Süre                : 2 Saat
Çıkış Tarihi     : 19 Nisan 1992 Pazar, Yapım Yılı : 1992
Türü                : Drama
Taglar             : dyslexia
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  RHI Entertainment
Yönetmen       : Karen Arthur (IMDB)
Senarist          : Cynthia A. Cherbak (IMDB)
Oyuncular      : Kirk Douglas (IMDB)(ekşi), Bruce Boxleitner (IMDB), Brock Peters (IMDB), Laura Harrington (IMDB), Jesse R. Tendler (IMDB), Anne Twomey (IMDB)(ekşi), Kathleen McNenny (IMDB), Stanley Anderson (IMDB)(ekşi), Skipp Sudduth (IMDB), John Christopher Jones (IMDB), Richard Paul Cockayne (IMDB), Richard Donat (IMDB), Jeremy Akerman (IMDB), Linda Watters (IMDB), Patrizia Quas (IMDB), Evelyn Garbary (IMDB), Keith Brava (IMDB), Bentley (IMDB), Hank White (IMDB)

The Secret (~ A titok) ' Filminin Konusu :
The Secret is a TV movie starring Kirk Douglas, Bruce Boxleitner, and Brock Peters. Mostly on account of a pride struggle, Mike Dunmore has lived his whole life keeping a secret which he believed would only cause shame if it came to...


  • "ozu mevlanaya dayanan bi kitap : sen,düşünceden ibaretsin. geriye kalan et ve kemiksin. gül düşünür,gülistan olursun. diken düşünür,dikenlik olursun. mevlana."




Facebook Yorumları
  • comment image

    'sır' değil, servet pornosu

    memleket haricinden sonra, dahili de 'hayattın sırrı'nı veren kitap ve filmle sallanıyor. 'the secret', nasıl bu kadar ilgi çektiği anlaşılabilir, tam da bu yüzden ürkütücü, tehlikeli bir fikriyat üzerine kurulu

    nazar etme ne olur, çok iste senin de olur
    olay geçen yıl bu zamanlarda bir televizyon harekâtı olarak başladı. fikir annesi avustralya doğumlu rhonda byrne, bulduğu 'sır'rı dünya üzerinde televizyonu olan herkese, (ama ucundan azıcık) duyurma gayretiyle çok uğraştı. sonra filmden parçaların izlenebildiği web sitesi dünyalıların uğrak yeri oldu. ve zincir kitapla tamamlandı. hayatın 'sır'rı kapışılmaktaydı. 'the secret', harry potter'dan daha fazla insana ulaştı.
    nisan başında kitabın türkçeleştirilmiş halinin, niyeyse 'the secret' adıyla satışa sunulacağı büyük tantanayla duyuruldu. şu an itibarıyla bütün kitapçıların 'çok satanlar' raflarında tek sıraya birinci çinko yaparak yayılmış durumda eser. son derece pahalı kağıda, kabartmalı kapak ve cillop tabir edilen renkli baskıyla okura arz edilen kitap gerçek manasıyla kapışılıyor; bu da gerçek manasıyla ürkütücü. şöyle ki...
    sırrı baştan afişe edelim: çok istersen olur. kitap doğru düzgün edit edilmediğinden ve daha baştan sallapati yazıldığından bir lafı yüz kez tekrarıyla hipnotik bir etkiye kavuşuyor, bazı cümleler kafanızda yankılanıyor: iyiyi düşünürsen iyi, kötüyü düşünürsen kötü karşına çıkacaktır (kaldı ki buna kimin itirazı olabilir ki!).

