Süre                : 1 Saat 44 dakika
Çıkış Tarihi     : 03 Kasım 2004 Çarşamba, Yapım Yılı : 2004
Türü                : Drama,Romantik
Ülke                : Fransa
Yapımcı          :  Gemini Films , Canal+ , Département de la Charente-Maritime
Yönetmen       : Rodolphe Marconi (IMDB)
Senarist          : Rodolphe Marconi (IMDB)
Oyuncular      : Nicole Garcia (IMDB)(ekşi), Gaspard Ulliel (IMDB)(ekşi), Mélanie Laurent (IMDB)(ekşi), Bruno Todeschini (IMDB)(ekşi), Alysson Paradis (IMDB)(ekşi), Christophe Malavoy (IMDB), Thibault Vinçon (IMDB), Daniel Berlioux (IMDB), Georges Delattiu (IMDB), Martine Joussemet (IMDB)

Le dernier jour (~ Der letzte Tag) ' Filminin Konusu :
Le dernier jour is a movie starring Nicole Garcia, Gaspard Ulliel, and Mélanie Laurent. A young artist's return home is offset by his unrequited love for a childhood male friend.


  • "birinci tekil kisi kullanilarak yazilmis ilk roman.."
  • "okurken daraltır, bunaltır, nefes almayı zorlaştırır. gerçek."




Facebook Yorumları
  • comment image

    ` :bir idam mahkumunun son günü'nünyayımlanması, "notre dame'ın kamburu" :notre-dame de parisndan iki sene öncesine tekabül eder. :1829 senesi`. yazarın yaşı yirmi yedidir henüz, düşüncelerinin ilk kıvılcımları bu kitapta görülür. ilerleyen senelerde, edebiyat çevrelerinde ve dahi tüm dünyada, isminden sitayişle bahsettireceğini hissettirir victor hugo, bu eseriyle. okuyup da etkilenmedim demek için, insanın hislerini dondurucuya koyması ve ruhi-nesnel tasvirleri hayal etmeden okuması gerek. daha evvel çıkmış olan iki romanı mevcuttur. ( han d'islande` :izlanda hanı`` :1823 senesivebug-jargal`` :1826 senesi`) birçok şiiri ve manzum oyunlarını dahil etmez isek, işte bu üçüncü romanı ile notre-dame de paris'e ve otuz altı sene sonra ustalığını konuşturduğu les miserables` :sefiller`'a göz kırpar, greve meydanı'ndan. ilk kez "sefil" kelimesini sıkça kullanması da yine bu kitaba rastlar.

    "bir idam mahkumunun son günü" kısmına geçmeden önce "bir trajediyi konu alan bir komedi" kısmında` :kitap bu iki bölümden oluşuyor`, victor hugo; romantik bir şairin dile getirdiği, "beni, tanımadığım bir insanla` :tanımadığım bir insanın idamıyla` ilgilenmeye kimse zorlayamaz, buna kimsenin hakkı yok" fikrine cevaben bu kitabı yazmıştır, kanaatimce. kendisine karşı en yüksek itirazların bu damardan beslendiğini düşünüyorum. kısasa kısas gibi bir adalet anlayışının batı'da pek revaçta olmadığını düşünürsek, ellerinde kalan tek argümanın, başka bir insanın idamına kayıtsız kalmak olduğu görünüyor.

    o dönemlerde greve meydanında giyotinle kellelerin uçurulması, adeta bir tür şenlik atmosferinde karşılanır. her tarafta çatılar, balkonlar, yüksek kuleler seyircilerle dolar. yer bulamayanlar için, açıkgöz bazıları yer bile tutup, parayla satar o yeri. birisi ölüme yürürken, tezahüratlar, kahkahalar işitilir. açıkçası meselenin, victor hugo'ya ağır gelen yönü bilhassa burasıdır. toplumun devlet eliyle idam cezası vermesi gibi bir hususla doğrudan bir mücadelesi yoktur. acı çektiği husus, birinin öldürülme hadisesinin toplumun içine hiçbir sıkıntı vermemesi ve birinin ölüme yürümesinin yine aynı cemiyet tarafından adeta festival-eğlence tadında karşılanmasıdır. kalplerin bu denli katılaşmasına şaşkın gözlerle bakar, acır.

    hugo, "suç" ve "ceza" kavramına bakış açısıyla yaşadığı çağdan hayli mesafelidir. öyle ki içinde yaşattığı fikre, o devir veya o devrin insanları hiç aşina değildir. toplumun tepkisiyle karşılaşır. ama kendine ait olan, "hiçbir ordu, vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir" sözü gibi, dik durur. savunduğu ilkelerinden geri adım atmaz.

