• "fragmani yayinlanmistir ve su adresten izlenebilir."
  • "tutkunun bu denli aktığı, yılın en başarılı ender filmlerinden. unutmadan harika bir soundtrack'e sahip olduğunu da eklemek istedim."
  • "beni fazlasıyla meraklandıran ve heyecanlandıran bir film. yavaş yavaş kimlikleri ters yüz etmeye başlıyor sanırım dolan!"
  • "“sana bir şey söylemem lazım! bunu daha fazla kaldıramıyorum. beni öldürüyor. eğer sana söylemezsem öleceğim! ben öleceğim! “"




Facebook Yorumları
  • comment image

    meraktan gebererek bekledigim film. youtube da bir sürü channellar var. kadın olmak isteyip, baştan sona bu süreçte videolar çekip, degişimlerini anlatan erkekler var. aynı şekilde erkek olmak isteyip, bunun süreçlerini paylaşan birçok kadının videosu var. youtube da böyle bir çift de görmüştüm, çocuk, kadın olmak istiyor, aşık oldugu kişi de bir kadın, ama o da erkek olmak istiyor, birde çocukları oluyor. gerçi filmde daha da cins bir olay olur, kız arkadaş sabit kalıyor, adam, kadın olmak istiyor.. şuraya gelicem, böyle insanlar var, hayatları da çok garip, izlemesi keyifli ve ilgi çekiyor. cins herif, xavier dolan da bu istege fragmandan da gördügüm kadarıyla baya bir karşılık vermiş, beklentim çok yüksek bu filmden. çok rahatsız bir film bekliyorum, hadi artık çıksın. *


    (love me to my death - 26 Ekim 2012 02:27)

  • comment image

    168 dakikalık süresiyle beklentilerimi çok düşük düzeye indiren film.

    izlemeden peşin peşin konuşmuş olmayayım tabi ama i killed my mother' dan sonra heartbeats de benzer bir süre artışı ile gelmişti, ki bence heartbeats' i beğenmeyenlerin genel kanısı filmin süresi üzerineydi, ne yazık ki aynı eleştirel nedenler bu filmde tavan yapacak gibi geliyor bana.

    umarım yüzüm kara çıkar da i killed my mother' da hissetiklerime geri dönerim tüm xavier dolan hakkında düşündüklerim için.

    filmi izledikten sonra gelen ek ve devasa spoiler:

    --- spoiler ---

    öncelikli olarak süre mevzusundan işin içerisine girip ucunu senaryoya dokundurtmayı düşünüyorum. önceki filmlerde olduğu gibi çok güzel diyolaglar var bu filmde, xavier dolan' ın her senaryosunda en iyi yaptığı yer olarak görüyorum diyalogları neyse. mevuzuma gelrisem, yönetmenin önceki filmlerinden alıştığımız bir tarzı vardı zaten, müzik kullanımı, kostümler, yer yer ekspresyonist sayılabilecek mise-en-scene düzenlemeleri, hayal motivasyonlu yapılan instert' ler yada motivasyonsuz yapılan non-diagetic instert' ler vs. vs. ama süremiz 169 dakika olunca ve filmin anlattığı hikaye bir çiftin 10 yıllık işkisini kapsıyorsa bu işin bir sistematiğe dökülmüş olmasını beklemek gerekir diye düşünüyorum.

    şöyle devam edeyim; filmimiz zaten bir frame flashback, aslen filmde gördüğümüz zaman, filmin sonunda laurence' in kendi hikayesini yazmış olduğu romanı hakkında röportaj yapılırken başlıyor ve biz geçmişte, o kitapta geçen olayları izliyoruz. filmin neredyse tamamını kapsayan frame flashback sekansı zaman zaman laurence' in röportajda söyledikleri ile (sadece off-screen sound olarak) kesiliyor. bu vocie over bölünmeleriyle, frame flashback yapısı kendi içinde bir multiple flashback sistemine dönüşürken yetmiyormuş gibi, bir kaç kez karakter motivasyonlu abrupt flashbackler yaşanıyor. işler bölye olunca, iyi hoş güzel ama 168 dakikalık sistemsiz bir kesinti, bölünme ve zaman atlama düzenssizliği ile seyirci baş başa kalıyor. xavier dolan' a aşina değilseniz, zaten müzikli sekanslar ve çeşitli instert' ler tuzu biberi oluyor diyebilirim senaryonun kopukluklar yaşamasına.

