Süre                : 1 Saat 41 dakika
Çıkış Tarihi     : 31 Temmuz 1980 Perşembe, Yapım Yılı : 1980
Türü                : Korku
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  EMI Films , Orion Pictures
Yönetmen       : Mike Newell (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Allan Scott (IMDB)(ekşi),Chris Bryant (IMDB)(ekşi),Clive Exton (IMDB)(ekşi),Bram Stoker (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Charlton Heston (IMDB)(ekşi), Susannah York (IMDB)(ekşi), Jill Townsend (IMDB), Stephanie Zimbalist (IMDB)(ekşi), Patrick Drury (IMDB), Bruce Myers (IMDB), Nadim Sawalha (IMDB)(ekşi), Ian McDiarmid (IMDB)(ekşi), Ahmed Osman (IMDB), Miriam Margolyes (IMDB), Michael Mellinger (IMDB), Leonard Maguire (IMDB), Ishia Bennison (IMDB), Madhav Sharma (IMDB), Michael Halphie (IMDB), Christopher Fairbank (IMDB), Roger Kemp (IMDB), Albert Moses (IMDB)

The Awakening (~ Dirilis) ' Filminin Konusu :
The Awakening is a movie starring Charlton Heston, Susannah York, and Jill Townsend. An archeologist discovers his daughter is possessed by the spirit of an Egyptian queen. To save mankind he must destroy her.


  • "filmin geçtiği okul, 1995 bbc yapımı pride and prejudice dizisinde pemberley malikanesi olarak kullanılan mekandır. kaynak : gereksiz hafızam."
  • "rebecca hall'un çok güzel gözüktüğü film. 20'lerin kıyafetleri içinde bile zarif ve seksiydi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    19 yüzyıl amerikalı kadın yazar kate chopin'nin yaşadığı zamanın ötesindeliğini gösterdiği cesur kitabı. kahramanımız edna pontellier'in sahip olduğu hiç bir değer, kimlik, varlık yalnızlığını bastıramamış, kendini bir hissettirememiştir. belkide taa ki...

    kate chopin, etkilendiği yazar guy de maupassant'ın solitude eserinde bahsettiği yalnızlığı ingilizceye şöyle çevirmiş; "whatever we may do or attempt, despite the embrace and transports of love, the hunger of the lips, we are always alone. i have dragged you out into the night in the vain hope of a moment's escape from the horrible solitude which overpowers me. but what is the use! i speak and you answer me, and still each of us is alone; side by side but alone."


    (thunder storm - 2 Aralık 2006 22:38)

  • comment image

    hayatımın en berbat hastalıklarından birini- ve dolayısıyla en berbat dönemlerinden birini- geçirmekte olup resmen günün 23 saati aynı odada ve yatakta kaldığımdan dolayı, vakit geçsin diye izlediğim sonsuz filmden, ama en güzellerinden biri olan film.
    hasta psikolojisine mi yorsam, nedir artık tam sebebini bilmesem de hiç eli ayağı düzgün bir romantik komedi, efendime söyleyim dram filan izlemedim, sürekli ama sürekli hayaletli evler, perili köşkler tadında, berbat psikolojimi yara gibi kaşıyan filmler izledim durdum. fakat the awakening, gerek konusu, gerek gerçekten şahane ötesi atmosferi, gerek oyunculukları ile(kadro zaten taş gibi) tekrar izleyebileceğim filmlerden biri oldu. gerçekten çok iyi.
    eksi yönleri yok mu? tabi ki var -değineceğiz az sonra-, bir de el orfanato ile çok kıyaslanmış, şöyle söyleyim, dram yönü el orfanato'ya göre çok çok ağır basıyordu. eh korkuya ne kaldığını varın izleyin görün..

    spoiler kısmına geçmeden önce önemli not:
    işbu filmde malikaneden bozma okul olarak gösterilen yer pemberley'nin bizzat kendisidir.
    fitzwilliam darcy'nin pemberley'si: http://janeausteninvermont.files.wordpress.com/…jpg
    ahan da bu ev: http://static-l3.blogcritics.org/…?t=20111116092505
    oyuna gelmeyelim kızlar!!!11