    neyin öğretmenleri?
    öncelikle 'the secret'ın en başta bir televizyon hamlesiyle tanıtılması boşuna değil. hayatının çok kötü bir döneminde, kızının verdiği yüz yıllık bir kitap sayesinde binlerce yıldır bütün dâhi ve zenginlerin bildiği sırrın şıpınişi gözünün önünde canlandığı rhonda byrne, kitapta ve filmde yüce fikirlerini paylaşan 'öğretmenleri' bir araya topluyor ve diyor ki 'yüzyılın en büyük televizyonculuk işini biz yapacağız'. elinde internetten google'lanmış, beethoven'dan, edison'a birçok dâhiden, öncesinde, sonrasında ne anlattığı meçhul olarak birçok alıntı ve okuması gereken onlarca kitap var. öğretmenler diyor ki "oh, no! iki buçuk ayda bu kadar şeyi okuyamazsın." fakat byrne 'the secret' felsefesini kendine demirbaş ettiğinden, çok istiyor ve hepsini bir güzel okuyor.
    ikinci adım bu öğretmenleri konuşturmak. kitap zaten bu görüntülerden, konuşmaların deşifre edilmesinden ve minik minik kolajlanmasından müteşekkil. hayattın sırrı deyince çok spiritüel bir eser bekleyenler yanılıyor. tamam, tüm fikriyat 'farkındalık' kelimesini bilen ve cümle içinde günde iki doz kullanabilen her new age insanının bildiği 'çekim yasası'. yani iyiyi de kötüyü de sen çekersin. ancak öğretmenlerin kısa özgeçmişlerine baktığınızda asıl çekilmek istenenin ne olduğunu anlıyorsunuz. bir zamanlar sokak çocuğuyken şimdi çok para kazanma konusunda fikir veren bir mesleki danışman, büyük şirketlere finansal yapılarını geliştirmek için çalışan bir butik şirket sahibi, kendisine 'kariyer öğretmeni'nden çok 'yaşam serüvencisi' denmesini isteyen bir fikir girişimcisi, birkaç best-seller kitap yazarı, 'zengin doğdunuz' adlı kitabı yazan ve şirketlere çekim yasasıyla refah dersleri veren modern 'bilge', başarılı bir borsa yatırımcısı, bir evsizken şimdi dünyanın en iyi pazarlama uzmanı sayılan bir hipnoterapist, 'kazanmanın psikolojisi' adlı kitabın yazarı olan bir bireysel başarı danışmanı...

    kendinize bir çek yazın
    'the secret'ta para, çok para değil, servet lafı geçiyor daha çok. dilekler arasında ev değil, malikâne var örneğin. 'para kazanmak için gerçekten çok çalışmalı ve mücadele etmeliyim' şeklinde düşünenlere, 'yanlış yoldasınız' deniyor. "kendinize hayali bir çek yazın (bu da siteden indirilebiliyor) ve o 'on yüz bin milyar dolar'ın sahibiymiş gibi düşünerek, o frekansı yayın evren'e" deniyor. bazı yerlerde bu servet budalalığının neredeyse pornografik bir anlatımı var: "hemen ellerinizin üzerine bakın. gerçekten, ellerinizin üzerini dikkatle inceleyin: teninizin rengine, lekelere, damarlarınıza, varsa yüzüklere, tırnaklarınıza, tüm detaylara dikkatle bakın. şimdi gözünüzü kapamadan önce, bu elleri, parmaklarınızı size ait gıcır gıcır bir arabanın direksiyonunu kavrarken görün."

    haberleri izlemeyecekmişiz
    zaten kitabın arka tarafına alıntılanmış bölüm insanın sinirini tepesine çıkarmaya yetiyor: "sizce dünya nüfusunun sadece yüzde 1'lik bir kısmını oluşturan kesimin tüm maddi gelirin yüzde 96'sına sahip olması bir tesadüf mü?" tesadüf değil tabii ki! ama sağlıklı bir şekilde düşünerek ulaştığınız reel-politik nedenlerden ötürü değil, sadece o yüzde 1'lik kesim 'sır'rı biliyor çünkü. ve kitap pervasızca insanlara o yüzde 1'lik kesime dahil olma hayalini kurdurtuyor. 'maddi gelir' diye tarif ettiklerinin o kadar insana ulaşmasının, ancak kalan kesimin yüzde 4'e talim etmesiyle mümkün olabileceği gerçeğini bile fark edemiyor.
    cümlemize sonsuz refah, sağlık ve ruh eşi vadeden sır ekibi, savaş karşıtı eylemlerin daha çok savaş, uyuşturucu karşıtı çabaların da daha çok müptela getirdiği kanısında. neden? çünkü savaşa karşı çıkarken, ağzımıza 'savaş' lafını alıyoruz, kötüyü içimize sokuyoruz. o yüzden (farkı neyse) sadece barış yanlısı eylemelere katılmakta beşeriyet adına fayda var. gayet açık olarak televizyonlarda haberlerin izlenmemesi, gazete okunmaması gerektiği salık veriliyor. neden? çünkü kötü haber dolu, frekanslarımız etkileniyor. yani eğer biz, tüm doğal ve insan elinden çıkma yapay afetler, salgın hastalıklar, savaşlar, işgaller yokmuş gibi yaparsak, kendiliğinden düzelecek dünya.

