuncu, “büyük tıkınma”dakilerin aynı.

    yönetmen, cannes'da jüri büyük ödülü'nü kazanan “elveda erkeklik / ciao maschio / bye bye monkey”de ise, simgesel yönden zengin, karmaşık bir soruyu inceliyor: tarih kendini tekrarlamaya mahkûm mudur ve insanlar, eğer başkaları geçmişin hatalarından kaçınmak için bir yöntem keşfetmezse, yok olmaya mahkûm mudur? film, aynı zamanda, cinsel rollerin çözülmesini ve iğneleyici insanî temaları irdelerken, anarşik şiirsel üslûbuyla tanınan ferreri’yi uzun süredir büyülemiş bir konu olan çekirdek ailenin çöküşünün üzerinde de duruyor. yergi ustası ferreri, los angeles’ın en kötü şöhretli ozanı charles bukowski’nin hayatını ve aynı adlı romanını serbestçe temel almış filmi “sıradan delilik öyküleri / storie di ordinaria follia / tales of ordinary madness”de ise, cüretkâr bir hedonistik âleme dalıyor. şair hayatın nahoş yanlarında dolaşırken, aralarında nemfomanların, dengesiz yeniyetmelerin ve fahişelerin de bulunduğu bir tuhaf kadınlar koleksiyonu yapıyor. ferreri ise, hollywood’u en pespaye halinde yakalıyor. batakta yaşamak üzerine hayret verici bir güzellikle yazmış olan bu adamın portresi ferreri’ye, yönetmenin şeytanî enerjisi de bukowski’ye yaraşıyor.

    geceyarisi sinemasi

    festival’in bu yıl cumartesi geceleri 24:00’te ikişer filmlik programlarda sunulacak geceyarısı filmlerinin arasında, “cube”ün yönetmeni vincenzo natali’den iki yeni bilim-kurgu; “romans”ın yönetmeni catherine breillat’nın cinselliğin anatomisini yansıtan yepyeni skandal yapıtı; hong kong sinemasından hızlı ve çarpıcı bir polisiye; gerilimli, ürkütücü ve stilize bir bilim-kurgu; ve tabii ki, festival’in değişmez kült yönetmeni takashi miike’nin geçen yıl yönettiği filmlerin en güzeli yer alıyor.

    • gozu : takashi miike, geçen yıl neuchâtel’de en iyi asya filmi seçilen harika bir yakuza hayalet öyküsüyle – deliliğe gerçeküstü bir yolculukla – geceyarısı sineması’na dönüyor. genç bir gansgterin huzursuz zihninin içine yapılan bu rahatsız edici ama mizahi dalışta, kolay cevaplar beklemeyin. özellikle de son 15 dakika, görmeden inanılacak gibi değil.

    • şifre / cypher : sinema dünyasında heyecan yaratan “cube”un yönetmeni vincenzo natali, iki filmiyle “geceyarısı sineması”nın konuğu. jeremy northam’a birkaç en iyi erkek oyuncu ödülü getiren “şifre”, insanı kendi tuhaf belirsizlik ve paranoya dünyasına çeken zeki, kavrayıcı bir bilim-kurgu-komplo-gerilim filmi.

    • hiç / nothing : vincenzo natali’nin son filmi ise, kaybetmeye mahkûm olanlara, nefret ettikleri her şeyi yok etme gücü verilirse neler olacağını anlatıyor. oda arkadaşı olan david ile andrew, nahoş komşular, vurdumduymaz patronlar, melûn ev sahipleri ve başarılı eski sevgililerinden oluşan dış dünyalarının yok olmasını diler ve kendilerini birdenbire bir boşluğun içinde bulurlar.

    festival’in “geceyarısı sineması” bölümünde yer alan diğer filmler ise:

    jeff renfroe ile marteinn thorsson’un yönettiği alışılmadık ölçüde ürkütücü bir bilim-kurgu gerilim filmi olan “bir nokta sıfır / one point o”; catherine breillat’nın kendine özgü cesur bakış açısıyla cinsellik, arzu ve kadın-erkek ilişkisi üzerine keşfini sınırlarına kadar götürdüğü “romans 2 / anatomie de l’enfer / anatomy of hell” ve ünlü aksiyon filmlerinin koreografı corey yuen'in yönettiği, bir tür hong kong tarzı "charlie'nin melekleri" sayılabilecek "so close / yakın temas".

    mayinli bölge

    programa yeni dahil edildiği halde, festival’in “vazgeçilmez”lerinden birine dönüşen bu bölüm, festival’de özellikle farklı filmler peşinde koşan, keşifçi sinefillerin ilgisini çekeceği düşünülen, sıradışı ve “biraz zorlayıcı” filmlerden oluşuyor. bölümün ilginç adı ise, festival’de daha geleneksel filmlerden hoşlanan izleyiciye bir uyarı niteliği taşıyor.

    • son tren / posledniy poezd / the last train : aleksei german jr.’ın muhteşem siyah-beyaz sinemaskop filmi, savaş fikrini kabul etmeyi reddeden iyi bir adam, her savaşta tek bir kurşun bile atmadan ölmeye mahkûm tipte biri üzerine yer yer şoke edici, gerçeküstücü, ama hep insanî niteliğini koruyan bir film.

    • hayatın taklitleri / imitations of life : mike hoolboom’un yönettiği “hayatın taklitleri”, reklamlardan, sinema klasiklerinden ve son zamanların çok iş yapan filmlerinden alınmış, hemen tanınabilecek sahnelerle özgün görüntüleri birleştiren, 10 bölümlük bir düşler ve anılar silsilesi.

    • dünyanın en hüzünlü müziği / saddest music in the world : garip ama dahiyane kaprisleriyle ünlü guy maddin’in en son çalışması olan bu abartılı müzikal, kanadalı kült yönetmenin şimdiye kadarki en popüler filmi. ama görsel çılgınlık, sonsuz yaratım ve beklenmedik kahkahalar, onun ödün vermediğinin kanıtı.

    • gel ve git / vai-e-vem / come and go : 2003 şubat’ında ölen, kendine özgü tarzıyla festival izleyicilerinin hiç de yabancısı olmadığı portekizli sinemacı joão césar monteiro’nun parlak ve abartılı vasiyetnamesi. görüntü yönetimindeki yaratıcılığıyla, her zamanki gibi genç ve güzel kadınlara ilişkin yaratıcı erotik fantazilerini sergileyen nosferatu-benzeri monteiro, yine kendini oynuyor.