    --- ağır spoiler ---

    filmin öncelikle afişi beni çarptı, afişi gördüğüm an bir the others, bir frágiles vak'ası ile karşı karşıya olduğumu anlayıp nasıl sevindim nasıl.
    günümüz hayalet hikayelerini değil de, insanların ölünce hayalet olmalarının bir anlamı olduğu yılların hikayelerini seviyorsanız kaçırmayın izleyin derim, zira filmin girişi bile çok etkileyici; savaşlar, salgın hastalıklar, yoksulluk ve çok uzak değil, sadece bir yüzyıl geride bıraktığımız dönemde şimdi bize, dünyanın şanslı bir kesimine uçarı gelen sebeplerle ölen milyonlarca insanın çağı gerçekten o çağlar, bu yüzden giriş çok anlamlı: this is a time for ghosts

    filmin olayı sonuna dek tam anlamıyla çözülemiyor. sadece birkaç noktada (tom, maud ve robert mallory yemek yerlerken ikidebir lafa girerken ve çocuğu kimse iplemezken, tom florance'ı savaşta ölen sevgilisi hakkında konuştururken vb..) çakozluyorsunuz ki "aslında tom yok", zaten oyuncak tavşandan çıkan "bütün çocuklar gitti/biri hariç" tekerlemesi de tom'un yokluğunun altını fosforlu yeşille çiziyor. maud'un tom'a aşırı düşkünlüğü, maud'un florance'a aşırı hayranlığı ve eğitimli olduğu için kızla gurur duyması, kitabını incil'in yanına koyması, daha sonra kız tom'a çemkirince kıza kalpsiz diye geri çemkirmesi "du bakalım bu işte bir iş var" demeyi sağlıyor ama o kadar.

    açıkçası ben florance'ın realistlik çabalarını aslında hep bir umut için sürdürdüğünü, yani savaşta ölen sevgilisinin ruhuyla irtibata geçebilmek için bir yol, bir "evet hayaletler vardır, ölmüş sevdiklerimizi geri getirebiliriz yaşasın!" diyen bir yüz arıyor olmasına yorarak düşündüm, fakat hikayenin zayıf yönlerinden biri olarak bu savaşta ölen sevgiliye hiç yer verilmediği gibi, bir de son derece gereksiz sevişme sahnesi ve zorlama bir aşk, ayrıca neye yaradığını anlamadığım bir manyak kahya olayı vardı, adam sadece sayko sayko etrafta dolanıyordu.
    ha bir de, robert mallory'nin önce sara krizi geçiriyormuş gibi hareketler yapması, sonra bunun bacağındaki kesiğe bağlanması filan, olmamış. yaptığı hareketlere bakarak adam bir exorcism vakası yaşıyor sandım lan ben.

    neyse gelelim filmin önemli kısımlarından birine: kız öldü mü, ölmedi mi? bence ölmedi. çok çelişkili bırakılmış bu kısım, ölse herhalde yeni sevgilisiyle herkesin içinde öpüşüp koklaşmaz gibime geliyor? hadi kadın hayalet diyelim, peki ya adam deli mi? bir şekilde tom florance'a kıyamadı ve kusturucu her ne haltsa onu içirerek hayata döndürdü.

    mousie - mow zee dönüşümü de bir teddy daniels - andrew leaddis anagramı gibi olmuş, hoş olmuş.

    bu arada filmin en tırsınç sahnesi: o depo gibi yerde tom'un önce kolundan başlayarak yavaş yavaş çarpık suratı ile meydana çıkmasıydı, yemin ediyorum bir samara'ya dönüştü velet.
    fakat kardeşliklerine gözlerim yaşardı, zavallılarım, gariplerim dedim durdum ikisi eli silahı babayı birbirlerine sokulmuş beklerlerken. yalnız o babanın kız 9 yaşındayken coşması nedir öyle, birkaç haftalık bebek olsa ve adamı "çükü var" diye kandırsalar neyse de, koskoca kız yıllardır, daha neyine kız diye dışlıyorsun geberesice herif?

    filmdeki adı tom da olsa, gönüllerimizin stark'ı bran muhteşem oynamış bu arada.

    son olarak:
    - en çok gözlerimizi kapattığımızda karanlık olur, yine de açmayız?

