Çıkış Tarihi     : 25 Mayıs 2014 Pazar, Yapım Yılı : 2014
Türü                : Drama,Gizemli
Ülke                : Rusya
Yapımcı          :  Non-Stop Productions
Yönetmen       : Vladimir Khotinenko (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Natalya Nazarova (IMDB)
Oyuncular      : Aleksey Kirsanov (IMDB), Aleksandr Kuznetsov (IMDB), Mariya Lugovaya (IMDB), Sergey Makovetskiy (IMDB), Nadezhda Markina (IMDB), Maksim Matveyev (IMDB), Ivanna Petrova (IMDB), Anton Shagin (IMDB)(ekşi), Mariya Shalayeva (IMDB), Evgeniy Tkachuk (IMDB), Vladimir Zaytsev (IMDB), Sofia Doniants (IMDB)

Besy (~ Biesy) ' Dizisinin Konusu :
Besy is a TV mini-series starring Aleksey Kirsanov, Aleksandr Kuznetsov, and Mariya Lugovaya. Based on a novel by a world-famous writer Feodor Dostoevsky.


  • "orhan pamuk tarafından "önsöz" yazılmış kitap. kitabı heyecanlı heyecanlı okumak isteyenlere; bu yazıyı "sonsöz" olarak okumalarını tavsiye ederim.*tabii ayrıca;(bkz: ecinniler)"
  • "her karakterini sayfalarca anlatan dostoyevski stavrogin için tek cümle kurar, yeterlidir;stavrogin inanırsa inandığına inanmaz, inanmazsa inanmadığına inanmaz."
  • "mikroskopla baktığımızda bir damla suda milyonlarcası kaynaşan mikroplardan biri çıkıp güneşe bir şiir yazsa, güneş kızabilir mi ona!dostoyevski, ecinler, iletişim yayınları"




Facebook Yorumları
  • comment image

    dosto baba'nın neden neredeyse üvey evlat muamelesi yapıldığını asla ve asla anlayamayacağım harika romanıdır bu. "yok yok" derler ya hani, bu romanda "yok bile var"dır.

    nedenine gelecek olursak, sefil zihnim şu teoriyi üretiyor:

    düşünce insanı zehirleyebilir mi? evet, zira dosto baba'nın kendisi dahi düşünceden ibarettir. bu harika roman içinde ana karakter diye bir şey yok gibidir; eğer ana karakter kavramından, diğer karakterlere nazaran eserde daha baskın, daha uzun ve karmaşık süreçlerle incelenmiş kahramanları anlıyor iseniz. çünkü yeryüzünün kutsal kitaplardan sonra en çok okunan adamı, bu romanında ele aldığı karakterlerin somut kılınabilmek için ihtiyaç duyduğu denge/ağırlık analizlerini müthiş bir ustalıkla kurmuştur. an gelir korkunç, güzel ve zeki stavrogin'in kendi ruhuna azap çektirmek için evlendiği ve kadını yapmayı göze alabildiği hasta ve çıldırık marya lebyatkina bir tiradla yeryüzündeki tüm acıları çektiğini hissettirir size, an gelir "inancım yeterli değil" diyen filozofik rahip tühon'un sözlerine dalıp tanrının siluetinin nasıl silikleştiğine şahitlik edersiniz. yüce insan; iyi yürekli aleksi kirillov'a, ""sergey nechaev"" temel alınarak oluşturulmuş acımasız nihilist peter verhovenski'ye, dodstoyesvki için bir anlamda güzel rusya'yı temsil eden ivan şatov'a hatta ve hatta bir asker parçası olan ignat lebyatkin' girersek hiç çıkamayız. ama hepsini birleştiren bir ortak nokta vardır ki, şahsen ben, karamazov kardeşler'de bile o sinematografiyi, o uğursuz ve kudretli manevi atmosferi yakalayamamışımdır naçizane.

    nedir o? her biri düşünce ile bağlıdır. düşünce ruhlarının zırhlarını delmiştir. düşünce inançlarını ya kaybettirmiş ya da sonuçlarını hiç önemsemeden deliler gibi bilemiştir. düşünce kişiliklerini yok etmiştir. düşünce sırlara vakıf ettirmemiş, çözümsüz soruların kedi sepeti misali koridorlarında çeşitli anlam ve şekillerde şiddete ve etkinliğe yöneltmiştir onları. düşünce intihar ettirmiş, kar yağmış pis sokaklarda ceketsiz yattırmış, düelloda hareketsiz kalarak boy hedefi olmayı kabul ettirmiştir. ve düşünce, daha nicelerini yaptırmıştır bu "insan"lara. sıradan insanların benzer sebeplerle yapmayı tasavvur etmeyeceği hemen hemen her şeyi yaptıklarından sebep, bizim kahramanlarımız artık insan değildir. her biri ayrı ayrı bir tür "sınır bilimci"dir; kendilerinden kendi elleriyle koparabilecekleri en büyük parçanın her daim takipçisidir ecinniler'in kahramanları. hastalıklı aşklardan, uslanmaz şefkatten, bağışlamadan ve bağışlanmadan, inançsızlıktan -ki en önemlisi hep budur- ve inançtan, sevgiden ve nefretten, varlıktan ve yokluktan, nihayetinde tanrı-insan'dan insan-tanrı'ya varan dikenli yoldan geçer ve bölüm sonu canavarına (tanrı) nanik yaparak kendi standartlarında birer "ecinni" olurlar.

    düşünceyi yaşamaktan korkmayan bilincin portesini çizer dosto baba ecinniler'de. uykusuzluk ve inançsızlık arasında kalan bir dehliz vardır her daim. ve düşünce ecinniler'in tüm karakterlerini, gönüllü olarak kıstırılmış bulundukları bu dehlizin içinde yakar da eritir. küllerden ve artıklardan bir yeniden doğuş söz konusu değildir. bir dönüşümdür olagiden ve okuyucuya inme iner.

    ne kadar ecinni olurlarsa olsunlar, her biri ayrı ayrı aziz ve azizedir, "var"ı "yok" içinde yaşamayı becerdikleri için.