    'sır'rın sırrı ne?
    'the secret' üzerine doğal olarak memleket dahilinde ve haricinde yüzlerce yazı yayınlandı. çeşitli forum sayfalarında malum esere imalı yoldan bile olsa laf sokmak isteyen, 'kötüyü düşünürsen, kötü seni bulur' felsefesini baştacı etmiş uluslararası sevgi insanları tarafından neredeyse linç ediliyor. oprah winfrey'in yekten pompaladığı rhonda hanım ve ekibi hakkında zaten olumsuz bir yazı çok nadir çıkıyor karşınıza. peki 'sır'ın sırrı ne?
    son derece günlük dille yazılmış, bir fikri en az sekiz kere tekrarlayan, bununla yetinmeyip bölüm sonlarına özet koyan bir kitap (the secret for dummies). yani meramın anlaşılmaması imkânsız. biçimden içeriğe geçtiğimizde her şeyin bize bağlı olduğu fikri ilk başta çok tavlayıcı. dünyanın dört bir tarafından 'sır' sayesinde olduğu iddiasıyla loto vuran, ölümcül kanserden sıyıran, multimilyoner olan ve zayıflayanların (amerikan nüfusunun yüzde 30'u obez) hikâyeleri göz boyayıcı.

    herkes frekansını mı yaşar?
    ama işin diğer tarafı yani ayda 5 dolarla geçinmek mecburiyetinde olan üçüncü dünya ülke vatandaşları, sadece bu yüzyılda yaşadıkları için kanserle, aids'le mücadele edenler, genetik nedenlerle ya da sadece amerikan hayat tarzına maruz kaldıkları için obeziteyle savaşanlar, internette 'the secret'la ilgili yüzlerce blog ve foruma pek girmiyor. 'herkes frekansını yaşar' buradan düşünüldüğünde insana ne ağır bir vebal, insanlığa dair nasıl bir vicdan azabı yüklüyor... ruhunu spiritüel yollardan temizlemeye çalışanlara da hakaret, mütevazı bir hayatla yetinmeyi seçenlere de, zaten buna mahkû m olanlara da... 'the secret'ın, tüm dünyada bu kadar ilgiye mazhar oluşu, insanlığın geldiği hale dair en kötü frekansı yolluyor aslında.

    * * * * *

    bir 'sır'rın ifşası

    ·fikriyata göre siz düşüncelerinizin efendisisiniz. duygu ve düşüncelerimiz normalde otomatik pilotta. eğer bir farkındalık yaratabilirsek, yaydığımız frekansları da kontrol edebiliriz

    ·evreni bir katalog olarak düşünecekmişiz. sayfaları çeviriyoruz "evet buna da sahip olmak isterim, buna da. evet bu deneyimi de yaşamak isterim" diyecekmişiz.

    ·sır, park yeri bulurken de kullanılabilirmiş.

    ·posta kutusuna "ah yine fatura gelecek" diye bakarsak sürekli fatura gelirmiş. fatura dediğimiz şey, tüketilen mal ve hizmetlerin karşılığı değil mi? nereye gidecek peki bunlar? rhonda hanım'a mı?

    ·'para insanı bozar, ancak kötü insanlar para sahibi olabilir' gibi yanlış fikirlerden derhal kendimizi arındırmamız gerekiyormuş.

    ·"spiritüel, fakat sürekli hasta ve meteliksiz yaşayan birçok insan tanıdım. bu da zenginlik değil. yaşamak her alanda bolluk ve bereket içinde olmak demektir" kitapta geçen gerçek bir cümle.

