A Yank in the R.A.F. (~ A Yank in the RAF) ' Filminin Konusu : A Yank in the R.A.F. is a movie starring Tyrone Power, Betty Grable, and John Sutton. An American pilot impulsively joins His Majesty's Royal Air Force in Britain in an attempt to impress his ex-girlfriend.
Rawhide(1951)(7,2-1977)
Lloyds of London(1937)(7,1-877)
Johnny Apollo(1940)(7,1-994)
Alexander's Ragtime Band(1938)(7,0-1709)
Diplomatic Courier(1952)(7,0-768)
In Old Chicago(1938)(6,9-1901)
This Above All(1942)(6,9-911)
Crash Dive(1943)(6,4-1214)
American Guerrilla in the Philippines(1950)(6,2-846)
diğer bütün mekanlardan değişik bir havası olan, insanı da o havaya sokan yerdir.bir kere kitapçılarda zaman kesinlikle normalden daha yavaş akar. kitaplar arasında dolaşan insanlar daha yavaş yürür, kitaplara tosbağa hızında uzanır, sayfaları da bu hızda çevirirler. çalan müzikler de alışveriş edilen diğer dükkanların aksine yapyavaştır. hiçbir kitapçı görmedim ki içerisinde serdar ortaç'ın "dansöz"ü ya da sezen aksu'nun "seni yerler"i çalsın.ayrıca herkesin suratında bir bilgiçlik ifadesi, "dünyayı yalayıp yuttum ben. yanaşma ezerim." tavrı vardır. insanlar evlerinde hunharca yatağın üzerine attıkları, çay tabağı niyetine kullandıkları kitaplara m.ö. 300 yılından kalma vazo muamelesi yapar, anlamsız bir şefkat gösterirler. halbuki sen o kitabı tüm gücünle çekiştirsen bile o kitap büyük ihtimalle yırtılmaz, üzerinde zıplamadığın müddetçe yere düşse de bir şey olmaz. sanırım insanın bilinçaltındaki "ulan şimdi bizi kitaptan anlamıyor sanmasınlar, ezilmeyeyim." düşüncesi bütün bunların kaynağıdır. insan ister istemez böyle düşünür, havaya girer ve istisnasız herkes yukarıda söylediğim davranışları sergiler. bunun en güzel örneğini bugün kendimde gördüm. kitapçıdayken bir an kendime dışarıdan baktım ve gördüm ki her daim çok rahat bir insan olan, saatte 30.6 km hızla yürüyen, yemeğini ortalama 8.7 dakikada bitiren (küsüratlı rakam vereyim de salladığım anlaşılmasın), kitapları yer yer kıçımı sıcak tutmak için, yer yerse rulo yapıp adam dövmek için kullanan ben, bu davranışları aynen sergiliyorum.işte o an dedim ki "oğlum polyester, buralar sana göre değilmiş de anlamamışsın. hadi ikile bakiyim". elimdeki kitabı (pek tabii tosbağavari tavırlarla) yerine koydum, kafamda bu düşüncelerle oradan yavaşça uzaklaştım...
(polyester - 31 Aralık 2006 01:02)
artık neredeyse bütün alışveriş merkezlerinde bulunan; bunun dışında açılanlarda da gloria jeans vb. cafeleri de içinde bulunduran mekan. oysa kitapçı deyince insanın aklına "tüketim" kültüründen uzak, bilgi, kültür yuvası olan yerler geliyor; ya da ben yaşlanıyorum. ah nerde eski kitapçılar .
(heneke - 7 Kasım 2007 13:40)
korsan yayinlar, ekonomik kriz, okuma aliskanliginin hizla azalmasi, ucretsiz ders kitabı dagitimi ve buyuk marketlerin kitap satisi yapmasi gibi nedenler yuzunden kapanmakta olan dukkanlar.http://www.ntvmsnbc.com/news/473762.asp
(isikokunem - 29 Ocak 2009 18:22)
(tutunamayanlar adlı romanın bir bölümünde oğuz atay, kitapçı'ları çok doğru tespit ve fikirlerle anlatmıştır. kitapçılar üzerine bir şeyler yazmak istiyordum: tutunamayanlar'da, kitapçılar hakkında yazılan bu bölümü hatırlayınca, "kusursuz" dedim. kitapçılar hakkında söylenmesi gereken en güzel ve en anlamlı şey, oğuz atay tarafından çoktan anlatılmış kanımca.)yaylı kapıyı iterek geçti. burnuna hafif küflü ve keskin bir kitap kokusu geldi. kitapçı dükkanlarının özel bir kokusu vardır olric: nevi şahsına münhasır derler eskiler: işte ondan. kasada duran genç adam başını kaldırdı ve gülümsedi. taşra usulü bıyık bırakmış kibar bir adam. kitapçı olabilir: bu sıfata uygun bir