    (samborasi - 26 Ekim 2006 18:09)

  • comment image

    dostoyevski, ecinniler ve türkiye
    erhan atagül

    orhan pamuk, ecinniler’in yazılmış en iyi siyasi roman olduğunu söyler. haklılığı su götürmez bir ifadedir bu fakat, yine de romanın, biçimsel ya da içeriksel her türlü övgüsünü ve ya onun edebiyat tarihinde kapladığı yerin ne olduğu sorusunu cevaplamayı meslekten eleştirmenlere bırakalım; çünkü bu yazının amacı ne dostoyevski’nin dehasına –kim bilir kaçıncı kez?- işaret etmek ne de romanın büyüklüğünden dem vurmaktır.

    hem zaten böyle bir çabaya girişmek, ilber ortaylı’nın bir ifadesiyle söylemek gerekirse eğer, haddimizi aşmak olacaktır. şu halde, dostoyevski’nin romanı yalnızca siyasi tarafıyla bu yazının konusu haline gelmektedir.

    sergey nechaev adlı nihilist bir rus gencinin işlediği bir cinayet üzerine ecinniler adlı romanını kaleme almaya başlamıştır dostoyevski. bu cinayetin, yazarı bu denli etkilemiş olması, şüphesiz ki, onun, yazarlığının bu ikinci* döneminde ortodoks-hıristiyan inancına ve panslavist dünya görüşüne olan yürekten inancıyla yakından alakalıdır.

    dostoyevski, on dokuzuncu yüzyıl rusya’sını geleneğinden kopmuş ve kendi bağrından çıkmamış bir takım ‘izm’lerin peşinde intihara –ya da çıldırışa- sürüklenen bir ülke olarak görüyordu. onu bu çıldırışa sürükleyen şeyi, metaforik bir ifadeyle, romanının ismi yaptı: ecinniler. incil’den kitabına aktardığı bölüm şöyledir:

    ‘’orada, çok büyük bir domuz sürüsü bayırda otlamaktaydı. kötü ruhlar isa’ya, ‘bizi domuzlara gönder de onların içine girelim’ diye yalvardılar. o da onlara izin verdi. kötü ruhlar çıkıp domuzların içine girdiler. sürü uçurumdan aşağı denize uçtu. binlerce domuz boğuldu.’’1 ardından şöyle der; ‘görüyorsun ya, aynı bizim rusya’mız gibi … deliler gibi kayalıklardan denize atlayacağız ve hepimiz öleceğiz.’ stepan trofimoviç’in ağzından aktarılan bu ifade de dostoyevski, kötü ruhların yani ecinnilerin rusya’nın ruhuna karıştığını ve onu çıldırışa, kendini yok edişe yani intihara sürüklediğini söyler. roman aslında bu sürüklenişin romanıdır. her bir karakter belirli bir siyasi tavrı, bir dünya görüşünü simgeler ve bu karakterlerin bazıları durdukları yer itibariyle rusya’nın ölümü manasına gelirken, bazıları, roman esnasında gerçekleşen dönüşümleri ile kurtuluşu müjdelerler. bir başka deyişle, dostoyevski, kimi karakterleri hastalığın teşhisi için kullanırken kimilerini hastalığın reçetesi olarak yazar. tam bu noktada, romanda geçen birkaç temel karakteri kısaca tanımak gerek.

    stavrogin, bir çelişkiler yumağıdır. ne batılı ne de bir rus, hem küçük bir kızın ırzına geçebilecek** kadar zalim hem de topal ve yarı deli zavallı bir kadınla evlenebilecek kadar koyu bir vicdan. stavrogin, rusya’nın fikri karmaşasıdır. romanın diğer bir karakteri olan kirilov şöyle der: ‘ stavrogin inandığı zaman, inandığına inanmıyor. inanmadığı zaman da inanmadığına inanmıyor.’

    pyotr stepanoviç, dostoyevski’nin romanı yazmasına esin kaynağı olan kişiyi, yani sergey nechaev’i simgeler. avrupa menşeli siyasi bir örgütün bölgedeki lideri olan stepanoviç, koyu bir nihilisttir.

    stepan trofimoviç, pyotr’ın babası. önceleri ateist bir rus entelektüelidir. kitabın sonlarında ise bir köye yerleşir ve kendini incil okumaya ve onu insanlara anlatmaya adar.

    ivan şatov, panslavist fikri temsil eder.

    kirilov, albert camus’un absürd felsefesine esin kaynağı olmuş bu karakterde dostoyevski, tanrı, irade ve özgürlük gibi kavramları inceler.

    karmazinov, batı hayranı bir rus yazardır. aslına bakılırsa karamazinov, ivan turgenyev’dir.

    romanın kalbine girmeden önce şunu söylemek gerekir ki, ecinniler, tugenyev’in babalar ve oğullar’ına verdiği bir cevaptır dostoyevski’nin. babalar ve oğullar’daki bazarov ile ecinniler’deki pyotr stepanovic’in benzerliği dikkat çekicidir.

    dostoyevski, turgenyev’in bir adım ötesine geçmiş ve bazarov’un fikirlerinden temel alan olası bir devrim ortamını resmetmiştir. fakat, bütün bu fikirler ithaldir. ülkeyi devrime sürükleyen kalabalık rusya’dan zihnen kopmuş, onu tanımayan dahası tanımak da istemeyen kişilerdir. şöyle diyor şatov’un ağzından dostoyevski:

    ‘’bu adamlar hiçbir zaman halkı sevmediler. halk için hiçbir zaman acı çekmediler. halk için hiçbir şeylerini feda etmediler ama onların hayalleriyle alay ettiler.


    ne rusya’yı ne halkı seviyorlar. insanın tanımadığı bir şeyi sevmesi olanaksızdır ve onlar rus halkıyla ilgili hiçbir şey bilmiyorlardı. hepiniz, daha görmeden, tanımadan halkın safına geçtiniz.


    yalnız halkı tanımamakla kalmadınız üstelik bir de hor gördünüz çünkü sizin için önemli olan yalnızca fransız halkıydı, hatta yalnızca parislilerdi ve rus halkının onlara benzememesinden utanç duyuyordunuz. işte gerçek budur. oysa halkı olmayanın tanrısı da yoktur. şunu bilin ki, halkını tanımak istemeyenler ve halkla bağlarını koparanlar inançlarını da yitirirler ve dinsiz ya da duygusuz insanlar olurlar.’’

