Ulee's Gold (~ Ulee'nin Altini) ' Filminin Konusu : Ulee's Gold is a movie starring Peter Fonda, Patricia Richardson, and Christine Dunford. A reclusive beekeeper slowly pulls his dysfunctional family back together, but not without having to fight his son's previous dastardly cohorts.
Give 'em Hell, Harry!(1975)(7,5-392)
The Apostle(1998)(7,2-12572)
Ruby in Paradise(1993)(7,0-2343)
A Dry White Season(1989)(7,0-4270)
Zero Effect(1998)(7,0-13237)
kurtlu bakkal efsanelerin hakkını onlar dünya değiştirmeden verebilen vefada,cefada,defada,efada,fefada,gefada,ğefada,hefada,......... bi köşenin adı.sapanca efsaneleri 1 ...zaman zaman bu köşede sapanca'mızın bu dünyadan cismiyle göçmüş olsa da ismiyle hep yaşayacak,aynı zamanda hayatta olduğu halde ismi şimdiden her daim baki kalmayı hak etmiş efsane insanları yer alacak.derler ya vefa yalnızca bir semt ismi olarak kalmış diye .kalmasın...insan neye hayranlık besler? nadir olana,değerli olana,eğilmemiş bükülmemiş olana ,nerde olursa olsun kendi gibi olana,dürüst olana,mert olana,tevazu sahibi olana,dünyevi hırslara eyvallah etmeyene,lügatında korku yer almayana,geldiği yeri bilip gittiği yer neresi olursa hep geldiği yerdeki o adam gibi kalana,yorulmadan bıkmadan;darılmadan küsmeden bu ülke için yaşayıp bu ülke için ölümle köşe kapmaca oynayana,alıp başını giderken bıraktıklarındaki albeniye eyvallah etmeyene,yüreğiyle çocuk ;heybetiyle dağ gibi volkan gibi patlamaya hazır olana,her daim kuyruğu dik gözünü pek tutana,olduğu yerde tek kalsa da aldırmayana,boş lafa karnı tok olana,yekpare bir şahsiyetin ciğerpare tarafını saklamayana,ben giderim adım kalır deyip yanlış yola sapmayana,derenin aktığı yerdeki kum,değirmen suyunun önündeki bend olana,eğri bacadaki doğru duman;tünelin ucundaki belli belirsiz aydınlık olana,böyle gelmiş böyle gider teranesine isyan bayrağı açana,konuştuğunun ardında dururken;inandığı şey için en önde koşana,cesareti kuru gürültü olmayıp yalandan düşük omuz gezmeyene,hak edene hakkını verirken topyekün sadakate değil külliyen liyakata bakana,ondandır ki kimseye torpil geçmeyene,bundan dolayı günahı alınsa da çizgisinden sapmayana,doğduğu yerin aşığı-olduğu yerin maşuğu olana,bölüşene paylaşana haddini aşmayıp bildiği yoldan şaşmayana,yürümesi gereken yerde koşmayana,konuşması gereken yerde susmayana,kavgadan kaçmayıp zora gelince ayakları dolaşmayana,düsturu sağlam yalana dolana bulaşmayana,avantacıya lavantacıya papuç bırakmayana,koltuğa yapışmayana,saygıda kusursuzken ön iliklemeye alışmayana,ismi büyüyüp sınırları aşarken şandan şöhretten gözleri kamaşmayana,sahip olduklarının varlığıyla mayışmayana,birşeylerden feragat gerekince ortalıktan savuşmayana,ömrü son bulsa da birgün ,hikayesi sona kavuşmayana....1966'ın komiser yardımcısı,giresun'un,tekirdağ'ın ,istanbul'un emniyet müdürü,kaçakçının göçekçinin yer altındaki köstebeklerin korkulu rüyası,rahmetli uğur mumcu'nun köşesinin dürüstlük ve cesarete dair dile gelen satırbaşı,güreşin federasyon-fatih'in belediye başkanı,57.hükümetin içişleri bakanı,sapanca'nın ve sapanca'lının sadettin abisi,sadettin amcasına .oğlum karahan,oku,büyü.büyük adam olur musun olmaz mısın bilemem ama sen sen ol iyi biri olarak anılacak iyi insan ol......http://www.yeniseshaber.com/…-efsaneleri-1-155.html
(meiss - 3 Şubat 2014 12:20)
kurtlu bakkal normal kimlikleri ile sapancalı ,efsane kimlikleri ile tam manasıyla birer dünyalı olan insanlara selamı burda yada diğer dünyada eksik bırakmayan bir köşenin adıdır.http://www.yeniseshaber.com/…-efsaneleri-2-173.htmlsapanca efsaneleri 2.....sapanca'da karşılaştığımız birini o an için tanıyamamış isek,bu geçici yabancılığı ortadan kaldırmak için sorduğumuz efsane bir soru vardır."kimlerdensin".sorunun muhatabı,cevaben önce soyadını söyler.karşı taraf halen tereddüt içindeyse sülalesinin anıldığı ismi belirtir.bu aşamada muhakkak bir çağrışım olur ve soruyu soran,kimin oğlusun diye suali daha da detaylandırınca yabancılık birden son buluverir.ve"yahu yiğenum baştan niye söylemiyosun sen bizim çocukmuşsun da ha yav "diye tanışıklık gerçekleşir.rahmetli fikret amca'nın oğulları özgür ve murat da sapanca'da bu sual ile karşılaştıklarında önce fikret timuremre'nin oğluyuz derler.cevabı alan,hemen bir içler dışlar çarpımı yapar ama isim yabancı gelmiştir.şöyle durup hatırlamak için zaman kazanmaya çalışırken özgür ve murat durumu anlayıp malum sonu öngördüklerinden fikret albay'ın oğluyuz derler ve karşı taraftan gelen tepki hep aynı olur."deli fiko'nun oğluyuz desene be evladım bi sattir allah allah".geçtiğimiz temmuz ayı'ında vefat eden fikret amca'nın acı kaybını kardeşim cihangir,ceneze rüstempaşa'ya getirildiğinde çok net bir ifadeyle açıklamıştı buğulanmış gözleriyle."vay be;sapanca bir efsanesini daha kaybetti."hakikaten o anı tanımlayacak en doğru anlatım cihangir'in ifadesiydi.olduğu yer neresi ise sapanca'da gördüğümüz,bildiğimiz bir hayat yaşayan bu dev adam artık yoktu ve bir daha olmayacaktı.sapanca ve sapancalı için ömrü boyunca büyük iyilikler yapmış olan fikret amca,adı geçen her sohpette muhabettle anılan bir isim olarak hatırlanacak.ve ondaki deliliği kendi hatıralarında farklı şekillerde görmüş olan tüm sapancalılar bu ismin ona, coşkusunu da öfkesini de sular seller gibi yaşayan biri olduğu için yakıştırıldığını bilecekler."deli"ifadesinin hiçbir isimle de bu kadar müsemma olamayacağını hiç unutmayacaklar.bu ismin yakıştırılmasına yol açacak o kadar çok olay var ki.henüz kuleli'de öğrenciyken futbol