Çıkış Tarihi     : 03 Haziran 2005 Cuma, Yapım Yılı : 2005
Türü                : Döküman,Biyografi,Drama,Tarih
Taglar             : Tv mini serisi,Dokundurma,besteci,klasik müzik
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  British Broadcasting Corporation (BBC)
Yönetmen       : Francesca Kemp (IMDB), Ursula Macfarlane (IMDB), Damon Thomas (IMDB)
Senarist          : Francesca Kemp (IMDB),Ursula Macfarlane (IMDB),Damon Thomas (IMDB)
Oyuncular      : Paul Rhys (IMDB)(ekşi), Charles Hazlewood (IMDB), David Bamber (IMDB)(ekşi), Casper Harvey (IMDB), Sarah Hadland (IMDB), Christian Coulson (IMDB)(ekşi), Bertie Carvel (IMDB), Jonathan Slinger (IMDB), Nicholas Asbury (IMDB), Karen Ascoe (IMDB), Bogdan Banaszak (IMDB), Tomasz Bednarek (IMDB), Michal Breitenwald (IMDB), David Calder (IMDB), Grzegorz Damiecki (IMDB), Gareth David-Lloyd (IMDB), Bronwen Davies (IMDB), Alice Eve (IMDB), Nicholas Farrell (IMDB), Tom Goodman-Hill (IMDB), Jake Harders (IMDB), Rafaella Hutchinson (IMDB), Alexander Kirk (IMDB), Kamil Klier (IMDB), Calvin Kryskiewicz (IMDB), Karen Lewis (IMDB), Olivia Llewellyn (IMDB), Maria Mamona (IMDB), Eve Matheson (IMDB), Konrad Miklaszewski (IMDB), Jan Naturski (IMDB), Graham Padden (IMDB), Andzelika Piechowiak (IMDB), Roman Pietrzak (IMDB), Holly Radford (IMDB), David Schofield (IMDB), Greg Sheffield (IMDB), Jack Shepherd (IMDB), Joanna Wake (IMDB), Joshua Wilmott (IMDB) >>devamı>>

Beethoven (~ The Genius of Beethoven) ' Dizisinin Konusu :
Beethoven is a TV mini-series starring Paul Rhys, Charles Hazlewood, and David Bamber. A dramatized documentary on the life and music of Ludwig van Beethoven.


  • "bugün türkiye'de yaşıyor olsaydı, bazılarının "sağır" diye dalga geçeceği müzisyendir. haa mozart yaşasaydı ona da "amsalak" derlerdi o ayrı."
  • "senfonide piyano olmadigi icin senfonilerinde 'sert bir orkestra hit ile giriş yapıp ardından süren 5 sn kadar sessizlikten sonra piyano sokmasi' pek mumkun olmayan sanatci."
  • "bir bilim insanı mı yoksa bir sanatçı mı daha önemlidir sorusuna en güzel cevaptır kendisi.newton yaşamasa yer çekimi kanunu yine bulunurdu fakat beethoven yaşamasaydı 5. senfoni olmazdı."
  • "philips tarafından belirlenen cd standartlarında süre olarak, bestelediği 9.senfoninin süresi kullanılan sanatçı. (bkz: cd lerin 74 dakika olma sebebi)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    (1)

    müziğin en büyük devrimcisi..

    (not: zamanında kafama silah dayayarak yazdırdıkları, beethoven üzerine genel bir yazıdır. müziğine kabaca aşina olup, fikir sahibi olmak isteyenler için yazılmıştır. sözlük mantığına göre, eserlerden bahsedildiği kısımların o eser başlığında girilmesi ve önceden bahsedilmiş konu/anektodların çıkarılması daha doğru olacaksa da, yazının bütünlüğünü bozmamak için pek ellemedim. uzun birşey oldu. eşiye de de rahat okunsun diye bölerek koyuyorum. okumayı düşünenlere sabır...)

    --- o’ndan öncesi ---

    beethoven (1770-1827) döneminden, müzik algısının ve formların gelişiminden soyutlanarak anlaşılamayacağı için önce o dönemlere bakmak gerekiyor. çünkü beto özellikle kendi döneminin çocuğu idi. müziğinin yüzyıllar sonra dinleyende müthiş bir etki bırakması dahi bu durumu değiştiremez. dolayısıyla tarihte o’na bir nokta koyalım. bu noktayı merkez alıp öncesini ve sonrasını kapsayacak 100 yıl yarı çapında bir çember çizelim.. işte bu 200 yıllık süreç, beto’ya uzanan ve ondan ileri uzanan etkileşim alanını ifade ediyor.

