Süre                : 1 Saat 51 dakika
Çıkış Tarihi     : 31 Ocak 2014 Cuma, Yapım Yılı : 2014
Türü                : Drama,Romantik,Heyecanlı
Taglar             : Bir sandalyeye bağlanmış,Kaçan mahkum,komşu,beyzbol
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Indian Paintbrush , Mr. Mudd , Right of Way Films
Yönetmen       : Jason Reitman (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Jason Reitman (IMDB)(ekşi),Joyce Maynard (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Kate Winslet (IMDB)(ekşi), Josh Brolin (IMDB)(ekşi), Gattlin Griffith (IMDB)(ekşi), Tobey Maguire (IMDB)(ekşi), Tom Lipinski (IMDB)(ekşi), Maika Monroe (IMDB)(ekşi), Clark Gregg (IMDB)(ekşi), James Van Der Beek (IMDB)(ekşi), J.K. Simmons (IMDB), Brooke Smith (IMDB), Brighid Fleming (IMDB), Alexie Gilmore (IMDB), Lucas Hedges (IMDB), Micah Fowler (IMDB), Chandra Thomas (IMDB), Matthew Rauch (IMDB), Doug Trapp (IMDB), Kate Geller (IMDB), Ed Moran (IMDB), Sam Rush (IMDB), James Chen (IMDB), John Kooi (IMDB), Dylan Minnette (IMDB), Eileen Faxas (IMDB), Lynn Jolicoeur (IMDB), John Rue (IMDB), Ashley Ingram (IMDB), Thomas McGowan (IMDB), Kate Hettesheimer (IMDB), Elena Kampouris (IMDB), Lauren Kelly (IMDB), Cass Morgan (IMDB), Dakota Shepard (IMDB), Tara Franklin (IMDB), Grace Thorsen (IMDB), Micah Shepard (IMDB), Marceline Hugot (IMDB), Marva Hicks (IMDB), Linda Marie Larson (IMDB), Matthew Christian (IMDB) >>devamı>>

Labor Day ' Filminin Konusu :
13 yaşındaki Henry Wheeler hem ergenliğin getirdiği ruhsal sorunlarla mücadele eder hem de evde asosyal hayat süren annesi Adele'ye bakmaya çalışır. Bir gün alışverişten dönerken yardıma muhtaç ama bir o kadar da korkutucu Frank Chambers ile karşılşırlar ve kısa sürede adamın kaçak bir suçlu olduğunu öğrenirler. Adam bir şekilde bu anne-oğlun yanına yerleşir ve İşçi Bayramı’na denk gelen bu hafta sonu ikisi içinde dönem noktası olur.


  • "abd'de trafik kazalarinin artis gosterdigi bir zaman."
  • "(bkz: haymarket olayı)(bkz: 5 mayıs 1886 bay view katliamı)"
  • "bu pazartesi insanların işe gitmeyerek kutlayacakları iş günü. diğer yandan "yaza elveda" diye de bilinir."
  • "işçi kelimesinin ingilizcedek karşılığı olan labor "doğum sancısı" anlamına da geldiği için hamile giysileri satan mağazalarda "we are open on labor day" yazarak komik olmaya çalıştıkları da görülür."
  • "pg 13 reytingiyle vizyona çıktığına göre kate ablanın soyunmayacağı nadir filmlerden olacaktır. üzüldüm şahsen."
  • "... abd'de tasinmalarin genellikle bu doneme denk gelmesi nedeniyle, copten bir seyler (yatak, koltuk, masa, sehpa, printer vs.) bulmak icin en uygun zamandir. (bkz: denemesi bedava)"
  • "fragmanını izledim. bi boka benzemiyor. kaçırılan bir kadın ve oğlu. sonra sanırım kaçırılan kişiye aşık oluyor. soygunla kazandığı parayı alıyorlar. bu ne be 90'larda mıyız?"
  • "bugüne dek izlediğim en güzel filmlerden biri.kesinlikle romantik bir film; bu yönü yüzünden mantık eleştirisi yapılabilir ama.. aması yok. romantizme küllen karşı değilsen yarısında çıkmazsın."
  • "hayat kadar gerçek bir film. ne abartı ne senaryo hatası var. bir kenarda vakit geçiren vasat insanların gönlünde yıllarca korunmuş aşkın hikayesi."
  • "işçi günü, abd'de eylül'ün ilk pazartesi kutlanan gün. martin luther king day gibi, yeni başlayan dönemde üniversite öğrencilerini fazladan bir günlük tatille sevindirmekten başka bir işlevi yoktur."