    dediğim gibi senaryoda bir kopukluk yok aslında. anlatım biçimi olarak tercih edilen yolun, beklenmedik (misal bir anda 5 yıl atlanması) elipsisleri, hali hazırda frame ve multiple flashback yapılarının iç içe geçmişliği nedeniyle anlaışmaz hale geliyor. tabikide konu laurence gibi bir insanın hayatıyken, onun hayatının orta yerine girdiğimiz bir filmi yönetmenin bize muhteşem düzenli bir dönüşüm ve kurgu içerisinde sunmasını beklemiyoruz. tüm bu karmaşa laurence' in kendi karmaşasının, yaşantısının, dönüşümünun, onun özetlenemezliğinin bir göstergesi olarak çok büyük anlam kazanıyor.

    şimdi biraz xavier' den neler bekledik elimizde ne var mevzusuna istiyorum. elbetteki soundtracklar ve filmin içerisine serpiştrilen music videolar. yine süreyle beraber bu sahnelerin sayısının artışı göz ardı edilebilecek gibi değil. bazı bence çok yanlış soundtrackler kullnaımı dışında asıl olayımız ise visage' ın fade to grey parçasının çaldığı 'balo sahnesi'. soundtrack'in yerli yerindeliğine bir lafım yok, ama sahnenin kendisine diyecek çok şeyim var. hazır yeri gelmişken filmin aspec ratio' sunun 1.33:1 formatında olmasına da değinmek istiyorum. zaten en büyük korkum 4:3 formatında bir film izlemek değil, xavier dolan' ın ilk iki filmde beraber çalışmış olduğu görüntü yönetmeni ile bu sefer çalışmıyor oluşundan kaynaklıydı. ve 4:3 kompozisyonun bize neler kaybettirdiğini filmin her yerinde görmek mümkünken bunun olabilecek en büyük kaybı yarattığı yerler birisi balo sahnesi. 16:9 komposizyon yatay düzemlde anlamlanabilecek bir merkez-kenar ilişkisi, hiyerarşisi sunarken, 4:3 de bu ilişkiden bahsedemiyoruz. filmin "video esteteiği"nden ötürü elle tutulur bir arka plan-ön plan ilişkiside görememek başka bir görsel kayıp oluyor. hal buyken, bizim pass this on' larla, dalida' larla, vive la fete' lerle alıştığımız sahnelerden geriye bir takım "müzikle dönen ablalar" kalıyor.

    özetlersem, çok mu kötü eleştrilecek yeri var, evet. ama doğruya doğru iyi bir filmle karşı karşıyayız. süresine dayanamama korkunuz varsa, kendinizi hazır hissedene kadar izlemeyin diyeceğim bir film. her ne kadar filmin adı laurence anyways olsa ve bu filme ne kadar yakışıyorsa da, bir o kadar yakışacak diğer isim fill in the blanks olacaktır, hatırlatayım. şahsi bir notum olarak xavier dolan' ın acilen stéphanie anne weber biron ile çalışmaya geri dönmesi gerekiyor.

    küçük bir oyunculuk mevzuauna girmek gerekirse, bazı yerlderde abartılı duran laurence' in oyunculuğu dışında (misal gözlerine ilk kez rimel sürerken ki sahne) benim gözümde kusursuz performans var ortada. ayrıca laurence' in kasıtlı olarak bazı yerlder over acting sergilediğini düşünüyorum, sevgiler.
    ---
    spoiler ---


    (passetto - 27 Kasım 2012 05:04)

  • comment image

    tutkunun bu denli aktığı, yılın en başarılı ender filmlerinden. unutmadan harika bir soundtrack'e sahip olduğunu da eklemek istedim.


