Süre                : 1 Saat 35 dakika
Çıkış Tarihi     : 22 Ocak 1996 Pazartesi, Yapım Yılı : 1996
Türü                : Drama
Taglar             : Bağımsız film
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Bluemark Productions
Yönetmen       : Chris Smith (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Doug Ruschaupt (IMDB),Randy Russell (IMDB)(ekşi),Chris Smith (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Randy Russell (IMDB)(ekşi), Matt Collier (IMDB), Ed English (IMDB), Gary Ganakas (IMDB), Dan Layne (IMDB), Eric Lezotte (IMDB), Dave O'Meara (IMDB), Charlie Smith (IMDB), Tom Wheeler (IMDB)

American Job ' Filminin Konusu :
American Job is a movie starring Randy Russell, Matt Collier, and Ed English. American Job is a narrative film about Randy Scott, a youth caught in the dismal confusion of living and working in the world of minimum wage. American...


  • "hatta sarkida "bol pantelon" demesiyle unludur"
  • ""amerika içi bok dolu bir sandviç ve hepimiz ondan bir ısırık almak zorundayız"stanley kubrick"




Facebook Yorumları
  • comment image

    guneyi ve ortasi dunyanin en sirin, en sicak ve fakat en yoksul insan gruplarindan
    birini, kuzeyi ise dunyanin en sisman, en salak ve fakat en zengin insanlarini
    barindiran kita. neymis? kultur, tarih, sicak kanlilik ve insanlik karin doyurmuyormus,
    neymis? deve dikeni, insan sikeni.....


    (esekherif - 9 Mart 1999 00:00)

  • comment image

    amerika vesbuçi keşfetmiştir. bok yemenin arapçası. kimi kimden keşfediyosun. amerika zaten asırlardır orda üzerinde de zibilyon tane ırk yaşıyo. ama tarihi onlar yazmadığı için daha keşfedilmemiş oluyor. tarihi onlar neden yazmıyor derseniz, ölüler tarih yazamıyor malesef. peki 1800lü yıllarda amerikan eyaletlerinden kimilerinde basılan kağıt paraların üzerinde kızılderili şeflerinin resimleri olduğunu biliyor muydunuz? amerikalılar yalakalık olsun diye yapmıştır bunu avantadan toprak alırız aha burası da sizin toprağınız deriz bak ispatı da parası diye. ha kızılderililer salak mıymış falan bunları bi kenara bırakalım, demek ki neymiş, amerika keşfedildi demenin kendisi zati emperyalist bir söylemin yeniden üretilmesinden öte bir şey değilmiş. amerika keşfedilmemiş işgal edilmiştir hocam, aksini iddia eden varsa gelsin ben alnını karışlicam, sonra da bi doların üzerine resmini basıcam.
    paraları washington dc'deki kızılderili müzesinde görebilirsiniz efendim.


    (bubi buzagi - 12 Nisan 2009 10:48)

  • comment image

    rammstein'ın amerika'ya sağlı sollu giriştiği harikulade şarkısıdır. klibi de sözde aya ayak basma seremonisine inceden göndermedir ayrıca. *
    ilkokuldayken ağaca tırmanıp (o zamanları ağaca tırmanma diye birşey vardı, apartmanlılar bilmez) amerikaaaa, amerikaaaa diye anırdığımız, eyaletleri haritadan işaretleyip aramızda paylaştırdığımız zamanlar aklıma geliyor bunu dinleyince hep.
    "coca-cola, sometimes war" sözünü rammstein konserine yolunuz düşerse bağıra bağıra söylemeniz gerekir. insani açıdan.


    (cd rom failure - 17 Temmuz 2012 19:51)

  • comment image

    büyük ülke.

    ağız dadıynan tanımımızı yaptıktan soğna, ekşi duyurudaki 'amerika güzel mi lan?' sorusuna verdiğim cevabı yapıştırıyim aşşaa!

    muhendislere 50 bin dolar dedikleri brut ve senelik maastir. aylik netini bulmak icin 16'ya boleceksiniz. ayda 3 bin dolar eder. mali depremin merkez ussu ev kirasi oldugu icin, bir apartman dairesini 2 ya da 3 kisi paylasirsaniz, iy kotu idare edersiniz. apartman dairesinden kasit, pahali sehirler degil, sehir merkezine yakin yerler degil.

