Süre                : 2 Saat 3 dakika
Çıkış Tarihi     : 06 Eylül 1946 Cuma, Yapım Yılı : 1946
Türü                : Biyografi,Komedi,Drama,Tarih,Romantik,Savaş
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  Gabriel Pascal Productions , Independent Producers
Yönetmen       : Gabriel Pascal (IMDB)
Senarist          : George Bernard Shaw (IMDB)(ekşi),George Bernard Shaw (IMDB)(ekşi),George Bernard Shaw (IMDB)(ekşi),George Bernard Shaw (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Claude Rains (IMDB)(ekşi), Vivien Leigh (IMDB), Stewart Granger (IMDB)(ekşi), Flora Robson (IMDB), Francis L. Sullivan (IMDB)(ekşi), Basil Sydney (IMDB)(ekşi), Cecil Parker (IMDB)(ekşi), Raymond Lovell (IMDB), Anthony Eustrel (IMDB), Ernest Thesiger (IMDB), Anthony Harvey (IMDB), Robert Adams (IMDB), Olga Edwardes (IMDB), Harda Swanhilde (IMDB), Michael Rennie (IMDB), James McKechnie (IMDB), Esme Percy (IMDB), Stanley Holloway (IMDB), Leo Genn (IMDB), Alan Wheatley (IMDB), Anthony Holles (IMDB), Charles Victor (IMDB), Ronald Shiner (IMDB), John Bryning (IMDB), John Laurie (IMDB), Charles Rolfe (IMDB), Felix Aylmer (IMDB), Ivor Barnard (IMDB), Valentine Dyall (IMDB), Charles Deane (IMDB), B.Q. Alakija (IMDB), Chick Alexander (IMDB), Hylton Allen (IMDB), Renée Asherson (IMDB), Marie Ault (IMDB), Peter Bayliss (IMDB), André Belhomme (IMDB), Agnes Bernelle (IMDB), June Black (IMDB), Mary Boyle (IMDB) >>devamı>>

Caesar and Cleopatra (~ Nil melikesi) ' Filminin Konusu :
Caesar and Cleopatra is a movie starring Claude Rains, Vivien Leigh, and Stewart Granger. At the height of the Roman Civil War, a young Cleopatra meets a middle-aged Julius Caesar, who teaches her how to rule Egypt.





Facebook Yorumları
  • comment image

    feci diyaloglara sahip, bernard shaw ın eseri. filmi de, yazarın yazdığı metne sadık kalınarak çekilmiş. öyle ki; rufio'nun, katilin ftatatita olduğunu anlamak için kleopatra'yı zorladığı sahnede, arkada batmak üzere olan güneş, inanılmaz bir ayrıntıdır. filmde de bu vardır.

    eserden bir iki diyalog attıralım:

    kleopatra - pothinus, şu mısır diyarında hepimiz sezar'ın esiriyiz, istesek de istemesek de. bunu anlayacak
    kadar aklı olan, sezar buradan gidince hüküm sürer.
    pothinus - sezar'ın gidişi üstünde fazlaca duruyorsunuz.
    kleopatra - ne çıkar bundan?
    pothinus - sizi sevmiyor mu?
    kleopatra - beni sevmek mi? pothinus, sezar kimseyi sevmez. sevdiklerimiz kimdir? yalnızca nefret
    etmediklerimiz. sevdiklerimizden başka herkes yabancı, herkes düşmandır bize. ama sezar için öyle değil.
    yüreğinde nefretten, kinden eser yok. herkesle dostluk eder, tıpkı köpeklerle, çocuklarla dostluk ettiği gibi.
    bana gösterdiği şefkate diyecek yok. ne babam, ne annem, ne de dadım bu kadar üstüme titremiş, bu kadar
    cömertçe düşüncelerini bana açmıştır.
    pothinus - peki, bu sevgi değil mi?
    kleopatra - ne? roma'ya dönerken karşısına çıkan ilk kıza bundan farklı davranmayacaktır. kölesi
    britannus'a sor. onu da el üstünde tutuyor. hatta atına sor. onun iyiliği bende gördüğü bir şey için değil. kendi
    yaradılışında var.
    pothinus - sizi bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi sevmediğinden nasıl emin olabilirsiniz?
    kleopatra - onu kıskandıramıyorum. denedim.
    pothinus - hımm. belki şunu sormalıydım: siz onu seviyor musunuz?
    kleopatra - insan bir tanrıyı sevebilir mi? hem ben başka bir romalıyı seviyorum. sezar'dan çok önce
    gördüğüm birini. bir tanrı değil, bir erkek. hem sevmesini, hem nefret etmesini bilen biri. hem benim acı
    çektirebileceğim, hem bana acı çektirebilecek biri.
    pothinus - sezar bunu biliyor mu?
    kleopatra - evet.
    pothinus - ee, kızmadı mı?
    kleopatra - beni sevindirmek için onu mısır'a göndereceğine söz verdi.
    pothinus - bu adamı anlamıyorum.
    kleopatra - (büyük bir küçümsemeyle.) sen nerde, sezar'ı anlamak nerde? (gururla.) ben anlıyorum...
    içgüdümle.
    pothinus - (bir an düşündükten sonra, saygılıca.) haşmetlileri bugün beni huzura kabul buyurdular. acaba
    kraliçe'nin bana bir diyecekleri var mı?
    kleopatra - var. kardeşimi kral yapmakla mısır'ın başına geçeceğini sanıyorsun. çünkü ptoleme'nin
    vasisisin. o da küçük budalanın biri.
    pothinus - kraliçe öyle takdir buyuruyorlar.
    kleopatra - kraliçe şöyle de takdir buyuruyor: sezar, senin de, achilles'in de, kardeşimin de başınızı
    yiyecek. tıpkı bir kedinin fareleri yutması gibi. bir çoban nasıl yamçısını omzunda taşırsa o da bu mısır diyarını
    omzunda taşıyacak. işini tamamlayıp roma'ya dönerken de kleopatra'yı burada vekili olarak bırakacak.
    pothinus - (öfkesini tutamayıp patlayarak.) hiçbir zaman yapamayacak bunu. onun on askerine karşı bin
    asker çıkaracağız. onu da, ordum dediği o dilenciler alayını da denize dökeceğiz.
    kleopatra - (hor görerek ayağı kalkıp gitmeye davranır.) senin gibi bayağı adamlar böyle yüksekten atar.
    hadi, ne duruyorsun, git de binlerce adamının başına geç. ama çabuk davransan iyi edersin. çünkü bergamalı
    mithridates takviye birlikleri ile sezar'ın yanına varmak üzere. sezar yalnızca iki alayla sizi köşeye sıkıştırdı.
    yirmi alayla neler yapacağını göreceğiz.
    pothinus - kleopatra...
    kleopatra - yeter, yeter! sezar gibi bir adamı tanıdıktan sonra senin gibi zayıf yaratıklarla konuşmaya
    dayanamıyorum.

    ***

    caesar'ın britannus'la diyalogu ise, romalı yöneticiliğinin muhteşem bir örneğidir. [abartma lan deyyus!]

    sezar - benim adalı, o koca britanyalı nerde?
    britannus - (sezar'ın sağından öne gelir.) burada sezar.
    sezar - kendi ülkenin o barbarca naralarıyla delta savaşına atılmanı kim söyledi? bir yandan dört mısırlıyı
    birden er meydanına çağırırsın, bir yandan küfrün bini bir paraya!
    britannus - sezar, savaş kızıştığı an o ayıp sözler ağzımdan kaçıverdi. çok özür dilerim.
    sezar - hem sen yüzme bilmediğin halde, biz ordugâha saldırırken kanalı nasıl geçtin bizimle?
    britannus - atınızın kuyruğuna yapıştım.
    sezar - bunlar bir kölenin kıvıracağı işler değil britannicus, özgür bir adama yaraşır.
    britannus - ben özgür doğdum, sezar.
    sezar - iyi, ama sana sezar'ın kölesi diyorlar.
    britannus - ancak sezar'ın kölesi olarak gerçek özgürlüğü buldum.
    sezar - (duygulanarak.) güzel söyledin. ne iyilik bilmez adamım. az daha seni azat edecektim. ama artık bir
    milyon talana bile ayrılmam senden. (dostça omzuna vurur. britannus hoşnut, ama azıcık utanmış, sıkılganca
    elini öper.)
    belzanor - (iranlıya.) bu romalı adamları avcuna alıp kendine hizmet ettirmesini biliyor.
    iranli - evet, kendine tehlikeli bir rakip olamayacak mütevazı adamları.