    --- ağır spoiler ---

    the woman in black ne kadar uyduruk ve leş gibi bir filmse bu da bir o kadar güzel, izleyin izletin. 9/10


    (isolde - 31 Mart 2012 00:02)

  • comment image

    --- spoiler ---

    kadının ölüm anında çocukla olan son muhabbeti yüzünden ve sonrasında çocuğu göremediğini söylemesi kadının* öldüğünü düşündürttü bana da.

    okul müdürünün önünden geçerken gerçekten de görmüyorlar kadını ama kadına karşı saygı duymadıkları için görmemezlikten geliyor olabilirler. o sırada müdürün söylediklerini yanlış anlamadıysam ve çeviride de hata yoksa kadın ölmemiş:

    - cathcart'ın* pek faydası olmadı, o da pek kendinde değil sanırım.
    -bu konuda bir çalışma okumuştum. genelde bayanların aklı ileri eğitimi kaldıramıyormuş *

    ölmüş biri için "kendinde değil sanırım" diye bir cümle kullanmaz adam.

    bir de yaşlı kadının* söylediğine göre hayalet çocuğu*, kendini yalnız hissedenler görebiliyormuş. mallory'nin de yalnız bir adam olduğunu düşünürsek, florens'i neden görebildiğini anlayabiliriz.. (bkz: kendiyle çelişen entry)
    ---
    spoiler ---


    (mandy lane - 1 Nisan 2012 08:48)

  • comment image

    gerilimden uzak oyunculuklar ortalama ama bir şekil insanı o dönem havasına sokabilen bir film.

    --- spoiler ---
    kadının ölüp ölmediğiyle ilgili kararsız kalmaya zorlanmış bir final var ama çok bariz aslında kadın yaşıyor. çocuğa '' senin ölümünden sonra mutluluğu bulamadım ama burada şu an ölüp seninle kalırsam da sonsuza kadar mutsuz olacağım'' dediğinde çocuk bunu anladı ve '' yanımda kalmasan da ben hep senin yanında olacağım'' dedi. yani çocuk onun ölmesine izin vermedi.

    ---
    spoiler ---


    (yakumo - 1 Nisan 2012 09:04)

  • comment image

    şöyle güzel bir gerilim filmi izleyeyim, bünyem azıcık adrenalin salgılasın diye izleyip sonunda beni ağlatan film.

    --- spoiler ---
    korku/gerilim filmlerinde alışık olduğumuz o kasvet havası ingilizlerin elinden çıkınca da başka bir tatta oluyormuş. filmin geçtiği okul binası, başrolde rebecca hall, hayalet çocuk ve annesi, robert mallory hepsi buram buram yalnızlık kokuyordu. filmin bir drama dönüşebileceği aslında daha ilk sahnelerde bile kendini belli ederken, kadının ölen asker sevgilisi ile ilgili bir gelişme bekliyor insan ister istemez, ama farklı bir yere evriliyor dram, abla-kardeş merkezinde kocaman bir aile dramı çıkıyor ortaya. haliyle ölen asker sevgili konusu biraz havada kalıyor, ama belki de o asker sevgili kadının somut gerçeklere olan takıntısını ve aynı zamanda geçmişinden kaçışını sembolize eder hale geliyor. "hayalet avcısı" kadın ile ilgili soru işaretleri ister istemez filmin gerilimine girmenizi engelliyor. bir süre sonra kendinizi kadının geçmişiyle ilgili sorular sorarken buluyorsunuz ve "hayalet" mevzusu neredeyse arka plana düşüyor. yan karakterler de biraz eksik kalıyorlar, ormanda tüfeğiyle dolaşan manyağın teki var mesela, korkudan ödü patlamış bir öğrenciyi olduğu yerde bırakıp giden ve ölümüne sebebiyet veren manyak bir öğretmen, robert mallory'nin bacağındaki yarası, hani tamamen ilgisiz demeyelim sadece havada asılı kalıyorlar, bir yere varmıyor. ama tom ile florence'ın son sahneleri ne yalan söyleyeyim fena çarptı. o abla kardeş babalarından saklanışı, çocuğun vuruluşu filan oy anam oy bittim resmen. filmin finaline gelirsek, bence kesinlikle ölmedi florence, robert içeri girip yerde boylu boyunca yatan florence'i gördüğünde yanında onu iyileştiren ilaç da duruyordu ki robert'ı olduğu yere çivileyen de buydu, orada ölmüyordu kadın, hayata dönüyordu aslında. filmin sonunda da zaten okulun önünde beraber yürüyüp konuştular. hadi kadın öldü, adam yalnız-ki öyle olsa tom'u da görmüş olması icap eder- kadını o yüzden görüyor e bahçedeki bütün okul ahalisi mi yalnız? 1920'lerin ingilteresinde insanlar kendi kendine konuşup gezinen, öpüşen adamları normal karşılamıyorlardı herhalde? kadın ölse öldüğünü de bilir adama niye şoförü çağır desin? izlediğim ingiliz yapımlarından yola çıkarak böyle soru işaretleriyle ve çelişkilerle kafa karıştırmayı sever bir halleri olduğunu sezdim, muhtemelen ondan insanların biraz kafası bulanmış, ama bence kadın gayet kanlı canlıydı.
    ---
    spoiler ---

