Benzer Filmler



Facebook Yorumları
  • comment image

    ----kamu spotu----

    batı'nın ahlaksızlığını almayın.

    ----kamu spotu----

    --- spoiler ---

    "bu bir fransız filmidir." diye başlayıp, içinde envai çeşit afrika kökenli, mağripli ve avrupa'nın çeşitli ülkelerinden genç dansçıların yanı sıra sanırım beyaz fransız olarak david ve selva karakterlerini barındıran film. (noe arjantin asıllı fransızdır.)

    filmin başında dansçılara dansla ilgili fikirleri sorulduklarında bir çoğu, dansın günlük yaşamın esnetilmiş hali, şeklinde fikirleri olduğunu görüyoruz. toplumsal dinamiklerin hafif dışına çıkılan bu özgür alanda kimse pek tedirgin olmuyor ki çocuğunu getirenler, kız/erkek kardeş beraber katılanlar var.

    filmin başlarındaki dans sahnelerinden sonra teker teker kişilerin kuytu köşelerde diyaloglarına eğildiğimizde herkesin bir şekilde birileriyle sex yapmak istediğini görüyoruz. david, beyazlığın ve ev sahipliğinin de özgüveniyle sevgilisi selva hariç de herkesle yattığını söyler diğer erkeklere. hatta dansçı erkeklerden birine, onun seviştiği kızla da sevişmek istediğini, en kötü üçlü yapabileceklerini söyler. önüne gelen herkesi sikebilecek fütursuzluğu ve istediğini elde etmesine engelin olmasının mümkün olmadığı fikrindedir. sevgilisi de bu hükümran erkeğin erkine kapılarak ona hayrandır. içkilerini yudumlarlarken (allahım en ifrit olduğum deyim olabilir.) kendilerini kötü hissetmeye başlarlar ve içkilere lsd atıldığını öğrenirler.

    bu mereti biraz araştırdığımda algı kapılarını açan, bilinçaltını hortlatan ( filmin sonunda gözüne lsd damlatan ve filmin başında "bir arkadaş ekolü"nden kafa bulan berlinli sayko psikoterapi işleriyle de ilgilidir.) ve orada saldırganlık varsa onu da etkileştiren bir şey olduğunu öğrendim.

    toplum içinde, üsttekiler vardır, bir de alttakiler. üstekiler sanırlar ki bu "üstünlük" tamamen kendi gayretleri, yetenekleri ve iradelerince elde edilmiştir. alttakilerin, zaten bu tür bir hariciliği hak etmiş "yetersizler" gürûhu olarak kabul ederler. beyazlık, yakışıklılık, zenginlik, iyi okullar... bunlar zaten hak edilen şeylerken üsttekiler için, kenarda duranı algılamazlar bile. kenardaki harekete geçtiğinde her eylemi bir suça tekabül eder, dolayısıyla o haddini bilmelidir. david, başkasının seviştiği kızı sikme hakkını zaten default olarak bünyesinde var görür. lsd, burada kişilerin bastırdıkları cinsellik ve şiddet içgüdülerinin barajsızca dışa vurulmasına yol açar.

    bundan 10 yıl önce, iç anadolu'da bir şehre ayda bir gitmem gerekiyordu. ve oradan dönüş sadece belli bir saatteki otobüste vardı. ve otobüs hep gece 4.30 gibi yaşadığım kente varıyordu. gündüz kafası okşanınca kuyruk sallayan, sürekli kendini sevdiren köpekler, o saatte grup halinde geziyorlardı ve 15 dakikalık eve yürüyüş mesafem boyunca deli gibi bir kovalamaca yaşıyorduk. 15-20 köpek tüm saldırganlıklarıyla peşimdelerdi. hâlâ ara sıra rüyalarımda köpekler kovalar beni. geçen muayene için bir hastaneye gittiğimde bir doktor; "fuat" diye seslendi bana. oradaki kapı görevlisi ise " doktor fuat mı kikiki" diye "lan o hasta amk doktor nalaka" efekti verdi. normalde havadan nem kapan ben, bu sefer biliyordum ki yersiz yalakalık ve övgü bastırılmış bir kinin tezahürüdür. adamın derdi, on yıllardır onu dışlayan doktoraydı. kinini yalakalıkla gösteriyordu. ışıklar bir kapanmaya görsün :). kendi iş yerimde de hademeler, yemek yediğimiz masada yemezler, benzer, tıpkı, aynı bir masa vardır ve orada yerler. ama bizim masamıza otur(a)mazlar. bizler, bir hademenin zaten ne haddine olduğunu düşünürüz. ve sürekli "x bey, y hanım" şeklinde kibarlardır. ve onlar asgari ücret alsa da politik tercihleri neden farklıdır biliyor musun? sadece, "masa benzer masayken, beni o masaya almıyorsan ben de sen rahatsız oluyorsun ya, seni bu oyu vererek rahatsız ediyorum ya, hah ondan inadına oyumu böyle vereceğim." diye düşünür.