    • evrendeki son yaşam / ruang rak noi nid mahasan / last life in the universe : pen-ek ratanaruang, modern yalnızlığın özel bir türüne, yargılamayan, mahrem bir bakış atarken, onu başkalarından ayıran anlatım üslûbuna yeni bir alan buluyor. won kar-wai filmlerinin usta görüntü yönetmeni christopher doyle’un atmosfer yaratma açısından çok güçlü görsel üslûbunun da katkısıyla, belki de son yılların en iyi tayland filmi. üstelik, filmin sonunda japonya'dan gelen yakuzayı takashi miike canlandırıyor!

    • tulse luper’ın çantaları, 1. bölüm: moab öyküsü / the tulse luper suitcases - part 1: moab story : peter greenaway'in son projesi, destansı özellikler taşıyan bir adam olan tulse luper’in yaşamı ve devri üzerine muhteşem bir üçleme/epik. projenin tamamı, uranyum diye bir maddenin varlığının keşfedildiği 1928 yılından başlayarak yaklaşık altmış yıllık yakın tarihi kapsayacak. bu ilk bölümde, luper'ın abd yolculuğunu ve çeşitli hapishane deneyimlerinden birkaçını izliyoruz.

    • twentynine palms : ilk filmi “la vie de jésus / isa'nın yaşamı”yla herkesin takdirini toplayan, ardından “l’humanité / insanlık”la hayranlarının pek çoğunu yabancılaştıran bruno dumont, basit sinema biçimlerinin sanrısallaştığı tartışmalı bir film olan son yapıtıyla izleyicileri bir kez daha bölmeye azimli görünüyor. birbirinin dilini konuşamayan iki sevgilinin sürekli artan cinsel deneyimleri ve kavgaları nihai sürprizin habercisi aslında.

    bu bölümde ayrıca şu filmler yer alıyor:

    manoel de oliveira’nin son filmi, tarih boyunca bilgi ve fikir alışverişini kutlarken modern dünyanın karşı karşıya olduğu tehlikeleri de ele alan “konuşmalı bir film / un filme falado / a talking picture”; renato falcao’nun, işsiz bir adamın hayalleri üzerine siyah/beyaz, sürreel ve sessiz komedisi “margarette’in şöleni / a festa de margarette / margarette's feast”; amerikan bağımsızı bradley rust gray’in, izlanda'da çektiği, küçük zevklere ve kendini keşfe yönelik bir kutlama niteliğindeki filmi “tuz / salt”; aynı anda bir gerilim, macera, sanat filmi, western, kara film ve yol filmi olan, alain guiraudie’nin gerçeküstü ilk uzun metrajlı kurmacası “kahramanlara rahat huzur yok / pas de repos pour les braves / no rest for the braves”; iran hükümeti tarafından el koyulan (bu nedenle betacam kopyasından gösterilecek), yönetmeni babak payami’nin bir süre hapis yatmasına yol açan ve köktenciliğe tüm biçimleriyle karşı çıkan cesur film “iki fikir arasındaki sessizlik / sokoote beine do fekr / the silence between two thoughts”; mark rucker’in yönettiği, amerikan pop yıldızı angela ardenan’ın boş hayatını anlatan çılgın müzikal “geber anneciğim! / die mommie die!”; yu lik-wai imzalı, çin'den gelen iddialı, etkileyici görüntülere sahip, ancak zorlayıcı bir siber-punk filmi olan “gelecek düşleri / mingri tianya / all tomorrow’s parties” ve yine çinli yönetmen lou ye’nin, şans eseri birbirine bağlanan üç hayatı, trajik bir sona doğru gitmeye başlayan üç kaderi anlattığı “mor kelebek / zi hudie / purple butterfly”.

    dünya sinemasinin genç yildizlari

    her yıl, yeni ve genç bir yönetmen kuşağının imzasını taşıyan filmler dünya sinemasına farklı bir soluk ve taze kan getiriyor. festival’in bu bölümü, ilk veya ikinci filmlerini çeken ve özgün sinema anlayışlarıyla geçtiğimiz yıl değişik festivallerde gerek film eleştirmenlerinin, gerekse izleyicilerin büyük beğenisini toplayan genç yönetmenlerin, çoğu ödüllü yapıtlarından oluşuyor. bölümde çeşitli ülkelerden genç gözlerin özelde çevrelerini, genelde dünyayı nasıl gördüklerini yansıtan, farklı tadlar içeren 15 film yer alıyor.

    • koktebel’e yolculuk / koktebel / roads to koktebel : insanların güç bir hayatla başa çıkmaya ve mutluluk düşlerini gerçekleştirmeye çalıştığı muazzam bir ülkede, baba sevgisi ve çocukların bencilliği üzerine bir yol filmi. boris khlebnikov ve alexander popogrebsky’nin yönettiği “koktebel”, karlovy vary ve moskova’dan ödülle döndü.

    • milwaukee, minnesota : albert allen mindel’in saf bir genç adamdan yararlanmaya çalışan dolandırıcılarla ilgili ilk yönetmenlik denemesi, stilize, garip ve kesinlikle özgün bir yapım. bu zekice yapılmış, modern kara film, ani değişiklikler ve sürprizlerle dolu

    • sıkı çalış, iyi eğlen / violence des échanges en milieu tempéré / work hard, play hard : jean-marc moutout’nun bu ilk kurmaca filmi, başarılı yöneticiler olma sürecinde olan gençlerin, kaybetme ve ahlâki cehennemlerine doğru hızla sürüklenme aşamasında olan hırslı yöneticilerin hayatlarına yakından göz atıyor.

    • göbek adım kıskançlıktır / jiltuneun naui him / jealousy is my middle name : zalim mizahı, kavurucu duygusal bir sezişle dengeleyen, dikkatli, gerilimli ve tepeden tırnağa rahatsız edici bu film, yönetmeni chanok park’a rotterdam ve pusan’dan ödül getirdi.

    • kör kuyu / mang jing / blind shaft : yılın en iyi ilk filmlerinden biri olan bu cesur psikolojik dram, kaliteli bir patricia highsmith geriliminden farksız. li yang’ın acımasız, amansız, insanı tam anlamıyla kavrayan filmi, berlin’de gümüş ayı da dahil, sayısız ödül aldı.

    • yanan ateş / gori vatra / fuse : pjer zalica, mizahla ve şaşmaz bir mantıkdışılıkla işlenen bu buruk komedide, bosna savaşının fevkalade gerçek trajedisinin geride bıraktığı korkunç mirası anlatıyor. basit, sıcak bir köy görüntüsü ardında gizlenen etnik hoşgörüsüzlük ve tam bir yozlaşmışlığın gülünç hikâyesi.