    (siamese gn - 12 Ocak 2013 21:41)

  • comment image

    filmin genelinde xavier'e özgü öğeler tekrar ediyor. fakat filmin süresinden midir nedir, filme tam ısınamıyor insan.
    belki de önceki filmlerde başrollerde xavier'e fazlaca alıştığımız için de olabilir.
    --- spoiler ---
    toplum ne dayatırsa dayatsın beden-ruh onu istemedikten sonra bir yerde kayış kopar. bu filmde biraz öyle.
    laurence'ın değişimi ve kendi yolunda ilerlemesi görülmeye değer. adım adım karakteri inşa ediyor ve kendisini buluyor.
    ayrıca filmde geçen ''psikolojik hastalık'' bizim ülkemizdeki demeçleri akla getiriyor. benzerlik açısından da güzel olmuş.
    ---
    spoiler ---


    (ramagic - 22 Ocak 2013 16:11)

  • comment image

    beni fazlasıyla meraklandıran ve heyecanlandıran bir film. yavaş yavaş kimlikleri ters yüz etmeye başlıyor sanırım dolan!


    (mimiko - 29 Ocak 2013 15:18)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bugün ifistanbul kapsamında istinye park'ta izlediğim film. bilen bilir, salonları devasa büyüklükte ve gerçekten ne oynatırsanız oynatın, kaliteli duracak kalibrededir. filme gelecek olursak: öncelikle, süresine önyargılı yaklaşılmış çoğunlukla. fakat izafiyet var, zaman nasıl geçiriyor, nasıl bitiyor belli değil. ''bitmesin, bitmesin...'' dediğimi hatırlıyorum yalnızca. ''hipster yeniyetme yönetmen'' olarak anılıyor dolan, fakat bu tamamen yaşının insanlarda oluşturduğu olumsuz bir etki. bir imzası var, yönetmeni bilmeden gitseniz bile, ''dolan la bu.'' diyebilirsiniz. bu durum açılarda, görüntülerde kendini yenilemeye doğru gidiyor. mesala karakterlerin arkadan gösterilmesi, aktüel kamerada bile hissedilen düzenlilik ve simetri hissi. gene de henüz yeni olduğu için bunları gayet güzel yediriyor. bunu sırf ''instagram gibi'' görüntüleri olduğu için değil, gerçekten iyi bir gözü olduğu için düşünüyorum. en başarı filmi bence bu. çok ince yerleri var, laurence'ın derste henüz izleyicinin henüz hiçbir şeyden haberi yokken, parmak uçlarına tırnak şeklinde ataçları takması, kız kardeşin ''a-normal'' olduğu için ona kötü gözle bakması fakat sonra onun da aslında çok ''normal'' olmadığı, öyle görülmediği, deri montunun annesi tarafından beğenilmemesi örneğin onun da çok sıradan olmadığına işaretlerdi. film çözümlemesi yapılacabilecek çok yer var. salt, cinsiyet değiştiren bir adamın hikayesi değil, gerçekten ''bir insana aşık olmak, sevmek.'' kavramlarını doyurucu ve kederli bir şekilde işliyor. insanların bakışları, kişisel özgürlüğün bile, bile isteye kısıtlanmasına sebep olabilir. son sahnelerde, fred'in arka kapıdan kaçması ve laurence'in ön kapıdan gitmesi ikisinin özgürlük anlayışlarını, farklılıklarını gösteriyor misal. dış ses kullanılmasını da kurgunun yetersiz olduğundan değil, on yıllık bir ilişki ve flashbackli anlatımın olduğu bir film için doğru bir tercih diye düşünüyorum. atmosfer, asla olduğu gösterilen tarihten şüphe ettirmiyor. zoomları pek sevmedim fakat, ilk defa dolan'ın bu filminde gördüğümüz zoom-in, zoom-out ise dış seste anlatılan ''dalmak, su yüzeyine çıkmak''la eşzamanlı. o yüzden pek olumsuz bakamayacağım. diyalogların sağlamlığı zaten alışık olduğumuz tarzda. filmin parti sahnesinde dolancığımız görülüyor. kim bilir, dikkatli izleyen dolanseviciler belki onu bile görebilir!