    - kural ve kanunlara saygili
    - iskolik derecesinde calismayi seven
    - kole ruhlu
    - durust
    - kafasi abidik gubidikten, kaytarmaktan, sark kurnazligindan cok, durustce ve mutemadiyen calismaya odakli
    - vergisine, borcuna sadik
    - diger insanlara saygili, efendi
    - ogrenmeyi deli gibi seven
    - turkiye'deki magandalara, haksizliklara, trafik kesmekesine, kaosa, her daim yurek agizda yasamaya, polisten medet ummanin gaflet olmasina yabancilasmis, nefes alamaz hale gelmis

    biriyseniz, abd size cennet gibi gelir.

    ama,

    aaaabi idare et yeaaaa!
    noolacak yeaaa?!?
    bi defalik da biz delelim kurali yeaaa!
    lan surdan kestirmeden cikarim ben!
    dur lan sunun onune geciyim,
    nasi kerizledim ama ipneyi!
    siktiret lan, ne calisacam? baskasi calissin ben arazi oliyim aq
    bu amarigalilarin alayi salak lan!
    cekil bagyan, ben geliyom gormuyon mu, sel-lek-tor yapiyom
    su bemevelinin gotune de bi sel-lek-tor cakiyim
    ne vergisi la? enayi miyim ben?
    bu ne aq, bu kadar sey okunur mu la? doktora tezi gibi ne olm bu?

    turunden biriyseniz, abd'deki sistem sizi yer bitirir. agir isler ama iyi ogutur. hele bi de polisle basiniz derde girerse ve bi gun turkiye'ye donebilecek olursaniz, ucaktan iner inmez apronu opersiniz.

    is hayati cok streslidir. posanizi cikarirlar. nefes bile alamazsiniz. duzenli tertipli ve is biriktirmeyen biriyseniz, cok rahat edersiniz. ama is disi hayatin, nispeten kolay olmasi, trafigin cok daha az stresli olmasi, hatta araba kullanmanin neredeyse, zevk olmasi gibi faktorlerle, is hayatinin stresi kismen notralize olur.

    araba almak kolay olmak zorunda. yoksa bu cark donmez. yani ise gidecek adam bulamazlar. toplu tasima yer yer cok iyidir ama yer yer de cok yetersizdir.

    sistem, sizi ev almaya adeta zorlar.

    abd, turkiye'de dogup buyumus bir turk'un aklinin alamayacagi kadar buyuk. sadece ulke olarak degil, her yonuyle buyuk. misal, dun, federal hukumet bi ceza kesti, morgan chase'e galiba. cezanin tutari, 13 milyar dolar. bunun arkasindan, daha kriminal davalar gelecek deniyo. diger bir misal, twitter hisseleri halka arz edildi. siradan insanlar bi bok alamadilar tabii. o ilk arz sirasinda hisselere erisimi olan kuruluslar, dakikalar icinde, 1.5 milyar dolar kar ettiler. bunun gibi binlerce ornek var. bir turk'un algilama kapasitesinin otesinde buyuklukler bunlar.

    guzel olan yerler cok guzel, cirkin olan yerler cok cirkin, doganin her turu var.

    ıcine girdiginizde, artik ruya gibi gelmez oluyo, sadece hayatta kalmaya calisiyosunuz. rekabet cok cetin, cunku cinliler ve hintliler basta olmak uzere, butun dunya ile rekabete baslamis oluyosunuz.

    cebiniz para doluysa ve gezmeye gelirseniz, cok seversiniz tabii. ama hayatta kalmaya calismak, o kadar da eglenceli degil.

    ben anami ozledim, beni koyümün yagmurlarinda yikasinnar, en sacmasapan arkadasim bile burnumda tutuyo, ah lan guzel bi doner ekmege 100 dolar verirdim simdi, bu ne mantar ulke lan, donemine geldiginizde isin gazi gene kaciyo...

    yani abd'de 5-7 sene gecirecekseniz cok eglenebilirsiniz. ama butun omrunuzu gecirecekseniz ve turkiye'ye, sevdiklerinize cok bagliysaniz, gurbetcilik epey bi uzer, yorar, yipratir, pisman eder...