Facebook Yorumları
  • comment image

    amerikali'larin kutladigi bu eylul gunu, aslinda 1869 yilinda kurulan ve 19. yuzyilda cok onemli bir isci orgutu olan knights of labor tarafindan ortaya cikan bir gun iken, isci faaliyetlerini radikal sol akimlardan ayirmak icin 1887 yilinda resmi olarak taninmistir. labor day'i uluslar arasi muadilinin kutlandigi 1 mayis'a cekmek icin pek cok defa caba sarf edilmesine ragmen basarili olunamadi ve hatta 1958 yilinda, o donemin baskani dwight eisenhower 1 mayis'i hem sadakat (loyalty) hem de kanun (law) gunu ilan etmistir. labor day'i 1 mayis'ta kutlamak icin yapilan en buyuk gosteriler great depression doneminde gerceklesmis, binlerce sol goruslu isci new york union square meydaninda 1 mayıs'ta yürüyüş yapmıştır.

    kaynak: wikipedia.


    (the 8th endless - 1 Mayıs 2008 11:52)

  • comment image

    bugun labor day. oncelikle tum islam aleminin bu onemli gununu kutlar, araya hz muhammedin isci haklariyla ilgili bir takim hadislerini tikistirmak isterim. ama bilmiyorum, geciyorum o kismi. [edit: varmis, (bkz: isçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz)]

    amerika ile isci bayramini ayni cumle icinde kullanmak insani ister istemez gulumsetiyor, burnunu kasindiriyor. 1940'larda her uc ozel sektor iscisinden birinin sendika uyesi oldugu bu toplumda, bugun bu oran yuzde 7-8'lere gerilemis durumda. kamu sektorunde bir takim gelismeler olmussa da toplamda, neredeyse her 10 iscinin 9'unun sendikalarla bir alakasi yok. boyle bir ortamda da tabii grev mrev olmuyor, zaten issizlik orani yuzde 5, kapatirlar acigi.

    tabii buradaki tek faktor sendikalarin sistematik bicimde zayiflatilmasi degil, ayni zamanda artan refah da milleti ilgisizlestiriyor. bunlarin buyuk dedeleri detroitte new yorkta is gununun 8 saate inidirilmesi icin sopa yerlerken, simdi bu haklar var, kimi mobilize edeceksin? fazla mesai icin isveren belki illegal gocmenlere para vermiyor ama abd vatandasina odeme yapmak zorunda normal ucretin 1.5 kati kadar. asgari ucret var falan fismekan.

    yine de ortadaki bariz ironileri gormek lazim. bizim bildigimiz isci bayrami, yani 1 mayis, tam da bu amerikan iscileri yuzunden kutlaniyor. tabii mayis festivallerinin tarihi cok oncesine gidiyor kis bitiminin kutlanmasi babinda, ama bu tarihin isci haklariyla ozdeslesmesi, chicagoda mesai saatleri icin gosteri yapan iscilerle polis arasinda yasanan catismadan kaynaklaniyor, 1880lerde filan. adini unuttum simdi, hayweather mi mayweather, mayflower mi (o kolombun gemisiydi galiba) birsey iste. ondan sonra uluslararasi isci orgutleri bu tarihi, isci haklarinin savunulmasina, kutlanmasina adiyorlar. edit:haymarket

    fakat bir bu isin kaynagi olan amerikada 1 mayis kutlanmaz. onun yerine 1 eyluldur. tabii bugunun amerikasindan beklenecek bir davranis bu izolasyon ama taa 30larda great depression'in oldugu, 40'larda sendika uyeliklerinin tavan yaptigi ve rusya/komunizm/sol sempatisinin buyuk boyutlarda oldugu amerikada dahi 1 mayis isci bayrami degilmis. yine o 1880lerde karar veriyorlar eyluldeki bayrama ve 1 mayisa cevirmiyorlar bir turlu, o katliamin bir kutlamasi olarak algilanmasin diye.