    --- spoiler ---

    devrin fransa'sında, idam cezasına mütekiben beklenen altı haftalık bir süre vardır. yargıtay'a gider dava yeniden, temyiz edilmek için başvurulur. suçlunun her gün her dakika kafasından atamadığı bir ölüm düşüncesi. altı hafta` :karardan infaza kadar geçen süre` boyunca defalarca öldüğüne değinir.

    mahkeme heyetinin tüm gece uyumadan hitama erdirdiği, güneşli bir paris sabahında, davalının hükmünü okumasından sonra; suçlunun içinden geçen düşünceler, "idam cezası kararı, gece yarısı, meşalelerin ışıkları altında, karanlık ve kederli bir salonda, yağmurlu ve soğuk bir kış gecesinde açıklanmıyor muydu ?" şeklindedir. şok anıdır ve dünya başına yıkılmıştır. güneş artık neş'e saçmıyordur. yıkılıştır bu. "idam cezasının okunmasına kadar nefes aldığımı, hareket ettiğimi, diğer insanlarla aynı ortam içinde yaşadığımı hissedebiliyordum. oysa şimdi benimle dünya arasında sanki bir duvar var. şimdi artık hiçbir şey bana eskisi gibi görünmüyor. bu aydınlık ve geniş pencereler, bu güzel güneş, bu berrak gökyüzü, bu hoş çiçek.. hepsi de soluk bir beyaza, kefen rengine sarınmışlardı." diyerek, gerçeğe uyanışını anlatır. ama kırık bir hayal gibidir, gerçek. hücresinde geçirdiği birkaç gün veya gece sonrasında, (yaşanan an'ın güne mi geceye mi ait olduğunun, ancak, kapının üstündeki kare şeklindeki ufacık bir delikten anlaşıldığı,` :gardiyan deliği kapamamışsa tabii` kapkaranlık bir beton yığınıdır, altı haftalık ikametgahı, yani hücresi.) insanın o kadim "kendini rahatlatma isteği" ağır basar. "bütün insanlar, günü meçhul bir infaza mahkumdurlar." sözünü hatırına getirir. "benimle ilgili hükmün açıklandığı andan itibaren, uzun bir ömür sürmeyi ümit eden kim bilir kaç kişi hayatını kaybetmiştir ! greve meydanı'nda idam edileceğim günü beklerken, genç olan, özgür ve sağlıklı olan, kaç kişi hayatını kaybetmiştir benden önce, kim bilir.. şu anda bile istediklerini yapabilen, açık havada özgürce dolaşıp soluk alan nice insan benden önce bu dünyadan göçüp gidecek.." tesellinin cümlelere dökülen hali, zira biçare bir mahkum. kendini teselli edemezse, acısı daha da dayanılamaz bir hale gelecek. ardından mahkum o anda yaşadığı ortamı dile getirerek, canını aldıkları takdirde ellerine geçen şeyin ne olduğunu tasvir eder. "zaten bu hayatta özlem duyacağım kadar beni üzebilecek ne kaldı ki ? aslında hapishanenin karanlık gündüzü ve kara ekmeği, kürek mahkumlarına çok az miktarda verilen çorbaya benzer yemek, horlandığımı görmem, o kadar eğitim almış birisi olmama rağmen gardiyan ve diğer mahkumlarca aşağılanmak, sohbet edebileceğim ve anlattıklarını dinleyebileceğim özellikte bir insan görememek, yapmış olduğum ve bana yapılacak olan şeylerden dolayı tedirgince ürpermek.. işte celladın alabileceği tüm servet'im budur." diyerek, elinde avucunda kalanın sadece bir hiçlik olduğunu; eğer buna yaşamak denebilirse, yaşamı kaybetmekle tasalanmaması gerektiğini kendine telkin eder.

    infaz günü, küçük kızını son kez görmesi için getiren dadısının elindeki kağıdı alarak kızının nasıl okumak istediğini öğrenmeye çalışır. kızı kekeleyerek okur. "k.. a. ka. r. a. r. rar... karar...". küçük kızın okuduğu kağıt, dadısına ulaştırılmış olan idam kararının tebliğidir. ne hazindir ki, küçücük kızının okumayı söktüğünü ispatladığı ilk cümlesi babasının idam kararıdır.

    giyotinle tanışacağı alana götürülürken, yanındaki mübaşirin kendisine ikram etmek üzere uzattığı sigara tablasının düşmesi sonucu, mübaşirin hayıflanmasına güler mahkum, "ben sizinkinden çok daha fazlasını kaybediyorum bugün" diyerek.