    mülk, bir yanılsamadır. eşyalara, topraklara, hayvanlara ve asıl insanlara dair iyeliksel bakışımız, -evim, ülkem, sevgilim, çocuğum, arkadaşım...- her ne kadar düzenin bize sağladığı ve kendi hakkımız gördüğümüz şeyler olsa da eğer mal değilsek biliriz ki bunlara belli bir dolayım içinde sahip gibi görünürüz. hiçbir şey kimsenin değildir. haliyle sahip olanlar her zaman yüreklerinde bir tedirginlikle gezerler. kapılar kitlenir; çocuklar yoksunlukla cezalandırılmaz, tehdit edilir; sevgili hep bi kolaçan edilir; ülke, hep dış ve iç mihrakların saldırılarına karşı korunur... amma gün gelir, "gramlarlar bir olur kilodan hakkını alır." * alır da, gram da gram olduğu için iyi değildir ki. aksine gram kiloya bulaşamayacağı için önce diğer gramlarla uğraşır, ayrıca gram bir saltanatını kursun, miligramları inim inim inletir yılların hıncıyla. suyun yüzeyinde pırıl pırıl, özgürlük, eşitlik, barış arzuları artık sadece söylem olarak yeterli gelirken içerdeki adaletsizlik, kendi erk savaşımız sümenaltı edilir. ve noe filmin bir yerinde eşşek kadar puntolarla "gelmekte olan ortaklık"ın olmadığını imleyerek: "yaşam müşterek bir imkansızlıktır." der.

    şimdi, alt benin kilitli odalarında kış uykusundaki şiddet ve cinsellik yılanları, toplumsal gerçeklik geçirimli hâle geldiğinde, yani ceza müessesi işlemeyecekse kapının altından sızar. 1 dakikalık bir video paylaşacağım; canlı yayın kazası?

    videoyu 0.5 yavaşlatarak izlenilirse hareketlere daha hakim olunuyor. programın başından itibaren tatlı şivesiyle alamancı kızımız sürekli, beyazın her esprisine aşşırı gülüyor ve koluna dokunuyor, yeri geliyor eğilerek koluna kapaklanıyor.beyaz bir espri yaparken, alamancı kız şuh kahkahasıyla yine beyaz'ın koluna yapışıyor, ozan güven de burnunu aşırı karıştırarak (bir şeyler karıştırırkenki tedirginliği gizleme) ve kamerayı hafif kesip kıza doğru kıvrılır bir pozisyona geçiyor. ve durduk yere kızı dürtüp "yapma" diyor. sonra kız yine "benim de çok hassas konularım var ."diye beyaz'a yapışıyor.ve beyaz birden hanımın memesine dokunuyor. böylelikle kadının işve yapma ama dokunulmama serbestiyeti ihlal ediliyor ve bir kaç saniye sonra burnuna kanal açan ozan güven sol eliyle kızın az önce ihlal edilen alanına yakınlaşınca kız eliyle ozan'ı itiyor. (dönüş mü yok?)

    filmde lsd alıp, normların dışına çıkanlar, bu çıkışın dans gibi güvenilir olmadıklarını anlıyorlar geç de olsa. ve alfa oğlan david, zencilerce pataklanıyor, alnına gamalı haç çiziliyor rujla, az önce çok önemli bir opsiyon olmayan sevgilisi selva'ya yöneldiğinde iktidarını kaybeden erkeğe kız yüz vermeyip başka bir kızla sevişiyor. sürekli kız kardeşini diğer erkekler konusunda darlayan herif, sabah "bir şey olmadı. babama söyleme." diyerek uyanıyor.

    yourcenar, yaşamın bize rüya kadar saçma gelmemesinin tek sebebi alışkanlık, der. filmden çıkıp arkadaşa giderken 150 metre mesafede leopar desenli bornozuyla dolaşan bi adam, elinde mikrofonla şarkı söyleyen 80 yaşında bir kadın gördüm.

    noe, cennetin buralarda olmadığını, sadece cehennemin var olabileceğine işaret ediyor. ben, bu kasvetli bakışa yokum aslanım.

    "vîrâne-i cihânda ne şâhız ne bendeyiz
    rind-i âbâ-be-dûş fakîr-i revendeyiz"

    ---
    spoiler ---


    (her rind bu bezmin - 8 Ekim 2018 22:09)

  • comment image

    ben filmi çok beğendim. nesini beğendin diye sorarsanız:

    1. ilk açılış sahnesindeki o dansın koreografisini çok beğendim.

    2. işler zıvanadan çıktığında, lsd kafasını hiçbir karakterin gözünden göstermeyip, sanki o ortamda aklı başında, uyuşturucu almamış tek kişi izleyiciymiş, yani sizmişsiniz hissiyatını sevdim ve gerim gerim gerildim.