    biraz tarih
    1600-1750 arasını barok dönem kabul edelim. barok, temelde rönesans ile ortaya çıkmış müzikal anlayış ve biçimlerin incelmesi, bestecilerin anlatım yetilerinin gelişmesi üzerine kuruluydu. dönemin en temel müzikal yapısı kontrpuan (ya da dikey müzik) idi. bu yapı üst üste binmiş melodik çizgilerin birbirleriyle muhabbeti, soru-cevaplarıyla ilerliyordu. dini müzik kökenli olan kontrpuana dayalı müziklere (kanon-füg), profan ya da dünyevi müzik diyebileceğimiz danslar (süit, partita) eşlik ediyordu. en basit grafik anlatımıyla çizgisel bir karakterden bahsediyoruz. yoğun armonik renkler daha yoktu. süslemeler bu çizgisel ilerleyişi zenginleştiriyordu. sonlarına doğru rameau, corelli, vivaldi, handel ve özellikle bach gibi besteciler barok beste teknikleri konusunda öyle aşılamaz bir ustalığa ulaştılar ki, ardıllarına yapacak pek birşey bırakmadılar. dolayısıyla sosyal koşulların değişip müziği etkilemesini geçelim, en önce müziğin içsel ihtiyaçları açısından yeni müzik formları ve anlatım yöntemlerinin oluşması gerekliliği belirdi. böylece 1750 civarı klasik dönem veya “rokoko” müziği dediğimiz müzik doğdu. bu dönem kontrpuan gibi karmaşık, gerilimli bir yapı yerine akılda kalıcı, şık bir melodi ve alttan ona eşlik etmeyi sistemleştirdi. bugün de sıkça kullanılan bu melodi-eşlik yapısının adı homofonik müzik veya yatay müzik. besteciler müziğin halk tarafından daha kolay dinlenebilmesini amaçladılar. baroğun sonlarına doğru gelişmeye başlamış olan “sonat” formu da temel form kabul edildi. 15-20 kişilik sarayda çalan barok orkestralar yerine 40-50 kişilik konser salonu orkestrası doğdu. bölümlerin süreleri de uzadı. konu dışı gibi gelse de biraz ayrıntılandıralım, çünkü önemli. bu uzamayı batı müziğinin önceden rönesansta geçtiği ‘tampere’ sistemi sağlıyordu. bu sistemle, doğu müziğinden farklı olarak, tüm tonlar(makam) aynı akord üzerine oturduğu için tondan tona atlamak (modülasyon) yani müziğin renk değiştirerek ilerlemesi, anlatımın uzamasını sağlamıştı. oysa barok besteciler bu imkandan pek yararlanmamışlardı. bu tip teknik-biçimsel konulardan bahsediyorum çünkü beethoven’in önderliğinde gerçekleşen bir sonraki devrim, yani 1800’lerde klasizmden romantizme geçiş süreci artık yapısal değil algısaldır. sosyal değişimle beraber müziğe bakışın değiştiği ancak formların kabasının pek ellenmediği bir devrim olmuştur. yani sonat formu gelişmeye devam etmiş, süreler, melodiler, armoniler daha da uzamış, yoğunlaşmış sadece bölüm dizilimlerinde birkaç oynama ve orkestranın kalabalıklaşıp ses yoğunluğunun artması dışında çok ciddi biçimsel-teknik reformasyon yapılmamıştır. onun ölümünü takibeden süreçte ise müzikal biçimler erimeye başlayacaktır.

    geliyoruz toplumsal olaylara
    herşeyden önce “fransız devrimi”. 1786 yılında, beethoven delikanlı iken yaşanmış fransız devriminin pek çok sonucundan bizi en çok ilgilendiren iki tanesi; yeni oluşmuş toplum kesimi burjuvanın estetik ihtiyacını gidermek üzere de “sanatçı” kavramının ortaya çıkması ve “birey”in önem kazanmasıdır. sanatçı kavramının ortaya çıkışı bugün insanı için anlaşılması zor bir konu. en net örnek herhalde bir önceki klasik dönemin has adamlarından joseph haydn’ın, emrinde çalıştığı prens esterhazy’nın verdiği davetlerde, sofrada değil mutfakta uşaklarla beraber yemek yemesidir. senfonilerini keyifle dinleyip akabinde aynı masaya oturtmamalarının nedeni, adamın sofra adabını bilmemesinden çok onun da aşçı gibi, kahya gibi işini yapan bir zanaatkar olduğu düşüncesidir. barok bestecilerden de sarayda çalışmayanlar zaten bir kilisenin maaşlı bestecisi idiler. rönesans öncesi iyice beterdi, hiç girmeyelim. bu süreçte haendel ve mozart biraz olsun başlarına buyruk hareket edebilmişler ancak tam anlamıyla, sadece kendi istediği için beste yapabilen tarihte ilk kişi beethoven olmuştur. diğer bir deyişle, modern anlamdaki “sanatçı”nın müzikte ilk temsilcisidir.