    “dünya sinemasının genç yıldızları” bölümünde yer alan diğer filmler ise şunlar :

    faouzi bensaidi imzalı ve 2003 cannes ‘ilk bakış’ ödüllü yürek ısıtan bir ilk film olan “bin ay / mille mois / a thousand months”; xavier de choudens'den iki kardeşin birbirlerini ve geçmişlerini keşfetme arayışlarını anlatan “erkek kardeşler / frères / brothers”; peter hedges’in yönettiği, en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında oscar adayı patricia clarkson’un oynadığı, chicago ve sundance ödüllü yabancılaşma komedisi “annemler yemeğe geliyor / pieces of april”; bir adamın alkolizmin toplumsal ve psikolojik hasarına karşı savaşını anlatan, güven dolu “alkolle geçen 16 yıl / 16 years of alcohol” (richard jobson); franz müller imzalı gülünç, fikir dolu (ve tamamen doğaçlama) mezuniyet filmi “bilim kurgu / science fiction”; jaime rosales'in, ispanyol sinemasının yeni bir yönetmen kazandığını müjdeleyen ilk filmi “gündüz saatleri / las horas del dia / the hours of the day”; danimarkalı yönetmen lone scherfig’in eleştirmenlerin gözdesi "yeni başlayanlar için italyanca" ile hemen hemen aynı tondaki kara komedisi “wilbur ölmek istiyor / wilbur begar selvmord / wilbur wants to kill himself”; gennadiy sidorov’un, uzak ve unutulmuş bir rus köyündeki bir grup yaşlı köylü kadının kapılarında bir özbek mülteci ailesini bulması üzerine kurulu hoşgörü dolu ilk filmi “kocakarılar / starukhi / old women” ve emily young’un, bir ailenin kalbine yapılmış bir yolculuğu anlatan, girift ve etkileyici “hayat öpücüğü / kiss of life”.

    dünya festivallerinden

    uluslararası istanbul film festivali, bu yıl yine dünyanın farklı köşelerinde düzenlenen bellibaşlı film festivallerinde gösterilmiş ve çoğu ödül kazanmış filmlerden derlenen bir bölüm sunuyor. festival’e bir “festivaller festivali” özelliği katan bu bölümde, aralarında cannes, berlin, locarno, venedik, san sebastian, montréal ve karlovy vary gibi sayılı festivallerde ödül kazanmış yapıtların da bulunduğu tam 30 seçkin film yer almakta. her zaman olduğu gibi bu yıl da hem sayıca çokluğu, hem de üstün kalitesiyle dikkati çeken bu bölüm, sinemaseverleri film seçimlerinde zorlamaya aday olacak gibi görünüyor.

    • ara / intermission : hayatın rüzgârına kapılmış insanlar ve onların sevgiyi ararken kendilerini buldukları dolambaçlı yollar konusunda bir kent aşkı hikâyesi. john crowley’in hızlı, güldürücü, çarpıcı, zekice dramında on bir farklı hikâyede 54 karakterin hayatları birbirine karışıyor.

    • mutfak hikâyeleri / salmer fra kjokkenet / kitchen stories : güya soğuk ve akılcı bilimle fani insan ihtiyaçlarının arasındaki çelişki, pek çok film yönetmeninin ilgisini çekmiştir. fakat aralarından pek azı bu çelişkiyi ”mutfak hikâyeleri”nde bent hamer'ın (birkaç yıl öncesinin ilginç filmi "eggs / yumurta"nın yönetmeni) yaptığı kadar mizahi bir şekilde - ya da bunca hevesle - işlemiştir.

    • ilkbahar, yaz, sonbahar, kış… ve ilkbahar / bom, yeoreum, gaeul, gyeowool, geurigo, bom / spring, summer, fall, winter… and spring : kore sinemasının yaramaz çocuğu kim ki-duk'un imzasını taşıyan bu dingin film, eşsiz zarafette bir dizi görüntüyü görünürde farklı, ama içten içe benzer dört öyküde topluyor. doğumundan ölümüne kadar insanoğlunun varoluşuna ritm kazandıran mevsimlerin gücünü aktaran bu budist fresk, hayatın özünü huşu verici bir şekilde irdeliyor.

    • ormanın sessizliği / le silence de la forêt / the forest : pigmelerin yaşamları ve gelenekleri konusunda ender bir çalışma olan, didier florent ouenangaré ve bassek be kobhio'nun yönettiği, orta afrika cumhuriyeti'nden gelen bu ilk film, batı’nın özgürlük, eşitlik ve kardeşlik prensiplerini bir orman toplumunda uygulamaya kalkışan idealist bir adamın hikâyesini anlatıyor.

    • canlılar arasında bir yer / une place parmi les vivants / a place among the living : kafe ekzistansiyalizminin, miles davis bebop’unun ve dior'un moda olduğu, savaş sonrası 50’lerin paris’inde başarısız bir yazarla seri cinayetler işleyen bir katil arasında faust tarzı bir anlaşma yapılır. raoul ruiz, bu hınzır filminde “kara film” formülünü makaraya almış.

    • o gün / ce jour-la / that day : fala meraklı, biraz çılgın, yüksek sosyete kızı ve onu öldürmek için tutulmuş dengesiz bir katili, beklenmedik bir romantik çift olarak bir araya getiren kusursuz bir komedi. şili kökenli deneyimli yönetmen raoul ruiz’in bu bölümdeki ikinci filmi, sağduyu ve suçlulukla ilgili geleneksel kavramları alt üst ediyor.

    • votka limon / vodka lemon : kürt yönetmen hiner saleem’in, elinde avucunda pek az şey kalmış, gelecek için umutları ise çok daha az olan bir toplum üzerine, emir kusturica'nın yapıtlarını andıran bu ilginç filmi, sovyet sonrası ermenistan'ına göz atarken, hem zaman içinde, hem de kafkas kışının karlarının altında donmuş bir dünyaya sevgi dolu bir bakışı yansıtıyor.

    • bir deve için daha kolay / il est plus facile pour un chameau... / it’s easier for a camel... : tanınmış oyuncu valéria bruni tedeschi’nin yönetmen olarak bu ilk çalışması, bu yıl fransa'da en iyi ilk film dalında louis delluc ödülü'ne lâyık bulundu. zenginliğinden şikayetçi bir genç kadının hayatıyla ilgili tereddütlerini yansıtan bu parlak, neşeli komedi, karakterlerin isimleri değiştirilmiş olsa da büyük oranda otobiyografik.