    ---
    spoiler ---

    hugo'nun, kitabı, tek insanın penceresinden işlediğini görürüz. katilin penceresinden. işlediği bir suç vardır, mahkumun. suçu sabittir. bir insanın canını almıştır. maktul ve ailesinin-sevdiklerinin gözünden hiçbir fikir yoktur kitapta, işlenmemiştir. belki onların en çok istedikleri karar idamdı, bilinmez bu. bu sebeple bakış açısının ne kadar göreceliği olduğu açıktır. yine de hugo'nun etkileme gücünü göstermesi hasebiyle, okunmasında fayda var. ölüme yürüyen bir insanı hayal gücüyle yaşamıştır victor hugo. sırf bu sebep dahi kendiliğinden "yeter şart"tır.


    (muhayyile - 24 Kasım 2009 01:38)

  • comment image

    radyo tiyatrosu olarak hayat bulan victor hugo eseri.

    geçen sene köyüme giderken yanıma kitap almamıştım. ama müzik çalarıma bir sürü radyo tiyatrosu yüklemiştim. içlerinden birisi de bu oyundu.

    karşımda duran ve baktıkça ferahlatan, ferahlatması gereken koca ormanı izlerken bu oyunu dinliyordum. çok etkileyici bir eser.

    mahkumu sezai aydın seslendiriyor. adam öyle usta ki bu işte, konuştuğu zaman sizi bulunduğunuz mekandan çıkarıp alıyor, oyunun içine sürüklüyor.

    bunların dışında eserin kendisindeki fikir de güzel... ben hatırlıyorum, yıllardır ara ara böyle nüksederdi sorularım: "intihar eden veya idam edilen mahkumların son anları nasıl geçer? neler düşünürler? göğe mi yoksa yere mi yakın olurlar?" diye düşünürdüm hep.

    gevezeliğin lüzumu yok, alın okuyun. veya, internetten radyo tiyatrosu halini bulun, indirin, dinleyin.


    (nihavent uvertur - 13 Mayıs 2012 16:17)

  • comment image

    victor hugo bu eserine hôtel de ville meydaninda gerçeklestirilecek bir idamin hazirliklarini gordukten sonra ayni aksam baslamis ve cok kisa surede tamamlamistir. kitap 1829 yilinda isimsiz olarak basilmis, daha sonra 1832'de hugo'nun uzun bir onsozuyle beraber kendi adiyla yayimlanmistir. daha once de bahsedildigi gibi dunya edebiyat tarihinde birinci tekil sahis agzindan yazilmis ilk romandir.

    romandaki idam mahkumunun adini bilmeyiz. isini bilmeyiz. nereli oldugunu bilmeyiz. tek bildigimiz bir kizi oldugudur. ayrica suçlu oldugunu bilsek de ne suç isledigini bilmeyiz. kan doktugunu soylemektedir ama bunun nedeni, nasili, hangi amacla oldugu, kac kisinin kani oldugu, varsa olenlerin kim oldugunu bilmeyiz. bilmemize gerek de yoktur zira ne olursa olsun idam savunulamayacak bir seydir. anlatilmak istenen de budur. kitap idam mahkumu hayatta geçirecegi son kirk sekiz saatin gunlugudur. bu gunlukte davasinin baslangicindan, idam edilecegi zamana kadar gecen alti haftalik bir sure ve bu surede idam mahkumunun yasadiklari ve dusundukleri anlatilir.

    bu eseri okuyup da hala idami savunan bir gerizekali simdiye dek gorulmemistir.


    (himmlisch - 14 Kasım 2012 01:18)

  • comment image

    en can alıcı bölümü, boynu inatla kopmayan mahkumun öyküsüdür. defalarca boynuna inen paslı, keskinliğini yitirmiş bıçak, adamın boynunu bir türlü koparamaz.

    ve yine trajikomik bir olay da, son derece baş döndürücü bir anlatımla sahnelenir gözler önünde: idam mahkumunun başında nöbet tutan jandarma, ölülerin piyango numaraları verebileceğini zannetmek, mahkumdan, öldüğünde yardım istemektedir. "ben," der, "şu saatte, şurada olacağım, numaraları bana söylersin değil mi?"

    can yayınlarında var sanırım bir tek, küçük de bir oyunu mevcuttur. küçük sadece yapısıyla ilgilidir, kocaman bir mesaj yer alır oyunda.


    (balzac uyurken - 1 Temmuz 2014 04:30)

  • comment image

    bize yakın bir şey aslında bu kitapta işlenen konu. bize yakın diyorum; çünkü birkaç sene öncesine kadar idam cezası ülkemizde harıl harıl tartışılan bir konuydu. kalksın mı? kalkmasın mı? nihayetinde kalktı ve mesela kapandı. lakin bu mevzu öyle eski bir konuki, 1829’ların fransasında victor hugo bile irdelemiştir ve sonuç kendisin bu cezaya karşı çıktığıdır. kitapta anlattığı karakterin psikolojik analizini öyle yapmıştır ki; bu evreleri yazarın kendisi yaşamış sanmamak mümkün değildir. bahsi geçen durumun acısı o kadar büyüktür ki, kitaptaki karakter, ömür boyu kürek cezasını idama yeğlemektedir. mucizevi bir şekilde son ana kadar bir umut beklemektedir. olmayacağını bile bile. yazar aynı zamanda, bu durumdaki bir mahkumun, tanrı’ya olan inancını da sorgulamaktadır.