    ---
    spoiler ---


    (yuzmebilmeyenamasipidiksipidikyuzenbalik - 23 Şubat 2013 23:36)

  • comment image

    xavier dolan işi biliyor demekle başlamak lazım. bu çocuk sadece kanada'nın altın çocuğu değil bence,
    gerçekten yükselen bir grafiği var, ve ileride kendine çok güzel bir yer bulacak dünya yönetmenleri içinde. ünü ankara'ya kadar gelmiş olacak ki if ankara'da gösterilen filmi laurence anyways salonu doldurdu. if ankara'ya genelde 4-5 arkadaş gidiyoruz, ve artık yoğunluktan mıdır benim şımarıklığımdan mıdır bilmiyorum ama genelde film tercihleri hep bana kalıyor ve üzerimde baskı hissediyorum bu yüzden. bir xavier dolan hayranı olarak da diğer filmlere bakmadan seçtik hemen filmimizi, filmin başlamasına 10 dakika kala öğrendik ki 3 saatmiş. zaten başlama saati 21.30 ve ara da yok.. bi yanda bana dönen "ama böyle anlaşmamıştık" diyen yüzler ve benim "3 saat nedir ki" ile "aman tanrım ciddi misin" arası bir bakışım.. bi arkadaşım zaten yorgun oldugunu ve son saat kesin uyuyacağını söyledi daha baştan.. filme geçersek, tam anlamıyla vurdu geçti diyebiliriz.

    --- spoiler ---

    kesinlikle izlediğim en iddialı aşk filmidir. evet filmde kendi bedeninden hoşnut olmayan bir adamın çelişkilerini, yaşadığı zorlukları hatta zaman zaman direkt mesajlarla görmekteyiz. yani transseksüel bir bireyin aslında dengeli bir hayatı varken 35 yaşından sonra bir anda elinin tersiyle hepsini bir kenara itmesini ve yeni bir hayata başlamasını, artık içindeki diğer ben'e karşı koyamamasını dolan'ın çarpıcı anlatımıyla izlemekteyiz. ama esas çarpıcı olan karakterimizin değişmemesini istediği aşkıdır. ve bunun içi savaşır. laurence'in işi zordur da ama aşkı fred için işler kolay mıdır? hayır tabii ki değildir; bi anda aşık olduğu adamın ciddi bir değişime uğramasını kaldıramayan fred onun için savaşsa da içten içe kabullenemedi ne kadar deli gibi aşık olsa da. ama onun kitabını eline aldığında o başından aşağı dökülen sular sahnesi ne muhteşem bir sahneydi öyle. fred'e ayrı bir parantez açmakta fayda var. zira oyunculuğu hem beni hem de arkadaşlarımı fazlasıyla büyüledi.

    eleştireceğim nokta, bi önceki filmi hayali aşklarım ile karşılaştırdığımda görüntü ve sahnelerin biraz sönük kaldığı. mesela dolan'ı 3-4 saniye kadar gördüğümüz bir sahne, party sahnesi daha büyüleyici olabilirdi. bu arada bence sevgili xavierimiz filmlerinde oynamalı, onsuz bişiler eksik sanki. ek olarak elektronik müziği bu kadar iyi kullanan ben başka yönetmen görmedim. ve sanırım aslında en önemli unsur bu filmin müzikleridir. neredeyse her sahnede bizi alıp götüren o şahane müzikler. uzun zamandır bi yerlerde duyup dinlediğim ama bir türlü kendim açıp dinlemeye üşendiğim duran duran şarkısını kulaklıklarını takıp kendi dünyasına çekilip dinlediğinde laurence, ağlayacaktım neredeyse..

    film çok da arzuladığım gibi bitmese de soru işaretleriyle çıktık filmden.

    ---
    spoiler ---

    arkadaşlara ne oldu dersek, uyumak isteyen arkadaş uyumadı, diğer iki arkadaşımın film sonraki bakışlarını keşke tarif edebilseydim. daha hardcore bir şekilde "bizi mahvettin omonia, bir iki saat daha olsa izlerdik" dediler. evet ya bir iki saat daha olsaydı ya...