    (arsonist - 11 Ekim 2018 19:33)

  • comment image

    ---spoiler olabilir---

    climax'e "bizi biz yapan ustalara saygıyla" diye başlıyor gaspar noe. nitekim, dansçıların tanıtıldığı sahnede, kadrajın sol yanında kitaplar, sağ yanında filmler var. salo* var misal, endülüs köpeği var, suspiria var. ustalara saygıyla açılan ustaca bir film. sarsıcı, etkileyici. ismiyle müsemma, giderek artan temposuyla gergin ve nefessiz zirveye çıkarıyor. filmekimi'nde loro, the favourite gibi iddialı filmler ziyadesiyle tırt çıktığı için giderken vasatsa çıkarız havasındaydık. çıkmayı geçtim, âdeta pseudo-lsd etkisiyle koltuğa mıhlandık.

    tek mekân filmi, dışarısı yok. o kadar yok ki, karla kaplı altı üstü olmayan bir boşluk var dışarıda ve orada yaşama şansı da yok. yani yönetmen kurduğu dünyanın topografisini nefis işliyor. bizi yeşil ve kırmızının baskın olduğu bir mekâna hapsediyor. bu mekânı hem dünya hem zihnimiz olarak okuyabiliriz. zihnimizin köşesine sıkıştırmak için de lsd'yi kullanıyor. lsd, kültür tarihinde namlı bir maddedir. beatles'ın lucy in the sky with diamonds yahut aldous huxley'nin algı kapıları mesela. özellikle 70'lerin havası asit havasıdır, noe'nin filmin müziklerinde 70'lerin iki önemli disco ikonu giorgio moroder ve cerrone'yi kullanması elbette tesadüf değildir. bu konuyla alakalı olarak in nuce'den okuyunuz: #9328808.

    lsd, algıyı çarpıtır, zaman-mekân-beden duygusunu yıkar. bu yüzden yüksek binalarda vb. asit yapmayın derler; yüksekte olduğunu fark etmeyip aşağı atlamak, yangın çıkarmak filan lsd'nin etkileridir. zihnin köşesine sıkışan insanın tüm hayvanlığı ortaya çıkar. bir aslanın tabiatı yırtıcılıktır, içinden de ancak yırtıcılık çıkar. insanın doğası ise girifttir, içinde sırtlanından kelebeğine bir orman dolusu hayvan vardır. dolayısıyla hepsinin birden açığa çıkışı insanı afallatır, bir an cengâver kesilir, bir an sonra pusar dağılır. asidin etkisiyle çorba olan hâlleriyle baş etmek için de iki temel dürtüsü ortama ağırlığını koyar: şehvet ve şiddet. filmin en sevdiğim tarafı bu oldu. insanın hayvaniyetini çok güzel yansıtmış canına yandığım. kendini bilmek diye buna diyoruz. insanın bir de ruhaniyeti var tabii, eh bunu da bilen kurtuldu gitti.

    günün birinde, 2000'lerin ilk çeyreğini bize anlatın diyen olursa, gelişmiş ülkeler ciheti için climax'i, az gelişmişler için de kefernahum'u izleterek işe başlayabiliriz. ikisini de aynı gün izlediğim için böyle bir analoji yapıyorum. eğildikleri konulara dair anlamlı cümleler kuran, buram buram zamanın ruhu* kokan iki film. zamanımızın karmaşık ruhunu anlamak isteyenler için birebir. hani bir filmin nasıl sanat olacağını düşünmüştük, (bkz: işte böyle/#82276258).

    kefernahum'da zain, ana-babasını onu bu dünyaya getirdikleri için dava ediyor. sefaletin içine doğan orta doğulu, afrikalı çocuklar hepimizden davacı. bu açıdan kefernahum, insanlığımızdan utandıran bir film. climax'de de hayvaniyeti insanı dava ediyor, sıkı sıkı tutması gereken yularını kaybettiği için. o da insanlığımızdan utandıran bir film. ayrıca noe, filmi fransız bayrağının önünde kuruyor, yani devletlere, erk sahiplerine de utanın, diyor. geliştirdiğiniz ve insanı içinde köşeye sıkıştırıp salt hayvanını semirttiğiniz dünya modeli bu! sonunda fonksiyonsuz kolluk kuvvetlerinizle ancak seyircisi olabildiğiniz bir dünya...

    saygılar efendim.


    (atlantisten gelen zekiye - 15 Ekim 2018 21:15)

  • comment image

    2 hafta önce izledim ve sindireyim istedim buraya yazmadan önce. ilk heyecanla yazsaydım övgüye boğardım çünkü. gerçi hala etkisindeyim, arşivimde en üst sıralarda olacak ve defalarca izleyeceğim muhtemelen hayatım boyunca.

    gaspar noe climax yani doruk ismini bence kendi sinema serüveni için koymuş çünkü bu film onun doruk noktası. bundan sonra uyuşturucu, seks ve şiddet temalarını bırakıp çok farklı kulvarda filmler çekeceğini düşünüyorum. zaten bu filmde irreversible den beri gevelediği baklayı çıkarıyor ağzından; doğum ve ölüm olağanüstü tecrübelerdir, hayat ise geçici zevkten ibarettir. climax aslında gaspar noe sinemasının da ölümü bence. çocuk, hamile kadın ve ölümün eksik olmadığı filmlerin sanırım sonuna geldik. başka bir şey doğacak mı göreceğiz.

