Oyuncular
  • "(bkz.: in the realm of passion)"
  • "bir nagisa oshima filmi. in the realm of sensesin 1978 yapimi devami."




Facebook Yorumları
  • comment image

    japondan. türkiye'de. dvd'si ucuzcuda. film ile birlikte sunulması uygun görülen ekstra dökümanlarda, 1970'lerde şişiveren japon erotik sineması hakkında, fransız hegamon kaynaklar tarafından şişirilmiş fikirlerden oluşturulmuş, iniltili bir belgesel mevcuttur. belgeselde, japon erotik sinemasının, acıya, şiddete, ızdırabın türlüsüne açtığı kucak ve orgazm anında sessiz bir bukalemuna benzeyen erkek ile tez gelen, tiz, kopuşsuz çizgisel sesle dalgalanarak ağlayan fareleri andıran kadın dublajları takip edilebilir. dönemin afişlerinden örnekler izlenebilir. türk erotik filmlerdeki neş'e, kahkaha, cümbüş ile bir arada düşünülebildiği ölçüde anlama çabasına girişilebilir.

    bu film, yani adının "ai no borei" olduğunu bugün görünceye dek, "l'empire de la passion" olarak bildiğim kült, malum cinsel eylemlerin ritüelistik tekrarlarından oluşan bölümlerinde hiç erotik değil. hazza dayalı eylemlerin paravansız gösterilmesi ve hazzın yitimine yol açması açısından bakıldığında, böyle bir etki de gütmeyerek pornografik olduğunu da söyleyemem. ancak, pudralı renkleri ile estetik. karmaşalar filozofu baudrillard, "baştan çıkarma üzerine" adlı köşeli, küçük, kibirli kitabında, kimi kez, "duygu imparatorluğu" olarak türkçeleştirilmiş bu filmden bahsetmektedir. o anlarda ne dediği anlaşılmaz olmasa da akılda kalmazlaşıyor. tabu yıkan tabu şahsiyet baudrillard'ın kitabında alıntılanan ve cannes ödülünü almış bu filmi, bir marketin ucuz dvd standında görmek bende, "fakir ama onurlu gencin zengin de olduğu an yaşadığı komplekse dayalı sınıfaşırı haz"za yakın, kısa süreli bir hal yaratmıştı. yönetmenin, ya da imzalayan her kimse, renklere ve proporsiyonlara muktedir bir görüntüler imparatorluğu kurduğunu görebildiğimiz bu film; şehvet, vicdan azabı, sır kapısı, ihanet, ahlaki çökmelerden bahsediyor gibi görünse de, aslen "bugün rüyamda böyle gördüm, ve bu, bizim ülkeye de (japon-) uyuyor." diyen bir öykü. japon geleneğinde, tarihin ilk romanı "genji kıssası"ndan beri görülen; ruh olarak faaliyet gösteren insanların, oksijen ve bilumum gaz soluması yapan ve sindirim sistemleri hala çalışan insanlara kendini göstermesi, ölülerin dünyaya fluğ ruhlar olarak dönüşü bu filmde de mevcut. intikam adına fluğlaşan hamlet ile bir arada izlendiğinde, iki eserin örtüşen, çekişen, birbirinden bağımsız yanlarını okumak zihin açıcı olabilir.

    --- spoiler ---
    hatıralarıma dayanarak söyleyebilirim ki; adı 2. dereceden mühimmatlı japon kadın, evli: bir koca-bir evlattan oluşan tek bir ailesi var. japon kadını ara sıra gören, arkadaşça yaklaşan ve kocanın da 2. dereceden muhabbet kurduğu başka bir adam var. o başka adam, japon kadınla cinsel olarak ilgili, alakadar. önce, bu niyetini belli etmiyor ve kadına -o dönem pastane olmadığı için pek kıymetli ve akıl çelici olan- şekerlemeler ikram ediyor. fakat, sonra, tam da kadın, onun güven vericiliğine itibar ederken ve eğlenirlerken adam kadına asılıyor. japon kadın bu durumdan rahatsız. ona asılan adam, kocasından daha genç, diri, çekici. buna rağmen, kadın ailesine sadık kalmak istiyor. kadını arzulayan adam ona tecavüz ediyor.