oynadığı üsküdar anadolu'nun bir maçında,maçın bağlandığından habersiz topunu oynarken,rahmetli babasının hayatında ilk defa bir maçına gelmesinden dolayı canhıraş bir şekilde mücadele etmektedir.iyi oyununu iki güzel gol ile süslemesine rağmen kendi tribünlerinden inanılmaz küfürler gelince buna bir anlam veremez ve duymazdan gelmeye çalışır.o hırsla daha bir sert oynamaya başlayınca küfürlerin şiddeti artar ve artık kayış koptuğu ana gelinmiştir.maçının da anlaşmasının da bir hükmü kalmadığı bir anda o koca heybetiyle küfür eden grubun üzerine öyle bir uçuverir ki maç orda biter.bu atlayış öyle cantona'nın ki gibi güvenlikçilerin varlığından alınan cesaretle yapılan gibi yalandan da değildir.gözünü açtığında numune hastanesindedir ama olsun o altta kalmamıştır.hakkari'de görev yaptığı yıllarda komutanlara verilen çelik yeleği denemek için kendi üzerine kurşun sıkması da bir başka örnek olabilir mesela.askerliği ile ilgili olarak fikret amca'yı arayıp da karşılık görmemiş sapancalı yoktur.bir tek istisna diyarbakır'a gönüllü giden küçük oğlu murat haricinde.takım tutarken bizi o renklere aşık eden yıldız oyuncular filan vardır ya.bazen de bazı büyük taraftarların tutkusuna özenerek o renklere gönül veririrz.fikret amca fenerbahçeliliğin hayat gibi yaşanılası bir şey olduğunu ben ve benim gibi pek çok kişiye gösteren kişidir.görev yaptığı kışlaların sarı lacivert kaldırım taşları onun orda olduğunu belli eden şeylerden sadece bir tanesidir.bir de bağırdığında titrettiği duvarlar.o sert görüntü altındaki gizli saklı çocuğun hiçbir zaman büyümediğini de bilenler bilir sadece. öyle bir mizahı ve olay tasvirleri vardır ki ilk duyduğunuzda önce şöyle bir kalır bir süre düşündükten sonra espiriyi anlayıp sonra da koparsınız.devri geçtiği halde halen daha orasını burasını gerdiren,saç ektiren tipleri iğnelemek için"ulen talisman gaz ocağı gibi olmuşun nelerle uğraşıyosun", yada arayan eden biri var mı diye sormak için "arayan,soran bekir boran var mı" demesi, eski fenerbahçeli uche'yi "gündüz feneri",appiah'yı da "boncuk"diye çağırması bunlardan sadece bir kaçıdır.tüm normal insanlar aynı şekilde normaldir.ama her deli insanda kendine özgü bir delilik vardır.aynı deli fiko'da olduğu gibi.ruhun şad,mekanın cennet olsun fikret amca....sapanca çok özleyecek seni.....
(meiss - 24 Şubat 2014 14:33)
kurtlu bakkal sapanca için sorular sorup cevaplar arayan bir köşenin adıdır.sapancalı olup olmadığına bu sorulara vereceğin ya da veremeyeceğin cevaplara göre inanır.http://www.yeniseshaber.com/…pancali-olmak-179.html10 soruda sapancalı olmak...aşağıdaki soruları, bugünün dünyadaki son gününüz olduğunu düşünerek cevaplayınız ...not:ikinci ve üçüncü sorular özellikle genç arkadaşlarımızın cevaplayacakları sorulardır.soru 1-) doğduğunda kendini içinde bulduğun;büyüdüğünde orada doğduğun için kendisine şükran borçlu olduğun sapanca'yı,bulduğundan daha iyi bir yer olarak bırakmak için ne yaptın?(kaç tane fidan diktin mesala?ya da diktin mi?)soru 2-) "delikanlılığın birinci kuralı efendilik ve saygıdır."cümlesinden ne anladın? ( kendi çöplüğünde öten cırtlak sesli horoz olmak mı?yoksa oturması kalkmasıyla;hali tavrı konuşmasıyla; kısacası adam gibi adam duruşuyla heryerde saygı görecek sapanca delikanlısı olmak mı?)soru 3-) çarşıda,pazarda,sahilde arkadaşlarınla beraber gezerken bağıra çağıra,küfür kıyamet konuşurken nasıl bir görüntü verdiğinin farkında oldun mu?espiriyi küfüre;küfürü espiriye vurmak komiklik miydi,gülünçlük müydü sence?(eşinle,kız arkadaşınla,annenle,kızkardeşinle gittiğin bir yerde böyle modeller denk gelince neler geçirdin içinden,şöyle bir düşün bakalım.)soru 4-) bir yere gelirken dış görünüşünle karşılanırken,oradan uğurlandığın vakit düşüncelerinle,insanlığınla ve sen olarak sahip olduğun değerlerinle yolculanacak olmak senin için ne ifade ediyor?(ister kendini olduğundan büyük göstermek için ağzında sigarayla dolan çarşı pazar.ister bir elde ayfon diğerinde tespih pod podul takıl bi aşağı bi yukarı.istersen de efendi olmayı sus pus olmak; kabadayılığı yalandan düşük omuz gezmek olarak algıla.kimi kandırmışsındır bu halinle acaba?)soru 5-) sapanca'nın her köşesini kendi özel mülkünmüş gibi sahiplenip korudun, kolladın mı? yoksa aldırmaz bir tavrın mazeretini sapanca'lı olmaya mı yükledin?(hayattaki küçük küçük disiplinlerin bir araya gelmesi refah ve mutluluğun sağlayıcısıdır ya.sen de bu mantıkla davranıp mı yaşadın yoksa "ben mi kurtaracam memleketi yahu deyip yürüdün gittin mi?daha açık bi ifadeyle yolda karşına çıkan bir çöpü alıp yerden kaldırdın mı?ne bileyim ya da arabanın içinde eline gelen çöpleri camı açıp sokağa savurmak yerine bi poşette biriktirip gün boyu,akşam eve girerken hepsini birden çöpe atınca bir kişinin bile ne kadar işe yarayabileceğini gördün mü?)soru 6-) ramazan'ın arefe günü mübarek ay'ı karşılıyorum diye,kurbanın ilk günü "kurbanlığımı kestim."duysunlar,bilsinler diye yaktığın mermilerin parasıyla acaba işe yarar başka birşeyler yapabilir miydim diye geçirdin mi aklından?(örneğin bir çift masa tenisi raketi alsam da hergün önünden geçtiğim okullardan birine gidip elimle versem dedin mi ?ya da aynı okulların herhangi biri için bir dergi aboneliği yapsam da bir çocuğun ufkunun gelişmesinde bir faydan olsa diye düşündün mü?kaç tane amatör futbol takımımız var.yahu bir tanesine bir futbol topu da ben alsam ve iyiliğe dair bir orta da ben yapsam ne olur yani, dedin mi?)not : bu soru için "ben zaten hayrımı ayrıca yapıyorum."cevabı geçerli değildir.soru 7-) bu dünyada sahip olduğun değerin kaynağını, mevkiinden kaynaklanan otorite veya ünvanından,sülalenden gelen nüfuzla ilişkilendirip kibire kapıldın mı?