    --- spoiler ---

    ilk bölümde 1996 yılında parıltılı fransız bayrağı altında dans eden insanlar. bu insanları kökenleri, rengi veya cinsel ve kültürel yönelimleriyle ayırt edebiliyoruz net bir şekilde. 90'ların çok kültürlü fransa’ sının silüeti. herkes dansa eşlik ediyor, bireysel olarak farklı tarzda olsa da bütün olarak enfes bir görüntü çıkıyor ortaya. farklılığın yarattığı zenginliği hayranlıkla izliyoruz.

    ardından gelen kontrol manyaklığı, hapsolma psikolojisi, karşıtlık, üstünlük kurma, dışlama, küçümseme gibi hislerin etrafını saran delirme hali. grubun her bir üyesinin diğeriyle aynı olma imkansızlığının vurgulanması. klostrofobik uzun kasvetli koridorlarda artan müzikle, gaspar noe' nin psikolojik renk gibi kullandığı kırmızıyla ayrımcılığa giden yolda ilerliyoruz sanki. en ufak sorunda müslüman olan suçlanıyor, kürtaj düşünen hamile kadın dövülüyor, siyahiler beyaz adamın alnına gamalı hac çiziyorlar. bu karmaşada küçük bir çocuk unutulup ölüme terk ediliyor, fransız gençliği sanki.

    filmin sonunda herkes bitik halde iken tüm karmaşanın sebebi alman kadın doruğa ulaşıyor. fransızların hala alman paranoyasını taşıdığını simgeliyor bence, biz kendimizi yerken almanlar yükseliyor der gibi.


    (old fashion - 26 Ekim 2018 11:29)

  • comment image

    görsel ve işitsel tarafı yeterince yazıldığı için filmi politik bir açıdan ele almak istedim. çünkü bana kalırsa fazlasıyla politik göndermeler de var.

    --- spoiler ---

    filmde, ilk gözüme çarpan, dans salonunda duran devasa fransız bayrağı. ve dikkat ettiyseniz eğer son derece ihtişamlı, parlak bir bayrak bu. fransa bu noktada kilit bir unsur taşıyor zira şu anda avrupa birliği'nde en çok müslüman popülasyonu ve orijini fransız olmayan insanı barındıran ülke konumunda. bir nevi çok çeşitlilik açısından avrupa'nın abd'si diyebiliriz.
    görünüşe bakıldığında son derece ihtişamlı duran bu bayrak alegorisi ki çok çeşitliliğin parlaklığını simgeliyor, içten içe bir çürümeyle karşı karşıya.

    filmde lsd yüzünden kendinden geçtiğini düşündüğümüz dansçılar, bana kalırsa avrupa'nın ve özünde tüm dünyanın koşar adım ilerlediği çıldırma durumunu simgeliyor.

    hatırlarsanız filmde ilk linç girişimine uğrayan omar'dı. omar müslüman ve dinine son derece bağlı bir karakter olarak çiziliyor. dolayısıyla toplum tarafından ilk lince uğrayan kişi olması tesadüf değil.

    gerek 2015 ışid saldırıları, gerek charlie hebdo saldırısından sonra zaten varolan islamofobi, fransa'da ciddi boyutlara ulaştı. marine le pen'in cumhurbaşkanı seçimlerinde ikinci aday oluşu, fransız halkının zaten ayrımcı olan hareketlerinin iyice keskinleşmesi bu çeşitliliğin parlaklığının artık çürümeye başladığının göstergesi.

    devam edelim, ikinci kurbanımız bebeğinin babasının kim olduğunu bilmeyen bir hamile kadın. ve bu kadın; dansçıların da tezahuratıyla karnına bıçak saplayarak, kolunda ve yüzünde çizikler oluşturuyor. bu sırada dansçılar da kadını aşağılamak için yüzüne içki fırlatıyor.
    fark ettiyseniz yine son yıllarda, tüm toplumlarda yükselen sağ faşizmle birlikte kadının toplumda edindiği yerin tekrar sarsılması söz konusu**** ahlaki normlara uymayan kadın toplumsal lince uğruyor. cezalandırılıyor. ve toplum da bundan müthiş bir haz alıyor. yaşadığımız topraklarda babası belirsiz hamile bir kadını taşlayın deseniz taşlayacak mahalleler var.