    • dönüş / vozvraschenie / the return : venedik’te altın aslan dahil pek çok ödül alan ”dönüş”, uçsuz bucaksız rus topraklarında dolaşan fanilere kıyasla bu toprakların enginliğini öne çıkararak, bireyler arasındaki uzaklığı vurguluyor. andrey zvyagintsev'in ilk filmi, bir adam ve iki çocuğun benzersiz yolculuğunu anlatıyor.

    • ağlayan çayır / trilogia: to livadi pou dakrizi / trilogy: the weeping meadow : yunanlı usta theo angelopoulos’un yeni “üçleme”sinin ilk filmi, birbirini seven ama şartlar gereği yolları ayrılan iki insanın ve birbirleriyle ilişkilerinin, 1919’da odessa’da başlayan ve günümüz new york’unda sona eren hikâyesini anlatıyor.

    • kahve ve sigara / coffee and cigarettes : nükteli, baştan sona çekici ve çok güzel yazılmış bu jim jarmusch filmi, uzun metraj kisvesine bürünmüş bir dizi kısa filmden oluşuyor. her sekansta, öylece oturan, kahve ve sigara içerek çeşitli konularda konuşan karakterler var. oyuncu kadrosu, sıradışı oyunculardan ve müzisyenlerden oluşuyor.

    • baba ve oğlu / otets i syn / father and son : bir dul babayı tek oğluna bağlayan inanılmaz sevgi üzerine bir masal olan bu film - çağdaş rus sinemasının en fazla heyecan veren yönetmeni aleksander sokurov’un “aile” üçlemesinin ikinci bölümü - kendi başına da şaşırtıcı bir estetik başarı. yönetmenin fanatik hayranları dışında kalan sinemaseverler de, cannes festivali’nden fipresci ödüllü bu büyüleyici filmi kaçırmamalı !

    • kanlı altın / talaye sorgh / crimson gold : hem kendi ülkesinin hükümetiyle, hem amerikalı yetkililerle başı derde giren, altın lâle ödüllü cafer penahi'nin, son yılların en güçlü (ve yasaklanmış) iran filmlerinden biri olan bu çalışmasının baş kahramanı, karmaşık ve çelişkilerle dolu bir ülkede yerini bulmak için boş yere çabalayan bir küçük adam.

    bu bölümde ayrıca şu filmler yer alıyor:

    fransız sinemasının yaşlı ustası jacques rivette’in, karanlık konulara dümen kırdığı tekinsiz ve tüyler ürpertici “marie ve julien’in hikâyesi / histoire de marie et julien / the story of marie and julien”i; burjuva duyarlılıklarını rencide etmeyi seven italyan yönetmen marco bellocchio’nun, aldo moro olayı üzerine ödüllü filmi “günaydın gece / buongiorno, notte / good morning, night”ı; lidija bobrova’nın, gencin yaşlıya karşı nankörlüğünün ebedi öyküsünü anlatan “nine / babusja / granny”si; yılın en iyi avustralya filmlerinden, sue brooks imzalı “bir japon'un öyküsü / japanese story”; patrice chéreau’nun gümüş ayı ödüllü filmi “kardeşi / son frère / his brother”; per fly'ın san sebastian ödüllü “miras / arven / inheritance”; ispanyol cesc gay’in, üzerinde konuşamadıkları bir dizi duygusal deneyimi yaşayan insanlar arasındaki mahrem ilişkileri irdelediği “şehirde / en la ciudad / in the city”; hindistan'dan bir ustanın, rituparno ghosh'un, tagore'un aynı isimdeki romanına dayalı “gözümdeki kum / chokher bali” / a passion play"; rolf de heer imzalı, evlilikteki cinsel politikalar üzerine bir psikolojik gerilim olan “alexandra’nın planı / alexandra's project”; pericles hoursoglou’nun üç yalnız insanın yaşadıklarını anlattığı “gecenin gözleri / matia apo nyhta / eyes of night”; festival izleyicilerinin çok sevdiği coşkulu “luna papa / aydede”nin tacik yönetmeni bakhtiyar khudojnazarov’dan, ergenlik çağındaki üç arkadaş üzerine hem acı hem tatlı “elbise / shik / the suit”; popüler çek aktör jan kraus’un ilk filmi “kasaba / mestecko / small town”; tecrübeli romen yönetmen lucian pintile’nin, dünürünün tacizleri sonucunda deliliğin kıyısına sürüklenen yaşlıca bir adam üzerine alçakgönüllü karakter çalışması “niki ve flo / niki ardelean colonel n rezerv (niki et flo) / niki and flo”; billy ray’in, gerçek, kurmaca ve reklamın sık sık birbirinden ayırt edilemez hale geldiği mide bulandırıcı bir dünyada çalınan bir kalk borusu niteliğindeki ödüllü filmi “asılsız haber / shattered glass”; carol lai miu suet’in hong kong sinemasında kayıp temasını işleme konusundaki istikrarlı geleneğini tazeleyen filmi “uçuşan manzara / lian ai feng jing / the floating landscape” ve norveçli yönetmen morten tyldum’un festivallerde izleyici ödüllerini toplayan, dostluk, aşk ve şöhret üzerine iyilik dolu öyküsü “kanka / buddy”.

    çağimizin aynasi sinema

    günümüzde dünyanın apayrı yörelerinde yaşanan gerçekleri tarafsız bir gözle perdeye aktaran, toplumların ve kişilerin yaşamını değiştiren politikaları sorgulayan, kısacası izleyiciyi sinema salonunu terk ederken düşünmeye zorlayan belgesel ve kurmaca filmlerden oluşan bu geleneksel bölümde, bu yıl 15 film yer alıyor.

    • devrim televizyondan yayınlanmayacak / the revolution will not be televised : kim bartley ve donnacha o brian’ın yönettikleri, tarihin yazıldığı anlar hakkında hem gülünç hem de tedirgin edici bir belgesel. venezüella'da 24 saat süren, dış kaynaklı bir darbe girişimini dakikası dakikasına yansıtan bu sıradışı film, aynı zamanda televizyonun halkı kandırmak ve yönlendirmek amacıyla kullanımı hakkında uyarıcı nitelikte bir inceleme.

    • kafkas mahkûmları / kavkazkie plenniki / prisoners of caucassus : leo tolstoy’un askerliğini çeçenistan’da yaptığı 1850’den başlayarak, bu ülkeye yakından göz atan, sarsıcı bir film. yönetmen yuri khadschevatski, birkaç savaş kameramanının görüntülerini ustaca kurgularken çeçenistan’da devam eden katliamı, çatışmanın her iki yanından da gösteriyor.