adam. kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır olric. gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgilieri olmayan kişilerin. durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. bana kalırsa, bir "kitapları koruma derneği" kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli. herkes bu işi yapamaz. bazı zalim insanlar, binbir itinayla hazırlanan o çiçek gibi kitapları alırlar, hiçbir koruyucu tabakaya sarmadan, evet olduğu gibi, üst üste koyarlar: sonra kalın ve çirkin bir iple bağlarlar. zavallı kitapların, özellikle en üstte ve en altta kalanları, bu işlem sırasında kurban edilirler: kapaklarının üstünde haç biçimi yaralar meydana gelir. kaba taşıyıcılar da onları oradan oraya fırlatırlar. lekeler ve buruşukluklar kitapları incitir. kapaklar, dizgiler, baskılar için gösterilen bunca itinaya yazık olmaz mı? satıcılar da gelişigüzel dizerler onları: isimlerini bile öğrenmeden. onlar için en iyi kitap, en çok satılan kitaptır. müşterinin ne biçim bir insan olduğuna bakmadan, yalnız en çok satılan kitapları överler onlara. bu adamları bir imtihadan geçirerek yeterlilik belgesi verilmeli olric. herkes kitap satamamalı. cahil kitapçıların, iyi okuyucuları rahatsız etmelerine izin verilmemeli artık. iyi okuyucu az bulunan, ürkek bir kuş gibidir. kapıdan girer girmez kaçırmamalı onları. bir zamanlar selim, balkanların ve ortadoğu'nun en hassas okuyucusu olmakla övünürdü. bu çeşit okuyucular, daha kapıdan içeri girer girmez sonsuz bir hürriyet havası duymalıdırlar. kitapları serbestçe koklayarak başıboş dolaşabilmelidirler. oysa, bu cahil kitapçılar hemen yanına yaklaşır, tüyler ürpertici kitap adları sayarlar. kendi akıllarınca müşteriye yararlı olmak isterler. ne gibi bir kitap istediğinizi sorarlar size: polisiye bir şey mi olsun, yoksa bir aşk romanı mı? bazı kitapları insanın burnuna sokarak, bunların çok tutulduğunu, herkesin satın aldığını söyleyerek baskı yaparlar. oysa bu okuyucular, kaçmak için küçük bir bahaneye bakarlar: uçup giderler hemen. bu az bulunur kuşların çekingenliğini hep yanlış yorumlarlar aptal kitapçılar. işte, derler, ne istediğini bilmeyen bir müşteri daha. "aşkın günahları"nı sattım gitti. olmazsa, gece kokan cinayet'i yuttururum. bu "iyi" kitapları uzatmakla, zavallılara nasıl hakaret ettiklerini bilmezler. insan bazı kitapçıları kapıda görünce, onların bekleyişinden korkar da içeri adımını atamaz.
(sethplay - 8 Mart 2009 16:27)
başarısının koşulu kadrosu aşağı yukarı aşağıdaki şekilde olmalıdır. yoksa züccaciyeci olur kitapçı yerine. kitapçı kitabın yerini değil içini bilendir. getir bi oto yedek parçacı çırağı 15 günde ezberler raflardaki bütün kitapları. bu onu kitapçı yapmaz."hazin (hafız-ı kütüb)kütüphanenin ilmi ve idari işlerini yürüten, yüksek ilmi kariyere sahip vazifelidir.münavillerkütüphanelerde kitap bulma tekniğini bilmeyen okuyuculara, kitapların raflardaki yerini göstermek veya kitapları dolaplardan alıp, okuyuculara getirmekle vazifeli kimselerdir.bu vazifelilerden başka kütüphanelerin temizliği, döşemesi ve bazı hizmetlerini yürüten başka vazifeliler de vardır." (tırnak içindeki kısım için di askır goğz tu vikipedya)
(kurt resul - 21 Mayıs 2009 11:30)
mühendislikten istifa edilip, askerlik sonrası yaşanılması düşünülen hayat tarzını yaşayan kişi.
(conan - 16 Kasım 2002 05:05)
internet kitapçılarındaki indirimler her ne kadar aklımı çelse de, kapılarının önünden öylece geçip gidemediğim mekanlar. keyif veriyor onca kitabı omuz omuza izlemek bile insana. kapağın kırıklarını, sayfaların kokusunu, yazı karakterlerini birebir incelemek fırsatını sağlıyor ya işte, verilen 3-5 kuruş fazlası yüzgörümlüğü kitabın.