    bu tirad, şatov’un dolayısıyla dostoyevski’nin çürümeyi nerede aradığı konusunda önemli ipuçları verir. rus entelektüeli kendi insanını tanımamaktadır ve bu tanımamazlık ve görmezden geliş de bile isteye yapılmıştır. çünkü o bir köylüdür ve ‘parisliler’ ifadesiyle anlatılmak istenen kişiye, yani rönesans’ı, fransız ihtilali’ni ve sanayi devrimini yaşamış, pozitif hukuku, demokrasiyi ve liberalizmi ve de laikliği keşfetmiş; bütün bu evrelerden geçerek ‘birey’ olmuş ‘modern’ kişiye hiç benzememektedir. sonuç olarak da rus entelektüelinin gözünde kendi köylüsü parisli bir şehirliye kıyasla utanılacak bir şey haline gelmiştir. bunun doğrudan bir sonucu olarak rus köylüsünü, bir takım batılı düşüncelerin zorla ve belki şiddet yoluyla kabul ettirilerek ‘modern insan’a dönüştürmek, tek çözüm yolu olarak belirmiştir. halbuki, yukarıdaki alıntıdan bir sayfa önce şöyle diyordu şatov (dostoyevski); ‘çalışmaya koyulalım önce, ancak o zaman kendimize özgü bir fikrimiz olur. ama hiçbir zaman çalışmayacağımıza göre şimdiye kadar bizim yerimize çalışmış olan, iki yüz yıldan beri hocalarımız olan o avrupa bizim adımıza düşünecektir.’ işte, pyotr stepanovic tam olarak bu ifadenin tezahürüdür. o rusya doğumlu bir batılıdır ve batının yüzyıllara yayarak gerçekleştirdiği dönüşümü bir günde, bir bıçak kesiği gibi rusya’da gerçekleştirmek ister. o katı bir pozitivist, her ne şekilde olursa olsun, tıpkı bazarov gibi, metafiziğe meyleden her durum karşısında soğukkanlı bir cani ve diğer taraftan da, iktidar düşkünü bir elitistir. dostoyevski, bu denli bir pozitivizmin, halkı aşağılayan, hor gören, onun alay eden ve onun, kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edemeyecek durumda olduğuna kanaat getiren bir elitizme yol açacağının; bu ikisinin birbirinden ayrılamaz, yek pare bir olgu olduğunun farkındadır elbet ve bu olguyu pyotr stepanovic’in kişiliğinde gözler önüne serer. yazar stepanovic’e yine şatov vasıtasıyla cevap verir: ‘ bilime gelince, kaba güce dayalı çözümler getirmekten başka bir şey yapmamıştır. bu, insanlık için, vebadan, açlıktan, savaştan çok daha tehlikeli olan ve yüzyılımızda oraya çıkan felaketlerin en korkuncu olan yarı-bilim için söz konusudur. yarı-bilim bir despottur ve bir benzeri daha görülmemiştir. bu öyle bir despottur ki, kendi bilim adamları ve kendi köleleri vardır. bu despotun önünde insan, kendinden geçerek, düşünmeden secde eder. bilim bile bu despotun önünde utanç verici bir şekilde titrer.’’ bu sözlerden anlamamız gereken şey dostoyevski’nin bilim düşmanı olduğu değildir. hayır. o, yarı-bilim diye tabir ettiği şeye karşı savaş açmıştır. peki, nedir bu yarı-bilim? bilim diye, bilimin çıktısını ithal etmektir elbette. ve burada fen bilimleri ya da sosyal bilimler diye bir ayrım yapma ihtiyacı duymaz çünkü kendi otomobilini üretemeyip dışarıdan almak ile kendine has bir ideoloji yaratamayıp dışarıdan almak arasında hiçbir fark yoktur. ‘çalışmaya koyulalım önce, ancak o zaman kendimize özgü bir fikrimiz olur’ demişti dostoyevski ve bu, yarı-bilimin ne olduğu hususunda en sarih ifadedir belki de. 19. yüzyılda halkının çok büyük bir kısmı köylü olan ve işçi sınıfından bahsetmenin neredeyse imkânsız olduğu bir rusya’da sosyalizm, tam manasıyla yarı-bilimdir. tepeden inmeciliğin, kendine yabancılaşmanın, despotluğun ve pyotr stepanovic’in kişiliğinde vücut bulan her şeyin adıdır. ve bu yarı-bilimin ortaya koyduğu insan modeli de ya stavrogin ya da kirilov’dur. yazık ki, ikisi de romanın sayfalarından intihar ederek ayrıldılar. stavrogin sapkınlık ve duygusuzluk, kirilov ise amaçsızlığının farkında olan bir bilinçtir. varoluşlarının hiçbir destek noktası kalmamıştır ve böyle bir boşlukta çok uzun süre ayakta kalamayacakları açıktır.

    buna karşın şatov, kendi köklerinden yükselen bir karakterdir. hegelvari bir hıristiyanlıktır onunkisi. kitabın bir yerinde ‘ tanrı’ya inanıyor musun?’ sorusuna verdiği cevap, dostoyevski’nin aslında meseleyi tek cümleyle özetlediği yerdir: ‘ben ortodoks rusya’ya inanıyorum’ der şatov. ortodoks rusya, yani rusya’nın ruhu... tanrı’dan söz etmez çünkü toplumsala çıkıldığında tanrı’ya inancın ya da inançsızlığın bir önemi yoktur. tanrı toplumun değil bireyin meselesidir ve kendi önemini de yalnızca tek bir kişinin içinde sonsuzca gösterebilir ve hatta belki kişinin hayattaki en önemli meselesi de budur; fakat toplum söz konusu olduğunda tanrı sessizce köşesine çekilir; artık sözü geçen şey dindir; din, yani kültür, örf, inanç. rusya’nın meselesi de budur; dinsiz bir rusya artık rusya değildir. başka bir yerdir artık o ve ne kendine benzer ne de batıya. çünkü batının dinsizliği bile dindarcadır, onun kültürü, örfü, dili ve inancıdır. insan haklarıdır; demokrasi ve mülkiyet hakkıdır; liberalizmdir. ama her bir terimin başına ‘batı’ kelimesini eklemek şartıyla… böylece tarih süzgecinden geçip gelen bu örf ulus devleti yaratır; batının ulus devletini. ‘tanrı’yı ulusun basit bir eşyası düzeyine mi indiriyorum ben? diye haykırır şatov, hayır, tersine halkı tanrı’nın düzeyine yükseltiyorum. ulus tanrı’nın bedenidir. eğer kendi tanrısı varsa, bir ulus kendi tanrısıyla dünyayı yenebileceğine ve bütün öteki tanrıları kovacağına inandığı sürece bir ulustur.’’ bu cümlelerdeki tanrı da ulus da bilinen manalarının dışındadır. yahudilerin dünyaya bıraktığı bir tanrı vardı, o bütün tek tanrılı ilahi dinlerin çıkış noktası oldu, yunanlıların tanrısı felsefeydi, romalıların ki ulus. hepsi de kendi tanrılarıyla dünya tarihine isimleri koydular. şatov’un çığlığı, dostoyevski’nin zihninde canlanan hegel düşüncelerinden başka bir şey değildir. o, stavrogin olan, pyotr ya da kirilov olan nietzsche’ye de marks’a da hegel’in mantığıyla cevap verir. ama onlara düşman olduğu için değil, yalnızca rus olduğu için. çünkü marks da nietzsche de batı toplumuna aittir ve yalnız orada sesine yankı bulabilir; rusya’da ise birer yabancı olmaktan öteye geçemeyeceklerdir.