    gelelim son kısma; david'in linç edilmesi. bu defa beyaz bir fransız, siyahlar tarafından linç ediliyor. dikkat ettiyseniz david, grubun lideri konumundaydı. ve kendisi hariç diğer erkek dansçılar siyahiydi. ne zaman ki david, siyahi bir kız olan gazelle'e asılmaya başladı, yani ötekilerin kara sularına girdi, penisinin koparılma fikrine kadar uç linç düşünceler belirdi.hatırlayacaksınız, linç eden bu ikili filmin başında fransız bayrağını görmekten midelerinin bulandığından, tiksindiklerinden bahsediyorlardı.
    bu da fransız gettolarında biriken öfkenin simgesi aslında. beyaz egemenliği ve beyaz nazizmine olan öfkenin. bu yüzden david dövüldükten sonra alnına swastika çiziliyor. yani intikam, öfke paldır küldür geliyor.

    son olarak, beni en çok etkileyen kısım, tito* 'nun elektrik akımına kapılarak ölmesi. tito yüksek elektrik akımına kapılarak öldükten sonra salonda kahkahalar eşliğinde "tito kül oldu" çığırtkanlığını ve müziğin kesilmesine üzülenleri hatırlayacaksınızdır. bu da toplumun had safhadaki duyarsızlığı, içine düştüğü narsistik sadizm kısmının yansıması. başkasının acı çekişinden alınan dehşetli haz. şiddet ne denli artıyorsa insanların aldığı keyif de o denli artıyor. son yıllarda medyanın da etkisiyle tam bir şiddet pornosuna tanık oluyoruz aslında. öyle bir kanıksama noktasına gelindi ki toplum şiddetten aldığı zevki saklama gereği bile duymuyor.

    ve kapanışla her şeyi bir alman kadının tezgahladığının anlaşılması. adeta bir 2. dünya savaşı öncesine göz kırpış. ki şu an en çok konuşulan dünya problemi, sağ faşizmin yükselişinin, 2. dünya savaşı öncesi dönemle olan inanılmaz benzerliği.

    ---
    spoiler ---


    (cochon - 4 Kasım 2018 22:17)

  • comment image

    muhtemelen etkisinden çok uzun süre çıkamayacağım film. gaspar noe bu filmle birlikte krallığını ilan etmiş. irreversible'dan bariz biçimde daha yi, enter the void'le yarışır düzeyde. love ise yanına bile yaklaşamaz. öyle ki bundan bir önceki film olan love bu filmin yanında çok ciciş, çok naif kalmış. ki bilmeyenler için, love yarısı porno (ki mecazen değil, gerçek anlamda porno) sahnelerden oluşan ağır dramatik kahredici bir filmdir.

    --- spoiler ---
    kamera film boyunca bir observer gibi grubun arasında aklı başında biçimde dolaşıyor ama ikinci yarıda o malum tepeden çekim danslar ve credits'ten sonra (evet ruh hastası credits'i filmin ortasına koymuş) kameranın da sangria içmiş gibi delirişine tanık oluyoruz. aktüel kamera aktüellikten çıkıp bildiğimiz ters dönen, mantıksızca ruh gibi etrafta dolaşan, saçma açılar kovalayan çılgın gaspar noe kamerasına dönüyor. ilk yarısı video klip tadında, biraz da karakterleri tanıyalım modunda light geçen film ikinci yarı karakterlerin bilinçaltının dışa vurmaya başlamasıyla adeta "alien meets enter the void" gibi bir şeye dönüşüyor. izlediğim 10 filmden 8'i gerilim olmasına ve çok film izlememe rağmen belki üç dört senedir hiçbir filmde bu kadar gerilmemiştim. onlarla birlikte benim midem de bulandı, oradan kaçmak kurtulmak istedim (geçmişte bazı kötü deneyimleriniz varsa tebrikler, sıçtınız), ama film izleyiciye nefes aldırmak şöyle dursun, her yeni dakikada bir önceki dakikayı aratacak kadar kapandı, karabasan gibi üzerime çöktü. evet bir climax'i anlatıyor ama tersine climax.

    rahatsız olduğum tek nokta sonunda lsd'yi kimin koyduğunu göstermesi oldu. sanki merak ediyormuşuz, sanki bu kadar şeyden sonra aklımızda o soru kalmış gibi. gaspar bari sen yapma. gerçi düz sinema izleyicisi illa bir hikaye görmek istiyor. filmin ilk yarısındaki uzun dans sekanslarında salonda bayağı bir insan oıflayıp pufladı (keşke filmekimi'nde gitseymişim, orada izleyici profili biraz daha iyi oluyor), filmden kopanlar oldu, hemen bok varmış gibi o telefon ekranları parlamaya başladı. gaspar'ı da anlıyorum. son yarım saat neler olmuş, izleyici adını unutacak seviyeye gelmiş, hala "ee kim koymuş lsd'yi öğrenemedik" diye soracak üç beş çomar varsa onlara otuz saniyelik kısa final yapmış. ama yapmasaydın da iyiydi be abi, o sorunun cevabını bazı ticari kaygılar yüzünden verdiğin öyle barizdi ki. filmekimi'ndeki bir başka muhteşem film olan beoning'in finalindeki cinayet ne kadar gereksizse burada da göze asit damlatma sahnesi o kadar gereksiz geldi.
    ---
    spoiler ---