(sahip olduğun şeylerin başka insanlara yardımcı olabilmek için bir araç olduğunu düşünüp sahip olduklarının bir kısmını bir tek insana dahi olsa fazilet ve iyilikseverlik dağıtmaya adadın mı?)soru 8-) kim olduğunu tanımlayan şey doğup büyüdüğün yer olan sapanca mı olmalı?yoksa seni sen yapan pek çok şeyi içinde bulduğun sapanca'yı daha güzel bir yer haline getirmek için yaptığın şeyler mi?soru 9-) maksimum 70-80 yıllık yaşamını ne kadar erdemlerle doldurulursan ölüp gitmenin senin için birşey değiştirmeyeceğini, hep buralardaymışsın gibi, birilerine varlığınla ilham kaynağı olabileceğini düşünüyor musun?seni iyi yönde örnek alan en azından bir kaç kişi var mı sağında solunda.soru 10-) kimsenin sağ kalmayacağını bilirken, birgün ölüp gideceğine inanmak istemeyen bir fani olarak; buraları terkedip gittikten sonra sapanca ortamında isminin nasıl anılacağını düşündün ?http://www.yeniseshaber.com/…pancali-olmak-180.html10 cevapla sapancalı olmakbugünün dünyadaki son gününüz olduğu düşünülerek cevaplanacak geçen haftaki soruların cevap anahtarını aşağıda bulabilirsiniz : cevap 1-) madem ki yeni bir türkiye,yeni bir sapanca var artık.ve önü alınmaz bir dönüşüm söz konusu.öyleyse o dönüşümün bir gün, maddenin tabiatına dair birşey bırakmayabileceği ihtimaline alesta (hazır) olmak gerek.bunun için yapılabilecek onca şeyin varlığına rağmen en azından tüm hayatın boyunca 10 tane fidan dikmişsen, sapanca'yı bulduğundan daha iyi bir yer yapmak adına kabul edilebilir birşey yapmışsın demektir.(fakat sen hala dededen babadan kalmış ağaçların meyvelerini yiyip onların varlığıyla övünüyorsan sadece bu sorudan değil hayattan eksi puan almış durumdasın.dolayısıyla bedava geçmiş bir ömrün son gününde olmak da o kadar dramatik olmaz.rahat ol.)cevap 2-) delikanlılık ile her daim yan yana bulunan efendilik ve saygı kelimeleri yerine; usul-erkan,yol-yordam bilmez bir sahte kabadayılığı koymuşsan ve bu özenti profilin sadece sapanca'da değil heryerde saygı görecek bir sapanca delikanlısı olmak olduğunu zannediyorsan,allah yardımcın olsun arkadaş.hayat sana bayağı bir uzun.cevap 3-) argo konuşmanın kabul edilebilir bir mizahı vardır belki.fakat küfürlü konuşma üzerine kurulu bir espri anlayışı ile komik görünmeye çalışmak,gülünçlüğün yaldızlı davetiyesinden başka hiçbirşey değildir,olamaz.bir de bunu sanki etrafta kimse yokmuş rahatlığıyla yapıyor olmak da sözün bittiği yerdir.söz gümüş,suküt altın.küfürle geçtiyse ömrün, yandın arkadaş yandın.cevap 4-) bir insanı gördüğümüz ilk birkaç saniyede, ona dair bir hüküm oluşur kafamızda.bu noktada dış görünüş belirleyici olabilir belki ama nihai hüküm bu gördüğümüz insanın bize ve dünyaya katacağı şeylerle netleşir.o yüzden zamanın modası neyse ona uygun bir imaj için yırtınmanın ömrü,en fazla birkaç saniye sürer.bu son güne benzer bir paralanma ile gelmişsek önümüzdeki maçlara bakıcaz artık ne yapalım.cevap 5-) geçen haftaki bu soru tam bir dürüstlük içinde cevaplanması beklenen bir soruydu.o yüzden cevabı büyük harfler ile yine bir soru ile veriyoruz.gerçekten sapanca'nın her yerini kendi bahçenmiş gibi görüp aynı özenle davrandın mı?( izmaritlerini yere atmamışsındır,oraya buraya tükürmemişssindir,elindekiyle işin bitince oraya buraya savurmamışsındır,önüne çıkan çer çöpü eline yapışır diye düşünüp görmezden gelmemişsindir,"bir ben mi yapıcam arkadaş belediyesi var görevlisi var hayret ya" dememişsindir ya işte, yine de biz bir soralım dedik )cevap 6-) coşkumuzu sevincimizi gürültüyle yaşamak bize özgü en güzel şeylerden bir tanesi; kabul.bu gürültüyü oluşturan şey,üsturubuyla ve dost sıcaklığı ile dışa vurulmuş bir sevinç olunca sonraki zamanlarda o anların sohpetini dahi yapmak aynı tadı yaşatır bize; bu da tamam.fakat kültürümüzde başka bir yerde konumlanmış silah figürünü sevincin aracı olarak görmek lüzumundan fazla bir gereksizlik değil mi?o yüzden, sevinçten havaya sıktığın kurşunların parasıyla, ıskaladığın daha hayırlı şeyleri düşünmeden bu son güne gelmişsen vay haline)cevap 7-) herkesin tek başına gelip tek başına gideceği bu dünyada; mevkiden kaynaklanan otorite,ünvandan gelen saygınlık veya sülaleden gelen nüfus bu tek kişilik yolculuğun rotasını belirleyebilir sadece.münker de nekir de yazdıklarını kaleme alırken bunların hiçbirini dikkate almaz.bundan dolayı " kibir"aptallığın en açık kanıtlarından biri olarak tanımlanır.bu gerçeğin üstünü otorite de, ünvan da, sülale de kapatamaz.şimdi kapayıp gözlerini düşün bakalım böyle bir hataya düştüm mü diye.cevap 8-)nereli olduğun sorulduğunda sapancalıyım elhamdürüllah dedikten sonra "çünkü sapanca için şu hayırlı şeyleri yaptım."diye bir çılpıda en az 10 şey sayabiliyorsan, bu sorudan tam puan almışssın demektir.(45 dakika düşünüp hala sapanca için yaptığın ele avuca gelir 10 iyi şey denkleştiremediysen bir an evvel sapanca'nın taşından toprağından helallik alsan iyi edersin.)cevap 9-)etrafında ailen dışında, senin gibi olmaya özenip iyilikler güzellikler sahibi olacağına inanan,senden ilham almış en az 3 kişi varsa son gününe geldiğin bu ömre gerçek bir hayat diyebilirsin.tebrikler.cevap 10-)kimsenin sağ kalmayacağını bilirken, birgün ölüp gideceğine inanmak istemeyen bir fani olarak;yukarıdaki sorulara verdiğin yanıtlara göre sapanca ortamında adının nasıl anılacağına sen karar ver artık.