    ve kurgunun gerçekle buluştuğu nokta da şatov öldürülür. bu siyasi cinayetin azmettiricisi sergey nechaev’i simgeleyen pyotr stepanovic’dir. şatov’un ölümü, batının tek sesliliği, modernizmi karşısında rus köylüsünün ölümüdür. fakat dostoyevski için bu ölüm bir son ya da mutlak bir yenilgi değildir. stepan trofimovic’in dönüşümü şatov’un, dolaysıyla rus ruhunun, yeniden doğumu gibidir. ‘’onların çılgınlıklarından kaçıyorum, kabuslarından kaçıyorum. rusya’yı aramaya gidiyorum. böyle bir şey var mı? rusya diye bir şey?’’ der stepan trofimovic. bu cümlede seçilen her bir kelime yerli yerindedir. onlar… kendi oğlu, yani pyotr stepanovic. peşinde oldukları şeyi ‘çılgınlık’ olarak niteler ve gördükleri şey ‘rüya’ değil ‘kabus’dur. rusya’yı aramaya gider. çünkü rusya kitapların içinde değildir. orta yaşı çoktan geçmiş bir entelektüeldir stepan trofimovic fakat okuduğu hiçbir şeyde rusya’yı bulamadığını pişmanlıkla itiraf eder. rusya’yı bulmak için de gerçek rusya’ya, halka gider ve onun ruhuna, yani incile.

    ve türkiye…

    ‘1968’den beri kurbanı veya seyircisi olduğumuz trajediyi, bütün çıplaklığı, bütün eziciliği ile ecinniler’de yaşıyoruz’2 diye yazmıştı cemil meriç. ecinniler, özelde rusya’nın genelde ise batılılaşma sancısı çeken tüm ulusların romanıdır; ama o uluslar içinde en çok da türkiye’nin. yazıda romandan alıntılanan kısımlardaki her bir rusya kelimesi silinip onun yerine türkiye yazılsa, bütün o cümleler anlamlarından hiç bir şey yitirmeyeceklerdir. türkiye iki yüzyıldan fazladır batılılaşma meselesiyle kafasını meşgul ederken kendisinin aslında ne olduğunu unutmuş ve sürüklendiği uçurumu fark etmemiştir bile. iki yüzyıldan fazladır ne kendi ne de batılı olabilmiştir. cumhuriyet ideolojisine gönülden bağlı olan yazar yakup kadri karaosmanoğlu, yaban romanında, türk entelektüelinin aymazlığını şöyle dile getirmiştir: ‘türk aydını, bu viran ülke için ne yaptın? yıllarca, yüzyıllarca onun kanına emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi gelip ondan tiksinme hakkını kendinde buluyorsun. anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. bir kafası vardı, aydınlatamadın. bir vücudu vardı, besleyemedin. üstünde yaşadığı bir toprak vardı, işletemedin. onu hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. ne ektin ki, ne biçeceksin?’3 yakup kadri’nin yakınması şatov’un sesiyle tek ses olur. aralarında hiçbir fark yoktur. yakup kadri, karamazinov olmaktan itina eder; o stepan trofimoviç’in yolunu işaret etmektedir. cemil meriç’in reçetesi de aynıdır: ‘aydın, sınırların ötesinden basmakalıp ıslahat projeleri dileneceğine, halkın içine inmeli.’’4 halka inmek. gerçek halka; türkiye’nin ruhuna... çünkü o ruh, ithal ideolojilerin üzerindedir; o, bizim kendi izm’imizdir. gerçekten de, kemalizm’e gönülden bağlı yakup kadri ile muhafazakâr cemil meriç’in kurtuluş olarak aynı noktaya işaret etmeleri, meselenin iktidar mücadelesinden çok daha öte bir şey olduğunun göstergesidir. iki aydın, pyotr stepanovic’in kişiliğinde vücut bulan batı hayranlığının, yarı-bilimciliğin, avrupa menşeli izmlerin ülkenin idrakine vurulmuş zincirler olduğunun farkındadırlar.

    türkiye son yıllarda kendiyle bir hesaplaşma içine girmiştir; eksik, yetersiz ama yine de faydalı bir hesaplaşma. biraz geç kalmış fakat önünde sonunda olması gereken bir hesaplaşma. ve bu hesaplaşma, kaçınılmaz olarak, dönüşümü gerçekleştirecektir. bizim için sevindirici yan, bu dönüşümün, daha önce olduğu gibi, bir takım entelektüellerin kafaya değnek vurarak yaptıkları bir şey değildir, aksine alt yapıdan yükselmektedir. sağlam bir kafanın ancak sağlam omuzlar üzerinde durabileceği gerçeğini fark eden türkiye, bu dönüşümün neticesinde kendi ruhunu bulacaktır. şatov’un ‘çalışmaya koyulalım önce, ancak o zaman kendi düşüncemiz olur’ dediği gibi, kendi halkına inen, onu tanıyan ve ona güvenen bir ülke yine bizzat onun üretimiyle ayaklanacaktır ve bu ayaklanma, bu ruh, tıpkı yunanlıların ya da romalıların yaptığı gibi, kendi izini bırakacaktır tarih sayfalarına.

    erhan atagül
    iletisim@politikadergisi.com

    http://politikadergisi.com/…ki-ecinniler-ve-turkiye


    (sanver - 29 Ağustos 2011 10:49)

  • comment image

    orhan pamuk tarafından "önsöz" yazılmış kitap. kitabı heyecanlı heyecanlı okumak isteyenlere; bu yazıyı "sonsöz" olarak okumalarını tavsiye ederim.*
    tabii ayrıca;
    (bkz: ecinniler)


    (yazdur - 6 Mayıs 2003 00:59)

  • comment image

    şu orhan pamuk'un özellikle dostoyevski kitaplarına yazdığı önsözlerle beraber "orhan pamuk önsöz yazmasın kampanyası" başlatmak gerekiyor. sözlük buna bir el atsın. ön bir bilgi olarak da evet bu kitabın önsözünü okusun bunalsın herkes.


    (veralynn - 6 Mayıs 2003 01:09)

  • comment image

    entryyi yazmaya başladığım gün aynı zamanda soren kierkegaard'ın doğum günü imiş kierkegaard'a atıfta bulunayım derken denk geldim bu tesadüf güzel oldu.

    orhan pamuk'a göre bu zamana kadar yazılmış olan en iyi siyasi roman.

    19. ve 20.yy'da avrupa'da olan gelişmeler ve bu gelişmeleri kaçırmış olan üç devletin, yani osmanlı ve japonya imparatorlukları ile rusya çarlığı hakkında attila ilhan'ın bir yorumunu görmüştüm; internet ortamını alt üst ettim, mâmafih bulamadım. attila ilhan osmanlıların avrupa'yı yakalamak için eğitim sistemini transfer ettiğini, rusların en yeni düşünce akımlarına saplanıp kaldığını söylüyordu, eh japonya için meiji restorasyonu var. velhasılı kelam en yeni düşüncüleri transfer eden rusya'nın yeni ile eski, gelenek ile modern, avrupa ile asyalı yanları da çekişecektir.