    bugun ortam nasildi? vallahi millet yine it gibi calisiyordu, ozel sektore bayram yok kardesim, restoranlar acik, marketler acik. bizim is tatildi ama bizim is surekli tatil zaten, nasil mal satiyoruz, benim degirmenin suyu kimden geliyor bilmiyorum, belki patronun gizli gayrimesru cocuguyum. neyse, isciler yine calisti. yuzde 7 ozel sektor sendika uyeligiyle sikiyorsa calismasinlar. piyasa bunlari bolmus, simdi rahat rahat yonetiyor. otomotiv sektorunde bile boyle galiba, general motors 4 fabrikasini kapatacagini acikladi (suv yapanlar) ortada cit yok, grev tehditi yok. bunlar yerine ben greve katilacagim, zaten zaman bol. mccain cikmis hala petrol sirketlerine 4 milyar dolar vergi indirimi vaat ediyor orta sinifin reel geliri dusmusken. ne olacak bu memleketin hali? ama pek kimse orgutlenemediginden sanki kimsenin umrunda degilmis gibi bir hava var; isci bayrami bile apolitize olmus durumda, yuruyus yapan yok, bahcesinde barbekusunu yapan amerikan aileleri var, artan benzin fiyatlarinin geyigini yapiyorlar. turkiye kadar olmasa da burasi da garip bir ulke


    (immanuel tolstoyevski - 2 Eylül 2008 02:52)

  • comment image

    bu pazartesi insanların işe gitmeyerek kutlayacakları iş günü. diğer yandan "yaza elveda" diye de bilinir.


    (exyc - 4 Eylül 2010 11:55)

  • comment image

    işçi kelimesinin ingilizcedek karşılığı olan labor "doğum sancısı" anlamına da geldiği için hamile giysileri satan mağazalarda "we are open on labor day" yazarak komik olmaya çalıştıkları da görülür.


    (sweeney todd hayrani berber ciragi - 27 Şubat 2011 00:12)

  • comment image

    pg 13 reytingiyle vizyona çıktığına göre kate ablanın soyunmayacağı nadir filmlerden olacaktır. üzüldüm şahsen.


    (koobee24 - 18 Kasım 2013 20:16)

  • comment image

    ... abd'de tasinmalarin genellikle bu doneme denk gelmesi nedeniyle, copten bir seyler (yatak, koltuk, masa, sehpa, printer vs.) bulmak icin en uygun zamandir.
    (bkz: denemesi bedava)


    (deli - 12 Şubat 2004 18:29)

  • comment image

    fragmanını izledim. bi boka benzemiyor. kaçırılan bir kadın ve oğlu. sonra sanırım kaçırılan kişiye aşık oluyor. soygunla kazandığı parayı alıyorlar. bu ne be 90'larda mıyız?


    (boradonmez - 17 Nisan 2014 19:01)

  • comment image

    josh brolin ile frank'in geçliğini canlandıran tom lipinski'nin benzerliğinin ilginç olduğu filmde konu yeni değil aslında. yerli sinemamızda benzer temayı ele alan başarılı bir film olan şerif gören'in firar(1984) ını anımsatıyor.

    konu bildik ve biraz dağınık olsa da kate winslet'in yaşadığı ve yaşattığı tedirginlik. izlenmeye değer...

    not: filme adını veren labor day (işçi bayramı) abd'de her yıl eylül ayının ilk pazartesi büyük ölçüde tatil olarak kullanılan günmüş...