(meiss - 28 Şubat 2014 23:37)
kurtlu bakkal o günü bu günü diye ısmarlanan günlere ayar,yeri gelince lafını koyar bir köşenin adıdır.http://www.yeniseshaber.com/…er-an-hatirla-178.htmlsevgi kelebek mi ki,bi gün yaşasınsevdiğimiz,aşığı olduğumuz insan gözümüze öyle bir gözükür ki yapılan tüm güzellik yarışmalarının sonuçları geçersiz hale gelmiştir bizim için.telefonla aradığımızda duyduğumuz iç ferahlatan sesi,sıcak mı sıcak bir yaz gününde taze sıkılmış bir limonata gibi dökülüverir ahizeden kulağımıza.yunus balıklarının yüzü gibi sürekli gülen bir suratla dolaşırız ortalıklarda.öyle cesaretliyizdir ki;onun yanında meydan okuyamayacağımız badire yok gibidir.alıp hayatın tüm zorluklarını karşımıza,"cürümünüz kadar yer yakarsınnızz ulennn"diye iş takıp meydan okuyasımız vardır.çünkü aşkı yitirme ihtimali canından olma ihtimalinden daha ölümcüldür çoğu zaman.korktuğumuz olayların içinde kendimizi bulsak da sırf bu belli olmasın diye bile,geri vites yapamayız.bu anlar cesaretimizin gözü peklik katına yükseldiği anlardır.dünyayı bambaşka bir yer gibi gösteren bir melankoli içine öyle bir saplanırız ki;her gün gördüğümüz yerler kristal bir avizeden yansıyan rengarenk ışıklarla gözükür gözümüze.içimizdeki bir o yana bir bu yana sallanmamıza yol açan kıpırtı,haşarı bir çocuğa çevirir an itibariyle bizi.bu gönüllü teslimiyet öyle bir sarar sarmalar ki;sevgimize karşılık bulamasak bile sırf bunu yaşattığı için dahi ona teşekkür borçlu hissederiz.onunla karşılaşmak için tesadüflere kurduğumuz tuzaklar şekilden şekile sokar bizi.her an her yerde olabileceğimizi,her yerden fırt diye bir anda çıkabileceğimizi düşünürüz.bir anda çarşı içinde görünürken,bir bakmışsın sahilde buluvermişssin kendini.pazar yerinin oralarda olduğunu görenler vardır ama sonra birden bire okulun önünde almışssındır soluğu.sana göre aşk,birine seni mahvetme yetkisi vermek ve bunu kullanmayacağına inanmaktır o anda.bu duyguyla düğün düğün,eğlenti eğlenti gezerken arkadaşın bir espri patlatır."baloncu gibi geziyosun var ya,ah ulann ahh."peki sen ne yapıyosun amuce"diye sorduğunda kendi yaptığı espiriden daha çok güler sana.bir teşekkür borcun da sapanca 'ya vardır.çünkü aşkı burda yaşamak bambaşkadır.bir kere,aşk acısından müzdaripsen bunu paylaşacağın bir sürü gerçek dostun vardır etrafında.sapanca'da,şehir yalnızlıkları dedikleri şeyin,aşka düşmeyi işlediğimiz günahlara karşı aldığımız bir cevapmış gibi algılatan etkisi yer bulamaz kendine.hüznünü de sevincini de en derinlerinde paylaşacak olduğun dostların,metrekareye düşen en yüksek oranı sapanca'dadır.mutluluğun ve acının paylaşılınca artan veya azalan birşey olduğunu burda öyle güzel öğrenirsin ki;aşk acısı çekiyorsan dahi asla "ben böyle aşkın ızdırabını var ya "diye başlayıp sinkaflar ile devam eden cümleler kurmazsın.çünkü etrafındaki dostlarından bunun insan olmanın gereği birşey olduğunu söyleyenler mutlaka çıkar.bunun ilahi bir sınavın cevap kağıdı olduğunu düşündürmek için kendi sınandıkları durumlardan örnekler verirler.ve gözyaşlarının bile bir görevi olduğunu,kendisinden sonra gelecek olan gülümseme için temizlik yaptığını hatırlatırlar sana.ve sen bu sınavı verirken sevgine karşılık bulamasan bile hayata küsmek yerine sahip olduklarının değerini idrak etmeyi tercih edersin.çünkü içinde bulunduğumuz zaman birşey paylaşacak dostların seni ruh hastası edecek derecede yitip gittikleri bir zamandır.ancak sen yine sapanca'da olduğun için şanslısındır.çünkü dostlarının soluk alış verişi kadar kısa bir sürede yanında olacaklarını bilirsin.aynı resmi sadece sana kesilmiş bir ceza,olarak okursan ve "uleenn bu da mı gol değil "isyanlarına girersen,o dostlarının sapanca'da da olsan senin için yapabilecekleri fazla birşey yoktur.özdemir asaf 'dan bir söz ve pink martini'dn bir albümle bitirelim yazıyı.yanına kadar koştuktan sonra, bir adım daha atamayacaksan eğer; oraya kadar sakın koşma. sana değil, bekleyene yazık .retrospective(pink martini)sevdiğinize olan aşkınızı sadece bir günün siftahı yapmamanız dileğiyle.iyi hafta sonları.bahadır ozan14 şubat 2014
(meiss - 28 Şubat 2014 23:55)
kurtlu bakkal kadını ne erkek bir dünyayı renklendiren bir figür olarak gören ; ne de aristo gibi kadını doğanın bir kusuru olarak tanımlayan bir köşenin adıdır.kurtlu bakkala göre kadın da erkek de aynı oranda insandır.http://www.yeniseshaber.com/…a-kadin-olmak-181.htmlerkek bir dünya'da kadın olmakgöl kıyısı, deniz kıyısı yerlere ait herkesin bildiği bir geyik muhabbeti vardır.kimsenin gülmediği bir fıkraya dönüşmüş, geveleme bir söylenceden ibaret bu anlatının değişik pek çok versiyonu bulunur.hiçbir espirisi olmayan kabak tadındaki bu anlatı kısaca şöyledir : güya dedeler zamanında miras paylaşımı yapılırken göl kıyısı,deniz kıyısı yerler bataklıktan sineklikten geçilmediği için kızlara miras olarak bırakılmış da ,sonradan oralar bir şekilde değerlenince dededen kalan bu yerlerin avantası eniştelere yaramışmış.espiri görüntüsüne bürünmüş bu lazımlık muhabbetini pekçok farklı yerde duyduğumuz gibi sapanca'ya uyarlanmış versiyonlarına da muhakkak denk gelmişizdir.kadınlarımızı küçümseyen bir bakış açısının ürünü olan bu anlatıdaki "eniştelere yaramış""diye biten son cümleye dikkat çekmek istiyorum.saçma sapan bir mizahla, kız çocuklarını önemsizlermiş gibi gösteren bir anlatının sonundaki kazanımın bile,onlara dönük birşey değil de enişte diye nitelenen erkek figürüne aitmiş gibi gösteriliyor olması son derece manidar değil midir? üçüncü sayfa haberlerinde hergün görmeye aşina olunan kadına yönelik şiddet haberlerinin bu kadar normal karşılanır olmasının altında; malesef günümüz türkiye'si ve dünyasında kadının "erkek bir dünyayı " renklendiren bir figür olarak sunulmasının çok büyük payı bulunuyor.oysa ki; türk milletinin 5000 yıllık tarihinde türk töresi ve inancında kadının konumlandığı yer, kadını ilahi bir varlıkmış gibi tanımlar.mevcut duruma bu açıdan baktığımızda gelinen vaziyetin daha vahim bir hal aldığını kolayca görebiliriz.islamiyet öncesi türklüğün millet sisteminde, sosyal birliğin yapı taşı olan aile olgusu temelini kadından alır.türk destanlarında ve felsefesinde en üst seviyede yüceltilen kadın imgesi ; hanların,hakanların,cengaverlerin