    ***

    ekşi duyuru'da sorulan,

    yabancı ülkelerde de milletin tek derdi gönül işleri ve seks mi? ekşi sözlükte açılan başlıkların üçte ikisi bu konularla ilgili, neden?

    sorusuna verdiğim cevap amerika ile bi miktar ilgili olduğundan, buraya taşımayı istedim:

    serdar turgut, 70'li yıllarda, manhattan'da 42. sokakta kaldırımda seks yapıldığını gözüyle görmüş.

    http://aksam.medyator.com/…zar/4853/aksam/yazi.html

    sahnede fışkırtan orgazmlı kadını seyretmiş.

    http://internetbudur.blogspot.com/…asyon-yapan.html

    iyisi budur anlamında yazmıyorum. ülke öyle bir dönemden geçmiş. sex and the city dizisini hiç seyretmedim ama adından, kadın cinselliğinin özgürlüğü etrafında dönen bir diziymiş gibi geliyor.

    oray eğin gazetecilik sosyolojisi mastırı yapıyo columbia'da galiba. onunla bi röportaj okumuştum. kaslı/fit değilseniz, new york'ta cinsel hayatınızın olamayacağı mealinde bir tespiti vardı. yanlış bir tespit olduğunu biliyorum.

    bunu daha önce de yazmıştım. iki qız çocuğu büyütmüş bir adam bana, ortalama bir qızın, liseyi bitirene kadar 70 erkek arkadaşı olduğunu söylemişti. bunu benim kafa almakta biraz zorlandı. 7. sınıfta başlasa bu qız sevişmeye, senede 10 erkek arkadaşı olursa, liseyi bitirene kadar 60 erkek arkadaşı olur. ama bu arkadaşlıkları ucuca eklemiyo da, overlapping yöntemini kullanıyosa, onu bilemiyorukh tabe! abd başkan yardımcısı adayı ve alaska eyaletinin valisi sarah palin'in qızı lise sondayken hamile kaldıydı ve kürtajı günah kabul ettikleri için doğurduydu. bizim maallede de, 8. sınıf öğrencisi bi qız hamile kaldıydı. sonra nooldu bilmiyom.

    dolayısıyla, işin bi taraftan boku çıkmış durumdaymış bundan 40 sene önce. sonra düzelmeler başlamış ve düzele düzele bu hâle gelmiş. tabii 320 milyon nüfuslu heyhula büyüklükte bir ülkeden bahsettiğimiz için, her dönemde, her türden insan olacağını da hesaba katmamız lâzım. cinsellikte en muhafazakâr görüşten en cozutuk görüşe kadar. en cozutuk görüş ne olabilir? köpeğiyle evlenmek isteyen kadın olabilir ve bunun yasal hâle gelmesi olabilir heralde.
    belki daha cozutuk haller de vardır ama benim hayal gücüm şu anda ancak buna yetti. niye köpek dedim? gözümle görmedim, gene ikinci elden naklediyorum. bi kadın yürüyo kaldırımda. gayet fit görünüşlü. köpeğini gezdiriyo. köpek de tazı kimin bişiy. köpeğin ayaklarını koruyan patikler giydirilmiş. neden diye soruyo anlatıcı. ben saf bir türk olarak, ''kadın titiz de, köpeğinin ayakları pislenmesin, o ayaklarla evde gezinmesin diye mi?'' diye soruyorum. hayır, diyor anlatıcı, tırnaklarını korumak için, diye ekliyor. tırnaklar? diyorum. ''kadının vücudunu çizmesin diye'', diyor. he heh! diye yüzüm aydınnanıyo, ufkum genişliyo...

    bi de bi ilkokuldaki piçlerin dalga geçtiği bi çocuğu hatırlıyorum. senin annen var mı? diye soruyolar çocuğa. zavallım, ''benim annem yok, iki babam var'' diye cevap veriyo. soran piçler de gülüp eğleniyo...