    değinmeden olmaz, filmin neredeyse 1,5 saat aralıksız devam eden muhteşem müzikleri var. açılış erik satie'nin meşhur once upon a time in paris'inin (trois gymnopedies) daha da iç burkan bir cover'ıyla başlayıp fragmanda da kullanılan supernature'la devam ediyor. sonra da aphex twin'inden daft punk'ına çok iyi bir dj set çalıyor. basları içinizde hissettikçe daha iyi havaya giriyorsunuz. sırf o yüzden filmin sinemada izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. evde izleyecekseniz bile kulaklık takın öyle izleyin.

    son olarak filmle ilgili trivialar:

    -çekimler filmi cannes'a yetiştirmek için 15 günde tamamlanmış.
    -senaryo 5 sayfa, gerisi doğaçlamaymış.
    -sahneler kronolojik sırayla çekilmiş.
    -gaspar noe'ye göre filmin ilk yarısı roller coaster, ikinci yarısı korku tüneli treni gibiymiş.
    -internette asit kullanan insanların videolarından bir derleme yapılmış, çekimlerden önce herkese izletilmiş.
    -selva'yı oynayan oyuncu dışında cast'ın tamamı dansçılardan oluşuyor. gaspar noe bu ekibi dans kulüplerinden ve internetten toplamış.
    -açılışta tek plan çekilen toplu dans sahnesi 15 kez denenmiş.
    -bireysel dansların hiçbiri koreografi değil, dansçılar içinden geldikleri gibi oynamış.
    -film 1996 yılında geçiyor. o yüzden telefonları yok. müzikler ve kıyafetler de ona göre seçilmiş.
    -gaspar noe uzun planlar için victoria'dan ilham almış (izlemediyseniz kesin izleyin. iki küsür saat tek plan giden bir filmdir)
    -bir röportajda gaspar noe filmin temasının kontrolü kaybetmek ve güvenli bir yerin tekinsiz bir yere dönüşmesi olduğunu söylemiş. ayrıca 2001 a space odyssey'de nasıl maymunların insana evrimi gösteriliyorsa, bu filmde de tersine bir evrimi göstermek istemiş.


    (sir gawain - 4 Kasım 2018 23:29)

  • comment image

    bu filme şehvet, hırs, bastırılmış cinsel duygular vesaire diyen olmuş ama cannes ta prömiyere çıkmış bu film tamamiyle politik abicim. filmin konusu uyuşturucunun zararlarını gösteren yeşilay tarzlı bir katarsis kesinlikle değil.
    --- spoiler ---
    öncelikle her dansçı birer metafor. tespit edebildiklerimi yazıyorum.
    küçük çocuğun adının tito olması tesadüf değil. tito komünizm etkisindeki doğu bloku ülkelerini temsil etmekte.
    anneleri emmanuele yani sovyetler veya komünizm bu ülkeleri kapitalizmden korumak maksadıyla dış dünyadan kopuk bir şekilde yönetiyor. sonunda da çocuk ve anne ölüyor yani kendi kapalı bölgelerinde komünizm çöküyor ve sovyetler dağılıyor.

    hamile olan kız direk meryem anaya bir gönderme. çünkü “bu çocuk kimden” tepkisi aynen meryem’in ferisilerden gördüğü tepkiyi yansıtıyor.
    nihayetinde bu hamile kadını zenci başka bir hatun dom yani amerika tekmeliyor.

    trump’ın muhafazakar bir evanjelist olması ve kendi ülke çıkarları için hristiyanlık dinini tahrif etmesine bir gönderme. o tekmelerden sonra duvarda gözüken haç işaretli poster umarım dikkatinizi çekmiştir.
    dom aynı zamanda ömer’i yani müslümanları da kapı dışarı eden, gelen geçeni suçlayıp olayları başkasının üzerine atmasıyla gayet güzel bir şekilde ülkesini yansıtıyor.

    david karakteri yahudileri temsil ediyor. adının david olması yani davud tesadüf değil. bu adam dikkat ederseniz herşeyi yapmaya hazır olduğunu söylüyor. -vaat edilen rol yani vaat edilen topraklar için- ve filmin ilerleyen sahnelerinde bu adamı ne salva ne daddy hiçkimse istemiyor. bu yahudilerin tarih boyunca gördüğü zulmü temsil etmekte. başına çizilen gamalı haçta nazilerin bu adamları kesmesine bir gönderme.