    (omonia - 4 Mart 2013 16:01)

  • comment image

    --- spoiler ---

    öncelikle filmin sonunun beni tatmin ettiğini söyleyerek başlayayım. bana kalırsa laurence ve fred hikayenin başından beri uygun bir çift değildi. özellikle fred, laurence'ın geçirdiği değişimi anlamaktan bir hayli uzak gelmişti bana. mesela kardeşine laurence'tan bir çocuk istediğini söylemesi, laurence'a peruk bakmaya gitmesi, olayın ne olduğunu tam olarak idrak edemediğini gösteren işaretlerdi. hatta filmin sonlarında "black isle"da geçen diyaloğu da düşünürsek, fred'in orada "erkek istiyorum" demesi de hikayenin başında istediği şeyin de aslında bir "erkek" olduğunu gösterdi. kısacası fred hikayenin başında laurence'ın artık o eski laurence olmadığını, bir kadın olduğunu anlayabilseydi, bu aşk hikayesinin de o kadar uzamayacağını düşünüyorum.

    bunun dışında, birçok eşcinsel-transeksüel vs filmi izlesem de, ilk defa bu filmde hikayedeki kişinin cinsel kimliğinin bu kadar normalleştirilebildiğini gördüm, ki bu seyirci açısından çok güzel bir şey. "weekend" gibi filmler biraz da gay'lerin yaşadığı sorunlarla ilgili olması sebebiyle, "biz buyuz" diyen filmlerdi, bir şekilde kendilerini toplum dışı olarak konumlandırıyorlardı. "laurence anyways"te ise laurence'la seyirci arasında boşluk yok. yine transeksüel olduğu için dayak yese de, bu bende (en azından bende) laurence'ın benden farklı olduğu hissini oluşturmadı.

    bir de filmin içinde aşkın cinsiyetsizliğine dair ufak bir kısım var, yine fred'in laurence'ı algılayamadığını gösteren. laurence'ın penisini aldıracağının (doğru fiil bu mu bilmiyorum) farkında bile olmaması aralarındaki sorunu gösteriyor yine. tabi aşkın cinsiyetsizliği çok daha ciddi bir konu ve filmin benim adıma en ilginç kısımlarından biriydi. kişiye aşık oluyorsak eğer, neden cinsiyet de önemli diyen.

    ---
    spoiler ---


    (rouxburg - 7 Mart 2013 10:21)

  • comment image

    kafalardaki kadın-erkek imajlarıyla ilgili tabuları hiç farkettirmeden yıkan, çevremizde sadece dışarıdan görünüşleriyle tanıdığımız o insanların kalbine sokan ve oradan görmemizi sağlayan film.

    --- spoiler ---
    senelerce erkek bedeni içinde hapsedildiğini düşünen laurence, bir gün sevgilisine durumu açıklar... (aslında hep merak edilen bir konudur, açıkladıktan sonra o insanların hayatlarında neler değişir sorusu)

    kadın gibi giyinir, öyle yaşamayı seçer ama hala aynı kadına aşıktır. "peki bu eksiklik nasıl giderilebilir, dünya bu duyguyla kolayca yaşanacak türde bir yer midir, kafamızda oluşturduğumuz kalıplar bize ne engeller getirir?" işte bunları sorgularsınız film boyu ve fark edersiniz ki duygular insan hayatındaki en başa çıkılmaz sorundur. duygular ortaktır, duygular için bedenler aynıdır, duygular şu andır.

    --- spoiler ---

    hayatını büyük resmi görmeye adayanların mutlaka izlemesi gereken filmdir. xavier dolan, işlediği konular bakımından ferzan özpetek'i hatırlatsa da, bu filminde onun çok üstü bir kalitede olduğunu seyirci açıkça görebilir.


    (atomsforpeace - 5 Nisan 2013 17:51)

  • comment image

    xavier dolan'ın üçüncü filmi. en uzun filmi aynı zamanda. süreyle ilgili tereddütlerim vardı izlemeden önce; zira dolan'la ilgili de tereddütlerim var hâlâ. bu adamın filmlerini ne tam olarak sevebiliyorum ne de filmleri net bir şekilde beğenmediğimi ifade edebiliyorum. hâlâ kararsızım.

    laurence anyways, uzun ama güzel film. yine bol bol ağır çekimler kullanılmış, sıradan olmayan müzikler kullanılmış, yine dolan'ın tarzını yansıtan değişik ve estetik sahneler var. yönetmenin tarzı bu. olaylar 1989'da başlıyor; ki bu kendisinin de doğum yılıdır aynı zamanda, güzel bir detay olmuş. ama aynı zamanda filmde uzunluğundan mütevellit birçok gereksiz sahne de var. yani film, bu sahneler olmasaydı daha güzel, daha az sıkıcı olabilirdi.

    bu filmde bu kez oyuncu olarak yer almadığını öğrenince şaşırmıştım. çünkü ilk iki filmden sonra xavier dolan için yönetmenlik mi önce, yoksa oyunculuk mu, merak etmişimdir. bu film ile yönetmenliğin kendisi için daha ehemmiyetli olduğunu söylüyor sanırım dolan.