    ·sır içinde 'ruh eşini bulmak' da zaman zaman servet/malikâne tarzı hedef büyümesine takılıyor. haftada üç kadınla çıkmak isteyen ve çok istediği için başarıya nail olan bir adamın hikâyesi mevcut. gerçi sonrasında o da ruh eşini bularak evleniyor.

    ·irili ufaklı hastalıklar çekim yasasının işleyişine denk düşen plasebo etkisiyle iyiye kavuşabiliyor. zaten hasta olmayı da frekanslarımızla biz çekiyoruz!

    ·yaşlılıktan mütevellit görme bozuklukları da çok isteyerek çözülebiliyor. üç günde okuma gözlüğünü atmak mümkün.

    pinar öğünç


    (heloise - 24 Nisan 2007 12:23)

  • comment image

    filmde eger bir $eyi gercekten bütün varligin, bütün bilincin, bütün kalbinle istiyorsan evren de sana ayak uydurur diyor. anlatilanlari tek bir örnek ile cürütmek mümkündür kanaatindeyim:

    16 kasim 2005 turkiye isvicre maci. 80 milyon insan -bak hic abartmiyorum- bir olmu$ tek bir $ey istiyor! nerdeee bir avuc isvicrelinin bilinci, nerde bu? dünya'nin her yerinde türklerin bütün dikkatleriyle bu maca odaklanip afedersiniz sinerjinin mna bile koduklari bu günde o topun kendiliginden gidip kaleyi bulmasi gerekmez miydi ki? kiniyorum.


    (ranable - 21 Mayıs 2007 15:32)

  • comment image

    baştan sona okuma sabrı gösterildiğinde bir kaç paragraf arayla kendisiyle nasıl çeliştiği görülebilecek pazarlama şaheseri kitap. bir şeyi çok isteyecekmişiz, ona yoğunlaşacakmışız. isteğimize odaklanacakmışız. başlarda böyle buyuruyor kitap. sonra "bir kere bile aklından geçirsen yeter, istediğin olur" diyor. öyle istediğin şeyin olması için çalışmak, uğraşmak da gerekmezmiş. istemek olması için yeterliymiş. bu sırra muktedir olanlar her istediklerine kavuşurmuş. verdikleri örnekler de eflatun, galileo, beethoven, edison, einstein.. istediği şey için başarısızlıkla ya da engelle karşılaştığında enseyi karartmayan, dünya başına yıkılmış gibi vazgeçmeyenler, isteklerinde inatçı ve olumlu bir yaklaşıma sahip olanlar başarılı olur elbette. bunun adı da gerçekten istemektir. ama "iste, olumlu düşün" geyiklerinin tersine uğraşır bunu başaranlar. kitap sağlık, para, mülk, sevgili, fit vücut, kariyer, şişkin banka hesabı vb. gibi insanoğlunun bitmek tükenmez isteklerine,açlığına, doyumsuzluğuna spot tutuyor. tanıtımı iştah açıyor. önce abd sonra diğer ülkelerde pazarlama ve halkla ilişkiler çalışmalarının başarısı ve insanoğlunun zaaflarını aynı potada eritip çok satıyor. mesele zaten kitabı satın almaya ikna olmakta. biraz okuduktan hatta bakındıktan sonra elle tutulur yanı olmadığı anlaşılıyor. kişisel çıkarımım insanlar o kadar mutsuz ve sunulan tüketim kalemleri karşısındaki kaynaklarının yetersizliği onlar için öyle dert ki inanmak istiyor mümkün olabileceğine, yorulmadan istediklerine kavuşabileceklerine. o kadar hayalkırıklığı biriktirmişiz ki biri anlatsa sen sıyırmışsın diyeceğimiz şeyleri yem olarak yutup tuzağa düşüyoruz. biz kimiz bilmiyorum. nasıl bir mutsuzluksa ben de aldım kitabı 13 ytl verip. gerçekten bir aydınlanma yaşadım kitabı aldıktan sonra. istediğim şeyler gerçekleşti. bu yüzden müteşekkirim rhonda byrne'a. çünkü öyle iğrendim ki kendimi bir yalandan medet umarken bulunca, silkelendim, ertelediklerimi yaptım, uzun zamandır kaçtığım gerçeklerle yüzleştim. cidden düzene girdi bazı şeyler. ne kadar saçmalayabileceğinizi görmeye mütakip bir silkelenmeye ihtiyacınız varsa alın derim. ama öyle eşten dosttan ödünç almayın para verin ki etkisi güçlü olsun.