karşılarında saygıyla eğildikleri birer saygı abidesi olarak gösterilmiştir.yaratılış destanında, allah’a insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren “ak ana” adında bir kadındır. oğuz kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. yakutlarda “ak oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. ilk türk yazıtlarından olan bilge kağan kitabesinde kağan: “sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar.dede korkut masalları ve manas destanı'nında da benzer örnekleri sıkça görülür.islamiyet'in kabulü ile beraber türk töresinde böyle bir noktaya konumlanan kadın imgesi bu defa " cennetin ayakları altına serildiği "bir mertebeye yükselmiştir ki ; bu seviye modern batı düşüncesine kaynaklık etme noktasında önemli bir alt yapı oluşturan aristo mantığı'nın çok çok üzerinde bir seviyedir.bilindiği üzere aristo mantığı 'nda kadın "doğanın bir kusuru" olarak tanımlanırken;kız çocuk sahibi olmanın, babanın güçsüzlüğüne işaret eden birşey olduğu şeklinde bir bakış açısı hakimdir.cumhuriyet'in ilanıyla beraber sosyal ve siyasal hakların edinimi bakımından pek çok gelişmiş ülkenin önünde yer alan türkiye'de yaşayan türkler olarak, kadınlarımıza saygıda kusur etmeyip onları baş tacı yapmak bizim için bir görev değil genetiğimize kodlanmış bir şifredir.o nedenle sapanca'nın adam gibi adam erkekleri olarak kadınlarımıza hak ettikleri değeri verip, yazının başındaki fıkraya konu olan bakış açısından her daim uzak duralım. çünkü onlar ellerindeki hamurla hayata karışan varlıklar değil,hayatın hamurunu yoğurup onunla bir ömür boğuşan yüce insanlardır.başta anacığım ve sevgili eşim olmak üzere sapanca'mızın tüm kadınlarının " dünya kadınlar günü "nü kutlamak isterim.şen ve esen kalın.
(meiss - 8 Mart 2014 14:03)
kurtlu bakkal, yaşamla ölüm arasındaki geçişlerin şehitlikle birlikte ebediyen süren bir kalış olduğunu bilen bir köşenin adıdır.onları ölü olarak tanımlamaz.http://www.yeniseshaber.com/…handan-mektup-182.htmlçanakkale şehitleri'ne oğlum karahan'dan mektup sevgili hasan ethem amca!!satırlarıma,uğruna can'ın pahasına savaştığın al yıldızlı bayrağımızın dalgalanmaya devam ettiği ve sonsuza kadar devam edeceği bir yerden yazıyor olmanın gururunu yaşadığımı belirterek başlamak istiyorum.tüm çanakkale kahramanlarımıza ayrı ayrı mektuplar yazmak istememe rağmen, bu mektubu sana yollamamın bir nedeni var.çanakkale savaşı'nın tüm şiddeti ile devam ettiği bir günün ortasında, cephedeki bir ağacın altından annene yazdığın mektubu okudum.bir tarafında tarih sahnesinden silinip atılmak istenen harap edilmiş anadolu ve onu korumak için herşeyinden vaz geçip cepheye koşmuş gencecik insanlar; diğer tarafında yakıp yıktıkları her karışı topyekün yutmak isteyen bir avrupa yokmuş da, senin gibi türk kahramanlarının varlığı ile daha büyük bir coşku ile gelen bir ilkbahar varmış gibiydi sanki.her satırı okuyup geride bırakırken gözlerimden dökülen yaşlara da engel olamadım.anlattığın yer, sanki ölümün kol gezdiği bir savaş alanı değil de,tabiatın uykusundan henüz uyandığı ve mahmurluğunu etrafını yeşerterek üzerinden attığı bir oyun bahçesi gibiydi.umarım benim mektubum da sana ulaştığında anneciğinden gelen mektubu aldığın günki gibi, etrafını çevreleyen çiçekler onu selamlayıp yüzlerini sana doğru çevirirler.mektubunun bana öğrettiği ve hatırlattığı okadar çok şey oldu ki hangisinden başlayacağımı bilemiyorum.üzerinde yaşadığımız toprakların ne mücadelelerle vatanımız haline geldiğini mi söylesem; yoksa her karışı için vazgeçilen hayatların çokluğunu düşününce içine düştüğüm iç burukluğunu mu?ya da daha güzel bir dünyada yaşamak için okuyarak,öğrenerek,öğreterek,verdiğin savaşı bırakıp, bir başka yangın yerinin ortasına atlamak için bir an bile tereddüd etmeme cesaretinin nasıl bir şey olduğunu mu? peki ya annemin şefkatindeki sonsuzluğunu anlamak için, annene yazdığın her satırın yüzüme bir şamar gibi inmesini mi? peki ya dost sıcaklığının en sert iklimlere meydan okuyacak kadar güçlü olduğu gerçeğini, koyun koyun savaştığın arkadaşların ile bölüştüğün tayinin tadını, dudağımda hissettiğimde daha iyi anladığımı mı , bilemiyorum . fakat şunu bilmeni isterim ki dünya durdukça var olacak bir yerde verdiğin olmak yada olmamak savaşını, dünyayı anlamamı sağlayacak kitaplarımla,tarihe yazdırdıklarından beslenen düşüncelerimi yazıya dökecek kalemimle,ve tüm dünyayı ayağıma getirecek olan bilgisayarımla yapacağım.daha güzel bir dünyada yaşamak için verilmesi gereken mücadelenin, savaşla değil de barışla da sağlanabilecek olduğunu sen ve tüm arkadaşların dünyaya ilan ederken,ben ve arkadaşalarım da sizlerden miras herşeyi sonsuzluğa taşımak için üzerimize düşeni yapacağız,emin ol.savaşın bitmesinden sonra anneni çanakkale’ye götürüp oranın güzelliklerini göstermek için sabırsızlandığını yazmıştın mektubunda.ve ne yazıkki, bu dileğini yerine getiremedin.bundan dolayı hiç üzülme olur mu.senin gıyabında ben kendi annemi götürerek oralara, hikayeni hem ona hem bundan sonra tanıyacağım herkese anlatacağım.anneme öyle sıkıca sarılacağım ki; sanki seninle çanakkale de berabermişim de annene yazdığın mektubu getiren arkadaşın benmişim gibi olacak.anneni annemmiş,annemi annenmiş gibi göreceğim.sen,benim ve tüm ailemin özgürce,yaşamamız için büyük fedakarlıklarda bulundun.senden son birşey daha isteyeceğim.orda bulunan müstecip onbaşı’ya çok selam söyle.unutulmadığını bilsin,ve bu yazdıklarımı bir minnet ifadesi olarak algılamasın.denizin dibine yolladığı fransız denizaltısı ile alakası yok bunun .aynı şekilde seyyit onbaşı ya da selam et benden.o da bilsin ki bu selam besmele çekip onca ağırılıgınca gülleyi, buwe'nin bacasından içeri sokup, ege'nin karanlığına gömmesine karşılık gelen bir borç ödemesi değil.ezineli yahya çavuş'u da unutma sakın.ona da çok selam et.hatıralarını kalbiminde saklı tuttuğumu bilsinler.sapancalı hakkı amca'ya da selam söyle .bize bıraktığı mangal gibi yüreği en büyük emaneti,bir de güzel sapancası.rahat uyusun.mektubuma son verirken uğruna mücadele edilecek bir şey için sadece ölerek değil; hayatta kalarak da zafere ulaşılacağını bana öğrettiğin için sonsuz kez teşekkür eder,o kutsal ellerinden hasretle öperim.