    (masiva - 18 Nisan 2014 14:23)

  • comment image

    jason reitman'ın çıtayı düşürdüğü film. hoş, charlize theron'lu young adult filmi de pek iyi değildi. ama bu filmle çıtayı daha da düşürmüş. iki öykü anlatıyor reitman. bir tarafta kaçıranla kaçırılan arasındaki ilişki -stockholm sendromu diye özetleyebiliriz ilişkiyi. işleniş şekli de klişenin ötesine geçmiyor. cüneyt arkın'lı filmlerle biz bu temayı çoktan işledik. keza hollywood da tüketti bu temayı. reitman da bundan orijinal bir öykü çıkaramamış ne yazık ki. filmin geneline sirayet eden yavaş tempo bu klişe öyküyle ve hatta karakterlerle birleşince ortaya bayağı sıkıcı bir işin çıkması kaçınılmaz olmuş. tempo yavaş olup karakterler ve olaylar özgün olsa film gene izlenirdi veya belki de tam tersi olsaydı. gerçi yönetmen banliyönün sıkıcılığını mı yansıtmak istemiş bu yavaş tempoyla? bilemiyorum. ama neticede sıkıcı bir film. kate winslet'ın hakkını da verelim. belki en iyi performansları arasına girmeyecektir buradaki performansı ama gayet iyiydi. josh brolin'de ise özel bir şey yok. iyiydi demekle yetinebilirim. öte taraftan filmde flashbackler önemli bir yer tutuyor. bu aileyi (babadan yoksun aileyi) kaçıran (baba işlevi görmeye başlayan) suçlu frank'in geçmişi anlatılıyor flashbacklerde. eh burada da orijinal bir öykü yok ne yazık ki. belki de bu flashbacklerin tek şaşırtıcı noktası frank'in gençliği olarak karşımıza çıkan aktörün josh brolin'e fazlasıyla benziyor olması. casting şahane yani.

    banliyö dedim de bu film, winslet'ın 2.banliyö filmi. eski eşi sam mendes'in çektiği, leo dicaprio'nun başrolde olduğu r. road filmi de banliyöde geçer ve sorunlu bir hayatı olan bir çifti yerleştirir. winslet, r. road'ta daha iyiydi tabi ki. zira karakter daha iyi işlenmiş. burada öykü bu denli dağınık olmasa ve iki karaktere de yeterince önem verseydi winslet'ın performansı daha iyi olabilirdi.

    özetle sıkıcı ve klişe bir film labor day. ama en azından görüntü yönetmenliği, gerilimli sahnelerde çalan basit müziği etkileyici; son on beş dakikasındaki sahnelerde amaçlanan gerilim oluşturulabilmiş. gerçi sanıyorum reitman gerilimi filmin tümüne yaymak istemiş ama başarılı olabildiğini söylemek güç.


    (sherlock holmes 90 - 20 Nisan 2014 00:33)

  • comment image

    çok sevdiğim yönetmen jason reitman'ın ne yazık ki ilk "aşık olmadığım" filmi. birçoklarının aksine young adult'a bayılır, herkes gibi juno'ya taparım. reitman çok güzel hikaye anlatır ve komedinin içindeki dramı ve alt metni iyi çıkarır. bu sefer farklı bir şey denemiş, büsbütün ağır bir film çekmeye kalkmış ama kendi hikayesi ve temposu altında ezilen bir film ortaya çıkartmış. kate winslet'ı kim bilir kaçıncı kere aynı rolde izlemek heyecanlandırmıyor, bunun da filmin beğenilmemesindeki etkisi büyük olsa gerek. daha yeni bir yorum, daha heyecan verici bir performans gösterecek bir oyuncu seçilseydi her şey başka olabilirdi.

