• "kitabındaki çizilen canavar karakteri birçok filmdekilerin aksine akıllı bir yaratıktır."
  • "(bkz: yildirim demiroren)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    ingiliz yazar mary wollstonecraft shelley tarafindan 1816'da yazilmis fantastik roman. tam adi "frankenstein, or the modern prometheus"tur. ceset parçalarini birlestirerek olusturdugu ölü vücudu, elektrik akimi yardimiyla canlandirmayi basaran tip ögrencisi victor frankenstein'in öyküsünü anlatir.

    sonradan frankenstein adi, yukarida bahsedilen zombi yaratik ile özdeslestirilmistir.


    (muhendis - 1 Mart 2000 19:27)

  • comment image

    mary shelley'in bu eserinde paris'teki bir türk tüccardan da bahsedilir; sebebi bilinemeyen bir şekilde suçlanmış ve "barbarca" idama mahkum edilmiştir bu adam (karakterin "türk tüccarı" dışında bir ismi de yok, siz ona dreyfus çelebi deyin geçin.) hatta bu durumun paris halkını rahatsız ettiğine de değinilir. suçlamanın ilginç olan yönü, mahkumiyetin gerçek sebebinin suçun mahiyetinden ziyade türkün "malvarlığı" ve "dini" oluşudur. hatta mary shelley romandaki bu karakter için "zavallı muhammedi" ifadesini dahi kullanmaktan çekinmez. ama bir bakarsınız ki bu türk tüccar daha önce güzel bir hristiyan arap kadınını köle etmiş, hatta ondan bir kız çocuğu sahibi de olmuştur (ki bu kıza göre türkiye'de yaşamak tiksindiricidir.) kıza aşık olan birinin yardımıyla türk tüccar kaçırılır. ama türk, çiftin evlenmelerine razı olmaz; bütün yapılan yardıma vefasızlık edip kızıyla birlikte çeker gider, aşık felix'i dımdızlak ortada fakir bir halde, disconnectus erectus vaziyetinde öylece bırakır. birden "zavallı muhammedî", "hain türk" ifadesini kucaklayıvermiştir. yani kısaca batılının düşüncesindeki klasik imge olarak "zavallı, ezilmiş, kötü davranılan, haksızlık edilen" ama aynı zamanda "despot, ikiyüzlü ve hain" de olan türk, burada da arz-ı endam etmekte (the lustful turk'teki türk imajı hafif makaslamalar ve eklemelerle burada da hafiften var yani.) ayrıca sözlükte şu bahis konusu edilen türk tanımı da orjinal metinde şöyle geçer:

    "he is wholly uneducated: he is as silent as a turk, and a kind of ignorant carelessness attends him, which, while it renders his conduct the more astonishing, detracts from the interest and sympathy which otherwise he would command."


    (balamir1 - 12 Temmuz 2008 00:06)

  • comment image

    popüler bir korku filmi diye küçümsediğim, bir arkadaşımın "felsefi ve iyi bir romandır, mutlaka oku!" önerisiyle okumaya karar verdiğim, sonra da bugüne kadar okumadığım için kendimden utandığım, içindeki fikir dünyasına hayran kaldığım mary shelley romanıdır. hızımı alamayıp ntv yayınlarından çıkan çizgi roman versiyonunu da okudum.

    "..hastalığı insanoğlunun bedeninden uzaklaştırıp, insanı ölüm dışında her şeye dayanıklı kılmayı keşfetsem nasıl bir şöhret kazanırdım!" düşüncesiyle, sırf şöhretli olmak adına dev boyutlarda bir insan yaratan dr frankenstein ile "sen bana anlayış gücü ve tutku verdin, ama sonra insanların korkup aşağılayacakları biri gibi dünyaya gönderdin." diyen yaratılmış bu insan(canavar, yaratık gibi adlandırmaları var) kıyaslandığında, dr frankenstein'ın tarafını tutan bizden değildir... ben, o "canavar" dediğiniz dev insandan yanayım... yaptıkları değerlendirilirken onu kanunsuz davranmaya iten sebepler göz ardı edilmemeli... anarşist tavırlar durup dururken ortaya çıkmaz. bir haksızlık, bir yanlışlık, çarpıklık varsa başkaldırır insan. "canavar" ın şu haklı sözlerini okuyup içi titremeyen olur mu acaba? :