(bb - 27 Şubat 2010 13:51)
bitmeyen planların ve yetiştirilmesi gereken çizimlerin üzerime üzerime geldiği bir anda daha fazla dayanamayıp ofisten çıkmış ve denize paralel uzanan özgürlük bulvarı’na kendimi zar zor atmıştım. özgür olanın insanlar değil bulvarlar olduğu bir yüzyıldaydım ve bir önceki yüzyılın sabit fikirli adamı gibi davranmaya devam ediyordum. yeni çıkan şeylere kolaylıkla adapte olamadığım gibi, eskiden beri birlikte yaşadığım alışkanlıklarımı da bırakamıyordum. genç bir adamın bedenini kiralık kullanan yaşlı bir ruh ile sürüklenip duruyordum. parçalarım uyuşmazlık gösteriyordu.bulvar boyunca ilerleyip yoluma çıkan ilk kitapçıya girdim. rastgele sayfalardan rastgele cümleler belki bir rota çizmeme yardımcı olur ve tesadüflerin şekillendirdiği hayatıma bir katkı sağlardı. ölçekli planların ve renkli çizgilerin bıkkınlığından, bilmediğim bir dilin hafif kelimeleriyle şarkı söyleyen bir kadının kutsadığı kitapçıya girmek algılarımı tekrar canlandırdı. tavana kadar raflar tamamen kitap doluydu; birbirinden farklı ebatlar, ciltler ve kapaklar. hepsinin yazarı ve yazarların yaşadığı hayatlar birbirinden farklı olmasına rağmen, havanın yağmaya müsait olduğu bir perşembe öğleninde, özgürlük bulvarı'nın üzerindeki bir kitapçıda karşılaşmıştık işte. yüzyılın kandırmacası “kişisel gelişim” furyasından kendimi uzak tutarak rafların arasında dolaşmaya başladım, okuduğum kitaplar henüz okumadıklarım arasında uzak deplasmana gitmiş bir avuç taraftar gibi kalıyordu. işi gücü bırakıp sadece kitap okusam bile ölümsüzlüğü bulmadığım sürece hepsini bitirmem imkansızdı. akşama kadar ofisteydim ve ölümsüzlük yan caddenin kaldırımlarında orospuluk yapsa bile onu görecek zamanım yoktu. yetiştirilmesi gereken işlerle köşe kapmaca oynadıktan sonra akşamı getiriyor ve yaldızlı arabalar balkabağına dönüşmeden önce de uyuyordum. rüyalarımda ölümsüzlüğe kavuştuğum oluyordu fakat bunu gerçek hayata taşıyamıyordum. uyanınca ölüyor; kahvaltımı ettikten sonra da işe gidiyordum.çalan şarkıya hafif bir ıslıkla eşlik ederken bir yandan da kitapları raflara dizen mutlu bir adam gördüm. üzerinde kitapçının tişörtü vardı, herhangi bir acelesi varmış gibi gözükmüyordu ve ıslık çaldığına göre yaptığı işten mutluydu. uzun zamandır ıslık çalmak yerine mouse’u ekrana saplamak istediğimi düşünüp hafif bir kıskançlıkla adama yaklaştım. sırtı bana dönüktü, kitapların kapaklarına biraz baktıktan sonra gerekli yerlere diziyordu. bazen birkaç cümle okuyacak kadar duraksıyor ve işine devam ediyordu. benim ofisten kaçarcasına uzaklaştığım bir öğlende, o tüm sakinliğiyle işine gücüne bakıyordu. onun yerinde ya da yanında olmak istedim; bir iş yapmak zorunda olduğum yıllarda en azından bir de panik yapmak istemiyordum. kitapları raflara yerleştirmeden önce kapaklarına bir kez daha bakmak, arka kapakta yazılanlara göz gezdirmek ve birisi bana soru sorarsa da onları doğru yönlendirmek gibi dünya’nın kaderini değiştirmeyecek planlarım vardı.mutlu ve sakallı adamın yanına “afedersiniz, bir şey sorabilir miyim?” diye yaklaştım. elindeki kitabı bırakmadan hafifçe bana dönerek “tabii ki, buyrun” dedi. ona kitapçıda çalışmak istediğimi ve ancak bu şekilde huzura ereceğimi söylememe gerek kalmadan gülmeye başladım, benim şuursuzca güldüğümü görünce o da katıldı. yine karşıma çıkmış ve beni bir kez daha şaşırtmayı başarmıştı. kitapçıda çalışmaya başlayan adam bendim, ofisten istifa ettikten sonra burada çalışmaya başlamış ve sanıyorum ki bir senemi bile doldurmuştum.“sigorta+yemek mi?” diye sordum.“sigorta+yemek ve de bir sürü kitap” dedi. bilmediğimiz bir dilin şarkılarını söyleyen kadın daha güzel bir şarkıya devam ederken, gelecekteki halim müsaade isteyerek işinin başında döndü; ben de özgürlük bulvarından gerisin geri yürüyüp ofise geldim. gelecek yüzyılı görmeyecek binaların planlarıyla uğraşmak yerine, ömrü sonsuz olan kitapları raflara yerleştiren bir kitapçı olmalıydım, olacaktım.
(mies - 13 Mayıs 2011 09:27)
büyüyünce olmak istediğim şey sanırım...
(tekilabambam - 26 Kasım 2011 00:17)
e-kitap normal kitapların yerini alırsa en çok kitapçıların kapanmasına üzülürüm. kitapçısı olmayan bir cadde, mahalle eksiktir. rafların arasında ağır ağır dolaşmanın verdiği huzur, hayatın acelesinden, telaşından uzaklaşma hissi bambaşkadır.aslında çoktan değişim başladı zaten. günden güne daha karmaşık, gürültülü, yorucu mağazalara dönüşüyorlar. teknoloji her geçen gün daha fazla yer kaplıyor ve kitaplara daha az yer bırakıyor mağazalarda. malesef..
(arachnid - 2 Mart 2012 10:08)
Yorum Kaynak Link : kitapçı