    • pile – beraber ayrı yaşamak / pyla – living together separately : kıbrıslı rum ve türklerin beraber uyum içinde yaşama ihtimali konusuna ışık tutan bu samimi belgeselde, yönetmen elias demetriou, kendini kıbrıs'ta kuzey ve güneydeki iki bölgenin tam ortasındaki, ‘hiç kimsenin yaşamadığı topraklar’da, bm denetimi altında bulmuş ve 30 yıldır bölünmemiş pyla veya pile’nin halklarını ve gerçeklerini anlatıyor.

    • condor: şer ekseni / condor: axis of evil : rodrigo vasquez’in bu cüretkâr belgeselinde, 1970’li ve 1980’li yıllarda abd’nin güney amerika terör şebekeleriyle bağlarını gösteren kanıtlar özenle inşa ediliyor. o yıllarda, güney amerika’da yürütülen ve muhalif politikacıları, aydınları hedef alan bu çok, çok gizli özel operasyonun kod adı “condor”.

    • osama : yönetmen sedigh barmak’ın cannes, londra ve montréal dahil pek çok festivalde ödül alan bu ilk filmi, çaresizlik ve azim üzerine insanı etkileyen, müthiş dokunaklı bir hikâye. bir oğlan çocuğu kılığına bürünmek zorunda kalan küçük bir kızın yürek büken öyküsünü anlatan “osama”, afgan sinemasında ve dünya sinemasında yeni ve heyecan verici bir sayfa açıyor.

    • kandahar’a dönüş / return to kandahar : “kandahar” filminin yıldızı nelofer pazira, 13 yıl sonra ülkesi afganistan’a dönerek geçmişini ortaya döküyor ve ülkesinin tarihini gözler önüne seriyor. hikâyesiyle mohsen makhmalbaf'ın filmine esin kaynağı olan çocukluk arkadaşı dyana’yı da arıyor.

    • son mektup / la dernière lettre / the last letter : tanınmış belgesel sinemacı frederick wiseman bu ilk kurmaca denemesinde, paris’te, comédie française'in müthiş duayeni cathérine samie’yle kotardığı tek kişilik, tek perdelik oyunu filme çekmiş.

    ayrıca:

    rüstem batum’un yönettiği ve 30 yıldan sonra bölünmüş ülkelerinin diğer yanına yolculuk eden insanların hikâyelerini anlatırken, barış aktivistlerinin çalışmalarını da gösteren “hangi kıbrıs? / which cyprus?”; derviş zaim imzalı yine kıbrıs üzerine “paralel yolculuklar / parallel trips”; festival’in geçen yıllardaki ustalarından estella bravo’nun son belgeseli “abd-küba bağlantısı / usa-cuba link”; samira makhmalbaf’ın son filmi, günümüz afganistan'ında kadınların önündeki sosyopolitik olanakları ince bir mizahla inceleyen “öğleden sonra beşte / panj e asr / at five in the afternoon”; yulie cohen gerstel’in, filistin’lilerle israil’liler arasında olası bir uzlaşmayla ilgili zor sorular soran filmi “teröristim / my terrorist”; bulgaristan'da çocukların en yakındaki okula gidebilmek için her gün en azından yüz kilometre yol yapmalarının gerektiği, sınır boyunca terkedilmiş bir bölgede verilen hayatta kalma mücadelesi hakkında bir ağıt olan “umut alfabesi / azbuka na nedejdata / alphabet of hope” (stephan komandarev); romen yönetmen peter calin netzer’in, locarno'da önemli ödülleri toplayan ve çocuklarına bakabilmek için fahişeliğe başlayan bir annenin gerçek hikâyesine dayanan filmi “maria”; lübnanlı yönetmen randa chahal sabbag’ın, gümüş aslan ödüllü filmi “uçurtma / le cerf-volant / the kite”; dazlak akımının kırk yılının özetini veren ve akımdaki son gelişmeleri sorgulayan ilk belgesel “dazlaklar / skinhead attitude” (daniel schweizer); ve prasanna vithanage'ın savaşın harap ettiği sri lanka’nın farklı bölgelerinde aynı anda gelişen üç ayrı hikâyeyi anlattığı “ağustos güneşi / ira madiyama / august sun”.

    umuda yolculuk: göçmenler

    son yıllarda, farklı ülkelerden pek çok insan daha iyi koşullar peşinde, anavatanlarını ve bazen de ailelerini terk ediyor ve hayatlarını başka yerde kurma girişiminde bulunuyor. önemli bir evrensel soruna parmak basan bu yeni bölümde yer alan yedi filmde, yaşadıkları çileler dile getirilen bu yasadışı göçmenlerin başlıca kaygıları varlık mücadelesi, iş bulmak, geçinmek ve hayatta kalmak.

    • batıya giden yol / the way to the west : yunanistan'dan gelen bu etkili film, insan pazarlanmasıyla ilgili, dramatize bölümleri de bulunan bir belgesel. eski sovyetler’den daha iyi bir hayatın peşinde yunanistan’a gelen ve seks kölesi ticaretinin kurbanı olan genç irina'nın bir dizi itiraf ve geriye dönüş aracılığıyla ilerleyen hikâyesi, atina’daki mültecilerin gerçek öykülerine ve itiraflarına bağlanıyor. ve görülüyor ki tarih kendini tekrar ediyor…

    • yedek parçalar / rezervni deli / spare parts : sloven yönetmen damjam kozole’nin yönettiği, kaçak göçmen taşımacılığı konusunda, potansiyel olarak moral bozucu mesajını dünyayı siyah ve beyaza boyamayı reddetmesiyle telafi eden, sert ama tuhaf bir biçimde seyir zevki veren bir dram.

    • bu dünyada / in this world : pek çok cesur ve yaratıcı güç sahibi mültecinin, daha iyi bir hayatın peşinde her gün göğüs gerdiği tehlikeli deneyimlerin bir tür özeti. festival seyircilerinin tanıdığı genç ingiliz yönetmen michael winterbottom, 2003 altın ayı ödüllü bu filminde de, önceki filmlerinden tamamen farklı bir alana eğiliyor ve afganistan'dan ingiltere'ye gitmeye çalışan iki delikanlıyı izliyor.

    ayrıca:

    julie bertuccelli’nin, 2003 cannes eleştirmenler haftası büyük ödül’lü ilk kurmaca filmi, ”otar gittiğinden beri / depuis qu’otar est parti / since otar left”; krassimir krumov’un, dağlar ve sınırlardan daha güçlü bir baba-kız sevgisinin hikâyesini etkileyici görüntüler eşliğinde anlattığı “aynı göğün altında / pod edno nebe / under the same sky”; avusturyalı ruth mader’in, yasadışı göçmenlerin ekmeklerini kazanmak ve hayatta kalmak için verdikleri zorlu mücadeleyi belgesele yakın bir dille anlatan ödüllü filmi “mücadele / struggle”; ve amacına ulaşamamış bir modernleşme / göç yolculuğunun sonucunda ortaya çıkan belirsiz ve kırık gelecek üzerine bir çin filmi olan “sürüklenenler / er di / drifters” (wang xiaoshuai).

    belgeseller

    uluslararası istanbul film festivali önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da, belgesel filmlere özel bir bölüm ayırdı. belgesel yönetmenlerinin, başka yönetmenler, müzik, insanlık halleri, siyasi hareketler üzerine yaptığı 15 çarpıcı belgeselden oluşan bölümde, dört türk yönetmenin de farklı tonda filmleri var.