    birey olma düşüncesi ise başka bir konu. özellikle j. j. rousseau’nun itiraflar'ında “ben herkesten farklıyım. daha iyi veya daha kötü değil, sadece faklıyım” demesi bu anlamda tam bir devrim demekti. o ana kadar kendisini ancak ümmet olarak veya feodal lordların kölesi olarak tanımlayabilen halk artık kendi bireyselliğinin farkına varmaya başlamıştı. tüm sanatlar gibi müziğin de artık birey ile ilgilenmesi gerekiyordu. 50 yıl önce “müzikte tek amaç tanrıyı hoşnut etmek olmalıdır” diyen bach’ın aksine artık bireyin kendini tanıma ve sanatsal ifade etme yolları bulması elzemdi. bestecilerin baktıkları yön de gökyüzünden, önlerindeki aynaya doğru evrimleşmek üzereydi.

    işte beto tam bu dönemde ortama duhul etti. çevresel koşulların yanında kendi yaşamöyküsü de müziği için oldukça malzeme sunacak... (burada alttan müzik girmesi lazım)


    (kontra - 23 Ocak 2009 19:13)

  • comment image

    (3)

    --- son demler ---

    sağırlığıyla, kendini tanıma ve insanlara seslenme çabasıyla geçen nicel açıdan çok verimli bir 2. dönemden sonra, tamamen sağır olduğu, dolayısıyla tüm o mücadelenin bir senteze ulaştığı 3. döneme geliyoruz (1815-27). bu dönemde sayıca çok az eser vermiş durumda. gerçi o kadar büyük ve sıra dışı eserler ki, her biri üzerine ciltler yazılabilir, insan hayatını onları anlamaya adayabilir. bu anlamda sözlükteki bazı yazarların bahsettiği “beethoven’in olayını anlamanın zorluğu”na özellikle bu dönemi itibariyle katmamak elde değil. ilk dönemi müziğin, koşulların ne olduğunu anlamak amacıyla hocalarından kopyalayarak bestelediği bir dönem, ikinci dönemi de, ilk dönemde öğrendikleri yoluyla kendini tanımaya, sağırlığıyla ve dönemiyle hesaplaşmaya odaklandığı bir dönem ise, o vakit üçüncü dönem, kesinlikle bakışını geleceğe ve müzik denen şeyin içsel özelliklerine çevirdiği bir dönem olacaktır. artık müziğin durumunu, ne şekilde evrimleşeceğini görmeye başlamış ve bu yönde daha olgun, büyük kalibrede eserler üretmiştir. buradan birkaç eser seçip didiklemek lazım. başlamak için en net örnek yine piyano sonatlarıdır heralde.

    piyano 1750-60’larda icat edildiğinden o yana besteciler piyano üzerine sayısız müzik ürettiler. ancak hem o dönemlerde piyano’nun daha gelişimini tamamlamamış olması hem de bu çalgının niteliklerini hemen anlayacak bakış açısına sahip olmamaları yüzünden piyano için bestelenen eserler daha çok, öncülü klavsen’e yaklaşan, veya orkestradan devşirilmiş bir müzik gibiydi. mozart’ın, haydn’ın ve beethoven’in ilk iki döneminin sonatları bu yöndedir. appassionata ile içsel hesaplaşmasının doruğuna erişen ve tamamen sağır olup, ses ile olan savaşını da kaybeden beethoven, bu sefer bakışını piyanoya yöneltti. çok ilginç biçimde bu artık fiziken duyamadığı çalgının gerçek niteliklerini görmeye başladı. “hammerklavierçekiçli klavye sonatıyla başlayan ve olağanüstü op.110 ve op.111 sonatlarıyla sonlanan bu son yazdığı 6-7 adet piyano sonatı, tarihte piyano’nun piyano olarak kullanıldığı ilk eserlerdir. pedal teknikleri, ses yoğunluğu* gibi piyanoya özel olan ne varsa hepsini birer birer bu sonatlarda keşfetmiştir. metal iskeletli piyanonun * icadı da bu yıllara denk gelir. beethoven’in son sonatları açık ki, öncül ahşap iskeletli piyanonun * veremeyeceği bir sesi talep etmişti. dolayısıyla dönemin piyano yapımcıları her ne kadar onun müziğinden yaka silkseler de, bugün kulandığımız pianofortenin icadını biraz da bu sonatlara bağlamak abartma olmayacaktır. eğer tüm 19. yüzyılı piyanonun ses yoğunluğunun güdümünde bir müzik olarak kabul edersek, bu keşfin ne derece önemli olduğunu kavrayabiliriz. zira beethoven’in yaptığı bu ilk ciddi sondajdan sonra sadece chopin piyano denilen çalgının ruhunda daha derinlere inebilmiştir..