    --- spoiler ---

    filmde heteroseksüel bir erkeğin içindeki kadını durduramayıp travesti bir birey olmasına giden yol güzel anlatılmış öncelikle. yani laurance'ın kadın bedenine sahip olmayı arzulaması ve bunun seyirciye aktarılış biçimi, detaylar çok güzeldi. kadın öğrencilerinin saçlarını incelemesi, kuaförde saçlarını yaptıran kadınların yerinde olmayı istemesi, ataşlarla kendine uzun kadın tırnağı yapması güzel detaylardı. dediğim gibi, feminenleşme değil ama kadınlaşma süreci güzel işlenmiş.

    ben film boyunca dolan'ı hiç göremeyeceğimi düşünürken balo-parti sahnesinde bir saniyeliğine de olsa görününce şaşırdım ve sevindim. çünkü bu adam kendi yönettiği filmlere oyuncu olarak da çok yakışıyor. ve sanırım bundan sonraki filmlerinde de muhtemelen öyle ya da böyle bir şekilde kendini gösterecek, göstersin de.

    dikkate değer diğer bir sahne de fred'in evin salonunda sular altında kaldığı sahneydi. bana the hours'da laura brown'nun otel odasında sular altında kaldığı sahneyi hatırlattı. ikisi de mecazî sahnelerdi.

    xavier dolan seçtiği konu, yönetmenlik ve müzikler bakımından yine kendi tarzında bir film yapmış ama ben kendi adıma bu adamla ilgili sürekli kararsız kaldığım için üzülüyorum. bu adamın filmlerini sürekli böyle bir belirsizlik içinde izlemeye de devam edeceğim sanırım

    ---
    spoiler ---

    bu arada unutmadan eklemeliyim ki suzanne clement (fred) mükemmel oynamış. tek kelimeyle harikaydı. melvil poupaud ise yetersizdi bence. yani travesti rolü biraz emanet durmuş üstünde. kendisini françois ozon'un le temps qui reste isimli filminden hatırlıyorum. oradaki oyunculuğu mükemmeldi mesela. ama burada pek başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim.


    (feministim ben - 14 Nisan 2013 18:42)

  • comment image

    insanın, hayatının inişli çıkışlı olduğu dönemlerde koşarak uzaklaşması gereken birincil şey, dinlediği şarkıda, okuduğu kitapta, izlediği filmde yer alan karakterle kendini özdeşleştirme eğilimi. daha doğrusu, herhangi bir karakterin duyguları, düşünceleri ve davranışlarıyla kendininkiler arasında bir bağ kurma hevesi.

    kabul etmek gerekiyor ki, dünyadaki insan nüfusu ne kadar kalabalık olursa olsun, ortaya çıkabilecek davranış kalıpları ile verilebilecek tepkiler sınırlı. bu yüzden de herhangi bir kişisel felaket anında, duygusal ve düşünsel yakınlık kurulabilecek karakter sayısı son derece fazla oluyor. en azından, ucundan köşesinden bir şeyler yakalıyor, tutup kendi hayatına monte ediveriyor insan doğası. karakterin acısı kendi acısı, çelişkisi kendi çelişkisi oluveriyor. dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan düz insanların milyonlarcası, aynı anda başka başka yerlerde aynı şekilde hissedip aynı şekilde davranıyor. belki de bu yüzden, insanın dilediği takdirde empati kurabileceği bir karakter bulması hiç de zor olmuyor.

    işte laurence anyways'i izlerken kaçamadım ben bundan. köşe bucak saklandığım empati canavarı yerimi tespit etti, geldi sinemadan aldırdı beni, merkeze götürüp bir güzel ifademi aldıktan sonra yol kenarına bırakıp gitti.