    • kendini geliştir ya da çek git! / grow or go : özel bir işletme okulunun dört genç öğrencisi danışman olarak meslek hayatına atılmak ister. marc bauder’in gerçekleri göz önüne seren belgeseli, son derece seçici başvurma süreci boyunca ve genç profesyoneller olarak hayata ilk adımlarını attıklarında bu gençlere eşlik ediyor.

    • bukowski: böyle geldi, böyle gitti / bukowski : born into this: john dullaghan’ın, efsanevi edebiyat ozanı charles bukowski’nin renkli hayatına ve dönemine odaklanarak müteveffa şair, yazar ve adı çıkmış hedonist üzerine aydınlatıcı bir genel bakış sunan filmi muazzam bir seyir keyfi veriyor. bukowski'yi layık olduğu gibi tanımak için, ferreri'nin "sıradan delilik öyküleri"yle birlikte izlemek şart.

    • yeraltı hücresi / the weather underground : sam green & bill siegel’in yönettiği, amerikan siyasi tarihinin hakim olunması zor bir bölümü hakkında izleyiciyi etkileyecek, güçlü bir belgesel. adını filme veren grup, 1970’li yılların büyük bölümünde abd hükümetine karşı düşük düzeyde bir iç savaş yürütmüştü.

    • canım babacığım / capturing the friedmans : sundance ve toronto festivalleri ile boston ve new york eleştirmenleri ödülleri dahil, katıldığı her festivalde övgü almış bir belgesel. andrej jarecki’nin filmi, hakikatin ele geçmez ve uçucu doğasını anlatırken, amerika tarihinin en tuhaf suç davalarından birini eksen alıyor.

    ayrıca:

    engin ayça’nın, bugün kimsenin oturmadığı fethiye’nin kayaköyü ile birlikte bütün boşaltılmış, terkedilmiş yerlerin hikâyesini anlattığı “penceremde sardunyalar”; tiyatro ve sinema dünyamızın en renkli kişiliklerinden biri olan necdet mahfi ayral üzerine yapılmış ve sanatçının yaşamından önemli kesitler içeren, mehmet güreli imzalı “alın kullanın beni”; festival’in ustalarından ömer kavur’un sinemasını, dünya bakışını ve temel kavramlarını anlatan, rıza kıraç’ın yönettiği “ömer kavur’la yola çıkmak”; yeşim ustaoğlu’nun yüzyıllardır sessizce varlığını sürdüren laz köyü topluca’da çektiği “sırtlarındaki hayat”; les blank’ın, “fitzcarraldo”nun yapılışını anlatan harikûlade filmi “düşlerin ağırlığı / burden of dreams”; jonathan demme’nin, haiti'de adaletsizlik ve zulme karşı yorulmadan mücadele eden gazeteci, jean dominique’i anlatan filmi “toprak adamı / agronomist”; thereza jessouroun’un, sambanın geçmişi ve bugününün ilginç hikâyesini anlattığı “samba”; yunan yönetmenler timos koulmasis ve iro siaflaki’nin rembetiko müziğini, ritmini ve hareketlerini aktardıkları “rembetiko’nun renkleri / i dromi tou rebetikou / ways of rebetiko”; on üç yaşındaki oğlu kail’de hiperaktivite bozukluğu olan karen o’donnell’in belgeseli “hiperaktifim ama… / odd kid out”; anders høgsbro østergaard imzalı, tenten’in, çizgi roman ile yaratıcısı hergé'in ruhu arasındaki bağı araştıran iddialı belgeseli “tenten ve ben / tintin et moi / tintin and me” ve istanbul, izmir gibi çok uluslu şehirlerin işçi sınıfı ve rum topluluğu tarafından yaratılan müzik tarzının bir portresi olan giorgos c. zervas imzalı “bana seni sevmememi söylüyorlar / mou lene na mis’ agapo / they tell me not to love you”.

    canlandirma sinemasi: küba

    programını her yıl farklı türde yapımlarla zenginleştirmeyi hedef edinen festival, bir süredir canlandırma sineması’na özel bir bölüm ayırıyor. önceki yıllarda kanada, hollanda, ingiltere, italya, belçika ve fransa’dan gelen animasyon filmlerini izlemiştik. bu türün meraklılarına, bu yıl da küba animasyon sinemasının seçkin örneklerinden derlenen iki ayrı program ve ünlü çizer juan padrón’dan 2 uzun metrajlı çizgi film sunulacak.

    • havana’daki vampirler / vampiros en la habana! / vampires in havana : juan padrón’un ilk “havana vampirleri” filmi, gangster ve vampir filmleriyle kafa bulan neşeli bir yapım. 1933’te bir vampir-gangsterler birliği, vampirlerin gün ışığında kalabilmesini sağlayan yeni iksir “vampisol”u ellerine geçirmek için havana’da toplanır.

    • havana’daki vampirler arttı! / mas vampiros en la habana! / more vampires in havana! : önde gelen kübalı animatör juan padrón’un bu son çalışması ise, 1985 yapımı “havana’daki vampirler”inin devam filmi. muziplik, açık saçıklık ve siyasi hicvin bu enerjik ve komik karışımı, en fazla yetişkin animasyon hayranlarına uygun..

    programda ayrıca, 12 seçkin küba animasyon filminden oluşan bir derleme ile küba'da uzun metrajlı filmlerden önce gösterilen, filminutos (minik filmler) diye adlandırılan ve filmlerin isim yerine numaralarla tanımlandığı kısa filmlerden bir seçki yer alıyor.

    latin amerikan sinemasi: arjantin, brezilya ve diğerleri

    yeni latin amerika sineması, iki kıdemli ulusal film endüstrisinin – arjantin ve brezilya - yapımlarından hız alarak, son zamanlarda uluslararası pazarlardaki konumunu yeniledi. bu pazarlarda, gittikçe daha çok sayıda filmleri, hem festival gözdeleri arasında yer aldı, hem de gişede başarı kazandı. bu kapsamlı bölüm, arjantin’den 6, brezilya’dan 4, meksika’dan 2 filmle, 7 farklı latin amerika ülkesinden: ekvator, bolivya, şili, kolombiya, peru, uruguay ve venezüella’dan birer filmi biraraya getiriyor.