    oda müziği alında son yaylı dörtlüleriyle beraber en şaşırtıcı eseri ise op.133 grosse fugue* dür. beto bu eserinde ilk defa “kulağa hoş gelmeyen müziğin de güzel olabileceğini” deniyor. gerçi daha önce senfonilerinde, piyano ve keman sonatlarında arada gerilim yaratması amacıyla böyle tonal açıdan zorlayıcı bölümler koymaktan çekinmemişti. öte yandan burada ilk defa, uzun uzadıya düşünülmüş, estetik bir karar olarak besteleşiyor. ota boka bach referansı vermek istemiyorum ama dayanamam. tarihte daha önce böyle bir çalışma bildiğim kadarıyla sadece bach’ın ‘kromatik fantezi ve füg’ eserinde karşımıza çıkmıştı. daha önce söylediğim 16. yy’da yerleşen “tampere” sistemi nedeniyle bestecilerin temel çabası en önce müzikal tonları, bunların birbiriyle ilişkisini kavramak ve bunları en ustaca, dinleyene haz verecek biçimde kullanmaya çalışmaktı. 20.yyda ise tersine, temel çabaları bu sefer yerleşmiş sistemi yıkmak olacaktı. işte bu iki dönem arasındaki 400 yıllık süreçte sadece bach, beethoven gibi birkaç saf deha, perspektiflerini kaydırıp bu tonal yapının dışına çıkmayı sistemli bir biçimde denemişler, buradan büyük bir heyecan üretebilmişlerdir. ellerinden, ve talep ederlerse, ayaklarından operim.
    https://www.youtube.com/watch?v=xezxjw_s0qs

    bu son dönemin kişisel olarak üzerimde en etkili olan meyvesi ise missa solemnis’dir. katolik dini müziğinin temeli diyebileceğimiz missa formunda böyle büyük bir eser vermesi pek beklenmeyecek biriydi beethoven. ne o zamana kadar birkaç küçük eser dışında beto’nun dini bir yanını görmüştük, ne de missa’lar artık eski popülerliklerindeydi, ümmet’den burjuvaya evrilen kent insanının müzik zevkinde artık eskisi gibi bir yer tutuyorlardı. zaten demode olmasa bile ortada pergolesi’nin stabat mater’i, bach’ın “si minör missa”sı ve mozart’ın requiem’i gibi aşılması pek mümkün olmayan güce, büyüklüğe, derinliğe sahip eserler vardı. yeni müzik, yeni biçimlerle kendini anlatmalıydı. lakin bizim beto yine başına buyruk gitti ve sonuç itibariyle o aşılamaz eserler ligine bir yenisini eklemeyi başardı. missa solemnis günümüzde, aynı yıllarda bestelendiği 9. senfoni’nin popülerliğine, tarihsel önemine sahip olmasa da özellikle ‘benedictus’taki muazzam keman solosu ve ‘agnus dei’ bölümlerinde tam olarak kavranması belki de imkansız bir metafizik düzleme çıkmayı başarmıştır. https://www.youtube.com/watch?v=ypnmybfsqty