    birbirleriyle sevişen kardeşler arap ülkelerini temsil etmekteler. dikkat edilirse ilk kız kardeşimiz ömer’e ilgi duymakta. yani islamın özüne müslümanlığa. fakat daha sonra ondan vazgeçip david’le yakınlaşmaya başlıyor.-yani israil ile- bunun neticesinde bunu hazmedemeyen diğer arap ülkeleri -erkek kardeş- arasında ensest olarak adlandırabileceğimiz tuhaf ilişkiler dönüyor. arap toplumlarının aynı soydan gelip bu kadar ayrı olmaları ve sahip oldukları çarpık ilişkiler ensest ile anlatılmış.

    salva karakteri ülkeyi değil gücü temsil ediyor. çünkü birçok dansçı yani ülkeler onu elde etmeye çalıştı. en sonunda onu elde eden küçük lezbiyen yani almanya oldu.

    daddy karakteri tanrı’yı temsil etmekte. zira parti başlarken tanrı bizimle diye bağıran ve olaylar koparken hiçkimseyle ilgilenmeyen bu adam “bu kadar zulüm varken tanrı nerede” anlayışını sembolize etmekte.

    filmin başında seks muhabbeti yapan iki zenci kolonize edilmiş afrika sömürgelerini temsil etmekte. zira bu adamlar alkol alırken asılı duran haç işaretli bayrağı korkunç olarak değerlendirmekte. malum bu ülkeler kolonize edilirken başta misyonerler tarafından ziyaret edildiler. ve son sahnede kendilerini adeta afrika yerel figürleriyle boyanmış bir halde kendisini kaşıyarak vücudunu kanatırken gördük. sömürge zihniyetinden hala kurtulmaya çalışmalarına bir gönderme var.

    ilacı karıştıran uzun boylu lezbiyen ise ingiltere’yi temsil etmekte. kızın alman olması ingiliz kraliyet ailesinin alman kökenli olmasına bir gönderme. bir taşla iki kuş vuruyor fransızlar bu şekilde. ingiltere ortalığı karıştırıp en az zarar gören ülke oluyor.

    son olarakta alkol medyayı uyuşturucu ise alkolün içine katılan kasıtlı siyasi yönlendirme maksadı taşıyan propagandaları temsil ediyor.

    özetle film uyuşturucu katılmış alkolleri -propaganda yapan medya kanalları- tüketen dansçıların -ülkelerin- buna verdikleri reaksiyonları ve birbirleriyle olan ilişkisini metaforik bir dille anlatmakta.

    edit:an itibariyle ekşişeylerde yayınlanmış entryim. güne güzel haberle başlamak gibisi yok.
    dipnot: çok sayıda güzel yorum aldım.herkese teşekkür ediyorum. yorumum doğrultusunda başka analizler yapıp başka metaforlar bulan arkadaşlarda var. onları da en kısa sürede ekleyeceğim.
    ---
    spoiler ---

    gelen yorumlar üzerine açıklama: bazı entellektüel, geniş açılı arkadaşlar(!) yorumumu sığ ve gerzekçe bulmuş. bu filmle ne alaka vs dercesine.
    bakın arkadaşlar, filmin başında ki röportaj sahnesinde sağda solda duran kitapları,filmleri hatırlayın. bunlardan bir tanesi ki aynı zamanda filmin ışıklandırılmasından tutun dans sahnelerine kadar esinlenilen suspiria (77 versiyonu) adlı film.
    bu film kırmızı mavi ışıklandırmalarıyla bir bale okulunda geçmekte. ne kadar benzer geldi di mi? suspiria adlı filmde de olaylar sarpa sarmadan güzel bir kareografi var. ben hoş tesadüf di mi? ve bu film direk climaxte de geçiyor. çok hoş.
    suspiria adlı film de öküz gibi metaforik göndermeler içerirken, bu filmin son sahnesinde ki gül-haç tarikatı sembolü ve cadı öldürülmeden hemen önceki illüminati simgesi (direk üçgenin üstünde ebesinin şeyi gibi göz var) filmin korku filmi altında başka şeylere işaret ettiğinin göstergesi.
    suspiria filminin almanya da ki bir okulda geçmesi bile tesadüf değil ama o da bu başlığın konusu değil.
    röportaj sahnesinde adı geçen yazarlardan birisi de nietzche. varoluşçuluğu da cebe koyalım.
    geçen filmlerden bir tanesi angst. kamera açılarından anlaşılacağı üzere gaspar reyis bu filmden de köpek gibi etkilenmiş. bu film öfke nöbeti geçiren bir manyağın sağa sola zarar vermesiyle alakalı.
    yani bunlar birleştirince ne oluyor?
    gaspar noe’nin tüm filmlerini izlemiş olarak başta le carne ve seul contre tous dan yola çıkarak bu adam filmlerinde hep varoluşçu çıkmazı tek tek farklı boyutlarda işlemiş.
    hayat müşterek bir imkansızlıktır sözüyle zaten film bu konuda tavan yapmış.
    camus’nun de dediği gibi “hayat o kadar değersizdir ki intihar etmek bile gereksizdir.çünkü intihar yani hayata karşı bulunacak her türlü eylem hayata bir anlam verildiğini gösterir.”
    gaspar noe’nin hiç bir filminde karakter intihar etmez.hepsi hayatında kriz yaşayan karakterler mevcuttur. ve bunlar sürekli sistemde devam ederler.
    meriçler damlar şimdi seul contre tous da adam intihar etti diye.götünden izlemeyin şu filmi. aynı adam irreversible da da var.
    climax filmi ile gaspar noe, varoluşçuluğu siyasal ve inançsal bir açıdan ele alarak incelemiş. bunu yaparken de esinlendiği eserleri o en başta tek tek koymuş.
    gidin yetenek sizsiniz türkiye izleyin sevgili meriçler. çünkü gaspar noe filmi izleyip “ben ne izledim porno muydu aq” diyen insanlardan tek farkınız filmde ki bu göndermelere gözünüzü kapatıp “yaaa abi bastırılmış duygular yaaaa” demekten ötesi değil.