    "hala sevgi ve arkadaşlığı arzuluyorum, ama hep hakaretlerle reddedildim. haksızlık değil mi bu? tüm insanoğlu bana günahkar davranırken, suçlu olan tek kişi ben miyim? arkadaşını kapısından hakaretlerle kovan felix'den neden nefret etmiyorsunuz? çocuğunun kurtarıcısını öldürmeye çalışan köylüye neden lanet etmiyorsunuz? ama hayır, onlar tertemiz, kusursuz insanlar. ben, zavallı, terk edilmiş, hakaret edilen, tekmelenen, ayaklar altında çiğnenen çirkinlik abidesi... şu an bile bu haksızlıkları hatırladıkça kanım çekiliyor."

    ezilen, sömürülen, hükmedilen, aşağılanan insandır bu "canavar". mutlu olma şansı yoktur ama sorumluları mutsuz etme cesaretini bulur. keşke her ezilen, tanrı konumundaki her şeye karşı çekinmeden canavarın şu sözlerini söyleyebilse:

    "sen benim tanrı'msın, ben de senin efendin, bana itaat et!"

    "dikkatli ol! korkusuzum ve bu yüzden güç bende."


    (josef k - 19 Kasım 2010 22:22)

  • comment image

    bir kadının yaratmasına hiç şaşırmadığım karakterdir. biz böyleyizdir çünkü, her zaman tek bir bedende çok ama çok şey isteriz. her istediğimizden bir parça alarak, ancak bir 'tam adam' yaratabiliriz. hep bir kusur buluruz, aman şu olsun, şuyu olsun, kaşı şöyle olsun, gözü böyle olsun. huyu iyi olsun, kültürlü olsun, e durumu da iyi olsun.* tabi bunların hepsini aynı erkekte bulmak imkansıza yakındır. o yüzden çoğu kadına 'senin istediğin gibi biri bu dünyada yok.' derler. mary shelley mükemmel bir erkek, yakışıklı bir aşık yaratmamış bunu biliyoruz. ama benim bahsettiğim şey hikayenin kurgusunu oluşturan ana düşünce. hikayenin kurgusu kadın zihninin nasıl çalıştığını ele vermesi açısından çok güzel bir detay üzerine örülmüş.


    (derinlemesine yuzeysel - 22 Şubat 2011 02:04)

  • comment image

    hiç bilmediğimiz bir mekanda, benzerine daha önce rastlamadığımız varlıklarla kuşatılmış bir evrende bulsak kendimizi ilk tepkimiz ne olurdu? koşmak mı? yoksa çığlık mı atmak? bunlar oldukça akla yatkın gelmekle birlikte verilecek ilk tepki olamazlar.
    insan her şeyden önce uyum sağlamak ister. sonrasında varsa kendisine benzeyen bir varlıkla iletişim kurmayı tasarlar. korku ya da kızgınlık insanın bu ilk çabalarının sonuçsuz kalmasıyla ya da varlığını tehdit eden bir algının tebarüz etmesiyle devreye girer.

    "yaratık" da romanda ilk olarak uyum sağlamak ister. sonrasında anlaşabileceği, yakın bulduğu -gözleri görmeyen ihtiyar- kişiyle iletişim kurmayı dener. bütün bu seçenekler sonuçsuz kaldığında ise "ahlaksızlığı" seçer.

    "yaratık" bir "ahlaksızdır".

    çünkü ahlak ancak bir ötekinin, bir kendisine benzeyenin var olmasıyla yürürlüğe girer. ahlaklı olmak için bir topluluk içerisinde yaşamanız, size benzeyen kişilerle müşterek bir dil üzerinden iletişime geçmeniz gerekir.
    işte "yaratık" bu dili kurmak adına gerekli çabaları göstermesine rağmen kendisine benzemeyen ya da daha doğru bir tabirle kendisini topluluğa kabul etmek istemeyen bir bilincin duvarına çarpmıştır. yapması gereken tek şey kendince (buraya insanca sözcüğünü koymadım ama siz koyabilirsiniz) bir var oluşu anlamlı kılmaktır. bu yüzden öteki olanla şiddet üzerinden iletişime geçer. çünkü şiddet der derrida "bir şeylerin söylenememesi durumunda gösterilen tepkidir."