    • mango sarısı / amarelo manga / mango yellow : cláudio assis’in, bezgin seyircileri bile şoka uğratacağı kesin, bu çılgın filmi, renkli, iğneleyici bir sefalet mozaiki. heyecan dolu bir 24 saat boyunca umutsuz birtakım karakterler, mutluluk arayışı içinde, bir tuzaklar ve intikam, gerçekleşmemiş rüyalar evrenine dalarlar

    • cinsel bağımlılık / dependencia sexual : büyük şehirlerdeki günümüz gençlerinin samimi, tedirgin edici bir portresini çizen bir film. yönetmen rodrigo bellott, deneyden kaçınmıyor. dijital videoyla çektiği filmin neredeyse tamamında perde ikiye bölünmüş durumda, tempo ise iki kat hızlı.

    • masalcılar / narradores de javé / storytellers : küçük kasabalar ve sakinleri hakkında, hayatın mucizesini, rüyaların gücünü ve ortak bir geçmişin şiirini kanıtlayan, hoş, hayal gücünü serbest bırakmış bir çalışma. brezilyalı genç yönetmen eliane caffé’nin filmi, dünyanın dört yanındaki festivallerden ödül topladı.

    • bugün ve yarın / hoy y mañana / today and tomorrow : bitip tükenmek bilmeyen toplumsal ve ekonomik krizler yüzünden orta sınıf çocukların, sokakta hayatta kalmayı öğrendiği günümüz arjantin'inde gençlerin gerçekçi bir portresi. alejandro chomski’nin filmi arjantin’de fahişeliğin tehlikelerini ortaya seriyor.

    • yılın adamı / o homem do ano / the man of the year : bir saç boyası yüzünden iki adam arasında yapılan düello, kinetik biçimde stilize, kara bir şekilde komik bu yeraltı dramını başlatıyor. brezilyalı yönetmen josé henrique fonseca’nın yürek parçalayıcı, usta işi filmi, festival’in en çok ödüllü yapımlarından.

    • ana ve diğerleri / ana y los otros / ana and the others : arjantinli kadın yönetmen celina murga’nın doğduğu kent paraná‘yı, orta sınıftan sakinlerini ve onların bireysel kaygılarını hayata geçiren ilk kurmaca filmi, sıcak, güneşli renklerle dolu. bu yumuşak, nostaljik film, insanın kendini keşfediş yolculuğunu anlatan bir yol filmi.

    ayrıca:

    vicente amorim’in yönettiği, gerçek olaylara dayalı, dört bisikletle brezilya’da pedal çeviren bir aileyi anlatan, ender bulunur türden yol filmi “dünyanın ortası / o caminho das nuvens / the middle of the world”; dünyanın marslılar tarafından işgali paranoyasının nadir politik bir yaklaşımla ele alındığı yetişkinlere yönelik acımasız bir hiciv olan, juan antin imzalı çizgi film “marslı mercano / mercano el martiano / mercano the martian”; çaresizlik sonucu suça sürüklenen masum ve hassas bir çocuğu anlatan “ofsayttakiler / fuera de juego / offsides” (victor manuel arregui); daniel burman’ın, geçen ay berlin'de gümüş ayı'yı alan ve çok uluslu kültürü alışılmadık derecede onaylayan bir resim çizen, etkili kurmaca filmi “kayıp kucak / el abrazo partido / lost embrace”; uruguay’ın guillermo casanova imzalı, bu yılki oscar adayı olan “denize yolculuk / el viaje hacia el mar / seawards journey”; julián hernández’in yabancılaşma, aşk ve yalnızlık üzerine melankolik meditasyonu “bin barış bulutu göğü kuşatıyor aşkım, sen hep aşkım olarak kalacaksın / mil nubes de paz cercan el cielo, amor, jamás acabarás de ser amor / a thousand clouds of peace fence the sky, love; your being love will never end”; "bugün ve yarinéın genç yönetmeni alejandro chomski’nin hafızasını, tarihini, sevdiklerini geri kazanmaya ve film yapmaya çalışmasını anlatan santiago garcia isler’in 15 dakikalık "sahte-belgesel"i “kim bu alejandro chomski? / ¿quién es alejandro chomski? / who is alejandro chomski?”; perulu yönetmen josué méndez’in şaşırtıcı derecede yoğun ilk filmi “santiago’nun günleri / dias de santiago / days of santiago”; latin dünyasının bir köşesinde, caracas’ta bir gece altı kişinin hayatlarının birbirine karışıvermesi üzerine kurulu “beton aşklar / amor en concreto / love in concrete” (franco de peña); dünyayı daha iyi bir yer haline getirme çabaları esnasında sevdiklerini kaybedenlerin anısına yapılmış, dokunaklı ve acı “kamçatka / kamchatka” (marcelo piñeyro); izleyicileri, çaresizliğin kol gezdiği bir buenos aires'e götüren, martin rejtman'ın yazıp yönettiği buruk komedi “sihirli eldivenler / los guantes magicos / magic gloves”; uzak bir tropik orman bölgesindeki evlerini terkederek, kendilerini aniden dev ve acımasız bir şehrin sokaklarında bulan genç bir çiftin öyküsünü anlatan “ilk gece / la primera noche / the first night” (luis alberto restrepo); bir gece boyunca yirmi elmaslık ganimet için sürdürülen ve insanları çılgına çeviren bir avı anlatan, hugo rodriguez imzalı “nikotin / nicotina / nicotine” ve andrés waissbluth’ın şili mafya’sına katılan iki erkek kardeşin dramını üç ayrı bakış açısından nakleden, taze ve seksi ilk filmi “acemiler / los debutantes / the debutants”.