    ikinci kısımda, gözü dönmüş adam, kadını, kocasını öldürmeleri için iknaya kalkışıyor. kadın ikna oluyor ve ona sake üstüne sake vermek sureti ile sarhoş ederek, kocasını bir güzel öldürüyor. çocuğunu babasız bırakıyor, ve arada ağlıyor. cinsel arzusunu, kadının kocasını düşünmeksizin; sınırlamalardan, yakalanma korkusundan kurtularak yaşamak isteyen adam ve artık sevişebilen kadın, ilk bir kaç sene mutlular, keyifliler, hazcılar. japon kadın, kocamı öldürdüm diyemediği için, toplum korkusundan, çocuğu da dahil herkesin kafasına "beyim başka yere çalışmaya gitti" diye işliyor. çareyi yalanda buluyor. bir kusur daha işliyor. bu arada, bunlar fakirlerdi, ve kocasını öldürmeden önce, kadın kocasının orasını burasını ovuyordu. aralarında yaş farkı büyüktü. senaryo gereği bir yamuğu da yoktu. öldükten sonra da ortalıkta pek görünmedi. ancak, bilmem vajinasını ve tenini ve dudaklarını ve arzusunu, henüz kamu yasaları nezdinde onaylanmamış ve belki de hiç onaylanmayacak olan bir ilişkide, paylaşmaması gereken bir erkekle paylaştığı için mi, bilemiyorum: kadın vicdan azabı duyuyor. bu vicdan azabı, kocasının hayaletinin ona görünmesi ile açığa çıkıyor. vicdan azabı nedeniyle o hayalet belirmiş de olabilir, fakat film bize bunu bu şekilde değil, -ben çok zekiyim, psikolojiyi lise 2. sınıfta hakira nandu'dan aldım havası estirmeden- taze, çiğ süt kreması tadında sunuyor. öylece, bir gün, geçmişin suçu, kadını apansız bırakıyor. peki, üzerine yazılmış bir takım yazılar ve oluşturulmuş literatür sonucu soruyorum kendime: bu suç muydu? kadının zevki reddederek başladığı ve sonunda hayvani güdümlü aşk için işlediği cinayet suç mu? kadın için öyle olsa gerek ki hayalete iki çift laf edemiyor. "seni sevmiyordum, seni sevmediğimi nasıl söyleyebilirdim, söylesem beni bırakıp ona verir miydin, bunun adı sevmek mi bunu bile bilmiyorum zaten, fakat can istemesi söz konusu, kendimi durdurarak daha mı iyi olurdum, iyi olmanın kuralı bu mu?" demiyor. "vermek dedim, sonra fark ettim. kadının vermesi, kadının verilmesi, belki de bunları düşünmek istemiyorum, senle konuşmaktansa aşığımla orgazm olmak istiyorum" da demiyor. boşansalardı da diyemiyoruz, sanırım o dönemde zor. baştan çıkarıcı adam ile zevkle baştan çıkan kadın, yaşlı adamı şok edip kaçsalardı olmaz mıydı? demek ki paraları yoktu ya da kışkırtan adam kötüydü veyahut kocasının onları bulabileceğini düşünmüş olabilirler. gerçi adam onları, onlar adamı öldürdükleri halde, yine de buluyor.

    aslında olay değişik.
    ima edilen formül, şu:

    olanca farklı alternatife rağmen, hazza [la passion], merkezinden - biletsiz, sırasız, kuralsız, yasaksız, zincirsiz, şartsız, şurtsuz, günahsız, vs.vs.vs.siz- pop şarkısı gibi giriş yapmak için işlenen cinayet; o iki azgın yaratığın sonu oluyor. çünkü, orada haz yok. yani, baudrillard'dan az buçuk anladığım kadarıyla, bu filmi de neden eleştiri listesine aldığını anlayabiliyorum. çünkü, bir şeyin tüm çıplaklığıyla orada olması, artık orada olmaması demek. yasak yok, koca yok, kaçılan bir şey yok, mahrem yok, yakalanma, öldürülme, parçalanma korkusu yok: dolayısıyla sarsılarak orgazm da maalesef yok. bu bir tür ilahi adalet mi? hazzın yıkımı, eli soğuktan donarken, ateşi gören; alevlerin yalamasıyla tahrik olan ve elini ateşin içine sokan kişinin, yakıp kül ettiği elini bir daha asla sıcacık ovuşturamaması demek. denge, hazzın dorukta tutulması anlamına geliyorsa; cinnet ve büyük boşalımlar, içinde hayaletleri de barındıran büyük boşluklar getiriyor mu demek? öyleyse, şeytanı yok etme çabasında şeytanı kıstırmak mı serbest bırakmak mı gerek sorusu gündeme geliyor. şeytanları serbest bıraktığında kör edici haz da kayboluyor. arzular bir hayal oluyor.