    böylece roman, okurlarına yıkıcı tepkilerin nedenselliğini oldukça fantastik bir düzlem içerisinde kurguladığı basit ve etkileyici bir olay örgüsüyle işaret etmiş olur.

    efendim çok konuştuk, derler ki söz uzadıkça doğru kısalırmış, bırakalım da son sözlerimizi koca şair cemal süreya söylesin:

    "biz kırıldık daha da kırılırız
    ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
    hırsız da bilmiyor çaldığını
    biz yeni bir hayatın acemileriyiz
    bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
    ....
    kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza"

    hayt bre!

    edit: imla


    (lafz i bisnev - 10 Mayıs 2011 20:11)

  • comment image

    aslinda iyi huylu bir yaratiktir bu,insanlara yardim filan etmeye calisir onceleri,ama herkes gorunusunden dolayi ona monster muamelesi yaptigindan iyilik duygulari korelir zamanla,bebek gibidir,konusmayi,okumayi yazmayi(okudugu kitaplarin icinde paradise lost gibi satan temelli kitaplar olmasi ilginctir bi de),hayatta kalmayi kendi basina ogrenir...tamamen insanin evrimi niteligindedir kitap,bi kac yerde de kendisinin frankensteinin adem i oldugunu vurgular yaratik
    okunmasi gereken bi kitaptir kanimca,ozellikle mary nin bu kitabi 19 yasindayken yazdigi gozonune alinarak okunmali ve ayri bir haz duyulmalidir


    (kalliste - 14 Şubat 2001 07:26)

  • comment image

    frankenstein aslen "anuna koduum bilim kas yaparken goz cikartiliyuor, 4 6 senelik birikimlerimiz sallanmiyor" denerek hazirlanmis bir eser degildir. mary shelley in de mektuplarinda bahsettigi uzere fransiz devriminin allegorisini yapan bir eserdir.fransiz devrimi supper olacak perfect cikacak diye beklenirken, is bilmezlik hazir olmazlik sebebiyle yapilan hatalarin devrimin nasi kontrolden cikmis bir canavara donustugunu anlatmaktadir
    ayrica romani yazmaya basladiginda mary shelly cocugunu kaybetmistir,kocasi hercai mizacli percy shelly de fazla ilgi alaka gostermeyince, bunun acisini bir sekilde cikartmak icin sorumsuz bilim adami karakterinde percy e giydirmistir.

    ayrica erkekten ana olmaz seklinde bir saptamasi da vardir mary shelley nin.


    (otisabi - 25 Şubat 2001 04:46)

  • comment image

    hatta eser icerisinde bilimsel etik ve metodolojiden sapan cornellius agrippa isimli bir karakter yerden yere vurulur, onun hayalci bilimsel yaklasimi, hisli bilim carpikligi elestirilir.frankenstein ise onun yontemlerinin yanlisligini farketsede cizgisinden etkilenerek mukemmel insan yaratmaya gayret eder, sicar.

    cogu film ve avantur de goruldugu uzere frankenstein elektrik verilerek harekete gecmez, hatta nasil harekete gectigi bile belli degildir, parcalar toplanir dikilir, olur sana yaratik.frankenstein tek basina bir gaz balonu olup calisirken yaratik yaptigini farketmeyecek kadar obsesif olmustur.yarattik canlaninca kacar nefret eder.yaratik da nefret edilmekten nefret eder, yerden goge kadar da haklidir frankensteinin basina bela olmakta.hatta aslinda kasi gozu yamuksa da, tanidim nice insandan duzgun mantikli konusmaktadir.

    bilim kurgu olmanin ilk genel gecer degerlerini yerine getirdigi kabul edilir, tarzin baslangici adledilir.


    (otisabi - 25 Şubat 2001 04:54)

  • comment image

    sanırım bok edilmeyen kült yaratıkların son kalesi olarak kaldı frankenstein canavarı.

    popüler kültür ve genelin isteği olan "sevişgen yaratık" konseptini karşılamadığı için hala sevebiliyoruz. sadece pornolarda çıkar karşımıza, o da yeni moda parodiler sayesinde.

    birkaç filmde denediler de tutmadı sanırım. adonisli frankenstein canavarı olmaz. genç kızlarımız artık adonissiz erkek veyahut yaratık da sevmez oldu tabii.

    lan zombileri bile o sapkın zihinlerine meze ettiler; değil vampiri, kurtadamı. garip.