    rus çarlığı ilginçtir osmanlı imparatorluğu ilginç bir şekilde benzerdir, avrupa'nın durdurak bilmeden gelişmeye başlaması ile birlikte osmanlı'nın hastalığı rusya'ya da geçmiştir. yine de iki ülkenin kader ortaklığı biraz daha eskidir, en azından olayı romantikleştirmek için eskiye götürmekte fayda olacaktır. internette gezinirken bir bilgi gördüm, moskova her ne kadar düz bir alan üzerine kurulmuş şehir olsa da yedi tane tepesi olan bir şehirdir; hatta bu yedi tepe üzerine de stalin devrinde yedi tane kule inşa edilmiş. (bkz: moskova'nın 7 kuleleri) konstantin'in şehri düştükten sonra ortodoks dünyasının bayraktarlığı bir dönem sonra moskova knezliğine geçti, o da rus çarlığı oldu. eh çar kelimesi caesar'ın slavlaşmış versiyonundan başka bir şey değildir, tıpkı almanların kaiseri gibi. enfin*yedi tepeli ve bağımsız ortodoks patrikliğine sahip, sembol olarak hem doğuya hem de batıya bakan bir kartalı kendisine sembol edinmiş bir ülkenin yeni roma imparatorluğu rolüne soyunması son derece normaldir. rusların tarih sahnesinde yer almaya çalıştığı zamana bir göz atarsak doğuda tatarlar batıda ise katolik kilisesi adına çalışan töton şövalyeleri. dolayısıyla rusya ilk ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren ne tam anlamıyla doğulu olmayı başarabilmiştir ne de batılı, sözlükte popüler olan tabirle söylemek gerekirse nevi şahsına münhasırdır ve aynı rusya doğu'nun bireyselciliği ve ruhaniyetine sahip iken batı'nın toplumsalcılığı ve rasyonalitesine de sahiptir. bu durumda da fyodor mihailoviç dostoyevski'ye göre özgürlük batı'nın dayattığı ya da meşruiyet kazandırdığı şekilde politik açıdan özgürlük değildir, bilakis içten gelen bir sevgidir, yalnızca ruhani açıdan tanımlanabilir. yine de batıyı gezmiş ve bilen, ama aynı zamanda slavcı birisi olan dostoyevski rusya'nın avrupalı olmadığını, fakat aynı zamanda asyalı da olmadığını ikisinin arasında bir köprü* olduğunu fark etmişti. bunu da romanlarına sık sık yansıttı, rusya'yı nevi şahsına münhasır olarak gösterdi, iki kardeşten birisini tamamen rasyonalist olarak okurlarına tanıttı(bkz: ivan karamazov/@flavius aetius), diğerini ise sevgi dolu ve yumuşak kalpli bir karaktere büründürerek bizlere gösterdi.

    --- spoiler ---

    dostoyevksi'nin yazmış olduğu bu kitap daha önce de denilmiş olduğu gibi ivan turgenyev'in babalar ve oğullar* kitabına da karşılıktır. pek çok defa söylenen şeyi bir kez daha belirtelim. rusya'dan birbirine yakın dönemde birbirlerinden farklı siyasi görüşe sahip üç tane büyük yazar çıktı, bunlardan biri yani ivan turgenyev avrupacı iken, lev nikolayeviç tolstoy dindardır, dostoyevski ise rus* milliyetçisi. yazmış olduğu romanda karmazinov karakteri ile gerçek hayatta da pek hoşlaşmadığı turgenyev'i de karikatürleştiren dostoyevski onu ve onun gibi düşünenleri hâliyle yerden yere vurmuştur. dostoyevski romanını yazarken konu bulamamaktan muzdaripti, daha doğru ifade edecek olur isek istediği şekilde romanı gelişmiyordu, ardından bir haber ilgisini çekti. haber kısaca radikal nihilist görüşe sahip dört üniversite öğrencisinin hain olarak gördükleri bir arkadaşlarını öldürüp ardından da cesedi havuza atmaları ile ilgiliydi. yazar aradığı ilhamı bulmuştu.

    kitap luka incili’nden yapılan bir alıntıyla başlar, şu şekilde:

    "ileride, dağda otlayan bir domuz sürüsü vardı. ecinniler domuzların içine girmek için o’ndan izin istediler. o da izin verdi. ecinniler insanoğlunun içinden çıkıp domuzların içine girdiler. içinde ecinni olan domuzlar koşarak kendilerini uçurumdan göle atarak boğuldular. olan bitene şahit olan çobanlar, gördüklerini köylerde şehirlerde anlatmaya başladılar. insanlar onları görmeye koştu. dağda içinden ecinnilerin çıktığı insanı giyinmiş kuşanmış, aklı başında, isa’nın ayakları dibinde oturur halde bulunca korkuya kapıldılar. içine ecinni giren insanoğlunun nasıl kurtulduğunu görenler görmeyenlere anlattılar."[1]

    sanırım biraz açık bir başlangıç, en azından bir tane ecinninin birilerinin içine gireceği konusunda hemfikir olmamız açısından. eh sonuçta avrupa’da ve tabii ki rusya’da da bir heyula dolaşıyordu, ki kitaptaki başat karakterlerden biri de enternasyonal üyesidir.

    nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama nietzsche için dostoyevski kendisinden bir şey öğrenebildiği tek psikologdur. nietzsche'nin dostoyevski'yi bu şekilde övmesinin nedeni belki de onun romanlarında uçlarda yaşayan karakterlerin yer almasıdır, bu romanda yer aldığı gibi. 1840ların liberali, kitabın sonlarında ise rusya'yı anlamak için köy köy gezip incil satmaya karar veren stepan trofimoviç verhovenski ile onun öz oğlu ve sergey neçayev'in portresi olan pyotr stepanoviç verhovenski gibi radikal nihilist karakterler yer alır, tıpkı uçlarda yaşayan birisi olan ironik karakter stavrogin gibi.

    stepan trifomoviç verhovenski ona düşman olan nihilist gençlerin tarifiyle, 1840ların liberali, karakter olarak dostoyevski’ye göre tipik bir rus aydınıdır. üretmeyen, eskide kalmış ve bu yüzden de yeniyi algılayamayan aydınımız halktan da son derece kopuktur, konuşması kendi dönem aydınları gibi sıklıkla fransızca dan sözcükler ve cümleler içerir. yine de trifomoviç çağdaşı karmazinov kadar avrupacı da değildir, o rusya’ya ve onun ruhuna inanır. ona göre rusya batılı ülkelerin aksine kendine özgüdür, dışarıdan transfer edilecek olan gelişmeler ona uyum sağlamayacaktır. öte yandan oğul verhovenski, yani sergey neçayev’ in portresi onun tam aksinedir. oğul enternasyonal üyesidir ve beş kişiden oluşan bölge ekibinin de tam yetkili kişisidir. ilginç olan husus ise baba ile oğul arasındaki görüş farklılıkları değil, ki baba verhovenski oğlunu şehre gelene kadar iki üç defa görmüştür, tam aksine verhovenski soyadıdır. stavrogin’in etimolojisine bakar iken* verhovenskiye de bakayım dedim ve rusça bilen birkaç kişiye danıştım, sonuç ilginçti. verkhovenstvo sözcüğü rus dilinde üstün demek imiş, dolayısı ile verhovenski de üstünden gelen, üstünoğlu gibi bir anlama geliyor sanırsam. peki hangi üstünlük? babanın yaşamının sonunda rus köylüsünü tanımak için incil satmaya başlaması mı, yoksa oğulun bir nihilist olup kendi devrimci hareketinde üstün insan* rolüne soyunması mı?