    (sertacist parti - 10 Kasım 2018 02:48)

  • comment image

    başlıktaki en beğenilen entryleri okudum. politik metaforlar çıkaranları okurken önce güldüm, dedim herhalde ironi yapıyorlar. sonrasında tamamen ciddi olduklarını anladım. üzüldüm, sinirlendim.

    yahu yaptığınız tespitlerden, "şu metafordur, şu bunu temsil ediyor"lardan gaspar noe'nun bile haberi yok. adam görse güler muhtemelen. bir de öyle bir kendinden eminlikle yazılmış ki o fazlasıyla zorlama yorumlamaları/metaforları görmeyen kendini suçlu hissediyor.


    (mugar - 29 Kasım 2018 03:16)

  • comment image

    #83175138
    filmle ilgili en beğenilen yorum da yazar arkadaş filmin konusu itibarıyla ''uyuşturucunun zararlarını gösteren yeşilay tarzlı bir katarsis''den çok daha fazlası olduğunu söyleyerek filme ilgili aşağıda değineceğim bazı metaforik çözümlemeler yapmış.

    spoiler-

    ''çocuğun adının tito olması tesadüf değilmiş.tito komünizm etkisindeki doğu bloku ülkelerini temsil ediyomuş.anneleri, yani sovyetler de bu ülkeleri kapitalizmden korumak için dış dünyadan kopuk bir şekilde yönetiyomuş ve en sonunda kendi kapalı bölgelerinde komünizmin çöküşüyle beraber ölüp gidiyolarmış tıpkı filmde olduğu gibi.''

    keşke doğu bloku ülkelerinden birini çağrıştıracak bir liderin ismi kullanılsaymış o zaman.çünkü yazarın iddia ettiği gibi tito yugoslavya'sı hiçbir zaman doğu bloku ülkelerine dahil olmamıştır.bağlantısızlar hareketinin kurucusu da olan tito sovyetler le mesafeyi korumasını hep bilmiştir.

    hamile kız direk meryem anaymış zaten.niye, çünkü arkadaşlarından gördüğü ''bu çocuk kimden'' tepkisi aynen meryem'in ferisilerden gördüğü tepkiyi yansıtıyormuş.''
    daddy karakteri de allahmış.niye mi?çünkü parti başlarken tanrı bizimle diye bağırmış ama olaylar koparken hiçkimseyle ilgilenmemiş “bu kadar zulüm varken tanrı nerede” anlayışını sembolize ediyomuş vs...böyle bi kaç tane zorlama çıkarım daha var.

    hadi şu çözdüğünüzü iddia ettiğiniz metaforlarla ilgili sunduğunuz delillerin ikna edici olduklarını, zorlama olmadıklarını ve akla yatkın olduklarını varsayalım.e nedir yani bu bu filmin amacı.yönetmen bir sürü metaforu, göndermeyi seyircinin kafasına boca edecek.seyirci de bunlardan yakalayabildiği kadarıyla zekasıyla övünecek.öyle mi?

    hem bu olduğunu iddia ettiğiniz metaforlar filmi neden daha değerli yapsın?simgesel anlatım işlevsel olursa, belli bir konuyu aktarmak amacıyla kullanılırsa işe yarar.buradaki metaforik anlatımda bu var mı?
    meryem'le sovyetlerin çöküşünün, yahudilerle gücü sembolize ettiği iddia edilen salva karakterinin bağlantısı nedir?bölük pörçük, osurup osurup ipe dizer gibi gönderme yapmanın manası nedir?kafamıza bulmaca gibi boca edilen metaforik göndermeleri çözmenin bana seyirci olarak faydası nedir?kendi mi daha zeki hissetmek mi?
    spoiler-


    (bugun boyle gidelim yarin allah kerimdir - 10 Aralık 2018 22:36)

Yorum Kaynak Link : climax