    --- spoiler ---

    yavaş tempoyla hiçbir sorunum yok. ancak her şeyi ağırdan alan filmin bu hızda rahatça tüm hikayesini ve alt metnini ilmek ilmek örebilmesini beklemek yersiz olmaz. film hapisten kaçan frank'i katalizör olarak kullanıp evin erkeği sekreteriyle kaçınca bir başına kalan ve bir evde kendilerine yazılan rolde hapis kalan adele ve henry'nin zincirlerini kırma çabasını anlatıyor.

    adele çocuk üstüne çocuk kaybetmenin travmasıyla akıl sağlığını yitirmiş, doğurmayı başardığı ve hayattaki en büyük başarısı olan henry’e sarılmış bir kadın. aslında aralarındaki ilişkinin sağlıksız olduğunu söylemek çok doğru olmayabilir. ama güçlü bir bağ olduğu kesin. norma – norman bates gibi rahatsız edici bir ikili değiller. dans ettiklerinde bile aralarında şefkat ve sevgiden başka, tekinsiz bir şey sezmiyorsunuz.

    henry ise haftada bir gördüğü babası ve mükemmel bir erkek evladı da kapsayan yeni ailesine alışmaya ve kendi oraya ait hissetmeye çaba bile göstermeyen, annesiyle yaşadığı evin erkeği olma rolüne bürünebildiği kadar mutlu olabilen bir çocuk. küçük yaşta kaldığı bu durum onun kendisi olmasını engellemiş, zaten nasıl biri olduğuna da çok karar verememiş. her söylenene inanması ve fikirlerinin bu kadar kolay değiştirilebilmesi de bu yüzden. babasının “erkek evlat” kalıpları, halka karışamayan annesinin neredeyse tüm sorumluluklarını üstlenmesi ve tüm halkın onu annesi üzerinden kimliklendirmesi henry’nin birey olmasını engellemiş. film boyunca hapsolduğu duvarları yıkıp dışarıya yavaş yavaş sızışını izlediğimiz henry’nin en hoşuma giden sahnesi dans kulübüne yazılacağını babasına söylediğinde “senin hakkında yanlış şeyler düşünürler, bunu yapma” cevabı üzerine yapıştırdığı laftı. baskıya karşı savaşmaya başlayan karakter kadar güzeli var mı?

    film adele ve henry’nin yaşadığı evdeki atmosferi mükemmel bir şekilde özetliyor aslında. henry doğum günü hediyesi olarak annesine “kocalık” vazifeleri yapma kuponları hediye ediyor. ancak fark ediyor ki yine de eksik olan bir şeyler var. annesi çok yalnız ve henry asla bir “koca”nın yerini tutamayacak. biz hemen bunu cinsellik ile bağdaştırmaya meyletsek de, henry o yaşında bunu anlamlandıramasa da sonradan işin adını koyduğunu söylese de durumu sadece seks yapamamakla özetlemek doğru değil. adele’in ihtiyacı olan safi bedensel haz değil, yaslanacak biri daha çok. henry’nin ihtiyacı olansa üzerindeki tüm sorumlulukları alıp çocuk olmasına fırsat tanıyabilecek biri.

    işte frank bu noktada devreye giriyor. hapisten kaçarken bacağını incittiği için çok uzaklaşamayan frank bizimkilerin evine sığınıyor ve sözde onları kaçırıyor. banliyödeki her şey dışarıya karşı nasıl göründüğünüzden ibaret olduğu için de aslında tehlike arz etmeyen adele’i bağlayıp gerçekten rehin alınmış olarak gözükmelerini sağlıyor. o akşam onlara güzel bir yemek yapıyor. ertesi sabah da kahvaltı hazırlıyor. filmin gücünü kaybettiği nokta, akıl sağlığı zaten pek yerinde olmayan adele’in kendilerini kaçıran bu adamı “koca” yerine koymasının altını çok iyi dolduramamış, kağıt üzerinde bunu yapsa da filme iyi aktaramamış olması. frank çok geçmeden gerçekten de “evin erkeği” oluyor ve evdeki tüm işleri yapmaya başlıyor. arabayı tamir ediyor, yerleri cilalıyor, yemek yapıyor, komşu çocuğunu eğlendiriyor, henry ile ilgileniyor, adele’e şefkat gösteriyor. hayatındaki hiçbir şeye, karnındaki bebeklere bile, tutunamamış olan adele’in bu adama bu kadar kısa sürede bağlanabilmesi şaşırtıcı değil aslında. her şeyi bırakıp onunla kanada’ya kaçmayı kabul etmesi de… banliyönün üzerinde direttiği aile kavramını birebir oluşturan bir çekirdeğe dönüşüyorlar işte, adele daha ne isteyebilir ki?