    (coolbull - 26 Kasım 2013 16:56)

  • comment image

    kadın haklarının ilk savunucularından , feminizmin kurucusu olarak kabul edilen mary wollstonecraft'la filozof william godwin'in kızı mary on altı yaşındayken ünlü şair shelley'e * âşık olmuş ve o sırada evli olan shelley ile yurt dışına kaçmıştı. birlikte isviçre'ye gitmişler ve leman gölü'nün kıyısında bir şatoda kalmışlardı. komşuları ünlü şair lord byron'la sık sık buluşuyorlardı. bu sırada alman yazarların hortlak öykülerini okuyorlardı. bir akşam lord byron herkesin bir korku öyküsü anlatmasını önerdi. lord byron, shelley ve mary'nin üvey kız kardeşi birer öykü anlattılar, ama mary bir süre öykü aramaya devam etti. her sabah ona soruyorlardı. "öykü hazır mı?" diye. o ise gerçekten etkileyici bir korku öyküsü bulmak için hayal gücünü zorluyordu.

    bir akşam lord byron'la shelley zamanın bilimsel buluşları ve dr. erasmus darwin'in (charles darwin'in dedesi) araştırmaları ve galvanizm hakkında konuşuyorlardı. bir takım kimyasal işlemlerle bir cesedi yeniden canlandırmak mümkün olacak mıydı? o yıllarda insan bedeniyle ilgili bilimsel buluşlar büyük heyecan uyandırmış ve bilimin hayatı başlatabileceği veya ölen birini canlandırabileceği beklentileri doğmuştu. bu konuları dikkatle dinleyen ama kendisi söze karışmayan mary shelley o gece uyuyamadı. genç bir bilim adamının çeşitli uzuvları bir araya getirerek oluşturduğu yaratığın yanında diz çöküşü gözlerinin önünde canlanmıştı. güçlü bir makinenin çalışmasıyla yaratıkta hayat belirtileri görülmeye başlamış, başarısından ürken genç bilim adamı korku ve dehşetle oradan uzaklaşmıştı. tüm bunların hayal olmasını arzu eden genç adam yaratığın ölmesini arzu eder. uyandığında başucunda o korkunç yaratık endişeli gözlerle ona bakmaktadır. bu karabasanla karışık hayali gören mary shelley dehşet içinde gözlerini açar. bu düşünce beynine egemen olmuş, vücudu korkuyla ürpermektedir. beni bu kadar ürküten bu öykü mutlaka başkalarını da etkiler, diye düşünür ve ertesi gün öyküsünü diğerlerine anlatır. önce bunu kısa bir öykü olarak düşünen mary, eşinin önerisiyle öyküyü geliştirir ve roman olarak yazar. tüm zamanların en ünlü klasiği de genç bir kadının imgeleminden doğmuş olur.

    şükran yücel

    ayrıca istatistikler türkiye'deki 100 kişiden 96.5'inin bu kelimeyi 'frankeştayn' diye telaffuz ettiğini ve yazdığını söylemektedir..


    (kantelem - 13 Şubat 2004 22:21)

  • comment image

    mary shelley'in 200 yıl önce gördüğü ve hala devam eden kabusu. kafama sıçayım ki kıçımı kaldırıp kitabını okuyamadım şu güne kadar, fakat kendi dalında ayrı bir efsane olan filmini izledik hamdolsun. 1931 yapımı orjinal frankenstein filminden bahsediyorum elbette.

    klasik korku filmlerinin günümüzde sıklıkla karşılaştığı durumdur, özellikle arkadaş ortamında kalabalık bir şekilde izlendiğinde daha ilk sahnelerden itibaren kahkahalar eksik olmaz. herkes dönemin sinemasının ne kadar düz, oyunculukların ne kadar abartı, makyaj ve efektlerin ne kadar gülünç olduğundan dem vurarak dalgaya vurur aklınca. haklı oldukları zamanlar da vardır elbet, ancak frankenstein filmi buna istisna kesinlikle. yanlarına iki-üç adam alıp 70 dakika boyunca bu sinema eserini alaya alan delikanlıların, gece yarısı evde tek başına izledikleri takdirde götü yusuftan tavana değip değip yeryüzüne inmezse ben de adam değilim. korku sinemasında öyle ayrı bir yeri var frankenstein'ın, işin içine kısmen de olsa bilim girdiğinden yakın dönemde çekilen vampirli, mumyalı, kurtadamlı yapımlara göre daha gerçekçi geliyor ve daha fazla içine çekiyor izleyiciyi. yıl olmuş 2014, dr.frankenstein'ın çeşitli ceset parçalarından bir araya getirip oluşturduğu ve elektrik vererek canlandırdığı canavarı gören izleyici "lan yoksa?" diyebiliyor hala. bu her şeyden evvel shelley ve olağanüstü anlatımının başarısıdır elbette.