    gelgelelim, arzularının esiri olan çiftimiz bir hayaletin, sıradanlaşan hayatlarına ve hayallerine el atması ile birlikte, şiddetle cezalandırılıyorlar.
    ---
    spoiler ---

    ai no corrida adındaki diğer eser, sanırım daha ilgi çekici. ve bazı kaynaklarda, asıl duygu imparatorluğu'nun ai no borei değil ai no corrida olduğu iddia edilmekte. misal şurada: http://www.filmcenter.boun.edu.tr/…lm_of_senses.pdf
    dağıtımcı şirket ise dvd'sinin kapağına "cannes en iyi yönetmen" yeminin üzerine filme "duygu imparatorluğu" adını takmış ve yakın çekim, guaj griler içinde bir adam, bir kadın, kadının göğsünün bir kısmını basmış: arka kapağa baktığımızda ise kan revan iki bedenin belden yukarısını görüyoruz. duygu imparatorluğu'nun yakın tarihinin izini sürerken bile yanılabiliyoruz.

    70ler turk erotik sinemasi, bir son çare, batan sinemayı kurtarmak gibi nedenlerle açıklanırken, "çok fakirdim ondan orospu oldum" anlayışıyla, dilenciliği orospuluğa alternatif tutarken ve orospuluktaki -illa ki seks işçiliği olması gerekmeyen, orospu olmak halinden bahsediyorum- beğenilme hırsını yakalayamazken; 70ler japon erotik sineması, toplum ve toplumsallığa gıcık oluş ile kendini tanımlıyor. zoraki nedenlerle yapılan erotik sinema, güldürüyor. zorlayıcı olmak için yapılan erotik sinema, -beni- hikayeden uzaklaştırıyor. belki, her ikisi de, topluma -ve toplumun bir ferdi olan yönetmen, senarist, oyuncu, ışıkçı...ya- istediğini veriyor. şiddet ihtiyacına, siktiği için kanayan ve sikildiği için ağlayan oyuncuların dolup taştığı senaryolarla; toplumun dalga geçme ihtiyacına da, sakar, kusurlu erkek-(dönemine göre)fıstık gibi kadın durumlarıyla, dönemin erkek seyircisine, perdede, kendi yansımasını ve düşünü göstererek sunuyor. her sanatçı kendi seksinden başka türlü intikam alıyor ve seksiyle barışamadığını tekrar tekrar anlatıyor. bu arada, filmin sonunu henüz net olarak bilmiyorum. sarmadı. sıkıldım. kapattım. her insan bildiğini anlıyor. bu filmi izledim ve bana ne kaldı diye tahlil ederken, ett hal i mitt hjarta filmindeki, çekim esnasında uyuya kalan porno oyuncusuna yönlendirildim.


    (lacivert kadife ve kirmizi visne - 4 Ağustos 2007 13:30)

  • comment image

    erotizmin, yönetmenin öteki kült filmine nazaran sınırlı da olsa, konuya zorla sokulduğu hissi veren bir film. her ne kadar elle tutulur bir hikayesi olsa da genel kanının tersine ai no korida'dan daha başarılı bulmadığım bir yapımdır. diğeri "ben buyum" diyerek ortaya çıkarken bu biri adeta "biraz ondan, biraz bundan" kafasıyla çekilmiş. erotizm meselesiyle öykünün gücünün kırılmasında herhalde yönetmenin önceki çalışmanın etkisinden sıyrılamaması ya da ticari dayatmalar etkili olmuş olmalı.


    (yaz uygun bir sey iste yahu - 14 Şubat 2015 05:33)

Yorum Kaynak Link : ai no borei