(meiss - 16 Mart 2014 15:01)
kurtlu bakkal bitmek bilmez bir öğrenciliğin bitme umudunu arayan bi köşenin adıdır.tünelin içindeki karanlığı da ucundaki milimetrik aydınlığı da görür.bunun bişeyi değiştirip değiştirmediğiyle ilgilenmez,yürür gider.bitmezz bu öğrencilik bitmezz...hakikaten de bitmiyor öyle değil mi?eskiden en azından tatillerde bir ara verme şansın olurdu ama şimdi o da yok.tatil geldi şöyle birkaç gün seriyim desen,sistemin seni bir diğerine rakip yaptığı şu ortamda,sermeyen diğerleri önüne geçicek diye paniğe kapılırsın, canın sıkılır.başka bahara kalan bu masum istek ardındaki gözlerin hapis,kaderin makustur.yok, "tatili-matili boşver oluum sen, sık biraz daha dişini iyi bi okula girince bakarsın o işlere"dersin.dersti, sınavdı, nottu, denemeydi, dershaneydi, özel dersti, "hoca nerden soruyomuş", "notlarını ver da dostum", "oluum bu yıl çok önemli notları yüksek tutmamız lazım'dı",etütdü, ödevdi, çalışma programıydı derken zaten aylardır imanım gevremiş "tatilde de mi aynı şey "diye bir isyan patlatıp boşluğa,motive olmaya gayret edersin.ne var ki bu durum devenin güdülmek,diyarın gidilmek için olduğunu düşündürür.gördüğün gibi atasözleri bile birbirine karışmış durumdadır kafanda.çünkü içi formüllerle,sorularla,cevaplarla,paragraflarla,üçgenlerle,daire ve çenberlerle,işçi-havuz-hava ve su problemleriyle dolup taşmış,sanki biraz daha ağırlaşmıştır.boş bakışlarında bile bir temkinlilik durumu vardır.çünkü heran bir yerden bir problem çıkabilir.tatile girmiş ve bunu da sonuna kadar haketmiş kardeşim, seni gayet iyi anlıyorum.fakat bilirsin ki sapanca'da, yapılacak birşeyin olmadığı durumları anlatan çok güzel ve net bir ifade vardır."e de ne yapayımm şimdi ."efsane bir sapanca söylencesi olan bu ifade mevcut durumu değiştiremiyorsan, etki edemeyeceğin yere tepki göstermenin de bir anlamı yoktur mesajını en kısa yoldan verir bize.o yüzden gamlı baykuşa bağlayıp lüzumsuz yere triplere sokma kendini.iyi bir tatili hak ettiğini düşünüyorsan, sistemin seni tatilde bile ders çalışmak durumunda bırakan yarışmacı zihniyetine hiç takılma.çözüm öyle hiç de zor değil.sistem sürekli senden aktif bir öğrenici olmanı istiyor ve bunu sana öyle yada böyle bir şekilde dayatıyorsa,sen de ona göre bir yaşam stratejisi geliştirirsin olur biter.unutmamalısın ki insan yaşamaya programlanmış bir varlıktır.mücadelesi, koşullar ne olursa olsun var olmaya odaklıdır.o yüzden aktif dinamik heyecanlı olmak zorundaysan,dinlenmen de bun uygun olarak aktif olmalıdır.peki nedir bu aktif dinlenme denen şey?mevcut durumun dışına çıktığımız her türlü aktiviteyi aktif dinlenme olarak tanımlayabiliriz.ama bu tanımı normal zamanlarının dışına çıkacağım diye "öğleye kadar uyurum,öğleden sonra biraz daha dinlenip yine uyurum "diye okursan pasif yaşayıcı olmaktan öteye geçemez ve de bunu kimseye yediremezsin.konuya spor cephesinden bakalım istersen.çabukluğunu geliştirmek isteyen bir 100 m. koşucusunu düşün.patlayıcı özelliğinin gelişimine dönük idmanlarda arka arkaya attığı deparların ardından geçip bir köşeye otursa ne olur dersin?maksimuma ulaşmış olan nabız atışı kan dolaşımını hızlandırır,soluk alış verişi iyiden iyiye yükseltmiştir.aniden maksimum performansı dinlenmek için minimize etmek, vücut sistemlerinin düzenini bozar ve buna bağlı olarak vücut istenmeyen reaksiyonlar verir.mide bulantısı,göz kararması,baş dönmesi ve dizlerin boşalır gibi olması bunların en tipik olanlarıdır.o nedenle antrönör %100'lük tempoyu 20'lere düşürerek vücut ritminin normole dönmesini sağlamak ister.yani sonuç olarak kardeş,insanın arif, dinlenmenin aktif olanı makbuldür.