    (filtre kahve - 31 Mayıs 2007 01:58)

  • comment image

    -bu yazmakta oldugum entrinin haftanın ve hatta yılın en begenileni olacagını düsünüyorum
    -bu yazmakta oldugum entrinin haftanın ve hatta yılın en begenileni olacagını düsünüyorum
    -bu yazmakta oldugum entrinin haftanın ve hatta yılın en begenileni olacagını düsünüyorum
    -bu yazmakta oldugum entrinin haftanın ve hatta yılın en begenileni olacagını düsünüyorum
    " "

    seneye görüşürüz a.q. sır mısın nasır mısın


    (keysersouze - 18 Haziran 2007 00:42)

  • comment image

    ozu mevlanaya dayanan bi kitap :

    sen,düşünceden ibaretsin.
    geriye kalan et ve kemiksin.
    gül düşünür,gülistan olursun.
    diken düşünür,dikenlik olursun.

    mevlana.


    (raptor - 26 Haziran 2007 11:37)

  • comment image

    yatağınızın orta yerinde değil de bi köşesinde uyumak gerekiyomuş müstakbel sevgilinizin evrenden çağrınızı alması için.şahsen ben masaya fazladan tabak bile koyuyorum henüz bi faydasını görmüş değilim.


    (gol krali - 24 Temmuz 2007 15:27)

  • comment image

    gelir dağılımındaki adaletsizliğe süper çözüm.

    "nüfusun %1'lik kısmının tüm maddi gelirin %96'sına sahip olması bir tesadüf mü?"

    insan başına gelmeden inanmıyor. üç gün öncesine kadar, ismini reklam olmasın diye veremeyeceğim bir şirkette satış elemanı olarak çalışıyordum. beş gün önce, ürün müdürümüz ceren hanım tüm çalışanlara bu kitabı dağıttı. ben de kitaba şüpheyle yaklaşmıştım doğrusu, ama okuduktan sonra "neden olmasın, denemekte fayda var, ne kaybederim ki" deyip uyudum. uyandığımda deli gibi titriyordum, bir aydınlanma anı yaşadığımı şimdi anlıyorum. tabii ya, dedim haykırarak, 'adaletsizlik' ceo olacağına inanmayan insanlardan kaynaklanıyor, "kapitalizm adaletsizliğin nedenidir" yalanlarıyla hepimiz kandırılmışız...

    hemen işe koyuldum. ceo'luğu evrende kaderime çekebilmek için "ceo ragıp mutlu" yazdırdım evimdeki odamın kapısına, puro muro aldım, ertuğrul özkök'ün içtiği şaraplardan ısmarladım hemen. ermenegildo zegna'dan takım elbise sipariş edip, aynada kendime güvenimi belli eden bir tebessümle "hoşgeldiniz ben ceo ragıp mutlu" deme alıştırmaları yaptım. yedi yıldır biriktirdiğim paraların hepsini harcamıştım, ama ceo'luğu evrende kendime çektiğimden huzurluydum.

    ertesi sabah bir telefona uyandım. güvenle açtım telefonu. ceren hanım arıyordu, yanılmamıştım, bana ceo olduğumu haber vermek için aramış. "sağol cerencim" dedim gülümseyerek, gülümsememin verdiği pozitif enerjiyi telefondaki ceren'e bile ulaştırmıştım, "hadi darısı başına" dedim. ceren hanım "başımda zaten ragıp, ben de ceo olmuşum, kitap işe yarıyor" dedi. dakikalarca titremişim...

    bilmiyorum belki çoğunuz bana inanmıyorsunuz şu anda, ama insan yaşamadan anlayamaz. hemen benim ve ceren'in başarısını paylaşmak için diğer çalışma arkadaşlarımı aradım, öğrendim ki onların da hepsi kitabı okuyup bizim şirkette ceo olmuşlar. çok sevindim.

    evet, şirketimizde 1823 tane ceo var artık. hepimiz çok mutluyuz. tüm gün kolkola girerek şarkılar söyleyip dans ediyoruz. kendinize yazık etmeyin dostlar, adaletsizlikmiş, burjuva bizi sömürüyormuş, bilmem neymiş bu safsatalara inanmayın, unutun bunları.