    türk sinemasi 2003-2004 / ulusal yarişma

    uluslararası istanbul film festivali’nin amaçlarından biri de, genelde türk sinemasının, özelde ise son bir yıl içinde türkiye’de üretilen seçkin sinema eserlerinin, festival’e katılan yabancı festival yöneticileri, dağıtımcı şirket temsilcileri ve film eleştirmenleri aracılığıyla yurtdışında tanıtımını sağlamak. festival’in ulusal yarışma bölümünde bu yıl 12 film, 50 milyar tl'lik “yılın en iyi türk filmi” ve “en iyi türk yönetmen” ödülleri için yarışacak. ayrıca festival’in en iyi erkek ve en iyi kadın oyuncu ödülleri de sahiplerini bulacak. uluslararası film eleştirmenleri (fipresci) jürisi'nin seçeceği, onat kutlar’ın anısına verilen en iyi film ödülü’nü kazanan filmin yönetmeni de, bir sonraki filminde kullanılmak üzere, efes pilsen tarafından verilen 50.000 dolarlık ödülü kazanacak.

    bu yıl ulusal yarışma'ya katılan filmler şunlar:

    • neredesin firuze?: üç yüzü aşkın reklam filmini yönetmenin yanısıra, seçkin filmlerin yapımcılığını da üstlenmiş ezel akay’ın yönettiği bu ilk uzun metrajlı kurmaca film, bir şarkıcının yükselişine paralel olarak unkapanı’ndaki istanbul plakçılar çarşısı’nın içyüzünü anlatan hareketli bir komedi.

    • inat hikâyeleri : sadece yönetmen reis çelik ve oyuncu tuncel kurtiz’den oluşan 2 kişilik film ekibinin bölgeye giderek yöre halkıyla beraber, çok olumsuz doğa koşulları altında yaptıkları doğaçlama “inat hikâyeleri”, belki de türünün ilk örneği

    • bekleme odası : zeki demirkubuz’un uluslararası yarışma’da da türkiye'yi temsil eden filmi, başkalarına göre idealist ve ilkeleri için yaşayan, ama kendisine göre inançsız ve kibirli bir yönetmen olan ahmet’in hikâyesinin yanısıra, film yapmanın kendisinin de güçlü insanlık durumları, kuşkuları, soruları ve temaları olduğunu anlatıyor.

    • insan nedir ki? : reha erdem, “kaç para kaç”tan sonraki filminde, insanın ne olduğunu soruyor. istanbul’un, vapur sesleri ve martı çığlıklarıyla yankılanan sokaklarında ve evlerinde, çığlık çığlığa, omuz omuza, sırt sırta, dudak dudağa, el ele, yumruk yumruğa, göz göze, yanak yanağa yaşayan insanları anlatıyor.

    • vizontele tuuba : türkiye’nin güneydoğusu’nda, 1980 yılının yaz aylarında, herkesin ve her şeyin uzağındaki, küçük masal şehri vizontele’de hiç sağcı yok, ama birbirine düşman iki solcu dernek var. yılmaz erdoğan, gişe şampiyonu “vizontele”deki karakterlerin ve yenilerinin maceralarını bu devam filminde sürdürüyor.

    • metropol kâbusu : ümit cin güven, “sır çocukları”nın ardından, kapkaç terörüne eleştirel bakışını beyazperdeye yansıtıyor. metropolün gayrimeşru trafiğinin içindeki, hayatları aslında pamuk ipliğine bağlı beş gencin, beş küçük insanın kesişen yollarının hikâyesi.

    • okul : taylan biraderler, yağmur ve durul taylan’dan, bir yatılı okulda geçen ve içinde komedi unsurlarının da olduğu bir korku gerilim filmi. gençler için yapılmış, başrollerinde gençlerin oynadığı bir gençlik filmi. çocukların içinde kendilerinden bir şeyler bulacakları bir “ilk”.

    • karpuz kabuğundan gemiler yapmak : kısa filmleriyle tanıdığımız ahmet uluçay, 1960’lı yıllarda, küçük tepecik köyünde yaşayan iki çocuğun hikâyesini anlatıyor. recep ve mehmet yazları, yakındaki tavşanlı kasabasında çıraklık yapan iki köylü çocuğu. tek arzuları, film izlemek, göstermek, çekmek. tepecik'te doğmuş ve halen orada yaşamakta olan uluçay'ın ilk uzun metrajlı çalışması otobiyografik.

    • bulutları beklerken : yeşim ustaoğlu’nun yeni filmi, insanî duygular olan aşk, suçluluk, korku ve paylaşmayı deşerken, “biz kimiz?” ve “nereye aitiz?” sorularını ortaya atıyor. bir kadının yıllardır mecburen benimsediği sahte kimliğin altında, ait oldukları yerlerden uzaklaştırılan insanların trajedisi yatıyor.

    • inşaat: istanbul’un gecekondu semtlerinin birindeki inşaatta çalışan iki amelenin, ali ve sudi’nin istemeden bulaştıkları bir seri cinayet macerası. ömer vargı’nın, “her şey çok güzel olacak”tan sonraki ikinci filmi, tek hayalleri kaçak işçi olarak italya’ya gitmek olan iki ahbap çavuş ve çevrelerindeki “kötü”ler üzerine kurulu.

    • küçük özgürlük : almanya’da yaşayan yönetmen yüksel yavuz’un ikinci filmi, yerinden yurdundan olma hissi üzerine duygusal bir dram. ailesinin ölümünden sonra, akrabalarının yardımıyla almanya’ya gelmiş bir kürt delikanlısı olan baran, saklanarak kaçak hayatını sürdürmeye çalışır. baran, günün birinde selim adında, doğduğu köyde koruculuk yapmış ve almanya’ya yeni gelmiş yaşlı bir adamla tanışır ve bir süre sonra her şey çığırından çıkar…

    • çamur : kara mizah ya da ironi kullanmayı sağlayan karakterler ve durumlar yaratmayı seven derviş zaim’in filminin kahramanları, halen bölünmüş olan kıbrıs’ta, geçmişle uzlaşma umuduyla yaşayan dört öğrenci. festival’e bu yıl ayrıca kıbrıs üzerine bir belgeselle de katılan yönetmenin bu filminde çamur hem iyiyi, hem kötüyü simgeliyor.


    (indiegirl - 9 Mart 2004 23:25)

  • comment image

    bu yıl 10- 25 nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan ve merak akabinde de ayrı bir heyecanla beklediğimiz etkinlik. yoğun olarak avrupa filmlerini bizlere ulaştırması bakımından da yıl boyunca bünyede meydana gelen dejenerasyonu temizleyerek ruhları huzura kavuşturan iksv'nin kotardığı biricik festivalimiz....
    (bkz: aman da aman kimler gelmis)


    (jurnalci - 16 Mart 2004 11:59)

  • comment image

    on rezervasyon fiyatlariyla beni hayretlere dusurmus olan festival (iyi anlamda). bir daha 'cok pahali' diye sikayet eden olursa kendisine 'el insaf' diyecegim.


    (tramell - 21 Mart 2004 19:43)