(meiss - 16 Mart 2014 23:51)
kurtlu bakkal konuştuğu lafla yaptığı icraatı çelişen kişinin üzerine işenmesi gerektiğini düşünen bi köşenin adıdır.sigara içen öğretmenin yeşilay tabelası olması da buna dahildir.http://www.yeniseshaber.com/…-what-is-this-166.htmlbu ne perhiz ,what is this???memleketimizde dillere pelesenk olmuş pek çok şey vardır.ağızlarda yuvarlana yuvarlana tadı kaçmış ve artık mideyi yakar hale gelmiş bir sakız gibi gevelenir de gevelenir bunlar.siyasette,sisteme dayalı değil de kişilere dayalı bir anlayışımız olmasından ileri demokrasiye ulaşmak,hep bizim için önemli bir hedef olarak kalır.aynı şeklide sporda özgün bir spor ve sporcu kültürü inşa edemediğimizden olimpiyatlara sürekli talip olup bir türlü alamamak makus bir kaderdir bizim için.sosyal hayatta hatasız tek varlığın kendimiz olduğunu düşünmek de pek tipik başka birşeydir.tüm yanlışların başkalarına ait olduğuna inanmaktan,konuşur da konuşuruz.önemli olan lafımızı söylemiş olmamızdır.zamanı gelince "aa ben demiştimm"diye bilmişlikten kabara kabara milletin kafasını sıkmayı çok severiz.çözüme dair söyleyecek bişeyin var mı dendiğinde de cevap hazırdır."onu da ben mi düşüncem kardşimmm,allah allah.iş icraata gelince kimse topa girmek istemez.sapancamız'da da durum pek farklı değildir.gölünkuruduğundan,pislendiğinden yakınırız,kırkpınar sahilinde geometrik şekiller verilerek özenle etrafa saçılmış bira şişelerini gözmezden geliriz.çok yer kaplamasın diye sıkılıp bükülerek akardiyona dönüştürülmüş teneke kola kutularına bir tekme de biz atarız.kargalar tarafından eşelene eşelene artıkları oraya buraya yapışmış cips ambalajlarını görünce"çok mide bulandırıcı öyle dilll mi"diye söylenir geçeriz.üzerine sofra kurulmuş banklara serili gazete kağıtlarındaki eskimiş haberlere bakar aydınlanırız.uç uca eklesen elektrik direği kadar olacak izmaritleri,aşka gelip yere çalınan cam şişelerden etrafa dağılmış kırık cam parçalarını fark edince "bu nedir kardeşim ya,ananız babanız yok mu ulan sizin"diye kısa soluklu bir isyan patlatır,yürürüz.bir de bu manzaranın tamamlayıcısı bir figür vardır ki gerçek bir efsanedir.içine konulan envayi çeşit alkollü içeceği sakladığı düşünülen,müthiş kamujlaş malzemesi,sahil kenarlarının,manzaralı yerlerin olmazsa olmazı,orda olduğumuzun yegane kanıtlardan sadece bir tanesi olan,cefakar,vefakar o siyah poşetler.onları görünce yaptığımız iki şey vardır.ya şöyle karnımızdan çekerek güzel bir küfür sıyırırız ya da "yahu madem yedin içtin be insan evladı,bari şu poşete koy da artıklarını bi metre önündeki çöpe at da dört ayaklılardan bi farkın olsun".harmanlıktan uzunkum'a giden sahil yolundaki öbek öbek çekirdek kabuklarına denk geldiğimizde cevap cepte hazır bekliyordur,"daha yapılalı ne kadar oldu ki,burası da bir kaç seneye aynı olur" diye bir pesimizme saplanır bunun yettiğini düşünürüz.mahallelerde sokağa salınan büyükbaş hayvanların devirdiği çöp tenekelerinden etrafa saçılanlara tamamen nötürüzdür.ertesi gün görevliler gelinceye kadar görsel bir zenginlik olarak orada öylece beklerler de hiç aldırmayız.ineklerin bi suçu yoktur.onlar sabah çıkıp akşam eve dönmeyi bilirler.ama biz temiz bir çevrede yaşayabilmek için sorumluluk almayı bilmeyiz.sapanca'da turizmin istendiği ölçüde büyümediğinden yakınır 35-40 liralara varan kahvaltı,4 liraya çay,6 liraya kahve tarifesi yaparız.bir de hapishane duvarı gibi bi suratla da müşteriyi karşılamamız yok mudur?gör gözüm yolları...sonra da istanbul'dan ordan burdan gelip de ahkam kesen tiplerin "yok efendim sapancaya hakettiği değeri kazandıramıyormuşuz da,onların mantığında olsaymışız sapanca uluslar arası bir kongere merkezine dönermiş,böylesine bir insan ve çevre potansiyeline sahip bir yer nasıl olur da kabuğunu kıramazmış da gakmış da gukmuşmuş vızıltılarına muhattap oluruz.sorsan kaç tane fidan diktin,ne yaptın diye bön bön bakar,rengarenk eşofman takımıyla.ez cümle;herşeyi belediye'den,görevlilerden beklemeyip biz de birşeyler yapalım arkadaş.sapanca'nın bizim olduğunu ve nereye gidersek gidelim dönüp geleceğimiz yada getirileceğimiz yerin sapanca olduğunu unutmayalım.
(meiss - 16 Mart 2014 23:56)
kurtlu bakkal yılbaşıyla işi olmayan ay başında oraya buraya borcumuz kalmaz dimi endişesine önceki ayın yirmibeşi itibariyle giren bi köşedir.gençlikte günlerin kısa yılların uzun,yaşlılıkta da yılların kısa günlerin uzun olduğunu bilir.yemiş yılbaşını yanihttp://www.yeniseshaber.com/…asi-kliseleri-160.htmlyılbaşı klişeleri .....yılbaşı çamı,hindi,piyongo bileti,"ver ordan beş tane çeyrek,sıralı olsun"geyikleri,"bahçekapı'dan bunlar abi"uydurmaları,bir hafta önceden haberlere konu olmaya başlayan nimet abla önündeki kuyruklar,piyango talihlisi açıklandığında hayal kırıklığının hemen ardından gelen “"inşallah ihtiyacı olana çıkmıştır”." temennileri,kırmızı don,kırmızı mum,kırmızı dilek kesesi;şans ve bereket getirsin diye tütsülenmiş ada çayları,bayatlamış seneye görüşürüz espirisini takiben;yılbaşında napıyosun sorusuna aynı lüzumsuzlukta verilen bir başka espirili cevap,"iyiyim sen napıyosun", gece 12'ye 10 saniye kala başlayan hep bir ağızdan yapılan geri sayımlar , "evet sayın seyirciler syndey'de az önce yeni yıla girildi. burada inanılmaz bir atmosfer var ve evet şimdi hemen arkamda havai fişek gösterileri başladı." vıdı vıdılarıyla heyecanlanmış tv sipikerleri,taksim'de tacize uğrayan turistler,her sene aynı kukuleta ve aynı vıcık vıcık gülümsemeyle aynı apaçilikteki fordçu magandalar,cadde sokak birbirinin üzerine kusan dağ ayıları,"hoh ho hoh"diye komiklik yapan yakın arkadaşlar,normal zamanda yemeye içmeye gidilen yerlerin yılbaşına özgü olarak pahalılanması,buna rağmen yenilen kazıklardan follofoş olunduğu için"ne olacakmış canım yılda bi sefer bi yılbaşı var ,hem seneye çıkacağımız belli mi ki" boşvermişlikleri,"aman yeni yıla nasıl girilirse öyle gider "diye düşünüp bir garip telaşa düşmeler,"sakın ha uyuya kalmayalım sonra kime ne deriz"eyvahları,telefon oporötörlerinin yılbaşına da özgü uyarladıkları eşden dostan gelen paket servis mesajlar,birbirlerine "iyi seneler " dedikten sonra telefonu kapatan uzak mesafe dostları,hediye almalar,hediye vermeler,daha ilginci hediye beklemeler,alamayınca bozulup tiribe girmeler ,"vay be biz eskiden trt'nin yılbaşı özel programında dansöz çıkacak diye gece saat 12'yi beklerdik şimdi bakıyosun etrafa alem dansözlerle dolmuş"diye iğneleyici hicivlerde bulunmalar,istanbul'daki arkadaşların "abi yılbaşında sapanca'da nereye kaçalım"suallerine mihmandarlık etme müşkülatı,su gibi akıp giden kuru yemiş kabukları,ertesi sabah için "alka seltzer aldık mı abicim "diye panikleyen bir zevat,türlü parıltılı ışıklar ile süslenen caddeler,sokaklar,"yahu normal zamanda niye böyle güzel ışıklandırmalar yapmazsınız be kardeşim"diye isyan eden çevre mühendisleri,vitrinleri dolduran ve asla uyumayan tüketim canavarını uyandırmaya çalışan allı pullu süslemeler,"bunlara aldanıp da alış veriş yapan var mı yaa"derken elindeki poşetleri saklamaya çalışan kendine yabancı bir şark kurnazı tip,küresel ısınmadan dem vuran"vay be eskiden yılbaşında sapanca'da diz boyu kar olurdu,şimdi nerdeee"diye iç geçirmeler......filan fulun.....uzar da uzar burası.günün de yılın da eskisi yenisi olmaz arkadaş.günün bugün olduğu gerçeği vardır.her anımızı iyilikler ile doldurabilmek için çalışma çabalama gereği vardır.bu gerek yerine geldi mi zaten her yeni olan şey iyilikler,güzellikler ile gelmiş olur.çetin altan abimizin "siz yine de enseyi karartmayın "sözüyle bitirelim yazıyı.sapanca'da herkesin,her günü iyiliklerle ,güzelliklerle dolu dolu olsun...