    şunu da unutmayın: hata sistemde değil, bireyde yatıyor. sır, ceo olduğunuza inanmakta, sömürüldüğünüzü unutmakta, toplam gelirin %96'ını çalıp size bu berbat hayatı yaşatanlara öfke duymamanızda, hakkınızı aramamanızda, gerekirse ölene kadar düşünce gücünde uzmanlaşmakla uğraşıp pozitif enerjinizle rahatlayıp mutlu olmanızda yatıyor.

    6 milyar ceo hayal değil. kaybedecek hiçbir şeyiniz yok, sistemi değiştirme arzunuzun yok olması dışında. ne duruyorsunuz? neyi bekliyorsunuz?

    ışık ve ceo'luk sizinle olsun...


    (may kay - 10 Kasım 2007 08:08)

  • comment image

    bunu zamaninda aethewulf'la beraber izlemis, gulmekten sabaha kadar bitirememistik. infomercialdan farki olmayan ve beyin amciklamasi taktigine dayali produksiyona mi sayayim, verilen mesajin gudikligine mi (resmini cizdiginiz sey evrensel bir yasa geregince karsinizda cisimlesiverir, aka babam sagolsun yasasi), mutluluk ve tatminin kulliyen materyale odaklanmasina mi, sirf dusundugu icin havadan para ve bol sifirli cekler yagdigini sanan insanlarin boylece ekonomik sistemin adaletsizliklerini sorgulayacaklarina kendilerini sorumlu tutmalarinin yolactigi gonullu kolelik anlayisina mi (paralel cekelim protestan calisma ahlakinin kuzu kuzu prusya devlet memurlari yetistirmedeki yararina yahut fakirligin erdem sayildigi dini ogretilerde fakirlige yolacan dunyevi nedenlerin sorgulanmasinin zorluguna). hepsine saydirmak lazim.

    ote yandan the secret mantalitesi tamamiyle bos degil. elbette "bir guc var" geyigi yapmayacagim (yapanin da soyunu sopunu kurutmayi tum kalbimle destekliyorum), bayagi basit iki aciklamasi var.

    birincisi, sans olarak gozuken ama aslinda insanin etkileyebilecegi bazi durumlarda ise yariyor. siz zavalli olumlulerin arasinda psikolojiyle ilgilenenler varsa priming kavramini bileceklerdir. kisaca, bir hedef belirleyip bunu surekli kendine hatirlatmak, gunluk hayatta karsimiza cikan ve o konuyla uzaktan veya yakindan ilgili firsatlara karsi daha uyanik olmamizi sagliyor. dahasi, normalde de gorebileceginiz ama tembellik/basarisizliktan korkmak/sanssiz bir insan olduguna inanmak gibi nedenlerle harcayacaginiz olasi firsatlarin ustune gitmenizi sagliyor. tabii daha cok deneme yapinca da basari sansi artacak.

    ornegin umutsuzlukla is aramak baska sey, secret'i izleyip gaza gelen birinin is aramasi baska sey. cunku ikincisi "primed" oldugu icin her olasi firsata "aha kac haftadir is bulmak istiyorum, sonunda evren onume bu firsati cikardi" mantalitesiyle daha sevkle ve guvenle yaklasacak, bu da is bulma ihtimalini arttiracak. bununla ilgili sittin tane deney yapilmis vaziyette, priming ise yariyor. ote yandan halihazirda disiplinli, kendine guvenen biriyseniz, is bulma ihtimali degismez.

    hele hele kisinin dusunceleriyle, ruh haliyle ve en nihayetinde davranislariyla alakasi olmayan olaylarin (depremler, rus ruleti, tv'den izlenilen maclar, bilgisayarlardaki random number generator'larin ciktilari gibi) etkilenmesi sozkonusu degil. bunun da suruyle kontrollu deneyi var, gozlemi var, gozu var izani var. eger siz secret, evrensel cekim yasasi, laylaylom diye bunlara da inaniyorsaniz uremeden geberiniz. ya da goz renginizi degistirin, 1000 kere arka arkaya tura atin, uranus'un yorungesini oynatin da alem got olsun.