    hikayenin derinine inme gibi bir niyetim yok, zira hem dediğim gibi kitabını okuma fırsatım olmadı (ve bu yüzden hakkını verememe endişesi var), hem de söylemek istediklerimin hemen hepsi 1931 yapımı sinema versiyonu üzerine. ve söylemem de gerekli bunları, çünkü özellikle benim gibi bir korku sineması hayranı için gelmiş geçmiş en başarılı yapımlardandır frankenstein. gotik atmosferinden oyunculuklara kadar her yönüyle bir başyapıttır, sinema tarihine ismini altın harflerle kazımıştır.

    filmin sinema tarihinde bu denli büyük bir iz bırakmış olmasının nedenlerinin başında hiç şüphesiz boris karloff üstadın muhteşem bir frankenstein canavarı olması gelir. özellikle "elinin ayarını sikeyim" tadındaki; küçük kızla güzel güzel oynarken bir anda kaldırıp kızı göle fırlattığı, çiçekler gibi su yüzeyinde belirip salınmasını beklediği ve olan bitenin farkına vardığında çaresizliğe kapıldığı sahnedeki oyunculuğu muazzamdır. final sahnelerindeki halinden bahsetmiyorum bile. öyle bir adanmışlıkla oynamıştır ki bu rolü karloff, yönetmenin şerefsizliği yüzünden 20 küsür kere tekrar çekilen, yetişkin bir adamı (dr.frankenstein) sırtına alıp taşıması gerektiği sahneler neticesinde ömrünün sonuna dek peşini bırakmayacak kronik bir bel rahatsızlığına yakalanmıştır. yine de sevgiyle anar bu rolünü ve canavarı, sonrasında iki kez daha canlandıracak kadar da sahiplenmiştir. ve dahi ilerleyen yaşıyla birlikte artık canavarı oynayamayacak hale geldiğinde bile, frankenstein filmlerini öksüz bırakmamış ve serinin 1958 yılında çekilen filminde bu kez dr.frankenstein olarak yer almıştır. ilginç bir anekdot olarak, filmin başındaki oyuncu listesinde tüm aktör ve aktristlerin ismi canlandırdıkları karakterlerin karşısında yazılıyken, "the monster" karakterinin karşısında karloff'un ismi yerine bir soru işareti yer almaktadır. ancak film bittikten sonra, the mummy filminde olduğu gibi "a good cast is worth repeating...." ibaresi altında oyuncu listesi tekrar ekrana geldiğinde ismi frankenstein'ın canavarı olarak tescil edilir. bu durumun karloff'un film ilk çıktığı yıllarda pek bilinmeyen bir aktör olmasından, yapımcıların canavarın kimliğini filmin sonuna kadar muhafaza etmek istemiş olmasına kadar çeşitli açıklamaları olabilir, ancak kesin olan bir şey var ki sinema tarihi ve popüler kültürün en büyük ikonlarından birisi karloff ile can bulmuştur ve daha uzun yıllar frankenstein ismi duyulduğunda akla karloff'un canavarının siması gelecektir.

    filme dair bir diğer ilginç ayrıntı da, dönemin büyük korku sineması oyuncularından olan ve dracula filmi ile tanıdığımız bela lugosi'nin öncelikli olarak frankenstein canavarı rolü için düşünülmüş olmasıdır. hatta kendisi frankenstein ile aynı yıl fakat daha erken bir zamanda çekilmiş dracula filminin setinde, frankenstein canavarı kostümü ve makyajı ile bir deneme çekimi yapmıştır. bu çekimin görüntüleri günümüzde maalesef kayıp, fakat neyse ki lugosi yıllar sonra frankenstein meets the wolf man filminde canavar rolünde arz-ı endam etmiştir ki bizim de kendisini frankenstein canavarı haliyle görme şansımız olmuştur. buna ek olarak, özellikle 40'lı yıllar civarında patlayan "ne kadar korku filmi karakteri varsa hepsini toparlayıp aynı filmde buluşturma" furyası dahilinde iki ayrı frankenstein filminde doktorun ucube yardımcısı ygor'u da canlandırmıştır. dracula rolünde kurtadam ve frankenstein ile buluştuğu filmleri saymıyorum bile. 20.yüzyılın ilk yarısında canavar piyasası böyle karışıkmış bir miktar.