    stavrogin ile başlayalım. internette stavrogin sözcüğünün etimolojisine bakarken kelimenin yunanca staurosdan geldiğini gördüm, sanırım istavrozun da kökeni; adı olan nikolai ise insanların fatihi demekmiş. yaşamının sonunda incil satmak isteyen radikal nihilist ilerici devrimci pyotr stepanoviç verhovenski'nin babası olan stepan trifomoviç verhovenski stavrogin'in çocukluğunda onun öğretmenidir. bir tarafta stavrogin üzerinden çıkar elde etmeye çalışan oğul verhovenski diğer tarafta ise ona çocukluğunda vicdanlı bir birey yapmaya çalışan baba verhovenski. stavrogin'e düşünce bakımından belki de denk bir karakter olan kirilov'a göre "stavrogin inanırsa inandığına inanmaz, inanmazsa inanmadığına inanmaz." hem küçük bir kızı iğfal edebilecek tıynette bir godoştur, hem de gariban, ona tutkun ve biraz da yarım akıllı birisi ile evlenip onu onurlandıracak kadar şövalye ruhludur. hem birisinin göz göre göre ölümüne karşı çıkacağını söyler, hem de soğukkanlı bir şekilde cinayet işlemekten çekinmez. eh ironiktir demiştik ya, soren kierkegaard’dan gelsin: "basically my whole existence is the deepest irony. irony is suspect both to the right and the left. that is why a true ironist never belongs to the majority. but the wag does." peki stavrogin neden bu kadar uçlarda bir karakterdir, işte orası ilginç. dostoyevski psikolojiye bakış açısını bir diğer kitabı olan karamazov kardeşlerde* avukat fetukoviç'in ağzından şöyle dile getiriyor: "psikoloji iki ucu sivri bir değnektir." peki nedir stavrogin? kimi yerlerde çizmiş olduğu karakter ile antichrist portresi çizen bir karakterdir, radikal nihilistler için bir ışıktır. karamazov kardeşlerde staretz zosima hatırladığım kadarı ile şöyle der: "cehennem, sevememekten ötürü ortaya çıkan acıdır." yürekten gelen iyi ve kötü davranışlar sonrasında stavrogin karakteri bir bakıma zamanının rusyasıdır. stavrogin'in kendi tabiri ile söyleyecek olursak ne kadar uca gidebileceğini-yani kendi gücünü sınamak isteyen- görmek isteyen birisidir ve karmaşık duygular içerisindedir.

    öldürülen üniversite öğrencisinin adı ivan ivanoviç şatov'dur*, intihar eden ise kirilov. şatov'un bir de eski yoldaşı vardır, aynı yerde ikamet ederler, onun da adı kirilov'dur, bu ikili avrupa'da beraber seyahat etmişler, amerika işçilerini anlamak için amerika'ya kadar gidip çalışmışlardır. ilginç olan şudur ki görüş bakımınından tamamen birbirlerine zıttırlar. şatov'un düşüncesi kirilov'a uymaz, kirilov'un düşüncesi ise şatov'a. şatov inanır, kirilov inanmaz; şatov'a önemli gelenler kirilov'a gelmez. şatov yaşamı yaşamaya çalışırken, kirilov neredeyse ölüme tapar. şatov rus kartalının asya'ya bakanıdır, kirilov ise avrupa'ya bakanı. birisi için sevgi önemlidir, diğeri içinse rasyonellik. şatov her ne kadar beşlinin gücünü sınamak için öldürülmüş olsa da "beşli" için bir günah keçisi olduğu kadar grubun birbirine yakınlaşması için de bir kurbandır, bir nevi adaktır. dolayısıyla beşli grubun birbiri ile yakınlaşmasını sağlayan isimdir, hatta biraz abartacak olursak beşlinin manevi babası bile diyebiliriz. stavrogin'in de demiş olduğu gibi eğer birisi bir grubu tamamen kontrol altında tutmak istiyorsa gruptakileri cinayet azmettirsin, böylelikle onların kader ortaklığını da pekiştirmiş olur. yine de dostoyevski şatov üzerinden siyasi görüşünü dini -hristiyan- olarak tanımlamaz, çünkü şatov'un inandığı rusya tanrısıdır. dolayısıyla dostoyevski siyasi düşünce olarak rusya'nın bir ve eşsiz olduğunu, bu sebepten ötürü onun tanrısının da farklı olduğunu öne sürer; bu sebepten ötürü de dostoyevski dine biraz daha yahudi bakış açısı ile bakar. öte yandan kirilov'a göre yeni bir çağ başlamıştır, bu çağda tanrı-insan olmayacak, insan-tanrı yer alacaktır. kafası karışık bir ateist olan kirilov bunu da kanıtlamanın -ironiktir- tek yolunun ölmek, dolayısıyla intihar etmek olduğunu fark etmişti. kirilov'a göre eğer tanrı var ve intihar ederse bu tanrı'nın da arzuladığı için olmuştur; yok eğer aksi ise intiharı kendi isteiği doğrutusunda tanrı'nın var olmadığını kanıtlamak için gerçekleşmiş olacaktır. dostoyevski'nin yarattığı ateist tiplemeleri bu nedenle ilginç, hatta absürttür; çünkü belirli idealler doğrultusunda hareket ederler. kirilov intihar eder, ivan karamazov(bkz: ivan karamazov/@flavius aetius) tanrı'nın varlığı ile ilgili düşüncelerinde bir çıkış yolu bulamamış ve intihar etmiş bir karakter iken, rodion romanoviç raskolnikov kendi gücünün sınırlarını keşfetmek maksadıyla cinayet dahi işlemiştir, tıpkı bu romandaki başat karakterlerden biri olan stavrogin gibi. dostoyevski aslında kabaca -hatrımda kaldığı kadarıyla- şunu söylüyordu, hem de "kötü" karakteri olan pyotr stepanoviç verhovenski'ye:

    "birey düşünceyi yemez, bilakis düşünce bireyi yer."

    nihilizme kendisini kaptırmış olan kirilov'u da tanrı'nın varlığı yedi bitirdi. kirilov'a göre kendisinin yapmış olduğu intihar girişimi aynı zamanda bir denemedir ve diğer insanlara örnek olacak bir davranıştır. kirilov'a göre çok büyük acı çeken ya da çok umutsuz durumda kalan insanlar dışında kimse intihar etmezdi ve kirilov'un bu girişimi aynı zamanda tanrı'ya karşı bir başkaldırı idi. kirilov'a göre kendi isyanı sayesinde insanlık modern çağ ile birlikte daha yüksek bir konuma gelecektir ve yeni insanlar aynı zamanda birer tanrı-insan olacaktır, belki de kişinin kendi yaşamını istediği zaman sonlandırabileceğini kanıtlamış olduğunu düşündüğü için.