    filmde geriye dönüşler sayesinde frank hakkında bilgiler ediniyor, onun neden hapishaneye düştüğünü izliyoruz. son derece klişe ve bu kadar vakit ayrılmaya gerek olmayan bu hikaye frank’i kader mahkumu bir zavallı olarak konumlandırıyor. anti kahramanlara sempati duymaya başlayan yeni nesil seyirciler olarak onun gözümüzde bu kadar aklanmasına ihtiyacımız yok aslında. biz daha adele ve henry’e ilk yemek yaptığı anda ona ısınmış olmuştuk zaten, yalan mı?

    nereye çeksen oraya gidecek olan henry ergenliğin getirdiği oyun hamuru kıvamının da etkisiyle çevresinde olan bitene karşı bir pozisyon alma ve “biri olma” peşinde. beş gün içerisinde kendisine sadece pazar günleri gördüğü o adamdan daha çok babalık yapan frank’in samimiyetine inanmak istiyor. çünkü o varken yere uzanıp oyun oynayabiliyor, dışarıda gezip oynayabiliyor. frank’in annesini onun uğraşıp da beceremediği kadar mutlu ettiğinin de farkında. tek sorun, büyük şehirden banliyöye sürgün edilmiş sorunlu genç bir kız tarafından aklının çelinmesi. babası tarafından aniden terk edilen henry’nin zihnindeki arkada bırakılma korkusuna sırf eğlence olsun diye körükle giden o kız yüzünden her şey karmaşık bir hal alıyor. henry annesini kıskandığına ve onu kaybetmekten korktuğuna inanmaya başlıyor. adele onu aksine ikna etse de yine tüm planları bozan henry oluyor.

    kanada’ya kaçmadan önce babasına bir veda notu bırakan ve onu merak etmemesini söylemek isteyen henry yüzünden polis kapıya dayanırken rollerine esir bu insanlar yeniden kendilerine yazılmış oyunu oynamaya dönüyorlar. frank bir hapishane kaçağı oluyor, adele ve henry de rehin tutulan zavallı mağdurlar. frank’in aileye olan sevgisinin fırsatçılıktan ibaret olmamasını diliyorsunuz film boyunca. filmin finali de içinize su serpiyor.

    ---
    spoiler ---

    biraz daha iyi yazılsa çok daha iyi bir film olabilecekse de labor day bu haliyle de yarattığı atmosfer ve gerilim sayesinde bizi hikayenin esiri yapmayı başarıyor. reitman’ın en başarısız filmi olsa bile onu takip etmeyi bırakacak veya filmi yerin dibine sokacak sebep bulamıyorum açıkçası.


    (under rug swept - 20 Nisan 2014 11:25)

  • comment image

    bugüne dek izlediğim en güzel filmlerden biri.

    kesinlikle romantik bir film; bu yönü yüzünden mantık eleştirisi yapılabilir ama.. aması yok. romantizme küllen karşı değilsen yarısında çıkmazsın.


    (the stallion - 5 Mayıs 2014 01:20)

  • comment image

    2013 yapımı dünyanın en güzel romantik/dram türü filmi.

    kate winslet'ı izledikçe bir insan ne kadar daha iyi bir oyuncu olabilir diye düşünüyorum. son noktası çünkü kendisi.

    josh brolin aynı sene oldeuboi filminin remake'inde başrol oynamıştı. rezalet bir yapımdı. o yapımdan böyle güzel bir yapıma... insan gerçekten hayret ediyor.

    filmin bana verdiği mesaj: aşk evlediğin veya çocuk sahibi olduğun, ömrünü beraber geçirdiğin kişi olmayabilir. aşk bir ömür boyu sürmekle beraber nedensiz bir şekilde bir anlığına ufacık bir paylaşımla ortaya çıkabilen bir gerçek. aşık olunanın iyi, güzel, hoş, taktir edilesi olma gerekliliği yoktur.

    mutlaka izleyin, izlettirin.

