Facebook Yorumları
  • comment image

    bir düşmüş kadın operası

    (la traviata) üzerinden toplumun ve sanatın trajediye yaklaşımı irdelenecek olursa aşağıdaki gibi yarı acemi bir çözümleme çıkıyor ortaya… paylaşalım öyleyse…

    alain de botton; statü endişesi adlı kitabında, insanın hayatında iki çeşit aşk olduğundan bahseder. ilki bir insan tarafından kabul görme ve benliğimize ayna tutulması ihtiyacından kaynaklanan aşk ve ikincisi de toplum tarafından kabul görme ihtiyacından kaynaklanan aşktır. ikisi de kaynağını, insanın sevilme ihtiyacından alır. ilki ruh ikizini arayışa, ikincisi de toplumca kabul görme arayışına sevk eder insanı.

    toplum; insanı, modernitenin değişik çağlarında ufak tefek farklılıklar göstermiş olsa da, statüsüne göre sevme eğilimdedir. sosyal statüsü itibariyle yukarılarda yer alan aristokrasinin asilleri ya da burjuvazinin zenginleri, “alt sınıf”lardan insanlardan ya da “yoksul”lardan daha çok saygı görmüş, daha doğdukları günden itibaren bunu hak edecek hiçbir şey yapmamış da olsalar toplum tarafından sevgiyle kucaklanmışlardır.

    çağdaş toplumlar söz konusu olduğunda da der botton; meritokrasinin yükselişiyle, toplum, bir insanın becerikli ve ruh sağlığının da yerinde olup olmadığını anlamak için, o insanın para kazanma ve biriktirme becerisi olup olmadığına bakar ve bunu kendisine kriter beller hale gelmiştir.

    hemen hemen tüm modern toplumlarda ve onların son bir kaç yüzyılında, en az saygıya değer görülmüş olan insanlar ise herhalde fahişelerdir. çünkü fahişelik; o insanın yani fahişenin, ahlaki düşüklüğüne işaret ettiği kadar, çağına göre, asil bir aileden gelmediğine ya da yaşamını namusu ile kazanacak beceriden ve azimden yoksun olduğuna işaret eder. o nedenle fahişeler, bunda hiçbir sakınca görülmeden toplumca hor görülürler.

    izninizle bu noktada; uzamı ve zamanı, yazarın küstahlığı ile elime geçirerek sizi onsekizinci yüzyıla ve fransa’ya götüreceğim ;çünkü hikayemiz orada geçiyor.

    hikayenin adı : “la traviata” . guiseppe verdi’nin, alexandre dumas fils’in kamelyalı kadın (la dame aux camélias) adlı romanından esinlenerek yazdığı söylenen üç perdelik operasını izleyeceğiz hep beraber. la traviata’nın “düşmüş kadın” demek olduğunu belirtmekte çok geç kalmamış olduğumu ümit ediyorum.

    orkestra yerini alıyor ve inanılmaz bir “preludio” bilemediniz “prelude”, olmadı “giriş” ile öykümüz başlıyor. müziğin kocaman bir dalga halinde sizi içine aldığını hissediyorsunuz.

    1. perde:
    dönemin ünlü fahişelerinden violetta valery’nin evi. büyük bir parti veriyor violetta evinde. tüm davetlilerin neşe içinde olduklarını görüyoruz. insanlar birbirlerine gülümseyip coşkuyla kadeh kaldırıyorlar.

    sonra tüm lirizmi ve neşesi ile “brindisi” çalınıyor kulaklarımıza:

    “libiamo, libiamo ne’lieti calici(içelim neş'enin kadehinden)
    che la belleza infiora. (güzelliğin çiçeklendiği yerde)
    e la fuggevol ora s’inebrii (geçen bu zamana tapımalı)
    a voluttà. (zevk ile )”

    müsadenizle sizi alfredo ile tanıştırayım. kendisi paris’in asil ve zengin ailelerinden birinin oğlu. gastone adlı bir asilzade, alfredo ve violetta’yı birbirleriyle tanıştırıyor ve çiftimiz dans ediyorlar. violetta’nın o sırada sevgilisi olan duphol, onun alfredo ile yakınlaşmasını fark ediyor ve bu durumdan hiç ama hiç hazzetmiyor.