    frankenstein filmine dönersek, bir enteresanlık da filmin başında mevcuttur esasen. dr.waldman rolüyle filmde yer alan edward van sloan amcamız açılışta bizleri bizzat kendisi olarak karşılar, kendilerini bekleyen korkuya dair izleyiciyi uyarır. bu tarz klasik korku filmlerinde görmeye pek alışık olmadığımız bir manzaradır bu. bu noktada belirtmekte fayda var, van sloan aynı dönemde ard arda çıkan the mummy, dracula ve frankenstein filmlerinin hepsinde yer almaktadır ve her birinde aşağı yukarı aynı roldedir - olaylara vakıf, canavarın azılı düşmanı yaşlı ve bilge kişilik. orjinal van helsing kendisidir desem pek şaşırmazsınız sanırım.

    canavarın yaşam bulmasını müteakip doktorun sarfettiği "now i know what it's like to be god!" repliğinin sansürlenmesi de ayrıca ilginç bir hikayedir. 30'lu yıllar amerikan sansürcülerinin "blasphemy" diye haykırarak sansürlettiği bu replik, orjinal filmden tümüyle çıkarılmamış olup bir gök gürlemesi ile kısmen bastırılmıştır. neyse ki bugün elimizde olan versiyonlarda bu repliği aşağı yukarı sarf edildiği şekliyle duymamız mümkün, yine de dönemin sinema sanatçılarının çektiği çileyi ve sansürcü zihniyeti bu vesileyle anmadan geçmek istemedim. 2014 türkiye'sinde yedinci sanat yapımlarını kese kese kuşa çeviren sansürcanlara selam olsun.

    özetle frankenstein filmi, kendi dönemini geçtim, günümüz şartlarında değerlendirildiğinde bile bir korku filmi olarak fevkalade başarılı bir yapımdır. karloff'un frankenstein canavarı olarak ilk göründüğü sahne itibariyle gözlerinizi alamadığınız, 80 küsür sene sonra bile hala izleyeni korkutmayı (ve düşündürmeyi) başaran muazzam bir filmdir. ismini yunan mitolojisinde ateşi insanlara geri verdiği için cezalandırılan prometheus'dan alan bir yapımda, "yaşam ateşi" kendisine tekrar bahşedilmiş olan başkarakter frankenstein canavarının ateşten bu denli korkup, en nihayetinde yine alevler içerisinde "can vermesinde" şüphesiz ki takdire şayan bir şiirsellik vardır.

    hala izlemediyseniz bir şans verin, verin ki sabahın dördünde bu satırları boşu boşuna yazmış olmayayım. gotik atmosfer diyorum, modern prometheus diyorum bak.

    "it's alive!"


    (bruce parkus - 5 Nisan 2014 04:14)

  • comment image

    bu esere yapılan sinema uyarlamaları içinde belki de hâlâ en iyisi 1931 yapımı olan, james whale tarafından yönetilen ve başrolünde boris karloff'un oynadığı filmdir. ancak film, yaratığın küçük kızı göle fırlattığı sahne hariç, korkutucu olmaktan uzaktır. bunun sebebi filme yapılan türkçe dublaj olabilir. filmde baron frankenstein* karakterine yapılan türkçe dublaj tek kelimeyle felakettir. baron frankenstein'ı seslendiren zat-ı muhterem, aynı zamanda kara murat serisinde bizans imparatorlarını seslendiren adam ile aynı kişidir*. hal böyle olunca, insan gerilmekten ziyade, bu dublajcı abinin sesine takılır kalır ve film piç olur. ben şahsen kendisinden "bütün türk köylerini basın", "taş üstünde taş bırakmayın", "kadın, çocuk, kim varsa hepsini öldürün nıhaahaha" gibi replikler beklemiştim, ama umduğum gerçekleşmemişti. kızmıştım.