(meiss - 17 Mart 2014 00:02)
kurtlu bakkal,insan gibi yaşamanın gereğini yapan,insanın az veya çokluğu ile değil insanlığı ile ilgilenen bir köşenin adıdır.ötekinin de berikinin de saçma reflekslerine gülüp geçer.öteki ve beriki'nin ortak yanlarıbir yerde az olmayı,azınlıkta olmayı anlamak, için, ille de siyaseten birileriyle ayrı düşmeye gerek yok.ya da günümüzde olduğu gibi inandığı görüşün dışında başka hiçbir görüşün varlığına itibar etmeyen radikal bir savunucusu olmaya.ötekinin, az olmak bilinçaltıyla birbirine kenetlenme refleksine karşılık; beriki de çok olmanın imkanlarıyla öteki üzerindeki tahakkümünü arttırmaya çalışır her fırsatta.bu şekilde, herşeyini birbirlerinden daha da uzaklaşmak için kullanan her iki taraf arasındaki uçurum büyür de büyür.sonuçta az olan öteki olmak da ; çok olan beriki olmak da aynı oranda kutuplaşma içindedirler.öteki olmayı yaşamak bunu, ta iliklerinizde hissetmek için bir trabzon - fener maçına gitmeniz yeterli olacaktır.bu deneyimi 2 kez yaşamış biri olarak şunu söylebilirim ki; öteki olmak ilginç birşey.istanbul yıllarında her insanın yaşamındaki hayatın neresinde olduğunu bilememe zamanlarını, birşeyler ile doldurma çabasında fenerbahçe'ye sarılmıştım.benzer şeyleri yaşayan insanların mecburi istikamet buluştukları bir noktada çapa'dan bir akadaşımla kesişen yollarımız,bu şekilde başlayan bir tanışıklığı dostluk mertebesine yükseltti zaman içinde.murat (özarpacı) da olduğu yere sığamayan ama nereye yayılacağını tam olarak kararlaştıramamış bir şekilde fener'e tutunmuş biriydi.yıllarca kombinelerimizi yan yana alıp kombinesi yanımızda olan diğer birçok kişiyle aile dostu oluverdik.bunlardan biri de samet güzel ve sevgili annesi canan ablamız oldu.her sezon bitişinde murat'la birlikte gider kombinelerimizi yeniler,fikstür belli olmuşsa gidilecek olan deplasmanların planlarını daha o günden yapmaya başlardık. "öteki olmayı" yaşama açısından trabzon'a gitmenin bizim için anlamı standart bir taraftarlığın klasik, peşine takılma duygusunun ötesinde birşeydi.hiç bilmediğimiz bir yerde, çok iyi bildiğimiz bir sevginin ardı sıra olma hali diyebileceğimiz bu şey; hem cesaret hem korku hem de aşk gibi duyguların birbirine geçtiği garip bir melankoliydi.ne yaşayacağından bihaber kalkışılan şeylerin otomatik korkularının çekimine kaptırmıştık kendimizi.hiçbirşey olmasa da konuşacak bir anı olur diye bile göze alınabilecek birşeydi bizim için bu.yenmenin de yenilmenin de anlam ifade etmediği bir teslimiyetin sarı lacivert hali, altı üstü olmayan bir ötekiliğin ta kendisiydi trabzon'da. ponpalanmış bir nefretin odağında olmanın öteki olmaya dair en tipik şeylerden biri olduğunu trabzon havaalanına adımımızı attığımda anladım.bekleme salonunda herhangi bir ts forması,atkısı vb. birşey almayarak kamufle olmuş faroz grubu, gayet soğukkanlı bir şekilde yolcuymuş gibi bekliyorlardı.muhtemelen tamamen salona girdiğimiz anda etrafımızı kuşatıp, bizi dairesel bir kıskaç içine alacaklardı.fakat bu fırtına öncesi sessiliği gümbür gümbür hale sokan birşey vardı ki,renklere duyulan aşkın memleket meselesi haline geldiği andı.çünkü biz de hiç masum değildik.trabzon'a adımımızı atmadan,uçağın daha merdivenlerinden inerken, söylemeye başladığımız 96'da ts'nin şampiyonluğuna mal olan aykut kocaman golüne atfen bestelenmiş tezahürata başlayınca, içerdeki kamufle edilmiş öfkenin pimi çekilmiş oldu. ortalık öyle bir karıştı ki anlatamam.düşük yoğunluklu bir savaşın, ünüformaları farklı renklerdeki formalar olan askerleri olarak birbirimize karışmak üzereyken emniyet güçleri ters düz ediverdiler hepimizi.çünkü o anda polislere göre bizler; asayişi tehdit eden devrik bir cümlenin özne ve gizli özneleriydik.ve bir an evvel öğelerimize ayrılmamız gerekiyordu .ve ayırdılar da tabi.gözlerindeki bakışta herhangi bir renk algısı yoktu.o anda hem biz, hem faroz onlar için aynı oranda "ötekiydik ". stada götürülmek için polis otobüsüne nasıl bindirildik tam olarak bilmiyorum.hatırladığım tek şey otobüs avni aker'e yaklaştıkça trabzon sokakları'nın daralması ve otobüse atılan envayi şeyin çıkardığı seslerin artmasıydı.koca bir şehrin senden nefret edişine tanıklık etmek garip bir şekilde kendimizi önemli hissettirmişti.galiba tüm ötekilerin ortak özelliklerinden biri de berikiler tarafından hernekadar yok sayılıyor görünseler de bir okadar önemli olmalarıydı.son ts-fenerbahçe maçında yaşananlar mevcut tüm sistemlerin merkezinde olan mevcut bizlerin; sürekli olarak içimizdeki nefrete bir odak bulma arayışından artık vazgememiz gerektiğini göstermiştir.bu kadar yeter artık.kfy
(meiss - 22 Mart 2014 13:49)
Yorum Kaynak Link : kurtlu bakkal