    kirilov, şatov ve stavrogin'in dahil olmadığı pyotr stepanoviç verhovenski'nin liderliği altındaki "beşli"de yer alan en ilginç karakterlerden birisi de şigalyev'dir. dostoyevski şüphesiz ki ecinniler gibi çoğul bir adı kitabı için boşuna seçmemişti. eh hazır düşünceleri, yani ecinnileri, eleştirirken gerçekte cinayeti organize etmiş olan neçayev'in grubundan bir karaktere de neçayev tarzı düşünce mantığını da eleştirmiştir. beşli grubunda yer alan karakterlerden birine göre, şigalev, oluşturulması gereken devlet düzeni halkın %90ının ağır koşullar altında çalıştırıldığı, %10 seçilmiş ve entellektüel azınlığın ise onları kontrol etmesi gerekliliği üzereniydi. internette biraz bu konuyu araştırırken marx'ın da neçayev'e giydirdiğini gördüm, marx neçayev'in görüşlerini barracks communism diye yaftaladığı görüştür. bu arada neçayev'in görüşlerini yazmış olduğu kitabın adı fundamentals of the future social system imiş ve 1870 senesinde basılmış, ecinniler'in basım tarihi ise 1872. şigalev'e göre halkı kontrol altında tutmak için son derece efektif çalışan bir ajanlık sistemi gerekmekteydi, herkes birbirinden sorumlu olacaktı; dolayısıyla herkes herkese sahip çıkacak, ayrılıkçı bir düşünce ise filizlendiği anda yayılamadan küçükken ezilecekti. tabii ki özel hayatın gizliliğini savunan marx ve engels bu görüşü şiddetle eleştirmişlerdir, bir rusçu olan dostoyevski ise bu düşünceyi karikatürize etmişti. şigalev'e göre yapılması gereken bir diğer iş ise devrim yapılır yapılmaz bol miktarda insanı yok etmekti, böylelikle daha temiz bir dünyanın da temelleri atılmış olacaktı. bu arada ufak bir not ekleyelim, sovyetler birliği 60larda maoist çin'i barracks communism ile yönetilen ülke olarak adlandırmış[2].

    pyotr stepanoviç verhovenski ise şigalev'in aksine kendisini şigalevci olarak tanımlamasına rağmen katıksız bir nihilisttir. pyotr stepanoviç'i neredeyse baş şeytan olarak gösteren dostoyevski aynı zamanda onun üzerinden de devrin rus elitlerinin muhafazakarlığını acımasız bir şekilde eleştirir. yine bir yerde okumuştum dostoyevski yaşlı kadınları pek sevmezmiş ve mümkün mertebe onları eleştirirmiş, romanında da karikatürize etmiş olduğu von lembke karısı ile bu düşüncenin ne kadar absürt olduğunu göstermeye çalışmıştır. her ne kadar bayan von lembke pyotr stepanoviç ve saz arkadaşlarının faaliyetlerini kendisi sayesinde düzeltileceğini, onları iyi olmaya ikna edeceğini düşünüyor olsa da fos çıkmıştır. ve ilginçtir von lembke ile birlikte diğer elitler de zamanla bu gençlerin dinamizmine ve onların düşüncelerinin ilginçliğine kendilerini kaptırmışlardır, biri insanlardan çıkıp domuzları uçuruma atan ecinniler mi demişti? velhasılı gençlerin düşüncelerini kendilerini kaptıran elitler de bir zaman sonra pişman olacaklardı.

    stavrogin'e geri dönelim. stavrogin tam olarak neydi? aslında dostoyevski hatırladığım kadarıyla onun karakterini stavrogin'in hikayesi diye yayınlanmamış olan bölümde incil'in vahiyler* bölümünden özetlemeye çalışıyor, şu şekilde:

    "yaptıklarını biliyorum. ne soğuksun, ne sıcak. keşke ya soğukkanlı olsaydın ya da sıcak! oysa ne sıcakkanlısın ne soğuk, ılıksın. bu yüzden seni ağzımdan kusacağım."[3]

    şöyle diyelim, kitapta hatırlayabildiğim kadarıyla şu tarz bir söz vardı: "kusursuz ateizm aynı zamanda kusursuz inanca giden basamaktır; dolayısıyla bütün mesele bir üste adım atıp atmamak ile ilgilidir." bizim stavrogin'in de bir ayağı kusursuz inanç basamağında iken diğer ayağı kusursuz ateizm basamağındadır, dostoyevski'ye göre bütün karmaşıklık da burada başlamaktadır.

    ---
    spoiler ---

    [1]: luka'nın incili, 8. bölüm, 32-36
    [2]: http://encyclopedia2.thefreedictionary.com/…mmunism
    [3]: incil, vahiyler, 3:15-16


    (flavius aetius - 6 Mayıs 2013 16:08)

  • comment image

    şimdiye dek okuduğum en sarsıcı iki romandan biri. cinler, adeta bir magnum opus, deha gösterisi ve müthiş bir siyasi roman. etkilenmemek mümkün değil ancak bir rus taşrasında dahi konakçı olan ihtiraslar bazen de ayna tutuyor yaşadığın topluma ve sana. bu açıdan karakterler bazında doğrudan bir psikanalizden bahsetmek de mümkün. yazının bundan sonrası, karakterlerle ilgili bilgiler içeriyor.

    --- karakterler ---

    stepan trofimoviç: eser, bu profesör ve yazar kişiyle başlıyor. belirli bir itibar kaybından sonra eski eşinden kalma bi çiftlik evine yerleşiyor. buraya gelmesindeki asıl sorumlu varvara petrovna isimli zengin bir dul. çiftlik aslen oğlunun olsa da, stepan trofimoviç bir şekilde onu ikna ediyor ve gelir paylaşarak orada konaklıyor. acınası bir adam aslında. varvara petrovna'dan medet uman, kendini ifade etmek için laf ishaline benzer sayfalar dolusu mektup yazan, alkolik bir attention whore.

    varvara petrovna: generalin eski karısı, valilikte söz sahibi, "erkeksiz olma" durumunu stepan trofimoviç'le gideren, para delisi bir kadın. çok zengin. ancak oğluna yabancı. güç neredeyse oraya kayıyor tüm zenginler gibi. iş bitirici, telaşlı ve cinsel gerginliğini her açıdan fark ettiğimiz kadın.

    stavrogin: nam-ı diğer nikolay. kelimenin tam anlamıyla uyumsuz, deli. çok yakışıklı, bunun farkında ve kendinden iğreniyor. yüzü, gerçekdışı bir kusursuzluğa sahip. sırf ilginç bulduğu ve acıma duygusunu hissettirmediği için akli dengesi bozuk ve topal lebyadkinle evleniyor. bu arada varvara petrovna"nın oğlu nikolay. bozuk saat bile 2 defa doğru gösterir ya, kirilov'a doğru sorular sormuş, pyotr stepanoviç'e haklı çıkışlar yapmıştır. şiddete meyli var, seks düşkünü. zengin olduğu için sahip olamadıklarına odaklanmış. düello ustası. ancak iyi olan her özelliğini alıp götüren o son sırrını öğrendiğimizde mide bulandırıyor: pedofil.

    pyotr stepanoviç: stepan trofimoviç'in oğlu. çocukluk travmaları var. babasının onu daha bebekken terk edişi, onda aile birliğine ve düzene saldırma güdüsü oluşturmuş. nihilist evet. fakat sonunda gayet de pragmatist olduğunu öğreniyoruz. kirilovun intiharından faydalanmak isteyen, suçsuz insanlara iftira atan, örgüt için yapacağı şeylerde çelişkiler barındıran kofti bir sosyalist. katil, kundakçı, halksız ve haksız bir devrimin hayalcisi.