    (kimi raikkonen - 8 Eylül 2004 17:33)

  • comment image

    genelde insanlar tekrar hayata döndürülen yaratığın adını frankenstein zannederler.oysaki ona "sen de kimsin" diye sorduklarında victoru göstererek "o bana hiç bir zaman bir isim koymadı" diyerek bizi derin üzüntülere boğar ve 'sen victoru bir baba olarak gördün ya,gözümüzde onun soyadını almayı hakettin frankenstein' dedirtir..


    (murron - 11 Ekim 2001 02:55)

  • comment image

    1994 yılı mahsulu, yönetmen kenneth branagh'ın yorumuyla çekilmiş (iyi ki de çekilmiş) ingiliz / japon / abd ortak yapımı film.

    filmin prodüksiyon ortaklıklarına bakıldığında, insanın aklına ister istemez dr victor frankenstein'ın yarattığı monster geliyor, ki ben bunun bir gönderme olabileceğini düşünüyorum. (şüpheleniyorum, öyleyse varım.)

    filmin konusundan bahsetmeye gerek yok. herkes biliyor zaten. ama bahsetmek istediğim frankenstein ailesine ait evin hemen girişindeki merdivenlerin ihtişamı. o nasıl bir tasarımdır öyle. korkuluksuz merdivenler. hastası oldum. (hala hayran kalıyorum, öyleyse varım.)

    sonuç itibariyle eli yüzü düzgün bir versiyon olmuş. sıkılmadan izledim. izledim de ne oldu, başım göğe mi erdi? (hayır, öyleyse varım.)


    (uzuntu - 12 Ekim 2005 10:50)

  • comment image

    yazarların ana karakteri kendilerinden esinlendirdikleri söylenir. bu eserde 2 en önemli karakter de yazarın kendisinden esinlendirilmiş kanımca. zira, yazar sayın shelley'nin annesi shelley'nin doğumunda aramızdan ayrılmış, ayrıca shelley'nin iki evladının da vadesi çok uzun olmamış. bu sebepledir ki yazarın kendisi, kendisini annesinin ölümünden mesul hissetmiş ve anne sevgisinden mahrum büyümüş biri olarak monster'a, sevgisiz büyüdüğü için sevmeyi de bilememiş, iki evladını genç yaşta kaybetmiş ama buna bile gerçekten üzülmeyi becerememişliğin vicdan azabını her anında çekmiş biri olarak dr. frankenstein'a esin kaynağı olmuş olabilir.

    bayan shelley, kendisinin çocukluğunda eksikliğini hissetiklerinin hırçınlığını monster ile ifade ederken, evladının bu tür eksikliklerle büyümesi ihtimalinden duyduğu tedirginliği victor üzerinden sunmuş belki de. zira eserin her yerinde anne olmanın tedirginliği hissedilebilir.

    mamafih yazar, eserini elinden geldiğince erkeklerin dilinden ve gözünden anlatmış, iki ana karakteri de erkek olarak kurgulamış, muhteviyatındaki diğer karakterlerden dişi olanları itina ile idealize etmiş. her ne kadar bunu monster ile diğer insanlar arasındaki kontrastı arttırmak için yapmış olabilirse de, muhtemelen metaforlarının üzerini örtmek istemiş. metaforlarını bu denli gizlemek istediğine göre, sonra etrafa mektuplar atıp "aslında ben orda fransız devrimine gönderme yaptım" yazarak kafa karıştırmış, sağda solda "karakterleri bizim dayıoğlundan esinlendirdim" ya da "ben arkadaştan biliyorum" diyerek çelişkili sinyaller göndermiş olabilir. itibar etmemek gereklidir. (otisabi, selam ederim.)

    en çok filmi çekilmiş, en çok referans yapılmış roman ve konsepttir aynı zamanda. kanımca metriks üçlemesinde, neo'nun iyi niyetli, idealist ama kendini bilmez bir figür olması (dr. frankenstein) ve yanlışlıkla agent smith'i yeni agent smith'e (monster) dönüştürmesi, yeni agent smith'in çok güçlü olup neo'nun sevdiklerine zarar vermesi yine bu esere belli belirsiz bir referans olabilir. olmaya da bilir.


    (trenchkot - 3 Mart 2006 22:51)

Yorum Kaynak Link : frankenstein