    (kukuletali - 4 Temmuz 2004 20:30)

  • comment image

    hümanist bir kitap.

    franz kafka'nın dava kitabını bilenler bilir. kitap boyunca joseph k. mahkemede yargılanır. bir davası vardır ama kimse de demez ki bu adamın suçu nedir, neden yargılanıyor. çünkü kitabın dili ve anlatmak istediği şey görünenden o kadar farklıdır ki, sizi içerisine alır.

    şimdi victor hugo'nun bu kitabını ele alınca insan ister istemez diyor ki "adamın suçu neydi acaba". ama kitabı okumaya başlar başlamaz aklınızın köşesinden bile geçmiyor bu soru. o kadar hümanist, o kadar romantik bir kitap ki kelimeler kifayetsiz.

    bu kitaba can yayınları uzun bir önsöz hazırlamış. en az kitap kadar doyurucu bir önsöz. sanki entelektüel bir adamla idam hakkında karşılıklı oturuyormuş da konuşuyormuş gibi hissettiren bir önsöz olmuş. çevirmen erhan büyükakıncıyı da burda anmadan geçmek olmaz.

    can yayınlarında bir de piyes tarzı bir giriş var ki beni pek sarmadı.

    kitabın içerisinde victor hugo'nun bizzat yaşadığı iki anısı ad yer alıyor. bu kitabın kurgu mu gerçek mi olduğu noktada, tarafınızdan sorgulanmasına sebep oluyor.

    şahsım açısından kitabın favori kısmı, mahkumun küçükken birlikte oyun oynadığı arkadaşıyla belli bir yaştan sonra birlikte kitap okurken bir anda öpüşmeleriyle ilgili olan anıdır.

    velhasıl kelam çok güzel bir kitap. şahsımca 5 üzerinden 5. alın okuyun. benim bir günümüm aldı.


    (dylan bob - 27 Haziran 2017 22:29)

  • comment image

    bu kitabın ana metninden önce, bir trajediyi konu alan bir komedi adı altına 10-15 sayfalık kısa bir piyes vardır yine victor hugo tarafından yazılan. madame de blinval, şövalye, ergaste, duygusal bir şair, bir filozof, bir şişman adam, bir zayıf adam, kadınlar ve bir uşak gibi tiplemeler tüm metin boyunca bizim birazdan okumaya başlayacağımız bu kitap hakkında, bunun ne kadar iğrenç,itici, can sıkıcı bir kitap, yazarının da hastalıklı bir kafaya sahip saygısız, rezil bir insan olduğu hakkında konuşurlar ama hiçbiri yazarın adını hatırlamaz, hatta bir tanesi şöyle der: "içinde gotumsu, vizigotumsu, ostrgotumsu bir şeyler var".

    bu metnin, kitabın basımından sonra gelen eleştiriler üzerine diğer baskılara eklenmiş bir bölüm mü yoksa yoksa önceki kitaplarına yönelik yapılan temelsiz eleştiriler üzerine bu kitaba baştan eklediği ironik bir cevap mı olduğu hakkında kesin bilgi yok ama yapılmış ya da yapılacak eleştirileri anlamsız ve komik duruma düşürecek, çok zekice bir hamle olduğu kesin.


    (gebura - 24 Mayıs 2005 09:47)

  • comment image

    idam cezasının çok popüler olduğu dönemde* victor hugo'nun buna karşı çıkarak, fikirlerini savunmak üzere yazdığı kitap. ancak ilk basımında adını yazmamış, zaten o dönemde politik görüşlerini kitaplarıyla, oyunlarıyla yansıtırmış ve bu kadar hassas bir konuya değinince iyice tepki toplayacağının farkındaymış. dolayısıyla kitabın ilk basımında adını yazdırmamış. daha sonra ortalığı biraz daha yoklayınca ikinci basımda adını yazdırıyor ve ikinci basımın önsözüne bu kitabı neden yazdığının politik gerekçelerini de belirtiyor. kitap üçüncü kez basılınca da milletin "eleştirilerini eleştirmek" amacıyla üçüncü önsözü bir piyes şeklinde yazıyor. ve sanki taş yerini buluyor.

    edit : yukardaki cümleler ne düşükmüş lağn?! umarım anlamışsınızdır, zirâ düzeltmeye mecalim yok :)

    ayrıca victor hugo'nun "sefil" kelimesini kullandığı ilk romanıymış.


    (hooker with a penis - 29 Mayıs 2006 07:43)

Yorum Kaynak Link : le dernier jour d'un condamne