    priming'den sonra ikinci etken de o veya bu sekilde mutemadiyen tecrube ettigimiz synchronicitylerdeki algida secicilikle ilgili (hepsini ayni cumle icinde kullandim, titreyip kendinize gelin). secret gibi seylerin olduklarindan daha basarili/etkili algilanmalarinin nedeni, insanlarin basarisiz denemeleri unutup, sadece islerine gelen tesadufleri hatirlamalari ve daha sonradan bu tesadufleri arka arkaya dusununce ortaya aslinda olmayan bir pattern cikarmalari. elbette bu da secret ise yariyor diye yorumlanacak.

    isin kotusu, bu etki hem davranisimizla az cok etki edebilecegimiz olaylarda hem de bizden bagimsiz hakikaten rastgele olaylarda gecerli. kurtulus yok. isin yoksa otur anlat uc gram beynini de secretla yiyip bitirmis insanlara olasilik teorisini, law of large numbers'i falan, sonra da "senle farkli dusunuyoruz, bence bu kadar kapali olma bu ihtimallere, herseyin icyuzunu bilmiyoruz" gibi bir cevapla hem tek gidim ilerleme kaydedemedigini anla hem de son dakkada yenilen golle karsilasmayi dogmatik angut pozisyonunda tamamla.

    edit: bu evrensel cekim yasasini (gulmeden soylenmesi gereken isim tamlamalari) test edecekseniz, kanser hastalarinin iyilesmesi, bos otobus gelmesi gibi neden-sonuc iliskilerine etki edecek cok sayida ayri parametre bulunan ornekler yerine, basarinizi daha kolay olcebileceginiz processleri secmenizi oneririm. mesela kopuk olan bir insan bacagini, kolunu iyilestirin abicim. yuz milyonunuz bir araya gelip senelerce dua etse, herhalde bir bacak icin yeterli evrensel zatturu zutturu enerjisi toplarsiniz en sonunda. o bacak yeniden cikarsa da insanlik der ki, "yadsinamayacak bir sekilde basarili oldunuz, cunku hem bacagin iyilestigi gun gibi acik hem de bunun baska olasi bir sebebi olamaz". ama ben hala uranus'un yorungesini oynatma projesine daha sicak bakiyorum
    http://whywontgodhealamputees.com/


    (immanuel tolstoyevski - 28 Şubat 2009 06:10)

  • comment image

    hakkında okuduğum en iyi yazı haşmet babaoğlu'nun 2007 yılında yazdığı yazıdır;

    "çevreme bakıyorum da, rhonda byrne’nın the secret/sır adlı kitabının etkisi yayıldıkça yayılıyor.

    beş yıl önceki sevgilisinin fotoğrafını önüne koyup bakarak “geri gelmesi”ni umut edenler...

    her sabah ceket cebine yüklü miktarda uyduruk bir çek koyup evden çıkan ve yakın zamanda yerini gerçeğinin alacağından emin olanlar...

    sadece “pozitif” şeyler düşüneceğim diye yanında hastalıktan, dertten söz ettirmeyen bencil alıklar...

    daha neler neler var!

    kimisi açık açık yapıyor bunu kimisi de çaktırmadan. adı da “sikrıt yapmak” olup çıkmış.

    birkaç ay önce bu konuda yazmaya kalkmış sonra uzun boylu eleştiriye girmekten vazgeçmiştim.

    öyle ya! bu tür kitaplar taşıdıkları büyük iddiaya ve teorilerinin kapsayıcılığına rağmen okurlarıyla aslında bire bir ilişki kuruyordu.

    bir anlamda homopatik ilaçlara benziyorlardı. hastalığa değil ama özel olarak o “hasta” ya derman olan ilaçlar gibiydiler. o yüzden okurla kitap arasına girmemek belki en iyisi diye düşünmüştüm.

    fakat gözlemlediğim the secret çılgınlığı en azından bir nokta üzerine kesin sözcüklerle yazmaya itiyor beni.

    hangi nokta mı?

    asıl sır noktası...