    alfredo, violetta ile dans ederken ona ilan-ı aşk ediyor ve violetta da ona bir kamelya veriyor. buna göre; o kamelya solduğunda violetta, alfredo’yu yeniden görecek. böylece benim gibi, kamelyalı kadın’ı okumadan bu operaya gönül vermiş olanlar için de verdi’nin bu operası ve alexandre dumas’ın da romanı arasındaki ilişki , adına kamelya denen bu çiçek ile kurulmuş oluyor.

    bu sırada alfredo ve violetta’nın sesinden inanılmaz güzellikte bir düet dinliyoruz: “un di felice.”

    alfredo ve violetta yalnızlar. diğer insanlar, çoktan partiyi terk etmişler. tüm atmosferi aşkın kapladığını hayal edin lütfen ve öyle dinleyin bu “aria”yı....

    “di quel amor, quel amor, croce e delizia al cuor”...

    violetta ; alfredo da gittikten ve yapayalnız kaldıktan sonra evinde; "ne tuhaf, ne budalalık, bu adam hayatımın erkeği olabilir mi " manasına gelen ve "che strano, forse é lui, follie follie" diye devam eden o ünlü “aria”yı söylüyor. şimdi, deli divane aşık olmuş ama; bu aşkın bir aptallıktan ibaret olduğunu da adı gibi bilen bir kadının çaresizliğini ve “follie follie”( “aptallık aptallık”) diye çınlayan güzel sesini dinleyin, keyfini sürün lütfen.

    violetta kulaklarını tıkıyor çünkü evin dışından uzak bir yerlerden alfredo’nun “di quel amor, quel amor, croce e delizia al cuor”...” diyen sesini duyuyoruz bir kez daha. violetta’nın bu aşkın bir aptallık olduğunda inat eden sesine inat, alfredo’nun sesi dolduruyor her yeri. aşka ne kadar dirensek de gerçek aşk olduğunda, onun hep galip gelmesi gibi dolduruyor her yeri, alfredo’nun sesi.

    perde 2:

    alfredo ve violetta bir villada, şehrin uzak bir kesiminde mutlu ve mesut bir biçimde yaşıyorlar.

    alfredo’nun sesinden “de’miei bollenti sipiriti” adlı “aria”yı dinliyoruz. “io vivo quasi in ciel” : “neredeyse gök yüzünde yaşıyorum” diyen sesi duyuluyor.

    alfredo, violetta’nın geçimlerini sağlayabilmek için mücevherlerini sattığını, violetta’nın hizmetçisi annia’dan öğreniyor ve para bulmak için paris’e gidiyor.

    ancak ansızın o eve gelen alfredo'nun babası germont , violetta’yı oğlunu felakate sürüklemekle suçluyor.

    bu sırada “ditte alla giovene” adlı düeti dinliyoruz violetta ve germont’dan.

    violetta, alfredo’dan hiçbir şey istemediğini söylüyor. kızcağızın perişan olduğunu görüyoruz ve germont’un yani alferodo’nun babasının “piangi piangi o misera”(ağla ağla zavallıcık) diyen sesi tüylerimizi diken diken ediyor.

    germont bu skandalın sona erdirilmesinde ısrar ediyor. ve “ di provenza il mar” adlı “aria”yı söylüyor.

    violetta yapabileceği en iyi şeyin, sevdiği erkeğin mutluluğu için ondan ayrılmak olduğuna karar veriyor.

    şimdi gerçekten de en az “birindisi” kadar lirik ve eğlenceli bir başka “aria” giriyor devreye. bir ev partisi var ve çingeler, ellerinde teflerle “noi siamo zingarelle” : “ bizler çingeneleriz” adlı “aria”yı söylüyorlar.

    insanlar en az ilk sahnede olduğu kadar neşeli ve yüzler gülüyor. alfredo bir kenarda kumar oynayıp neşe ile gülümserken, violetta ve duphol partiye geliyorlar. duphol, alfredo’yu düelloya davet etmek istiyor. violetta da alfredo’dan gitmesini istiyor. alfredo, onu da götürmeden asla ayrılmayacağını söyleyince violetta babasının bu ayrılığı istediğini söylemek yerine duphol’e kendisi ile görüşmemeye söz verdiğini söyleyince deliye dönen alfredo, violetta’nın üzerine para fırlatıp kendisine fahişe muamelesi yapıyor ve onu aşağılıyor. bu sahnede, violetta’nın o acı dolu ve perişan halini görmek, inanın yüreğini dağlıyor.