    şatov:varvara petrovna'nın beslemesi. daşa'nın abisi. örgütten biri. sinirli ve sessiz yapılı ancak oldukça güvenilir ve yürekli bir adam. sırf bu yüzden, herkesle iyi geçinemiyor. haksızlığa verdiği tepkinin sonunda öldürülüyor zaten. böyle adamların pek sevilmediğini biliriz ya, yalnızlığı bana çok dokundu. stavrogin'in karısıyla yattığını amerika dönüşü öğreniyor. ancak karısının çocuğunu sahipleniyor. maalesef, babalık yapamadan destansı bir biçimde öldürülüyor. kirilov ' un en yakın arkadaşı, yiğit bir adam.

    kirilov: kitaptaki temel varoluş problemleri, bu karakterin söylemlerinde yatıyor. dostoyevski ' nin belki de en derin karakterlerinden biri. ıntiharın nedensizliği ve kolaylığı mevzuunda, birçok yazarı (başta camus olmak üzere *) etkileyen bir karakter. planlı ve efsanevi bir intihar düşüncesi vardır. örgütten ama bu konuyla ilgili ateist oluşu belirgin rol oynuyor. gerçi tanrının kendisi olduğunu, intihar ederek kanıtlamayı düşünüyor.

    liputin, lamşin ve fedka: kelimenin tam anlamıyla katışıksız cinler. dedikoduyla ortalığı karıştıran liputin, valilikteki piyanosuna güvenerek insanların inançlarıyla ve değerleriyle alçakça alay eden lamşin, her türlü pisligi para karşılığı yapabilecek fedka, dostoyevski'nin nihilizme duyduğu öfkeyi, salt kötücül biçimde yüklediği karakterler.

    yüzbaşı lebyadkin ve lebyadkina: biri kardeşini sürekli döven ve onun sayesinde nikolay'ın sırtından geçinen alkolik bir dengesiz. şair özentisi, gurursuz bir adam. diğeri de topal, deli ve bir prensle evli olduğunu sanan 30lu yaşlarında zavallı bir kadın. bu kadına iyi davranan tek kişi şatov'dur.

    daşa: şatov'un kız kardeşi. hırsızlık iftirasını bile istifini bozmadan savmış, stepan trofimoviç'le evlendirilmek istendiğinde bile sesini çıkarmamış, nikolay'a aşık güçlü bir kadın.

    liza: ne istediğini bilmeyen, histerik, şımarık ve nikolay'ın tadına bakmak istediği bir genç kız. romandaki zengin kadınların gençliğinin bir replikası olarak betimlenmiş. nişanlısından ayrılıp, nikolay'a kaçıyor.

    yuliya: vali karısı postunda vali aslında. anton von-lembke'yi istediği gibi yönlendiren, görgüsüz bir zengin. gösterisi çok seven ama edebiyattan zerre anlamayan bir çakma entelektüel.

    anton von-lembke: çocukluk arkadaşı pyotr'ın sürekli gazına gelen, eylemci işçileri kırbaclatan, ne yaptığını bilmeyen, her reddedilişinde karton maketler yapan bir bipolar vali.
    karmazinov:ahaha kısaca söyleyeyim, turgenyev bu

    --- karakterler ---

    velhasıl muhteşem bir romandır. 703 sayfa. ama su gibi.


    (nazarethme ne olur - 20 Kasım 2014 16:33)

  • comment image

    insanı rus aydınının birikimine ve edebiyatının konu genişliğine, işlevlerine ve bu yolla tarihte açtığı çığırlara hayran bıraktıran ve her sayfasında yarattığı şaşkınlığı ve derinlik duygusunu kat be kat arttıran klasik eserdir. öyle ki ülkede* 17., hadi bırakın 18. yüzyılda romanın r'si dahi yokken (öncesinden bahsetmiyorum bile) yanıbaşımızda ne büyük bir birikimin patladığını ve dahası çok fazlasının patlamak üzere beklemiş olduğunu görüyoruz. yazarın roman boyunca olağanüstü biçimde geliştirdiği doğuştan psikologluğunu hiç ama hiç elinden bırakmadığını, insan ruhunu eşi görülmemiş biçimde parçalara bölüp ince ince ortaya koyduğunu, doğal karmaşıklığı içinde onu olabilecek en iyi yolla betimlediğini; herşey bir yana tüm bunları ürünlerini vermeye hazır, ağzına kadar geçirdiği yüzyılların din, kültür ve siyaset yüklemelerine doymuş bir toplum ve zamanın tam orta yerinde icra ettiğini görüyoruz. felsefi çözümlemelerinin ardı arkası kesilmezken, her an ayaklanmanın eşiğinde*duruşunu çizmiş bulunan, her biçimli yönlendirmeye ve kontrole açık, ruhsal buhranlar yaşayan; çelişkilerle, dengesizlik ve heyecanlarla sarsılan bir adamın duygulanımlarını baştan ayağa kendi içinizde hissediyorsunuz. rusyadasınız ya da türkiyede, her hangi türde bir devrime ruhunu satmış ya da kiralamış bir ecinnisiniz, bu farketmiyor: dostoyevski'ye gıpta edip ona saygı duyuyorsunuz.


    (wings of gwaihir - 16 Ağustos 2004 01:41)

  • comment image

    dostoyevski'nin sanki ezberlensin ve unutuşa karşı usun üst notalarında itina ile saklansın diye kaydettiği şu dialoğu eklemekten çekinmeyeceğim:

    "-gelecek ebedi hayata inanmaya mı başladığınız?, diye soran stravgorin"e şu yanıtı verir:
    - hayır, gelecekteki ebedi hayata değil, buradaki ebediyete..."


    (abraksas - 21 Ekim 2001 18:24)

  • comment image

    mikroskopla baktığımızda bir damla suda milyonlarcası kaynaşan mikroplardan biri çıkıp güneşe bir şiir yazsa, güneş kızabilir mi ona!
    dostoyevski, ecinler, iletişim yayınları


    (eric j costanza - 5 Ağustos 2005 10:32)

Yorum Kaynak Link : besy