    ***

    rhonda byrnes’ın yaptığı ne?

    binlerce yıllık insanlık kültürünün hayal-dua-dilek-adak konusunda biriktirdiği ne varsa hepsini bir araya getirip ona bir bilimsel yasa (çekim yasası) süsü vermek...

    bu “yasa”ya göre bir şeyi olumlu biçimde çok isteyip özellikle de “görselleştirdiğinizde” mıknatısa dönüşüyorsunuz. ve o şey eninde sonunda gelip sizin çekim alanınıza giriyor, yani isteğiniz gerçekleşiyor..

    the secret’ın baştan çıkarıcı yüzlerce örnek ve alıntıyla anlattıklarının özü bu.

    geleneksel hurafelerle tatmin olmayan ama hurafesiz de kalamayan; dinlerin ortodoks yorumları ve ibadet modelleriyle uyumsuz ama gündelik hayattaki maneviyatsızlıktan da mustarip günümüz insanının bu tezden çok etkilenmesinde şaşacak bir yan yok elbette.

    the secret.

    dinsel değil ama öyleymiş gibi..

    bilimsel değil ama öyleymiş gibi...

    kitabın etkisi ve ünü de buradan kaynaklanıyor zaten: mış gibi yapmasından...

    ***

    ama bir sorun var.

    derin bir eksiklik...

    büyük bir boşluk duygusu...

    hayır! birçok eleştirmenin vurguladığı gibi, kitabın aşırı maddi taleplere, günümüz insanının mutlak zenginlik ihtiraslarına hoş bakmasını kastetmiyorum. o işin “gel gel” tarafı!

    ama dikkat ederseniz fark edeceksiniz; yüreği titretmiyor the secret.

    soğuk.

    bir prospektüs kadar işlevsel fakat soğuk!

    neden peki?

    sır da orada zaten.

    the secret bir operasyon.

    insanlığın binlerce yıllık hayal-dua-dilek-adak kültürünün içinden tanrı kavramını çekip çıkartma operasyonu...

    “istersen olur” diyor the secret.

    ama kim “ol” duracak?

    kimse!..

    “zaten yasa böyle” diyor the secret.

    tanrı’nın adını ağzına almıyor. onun yerine sürekli “evrene güvenin, inanın, inanç duyun” diyor.

    ancak işin bilim tarafından baktığınızda da sorun şu: bilimde ne böyle bir yasa var ne de böyle bir evren vizyonu!

    ***

    kitabı okuyunca “canım bu kitap babaannemin duaları ve batıl inançları gibi bir şey” diyenler var. iyi niyetlerine rağmen özünde yanılıyorlar.

    babaannelerimiz de kırk kez söylenenin gerçek olacağına inanırdı ama ne isterlerse tanrı’dan isterlerdi.

    bilirlerdi ki, sadece kendileri istediği için değil, tanrı istediği için dilekler kabul olur.

    hem ilgilisine hatırlatmanın tam sırası...

    insan dua eder, diler, ister ama bütün dinlerde kesin uyarı şudur: neyin gerçekten hayır neyin şer olduğu bilgisi ne evrene ne de insana aittir. (“olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır, sevdiğiniz bir şey de şerdir. allah bilir de, siz bilmezsiniz.” bakara/216)

    o yüzden dualar takdiri allah’a bırakır.

    o yüzden dua denilen şey the secret’taki gibi önü alınmaz bir tutku ifadesi değil, yakarış ve teslimiyettir."

    http://haber.gazetevatan.com/0/130542/4/yazarlar


    (brakula - 14 Mayıs 2013 20:06)

  • comment image

    tek cümleyle özetlenebilecekken 150 küsür sayfa sürmüş boş kitap.

    sırrı anladım mı? evet, anladım ve test ettim. tuttu.

    kitabı birkaç saatte okuduktan sonra verdiğim 20 lira paraya acıdım ve düşündüm...

    evrene mesaj yolladım...

    para mı geri istiyorum, paramı geri ver evren!

    tam o sırada cebimden fişi düştü ve gidip geri verdim.

    teşekkürler evren, sırrın benle güvende.


    (arada girerim - 25 Kasım 2013 00:49)

Yorum Kaynak Link : the secret