    perde 3:
    olan bitenden altı ay sonra violetta’nın sağlık durumu fena halde ağırlaşmış durumda. doktor, violetta’nın arkadaşı fiora’ya onun çok uzun yaşamayacağını söylüyor.

    violetta’nın bu sahnenin başında, yatağında uzanmış, gücünü toplamaya çalışarak, ayağa kalkmaya uğraşarak söylediği “addio del passato” adlı “aria” ise insanın canına okuyor. bu “aria”nın ne zaman dinleseniz sizi ağlatacak kadar güzel olduğunu söylesem inanır mısınız?

    fiora, violetta’nın arkadaşı, dayamayıp alfredo’ya violetta’nın ölmek üzere olduğunun haberini yetiştiriyor . alfredo; violetta’nın evine geldiğinde iki aşığın birbirine sarılıp “parigi o cara” adlı “aria” yı söylediklerini görüyoruz. “paris’i sevgilim, terk edelim...”

    alfredo’nun babası da çıkıp geliyor ve “ah violetta” adlı “aria”yı dinliyoruz bu kez.

    bu “aria” biterken violetta’nın da son gücü tükeniyor ve bu kamelyalı kadın, sevgilisinin dizlerinin dibine düşüp ölüyor.

    şimdi sanatçılar yeniden sahneye çıkıp alkışlandıklarına ve az önce ölen violetta’nın da gülücükler saçtığına tanık olduğumaza göre; toplumun ve sanatın statü anlayışına ve hiyerarşisine geri dönebiliriz diye düşünüyorum.

    alain de botton sözünü ettiğim kitabının bir yerinde; “gizli yaşamlara tanıklık eden romanlar, toplumsal hiyerarşiyi belirleyen yargı ve kavramların hayali zıt kutuplarıdır. romanlar, öğle yemeğini hazırlamakla uğraşan hizmetçinin, nadir rastlanan bir duyarlığın ve ahlaki yüceliğin temsilcisi olabileceğini; bunun karşısındaysa kulak tırmalayan bir sesle kahkaha atan; gümüş madeni sahibi baronun aslında kurak ve kupkuru bir kalbi olabileceğini su yüzüne çıkarırlar” diyor.

    eğer alexandre dumas fils kamelyalı kadın’ı yazmamış ve guiseppe verdi ’de onu la traviata’ya dönüştürmemiş olsa idi, violetta her zaman statü bakımından sevgilisinin ve onun babasının aşağısında kalacaktı. hatta toplumsal yargılar çerçevesinde basit bir düşük kadın olarak algılanacaktı.

    ama la traviata’yı izlediğimizde; sanatçının hiyerarşisinin toplumun hiyerarşisini ters yüz ettiğine ve violetta’nın “değerli ve soylu” sevgilisinden ve onun babasından daha soylu olduğunu ortaya çıkardığına tanık oluyoruz.

    violetta sevdiği erkeğin mutluluğu için her türlü fedakarlığı yapabilecek, mücevherlerini satıp onu geçindirebilecek ve sevgilisi tarafından aşağılandığı zaman bile soyluluğundan hiçbir şey kaybetmeyecek kadar güzel bir kadın aslında. ama bazen bunu görebilmek için toplumdan ziyade sanatçının hiyerarşine sığınmak gerekiyor belki de...

    “di quel amor, quel amor, croce e delizia al cuor” dizesinin ve ona ait notaların evreninizi doldurması dileğimle.


    (julyet degilim ben beatris de degilim - 29 Ocak 2007 11:08)

  • comment image

    opera alexander dumas-fils'in kamelyalı kadın romanından uyarlamadır. reklamdaki şarkı "libiamo ne'lieti calici" bir brindisi yani içki şarkısıdır. traviata yolundan sapmış kadın anlamındadır ve kibar fahişe violetta dua ettiği bir aryada tanrıdan yoldan çıkmış olan bir kadına (yani kendisine)
    acımasını diler. sevgilisi saf taşralı genç alfredo kadın ölmeden önce gelir hatta sevgilisinin babası bile gelip ona "kızım, evladım" der ama ne fayda violetta veremden ölür.