    o kadar içlendim ki, fazla biletini benimle paylaşan arkadaşımla oturup karşılıklı içene kadar film hakkında yorum yapmamaya karar verdik çıkışta. sonra da defalarca birlikte içmemize rağmen sessizlik yeminimizi koruduk.

    anısı olan film oldu böylece laurence anyways. sanatsal eleştirisini bilemem, kelebek, melebek.

    ha bir de;

    --- spoiler ---

    bir ara, mevcut çocuk da aslında senden, diyecek diye çok korktum, gözlerimi kapatıp "nolur yapma!!" dedim, şükür yapmadı. böylesi bir klişeyi yüreğim kaldırmayabilirdi.

    ---
    spoiler ---


    (son goku - 19 Mayıs 2013 22:46)

  • comment image

    xavier dolan'nin diger filmlerinde oldugu gibi müzikleri yine bir harika film.
    genel olarak dolan'nin diger filmlerinde oldugu gibi, farkli bir konu, o farkli konuyu isleyis sekli, kullandigi kamera acilari, görselligi, renkler, kiyafetler vs. vs. her sey olmasi gerektigi gibi. yine mükemmel bir is cikarmis genc adam.

    ve bugüne kadar gördügüm en güzel acilis sahnelerinden birine sahip film.


    (gargamelin burnu kadar kucuktu dunya - 3 Temmuz 2013 02:32)

  • comment image

    bu denli büyük bir değişim/dönüşüm hikayesinde bile, ilişki içindeki kadın karakterin yine kadın, erkek karakterin yine erkek gibi davranması bakımından ilginç bir yorum getirmiş, üzerine düşünülmesi gereken film.
    dolan'ın hoş tarzını, atmosfer yaratma becerisini, iki saat kırk beş dakikaya dengeli yayamadığını hissettirip yarısından sonra boğmaya başlamıştır; orası ayrı...


    (kaktus - 18 Ağustos 2013 17:00)

  • comment image

    pedro almodovar fatih akın'ın duvara karşı filmini çekse ne olurdu sorusunun cevabı gibi bir filmdir.

    elbette çok karikatürize ettim, biliyorum. bu çocuğun* özgün taraflarını da görmüyor değilim. çok dağıtmış, pek uzatmış ama çok da güzel şeyler yakalamış xavier dolan. umarım ileride yapacaklarının teminatı olur bunlar hep. yoksa ne usta yönetmenlerin bir sürü şeyi anlatayım derken çorbaya döndürüp filmlerini bok ettiğini görüyoruz, şu gencecik adamın yaptığına kusur bulmaz, olsa olsa anlatma heyecanına veririm filmdeki sorunları.

    ama başta yaptığım tespit bir bakıma da doğru. klişelerle kurulmuş güzel müzikli bu film anlatısından ben biraz da duvara karşı tadı aldım. varsın klişeli olsun, ritmi tutturamasın, devam xavier...


    (karakedy - 9 Eylül 2013 15:15)

  • comment image

    fred'in laurence'ın kitabını eline aldığında okuduğu şiirlerden bir tanesi :

    "mevsimler ağaçlardan düşüyor,

    sırtı huzurlu şeftali teninde uyuyor,

    umudun olmadığı bir evde yaşıyor,

    geçmişimiz beyaz tuğlalı evinde küçük bir hayvan gibi uyuyor,

    birisi tuğlayı pembeye boyamış,

    sıkıntıya bir iyilik yaptığını düşünerek…"


    (omonia - 13 Eylül 2013 14:32)

  • comment image

    “sana bir şey söylemem lazım! bunu daha fazla kaldıramıyorum. beni öldürüyor. eğer sana

    söylemezsem öleceğim! ben öleceğim! “


    (omonia - 12 Eylül 2013 16:53)

  • comment image

    gerektiğinden uzun bir film.dolan'nın izlediğim ilk filmi olması hasebiyle olmuş-olmamış degerlendirmesi yapmak zor.ama türüne göre çok iyi bence.visage'den fade to grey ise paha biçilemez tabi.film kadar müzikleri de harika..

    edit.link


    (keopsu - 9 Nisan 2014 17:57)

Yorum Kaynak Link : laurence anyways