    (jimi the kewl - 17 Mayıs 2005 15:32)

  • comment image

    eserin önsözü için:

    iki önsöz seçeneği sunar eser için. birinci önsözün kabası söyledir; "memfis teki ra tapınağı nın girişi. derin bir karanlık. şahin başlı saygın bir kişi, tapınağın karanlığında gizemli bir biçimde kendi ışığıyla görünür. çağdaş seyircileri büyük bir horgörüyle gözden geçirdikten sonra onlarla konuşur.

    selam size, küçük adanın garip sakinleri, susun da beni dinleyin. o bomboş hükümet bültenlerini ezberleyip kafalarının çocukça saflığını koruyan siz erkekler, kulak verin bana. süslenip püslenerek erkeklerin aklını çelen ama kendi aklından geçenleri açığa vurmayan, erkekleri güçlü efendiler olduklarına inandırıp, içinizden, ne kafasız çocuklar olduklarını iyi biliriz, diyen siz kadınlar, sözlerimi yabana atmayın. şu şahin başıma bakın da ra olduğumu anlayın, bir zamanlar mısır ın güçlü tanrısı ra. huzurumda ne diz çökebilir ne de secdeye varabilirsiniz. orada, tıkış tıkış sıralarda kımıldamanız bile zor. birbirinizin önünü kapatmaktan başka bir şey gelmez elinizden. zaten herhangi bir harekete geçebilmeniz için başkalarının öncülük etmesi gerekir. herkesin yapmadığı şeyi yapmak, işte bunu asla göze alamazsınız. sizden bana tapmanızı değil, sesinizi kısmanızı istiyorum. ne erkekleriniz konuşsun ne de kadınlarınız öksürsün. çünkü sizi altmış kuşağın mezarları üstünden iki bin yıl öncesine çağırmaya geldim. sizden önce kimler geldi, kimler geçti. güneşin doğup battığını, ayın biçimden biçime girdiğini sizden başka budalalar da gördü. siz de onlar gibisiniz, ama onlar kadar büyük değilsiniz. halkımın yaptığı piramitler bugün hala ayakta duruyor. oysa sizin köleler gibi yığdığınız adına da imparatorluk dediğiniz toprak yığınları, üstlerine kendi oğullarınızın toz toprak olan cesetlerini de katsanız, rüzgarla dört bir yana savruluyor.

    dinleyin beni, ite kaka okutulanlar. nasıl bir eski bir de yeni ingiltere varsa, siz nasıl ikisi arasında bocalayıp duruyorsunuz, bana tapıldığı günlerde bir eski bir de yeni roma vardı. bir de ikisi arasında bocalayan adamlar. eski roma yoksul, küçük, açgözlü, yırtıcı ve belalıydı.gelgelelim aklı kıt, işi kolay olduğu için ne istediğini bilir, kendi işini kendi görürdü. tanrılar acıdı roma ya, elinden tuttular, güçlendirdiler,korudular. çünkü tanrılar küçüklere sabır gösterirler. ama eski roma tanrılarının bu lütfundan şımardı. şu bizim küçüklüğümüzde iş yok, dedi.bu gidişle ne zengin, ne de büyük roma oluruz. büyümek, zenginleşmek mi istiyorsun? yoksulları soyup soğana çevireceksin, zayıfları geberteceksin. böylece kendi yoksullarını soyup bu zanaatta ustalaştılar. bu soygunculuğu kitabına uydurmasını da öğrendiler.kendi yoksullarının cıcığını çıkarınca sıra başka ülkelerin yoksullarına geldi. o ülkeleri de roma ya katıverince yeni roma doğdu. kocaman, varlıklı, görkemli. ben ra, için için gülüyordum. romalıların sömürgeleri bütün dünyaya yayılmış, ama kafaları eskisi gibi ufacık kalmıştı.