    (flut - 24 Mart 2002 01:27)

  • comment image

    1700 civarlarında pariste partiden partiye koşup yorulmak bilmeyen zengin kızı violattayla* şans eseri tanışan fakir çocuu alfredonun* dramatik öyküsünü konu alan giuseppe verdinin 3 perdelik operası..herifin babası yüzünden ayrılmak zorunda olan iki gencin çıkmazda olduu sırada violettanın "buralardan uzaklaşayım","beni ölmüş bilsin" veya "en iisi ben gerçekten öleyim" gibi manyak lafları tipik türk filmi repliklerini andırmaktadır.


    (cynthia - 8 Kasım 2002 11:32)

  • comment image

    ferzan özpetek'in hazırladığı versiyonunun galasını italya'da adalet bakanı, eğitim bakanı, kültür bakanı, içişleri bakanı, yerel yönetimler bakanı ve başbakanın diplomasi danışmanı izlemiş. muhtemelen galaya katılan birçok bürokrat ve politikacının ismi de zikredilmemiştir.

    bizde bu kadro ancak başbakanın cenazesinde toplanır.


    (bisbasar - 8 Aralık 2012 15:08)

  • comment image

    26 ocakta sürreyya operasındaki temsile ön salondan bilet alabilmek için bana bilgisayar başında nöbet tutturan giuseppe verdi eseri. istanbul devlet opera ve balesinde izleyeceğim ilk opera olacağından benim için önemli. bildiğin heyecanlıyım sözlük.


    (aresle lokumun annesi - 26 Aralık 2012 11:42)

  • comment image

    verdi’nin ünlü operası...
    birinci perdenin başlarında burnu havada, erkekleri parmağında oynatan violetta imajı, bir erkeğin gerçekten kendisinden hoşlandıgını anlamasıyla biraz dağılır ve cazibeli violetta konserlerde bile sık sık seslendirilen “e strano.....follie!follie!” aryasını söyleyiverir.violetta alfredoyla birlikteliği bir an çılgınlık diye yorumlayadursun, biz ikinci perde başlasın da şu güzel alfredo aryasını dinleyelim diye bekleriz.nihayet “de miei bollenti spiriti” başlar da, alfredo’nun aşkla pırpır eden yüreğini kemanların pizzicatolarıyla duyarız sanki.(bkz: karında kelebeklerin uçuşması)
    birbiri ardına devam eden aryalar, düetler , koronun neşe içinde oynak oynak söylediği , sevilen “nio siamo zingarella”...hepsi dolu dolu geçer ve sona geliriz...
    ister operada dinleyin, ister yumuşacık yatagınızda uyuşukça, bu kadar acıklı bir arabesk konunun ardından hüzünleniverirsiniz ister istemez.kızılacak birisini ararsınız...violetta’ ya mı kızsanız?yok,yok olur mu hiç öyle şey , sicili pırıl pırıl olmasa bile “yolunda gidenlerden “ daha iyi yürekli, düşünceli oldugu, sevgilisi için bencillik yapmadığı için mi...
    hııımm yoksa aşkından gözü dönmüş alfredo’ya mı? ı – ıh
    olsa olsa alfredo’nun babası germont’u dövmek isteriz bir an. ama sonra onun da , sırtında toplumun sersem baskısını hisseden , buna ragmen adaletli bakış açısını kaybetmeyen,sagduyuyu elden bırakmayan biri oldugunu anlarız.hatta hatasından döndüğünü gördüğümüz anda kızgınlıgımız caresizliğe döner.
    mycobacterium tuberculosisbakterisine kızsak , ne yazar ki, "la forza del destino"*nun önüne kim geçebilmiş ki...
    ancak ikinci abdulhamit’in gücünü bulup, tam da onun yaptıgı gibi mutlu sonlu bir la traviata sahneye koydurarak , nefes alabiliriz...