    9/10


    (kalpsiz mikrop - 5 Mayıs 2014 11:41)

  • comment image

    çok düz bir hikaye olmasına rağmen kate winslet'in yüzünden eksilmeyen gergin ve tedirgin ifade için bile kendisini izlettiren drama.

    konusu farklı olsa da bu tatta ve daha iyi işlenmiş bir film isterseniz güvenle mads mikkelsen'in oynadığı (bkz: hannibal) jagten'e bakabilirsiniz.


    (cakancakmak - 26 Mayıs 2014 11:30)

  • comment image

    prison break efsanesini anımsattığı için derinden duygulandırdı.
    fox river'dan toplu kaçış bölümünün ardından ortalığa dağılan mahkumlar (fox river sekizlisi) çeşitli yerlere gitmiş, evlere falan girmiş, karşılaştıkları insanlarla çeşitli anılar yaşamıştı.
    işte filmin başında, hapis kaçağı suçlunun göründüğü ilk sahnede, o adam sanki fox river sekizlisinden biriymiş gibi geldi bana. sonrasını da diziden küçük bir kesitin yaydırılmış, yavaşlatılmış, uzatılmış hali gibi bayıla bayıla seyrettim.

    zaten hikaye klişe stockholm sendromu tipi sayılmaz . hikaye resmen prison break tipi.
    sonradan aşık olma gibi bir durum yok, ilk görüşte çarpılma var. kadın, rehin alındıktan sonra baskı altında tutulduğu için yavaş yavaş suçluya kapılıp ona yardımcı olmaya başlamıyor. kadın, adama ilk görüşte çarpıldığı için yardımcı olmaya başlıyor. kadın, suçludan korktuğu için değil, bir suçluya ilk görüşte çarpıldığı için tedirgin.

    filmlerinin hepsini seyretmedim ama kate winslet'ı kendi sikletinde bir erkekle* gördüğüm ilk ve tek film bu.
    bu uyum, filmi seyredilir kılan unsurlardan biri olabilir. saçlı kaşlı gözlü döşü kıllı taş erkek & kollar patlıcan tombul kadın eşleşmesi filme farklılık katmış. çünkü klişe romantik filmlerin, dizilerin olmazsa olmazı narin ceylan prenses modelidir malum. hatta filmlerdeki taşra kadınlarını bile plaza sekreteri kılıklı tipler canlandırır genelde. prison break'in en boktan tarafı, hapishane doktorunun hapishane doktorundan ziyade doktorlar'dan bir ceylana benzemesiydi zaten. idealist olduğu için hapishaneyi seçmiş falan diye yedirmeye çalışmışlardı ama heç anlamam.

    filme dönüp özet geçmek gerekirse şair burada; meşhur "doğru kişi" geyiğinin aslında ne demek olduğunu anlatmaya çalışmış sanırım.

    son olarak yine derim ki; prison break... özledik be...


    (pandayavrusu - 13 Haziran 2014 02:03)

  • comment image

    kate winslet'ın oyunculuğu sayesinde "otobüs filmi" olmaktan yırtmış, vasat ve zaman kaybı film. ters köşe falan beklemeyip, beklentisiz izlenirse, sıkıcı bir pazartesi akşamı gideri olabilir belki.o derece.


    (where s my mind - 18 Temmuz 2014 11:02)

  • comment image

    hayat kadar gerçek bir film. ne abartı ne senaryo hatası var. bir kenarda vakit geçiren vasat insanların gönlünde yıllarca korunmuş aşkın hikayesi.


    (kurdan - 11 Ocak 2015 23:31)

Yorum Kaynak Link : labor day