    şimdi göreceklerinizi iyice kavramak için sözüme mim koyun. romalılar eski roma ile yenisi arasında kalakalmışken içlerinden büyük bir asker çıktı, büyük pompeius. askerin yolu ölümden geçer, oysa tanrı nın yolu yaşama gider. yolun sonunda tanrı bilgeliğe ulaşır. oysa asker mankafa olur çıkar. böylece pompeius yalnızca askerlerin büyük adam sayıldığı eski roma yı benimsedi. tanrılarsa akıllı bir adamın istediği yere gelebileceği yeni roma yı tuttular. pompeius un arkadaşı julius sezar tanrılardan yanaydı. çünkü roma nın, eski küçük romalıların başa çıkamayacağı kadar geliştiğini fark etmişti. bu sezar yaman hatip, yaman politikacıydı. adamları dil dökerek ve altın saçarak satın alırdı. tıpkı sizin şimdi satın aldığınız gibi. ama sözlerle ve altınlarla yetinmeyip savaşlarda ün salmaya da özendiklerinde sezar artık orta yaşlıydı.gelgelelim o işe de bulaştı. kendi refahları için ddinirken sezar a karşı çıkanlar, kan döken bir fatih olunca karşısında eğildiler. siz ölümlüler böylesiniz işte, huyunuz kurusun.

    pompeius a gelince, tanrılar onun zaferlerinden de, tanrılık taslamasından da bıkmışlardı. çünkü insan denen bir zavallı solucan olduğunu unutup yasa gibi, görev gibi boyundan büyük laflar ediyordu. tanrılar sezar a güler yüz gösterdiler çünkü ona verdikleri hayatı yüreklice yaşıyordu. yaratıcılığımızda ayıplar, kusurlar aramıyor, el işimizi utanılacak bir şeymiş gibi saklamıyordu. ne demek istediğimi anlamışsınızdır. işlediğiniz günahlardan biri de budur çünkü.

    böylece eski roma ile yeni roma nın arası açıldı. sezar dedi ki;" eski roma yasasını yıkmadıkça onun yönetiminde payıma düşeni yapamam. tanrıların bana bağışladığı yöneticilik yeteneği hiç meyve vermeden kurur gider." ama pompeius şöyle dedi: "yasa her şeyin üstündedir. yasayı çiğnersen sonun ölümdür." sezar şöyle yanıt verdi: "yasayı kaldırıyorum. gücü yeten varsa buyursun, öldürsün beni." sezar, yasayı kaldırdı. pompeius, eski roma yı ayakta tutmak ve sezar ı alaşağı etmek için büyük bir orduyla üstüne yürüdü. sezar adriyatik denizi ni aşarak kaçtı. çünkü üstün tanrıların kendisine vereceği bir ders vardı. sizler de üstün tanrıları unutup tanrıların en bayağısı olan zenginlik ve çıkar tanrısı memnon a tapmayı sürdürürseniz, size de dersinizi verecekler zamanı gelince.

    şimdi pompeius un başına gelenleri öğrenmek istiyor musunuz, yoksa bir tanrı konuşurken uyuyacak mısınız?