    (salome - 12 Ağustos 2003 18:44)

  • comment image

    süreyya'da izledim.

    kırbaçlar, bdsm partileri, sütyen takmış erkekler, mistress-slave ilişkileri falan, resmen bir kepazelikti sahneye konan. yanlış anlayacaklara peşinen söyleyeyim, kepazelik olan bdsm fantazileri asla değil, hepimiz fetişlere sahip olabiliriz, bunda hiçbir sakınca yok ama la traviata'nın özünde böyle bir şey elbette ki yok, youtube'da 80 tane la traviata videosu var, hiçbirinde o çingeneler sahnesi böyle canlandırılmış değil. ha diyebilirsiniz ki bu da yekta kara'nın yorumu, öyle mise en scene kurmuş, o zaman da becerememiş deme hakkımız mahfuz kalıversin bir köşede deriz biz de.

    sahneye koyan tarafından içine sıçılmış caanım verdi eseri.


    (kirlikedi - 1 Eylül 2015 00:44)

  • comment image

    turkıyem halkının "ishteeee beyazlık temızlıkk heryeree hemde hıch durulamadan kurulamaadannn" sheklınde dınledıgı , konusu eskı turk fılmlerıne bol bol senaryo olmush, (bkz: verdi) nin en guzel operalarından biri.
    konusu:selma kotu bı evde chalıshmaktadır. ahmet selmayı bı partıde gorur ve ashık olur. ahmedın babası selmaya gıder olm sana ashık ben de sosyeteye, o bakımdan oglumu sevıyosan bırak der (bkz: olaylar gelisir)


    (arcadia - 14 Kasım 1999 01:33)

  • comment image

    herhangi bir gün, saati bilmiyorum. sözlükteyim. yazılanları okuyorum. sol frame’de bir başlık dikkatimi çekiyor; anneannenin ölmesi. üç nokta var yanında. gerçektende üç nokta bırakır böyle bir durum insanda. tıklıyorum üç noktaya. açılıyor sayfa. okuyorum. ağlıyorum. biliyorum ki çok zor. ben henüz kaybetmedim kendi anneannemi fakat o sevgiyi biliyorum. o üç tane noktayı tahmin edebiliyorum. dayanamıyor, msj atıyorum yazan kişiye. böyle tanışıyorum la traviata ile.
    birkaç gün sonra bir başka başlık dikkatimi çekiyor; adım yazıyor. bakıyorum.
    ''disarda delice kosarak oyun oynayan cocuklara, pencereden gipta ile bakip ic geciren ufaklik"in hissettigidir kimi zaman hissettiginiz, onun yazdiklarini okudugunuzda.'' diyor yazının sonlarına doğru. nereden biliyor diyorum. nereden biliyor ilkokul hayatım boyunca o tırnak içindeki ufaklık olduğumu.
    gerçekten oradaki ufaklıkken çıkıp dışarı yazdıklarımla bir başkasına bunu mu hissettiriyorum? öyleyse eğer o oyuna en başta çağıracağım isimdir la traviata. kalabalığın içindeki ışıldayan yüreğine teşekkür’ün çok yetersiz kalacağı kişidir bir de.


    (selen - 10 Şubat 2005 01:49)

  • comment image

    dünya prömiyeri 6 mart 1853 yılında yapılmış bu opera, türkiye'de ilk kez 1954 yılında ankara'da sahnelenmiş. la traviata, gerçekçi, zamana uygun konusu ile bütün verdi operalarının romantik, tarihsel konulara dayalı yapısından ayrılıyor. bu eser, edebiyata dayalı operanın da en tanınmış örneklerinden biridir. güzelliği ve cazibesi ile herkesi etkileyen parisli bir fahişenin ilişkilerinin ve tüberküloza yakalanıp ölmesinin konu alındığı la traviata'da verdi'nin ilgisini çeken; bir fahişenin, başka bir kızın aşkını kurtarmak için, kendi aşkını feda etmekte yaptığı soylu davranışı olmuş.*

    eskişehir'de 25.04.2006 tarihinde izleme fırsatı buldugum izmir devlet opera ve balesi tarafından 4 perde halinde sergilenen operanın özeti de kısaca şöyledir:

    --- spoiler ---

    birinci perde:

    paris gece yaşamının tanınmış kadınlarından violetta valery, kendi evinde bir parti düzenler. kalabalık çılgınca eğlenmektedir, violetta’nın etrafı hayranlarıyla çevrilidir. içeri yakışıklı bir delikanlı girer, bu öteden beri violetta’nın hayranı olan alfredo’dur. violetta, delikanlı ile gelen gastone’u bir masaya oturtur sonra delikanlıya yaklaşır. kurnazca bir plan uygulayarak, diğer konukları dans etmeleri için salona gönderir. böylece yalnız kalan iki yeni sevgilinin aralarındaki aşkı birbirlerine anlatmamaları için de bir neden yoktur artık. kadın alfredo’ya dikkatli olmasını, bağımsızlık ve zevk veren dostlar için yasadığını, bunlar olmazsa kendisini bırakmasını söyler. konuklar yavaş yavaş salona dönerler. sabah olmaktadır, herkes veda ederek ayrılır. violetta çok tuhaf duygular içindedir, çocukluğundan beri özlediği saf ve temiz aşkı bulmuştur, aşık olmuştur. dışarıdan alfredo’nun sesi duyulmaktadır.

    ikinci perde:

    sevgililer büyük aşklarına karşı koyamayıp birlikte yaşamaya başlamışlardır. violetta çılgın yaşama veda etmiş, mücevherlerini satarak geçinecekleri parayı bulmuştur. hizmetçi annina yine bazı şeyler satmış bir miktar daha para getirmiştir. ne var ki bu paralar geçinmelerine yatmeyecektir; alfredo gerçeği anlar ve paris’e giderek para bulmaya karar verir ve evden ayrılır. sahneye violetta girer, uşak ona bir davetiye uzatır; bu flora’nın düzenlediği yeni bir partinin davetiyesidir. tam o sırada içeri yaşlı bir adam girer, adam alfredo’nun babası germont’tur. kadından oğlunu bırakması için ricaya gelmiştir. flora ile oğlunun violetta öncesinde çok mutlu olduklarını söyler, onların aşklarına mani olmamasını ister. önce teklife karşı çıkan violetta babanın ricasını kabul eder ve evi terkeder. violetta’nın gidişine engel olamayan alfredo babasının göğsüne yığılır, babası evlerine dönmek üzere oğlunu kandırmaya çalışmaktadır. alfredo kararlıdır paris’e gidecek ve violetta’yı bulacaktır.

    üçüncü perde:

    flora’nın evinde parti başlamıştır. fal bakan çingenelerden boğa güreşçilerine kadar herkes çağırılmış* eğlence için her şey düşünülmüştür. alfredo gelir bir masaya oturarak kumar oynmaya başlar. az sonra violetta yeni sevgilisi baron’un kolunda içeri girer. bu arada alfredo sürekli kazanmaktadır. sevgililer arasında sessiz bir savaş başlar, konukların diğer odaya geçmesinden yararlanan violatta, alfredo’ya yaklaşarak baron ile sorun çıkarmaması için ricada bulunur. alfredo bunu kabul etmez, konukları içeri çağırarak violetta’yı sevdiğini ancak onun paradan başka bir şey düşünmediğini haykırır ve kazandıklarını kadının yüzüne atar. violetta yığılır, herkes delikanlıyı ayıplar, kadına acır. bunun üzerine baron onu düelloya davet eder. diğer yandan violetta delikanlının bir gün kendisi için yaptıgı fedakarlıgı anlayacagını ve onu ölünceye kadar seveceğini söyler.

    dördüncü perde:

    güzel violetta son derece hastadır, annina violetta’ya bir mektup getirir. mektup baba germont’tan gelmektedir. habere göre düello yapılmış baron yaralanmıştır.. derken içeri alfredo, germont ve doktor girer.. baba, violetta’ya kızım diye seslenmektedir ama artık çok geçtir.. violetta sağlık durumunu çok iyi bilmekte hüzün içinde ölümü beklemektedir. alfredo’ya sağlıklı günlerinin anısına evleneceği kıza vermesi için bir madalyon verir, kendisinin de gökte meleklerle onun mutluluğu için dua edeceğini söyler.. violetta’nın başı yana doğru sarkar, ölmüştür. alfredo hıçkırıklara boğulur, bu hazin sona neden ola baba çektiği acının etkisiyle donup kalmıştır..

    ---
    spoiler ---

    ` : copy paste değil alınteri`


    (whirlwind - 1 Mayıs 2006 22:45)

Yorum Kaynak Link : la traviata