    neticede hakikaten güzel bir film, korku/gerilim izleyemem ödüm kopar diyenler de izleyebilirler korkacak bir şey yok.*


    (deli kusun sarkisi - 4 Nisan 2012 11:24)

  • comment image

    geleneksel korku ve gerilim film klişelerinin hepsini barındırsa da, dönemin yaşam tarzını çok iyi yansıtan ama yine de senaryoda hep eksik kalan yerlerin olduğu, buna karşılık müthiş kadraj ve fotoğrafik olarak ilgi çekici bir seyir yaşatan, temelde güzel ve izlenebilir bir filmdir.

    imdb puanı 6,5 idi, kanımca bir 6,9 ya da 7 puanı hak ediyor düşüncesi içindeyim.

    --- spoiler ---

    bana kalırsa kadın ölmedi*, ama sevgili yönetmenimiz; bu kısmı özellikle muallak bırakmak istedi. halbuki "şoföre beni biraz uzaktan almasını söyler misin?" repliği ile zaten hayatta olduğu fikrini biraz daha ağır bastırmak ve böyle olduğunu ifade etmek istediğini düşünüyorum.

    ---
    spoiler ---

    velhasıl klişelerle dolu olsa da, senaryo eksik kalsa da, görsel açıdan ve seyir zevki bakımından bu filme vakit ayırabilirsiniz.


    (jusiyans - 22 Temmuz 2012 03:43)

  • comment image

    rebecca hall ve dominic west'in yer aldığı ingiliz gerilim filmi.. yer yer klişeler olsa da başarılı kurgusu, giderek artan temposu, iyi oyunculuklar ve güzel müzikleriyle olmuş dedirtiyor. izleyin efendim.

    --- ağır spoiler, kaç kurtar kendini ---

    gelelim florence ölüyor mu ölmüyor mu? tabiki ölmüyor.
    yönetmen, bir yandan izleyicinin zihninde soru işareti bırakıyor -ki bunu özellikle yapıyor- ancak diğer yandan yer verdiği bazı repliklerle olayı netleştirmeyi de ihmal etmiyor.
    okulun koridorunda müdürün "çocuklar onu çok seviyorlardı, bir kaza olduğunu söyleyeceğim" dediği kişi florence değil maud. bunu söylerken florence'nin önlerinden geçiyor olması onu göremediklerinden değil, aldırış etmediklerinden. florence arkasındayken mallory'nin "orada olduğunu biliyorum" demesi yine florence'nin hayalet olduğunu imgeliyor ama değil. victor adlı yalnız çocuğun florence'ye selam vermesi yine florence'nin ölü olduğunu imgeliyor ama normal bir selam. florence'nin artık hayalet çocuk tom'u görememesi öldüğü için değil sadece yalnız insanlar hayalet görebildiği için. florence ve mallory artık beraberler. ikisi de hayalet göremiyor. müdürün "florence şu sıralar kendinde değil" demesi ve florence'nin mallory'e "şoföre söyler misin beni yolun sonunda beklesin" demesi florence'nin yaşadığını açık şekilde ortaya koyuyor.
    zira altıncı his filmindeki gibi bir durum yok, ölüler ölü olduğunu biliyor bu filmde. ölmüş olsa araba istemez.

    --- ağır spoiler, kaç kurtar kendini ---


    (returntheinnocence - 14 Kasım 2012 19:52)

  • comment image

    kate chopin'ın zamanında kıymeti bilinmemiş, 19.yy'da louisiana'da geçen kısa romanı. gradesaver'daki özeti ve analizi sayesinde okumadan da hakkında 10 sayfalık research paper yazılabilir, hatta a bile alınabilir.


    (agnitio - 29 Haziran 2004 15:03)

Yorum Kaynak Link : the awakening