    gelelim ünlü 9. senfoniye. bu eser konusunda kısa bir araştırmayla benim yazabileceğimden daha ayrıntılı pek çok yazı bulunabileceği için uzatmayayım. ancak koral eklenmesinin son anda verilmiş bir karar olduğunu söylemek gerekiyor. beto bu en büyük senfonisinde, senfoni biçeminde bir takım eksiklikler, ya da ileride biçimlerin erimeye başlayacağını hissetmiş olmalı ki ilk üç bölümü yazdıktan sonra, son bölüme daha önce denenmemiş biçimde insan sesi katıyor, geleceğe de bu şekilde uzanıyor. beethoven senfonileri, öldükten sonra 19.yüzyılın radye temeli oldular. sonradan bestelenmiş her senfoni adeta onlar üzerine inşa edilmişti. 9. senfoni de bu açıdan bir talihsizliktir. çünkü her bestecinin aklında onu aşmak veya bambaşka birşey besteleyebilmek vardı. sırf bu nedenle brahms’ın ilk senfonisini yazması 20 yıl sürdü. bruckner ve mahler ise senfonilerinde 9 sayısına geldiklerinde korkmaya, artık besteleyememeye başladıklarını söylediler. 9, deyim yerindeyse yüzyıl boyunca kara bir bulut gibi havada dolaşmıştır. ona bakanların kendilerine çeki düzen vermesini sağlamıştır. müziği zaten genel olarak 19. yüzyıl boyunca o derece belirleyici olmuştur ki. örneğin brahms, wagner ve berlioz, o’nun açtığı yoldan gittiklerini söylemişlerdir. brahms ile wagner birbirine tam zıt bir anlayışla müzik yaparken berlioz, kendine has çılgın armoni dünyasıyla, bunlarla aynı düzlemde bile değildir oysa ki... http://www.youtube.com/watch?v=ujewuv-liye


    (kontra - 23 Ocak 2009 19:27)

  • comment image

    bir ön yargı testinden.

    önyargılı mısınız?

    özürlü sekiz çocugu olan ve frengi hastasi hamile bir kadina rastlasaydiniz, ona kürtaj olmasini tavsiye eder miydiniz? bu sorunun yanitini vermeden önce asagidaki soruyu okuyun. simdi bir dünya lideri seçme zamani ve sizin oyunuz da sonucu etkileyecek. iste üç aday hakkindaki gerçekler:
    1. aday: sahtekar siyasetçilerle isbirligi içinde ve falcilara danisiyor. iki metresi olmus. paket paket sigara ve günde 8 ile 10 bardak martini içiyor.
    2. aday: iki kere isten atilmis, öglene kadar uyur. üniversitedeyken uyusturucu kullanmis ve her gece 1 litre viski içiyor.
    3. aday: madalya almis bir savas kahramani, vejeteryan, sigara içmiyor. nadiren bira içer ve evlilik disi hiçbir iliskisi olmamis. tercihiniz bu adaylardan hangisi olurdu önce karar verin, kopya çekmek yok, daha sonra asagidaki yanita bakin. 1. aday: franklin d. roosevelt,
    2. aday: winston churchill
    3. aday: adolf hitler ve bu arada... kürtaj sorusuna eger evet dediyseniz beethoven’i öldürdünüz !!!


    (humanistyamyam - 26 Ocak 2010 04:14)

  • comment image

    bach'ın müziği rüzgarla süzülür, beethoven müziği fırtınanın takendisidir. bach dere'dir durmaksızın okyanusa akar, beethoven tufan olur indirir, okyanusu da karayı da birbirine karıştırır. tanrı, bach'ın alnına dokunmuştur, beethoven'a dokunmak için ise önce yakalayabilmesi gerekir. bach canondur, beethoven qualia.


    (otisabi - 30 Haziran 2010 06:36)

  • comment image

    bugün türkiye'de yaşıyor olsaydı, bazılarının "sağır" diye dalga geçeceği müzisyendir. haa mozart yaşasaydı ona da "amsalak" derlerdi o ayrı.


    (diazepam - 14 Kasım 2012 14:02)

  • comment image

    senfonide piyano olmadigi icin senfonilerinde 'sert bir orkestra hit ile giriş yapıp ardından süren 5 sn kadar sessizlikten sonra piyano sokmasi' pek mumkun olmayan sanatci.


    (wqx - 18 Ekim 2013 03:36)

  • comment image

    tüm klasik müzik bestecilerinin özel bir yeri vardır bende ama beethoven bambaşka bir değere sahiptir. sebebi şöyledir, her duygunun karşılığına bir isim yerleştirebiliriz. schubert hüzünse, chopin diptir, mozart umutsa, haydn güvendir. beethoven ise tüm bunların birleştiği bir karışımdır benim için. onda karşılığını bulamayacağınız bir duygu yok gibi bir şeydir.

    işte bir gün yine bu durumu düşünürken bir şeyi fark ettim. 5-6 yaşımdan beri bu böyleydi. bizim okulun zili, muhtemelen bir çoğunuzda olduğu gibi 9.senfoniydi. beethoven daha o günlerde, daha o yaşlarda bile, bize tek besteyle iki duygu yaşatıyordu.

    o zilin sesi hem mutluluğumuz, hem nefretimizdi.

    doğum günün kutlu olsun kompozor!


    (righteous man - 17 Aralık 2015 01:34)

Yorum Kaynak Link : ludwig van beethoven