    sabrınızı mı tükettim? iffetsiz bir kadının serüvenlerini izlemeye can atıyorsunuz, değil mi? kleopatra adı mı içinizi gıcıklayıp sizi buraya çekti? budalalar! kleopatra daha dadısından kamçı yiyen bir çocuktur. ruhunuzun kurtuluşu için size göstereceklerim şunlar: mısır da sezar, nasıl pompeius u ararken kleopatra yı buldu? pompeius un kellesi nasıl bir kelle turşuluk lahana gibi sunuldu kendisine? sezar mısır dan ayrılıp yollarda savaşarak roma ya dönmeden, roma pompeius un ruhunu yaşatan adamların elinde can vermeden, yaşlı sezar ile çocuk kraliçe arasında neler geçti? cahilliği bırakın, gözünüzü açın da ibret alın. yirmi yüzyıl önce insanların sizler gibi yaşayıp konuştuğunu, sizlerden ne daha kötü, ne daha iyi, ne daha akıllı, ne daha salak olduğunu göreceksiniz. aradan geçen iki bin yıl ben tanrı ra için göz açıp kapayasıya geçen zamandır. bugün sezar ın mısır a ayak bastığı günden farklı değil benim için. şimdi sizi terk ediyorum, çünkü can sıkıcı insanlarsınız. size bir şey öğretmeye çalışan boşuna nefes tüketir. bu kadar konuşmazdım ya, bir tanrının doğasında vardır sonsuza des toz toprakla, karanlıkla boğuşmak, gökselliğe duyduğu özlemin gücüyle onlardan daha çok yaşam, daha çok ışık koparıp ortaya salmak. onun için yerlerinize kazıklanıp kapatın çenenizi. birazdan büyük bir adam konuşacak, sizin ölçülerinize göre de büyük bir adam. korkmayın, ben bir daha ağzımı açacak değilim. öykünün gerisini onu yaşayanlardan öğrenirsiniz. elveda! zinhar beni alkışlamak küstahlığında bulunmayın! "

    bu önsöz, eserin tamamı ve akışı göz önünde bulundurulduğunda çok havada kalmıyor. özellikle eserin hemen sezar ın seslenişi ile başlaması ve kleopatra yla tanışması, yeni roma adayının, doğudan bir kent olması, bu celallenmiş önsözün iyi bir devamıdır, denilebilir.

    bir diğer önsöz alternatifi de şöyledir; "mısır ın suriye sınırında, xxxiii. hanedanın sonuna doğru, romalıların hesabına göre 706 yılında, sonradan hristiyanlar bu tarihi mö 48 diye kabul edeceklerdir, bir kasım akşamı. doğudan alev alev yükselen gümüş parıltı, ay ışığıyla aydınlanan bir geceyi muştular.

    yıldızlarla bulutsuz gökyüzü, şimdikinden farksız görünürler ama on dokuz buçuk yüzyıl daha gençtirler. gök kubbenin altında uygarlığın iki ayak bağı, bir saray ve askerler göze çarpar. ak kerpiçten alçak bir suriye yapısı olan saray, buckingham sarayı kadar çirkin değildir. avludaki subaylar da çağdaş ingiliz subaylarından çok daha uygardırlar. örneğin bizim cromwell ile mahdi ye yaptığımız gibi, düşmanlarının cesetlerini mezarlarından çıkarıp oralarını buralarını budamazlar. avludakiler ikiye ayrılmıştır. bir bölümü, elli yaşlarındaki yüzbaşıları belzanor un genç bir iranlı devşirmeyle kumar oynamasını seyreder. belzanor zar atmak için çömelmiş, mızrağını dizinin dibine bırakmıştır. öbürleri (ingiliz kışlalarında hala geçerli) açık seçik bir öyküyü henüz bitirmiş olan nöbetçinin çevresinde kahkahalar atarlar. silahlarla, zırhlarla güzelce donatılmış on iki kadar genç, soylu, mısırlı muhafız, ingilizlerin aksine üniformalarından ne utanır, ne de tedirginlik duyarlar. asker sınıfından, savaşçı ve saldırgan olmakla övündükleri bellidir.

    belzanor, tam bir kıdemli asker örneğidir. kaba gücün söktüğü yerde sert, kararlı, becerikli, sökmediği yerde aciz ve çocuksu. tuttuğunu koparan bir çavuş, yetersiz bir general, zavallı bir diktatör. çağdaş bir avrupa devletinde sözü geçen tanıdıkları olsa, ilk yeteneğinin sağladığı başarıyla son kademeye kadar tırmanırdı. ne yazık şu anda julius sezar ülkesini almak üzeredir. bunun farkında olmadığından, kumarda hile yapacağından kuşkulandığı yabancıyı yenmek için dikkat kesilmiştir."


    (jimi the kewl - 17 Mayıs 2005 15:34)

Yorum Kaynak Link : caesar and cleopatra