    hâl böyle olunca, ülkede gönül işleri hâlâ dert olsa bile, öncelikli dert diil. ben amerika'yı yalamış yutmuş olduğumu iddia etmiyorum. hatta çok yüzeysel tanıyor olabilirim gayet büyük bir ihtimalle. ama şimdiye kadarki gözlemlerime göre, borç geri ödemeleri bir dert bu ülkede. insanların gelecekleri hep ipotek altında, hep büyük borçlara girmişler ve patinaj yapıp duruyolar. ama gitsen sorsan, belki de bunu dert olarak görmez. bu sistem böyle dönüyo der. borç derken, kredi kartı taksitinden bahsetmiyorum. ya morkıçtan, ya öğrenci kredisi geri ödemesinden, ya araba taksidinden ya da hepsinden birden bahsediyorum. 50 yaşına gelip hâlâ öğrenci kredisi ödenir mi yahu?

    bi herif biliyorum. ayda 1800 dolar öğrenci kredisi geri ödemesi var. 40 yaşına kadar da ödeyecek. ama ona göre dert değildir belki de bu. çünkü o krediyi almasaydı, lise mezunu olarak kalıp ayakişleri yapacak ve ölmeyecek kadar bi para kazanacaktı. şimdi hiç olmazsa, 40 yaşından sonra biraz rahat etme ihtimali var. nah var!!! o zaman da ev alacak ve 30 sene morkıç taksidi ödeyecek. bu arada sürekli leasingle araba alacak 4-5 senede bir ve o borçlar sürekli devam edecek. ben delta'da bi hostes gördüm, kesin 80 yaşında vardı. en yaşlı hosteslerinin 88 yaşında olduğunu yazmıştı kaste zaten. keyfinden mi çalışıyo o apla o yaşta?

    valla, böyle patinaj bi hayat bana biraz dertmiş gibi geliyo ama adamlara pek koymuyo mu nedir? bahçede bbq, bira, amerikan fitbolu, basket, beyzbol oynama, seyretme, sonra çocuklara iy okul arama, iy college arama, işyerinde de it kimin çalışmaya dayalı bi durum var. tekrar ediyorum, dışarıdan, türk kafasıyla, türk gözüyle, derinliğine girmeden, içyüzünü bilmeden yaptığım değerlendirme bu. değerlendirmemin doğru olduğunu iddia etmiyorum ama 40-50 yaşına kadar okul taksidi ödemek, ömür boyu morkıç ödemek bir realite.

    başka ne dert olabilir? yalnızlık olabilir. sevgisizlik olabilir belki. yalnızlıktan kastım ille de, karşı cins arkadaşlığından mahrum olmak değil. sevgisizlikten kastım da, mutlaka gönül işleri sevgisizliği değil.

    ama bambaşka dertler vardır da, ben bilmiyorumdur. bir kesim için, parasızlık ve özellikle 15 eylül 2008'den sonraki işsizlik dert tabii. sebebini de yukarıda yazdım.

    sikiş sokuş bol, top oyunları bol, popüler kültür bol ve çeşitli, borç harç bol, zararlı yiyecek ve içecek bol, öğrenecek şey ve öğrenme imkânları sınırsız, sevgi az, saygı bol kare gibi özetleyebiliriz heralda.

    eklemedir koca konak ekleme: insanlar pek göremiyolar ama başka bi dert daha var: çin!
    işsizliğin sebeplerinden biri, imalâtın çin'e kayması. milliyetçi bi amerikalı, ''param çin'e gitmesin, ülkemde kalsın diye, sadece biraya ve fahişelere para harcıyorum'' mealinde bi şey dediydi.

    ekleme:

    amerika'da araç kullanacaksanız, süt dökmüş kedi gibi ve terbiyeli-edepli bir şekilde kullanın. stop levhasını açmış sarı okul otobüsü, dur demektir. otbizin yanından bi levha açılıyo ve tepedeki kırmızı dörtlülerini yakıyo. ortasında refüj olmayan yollarda, yolun karşı tarafında yani sizin seyrettiğiniz istikametin tersi istikamette seyrederken durmuş olan ve dur levhasını açmış olan otbiz için bile, durmanız ve otbizin öğrenci indirip bindirmesini beklemeniz gerekiyor. bu kuralı ihlal etmeniz, serhoş şekilde araç kullanırken polise yakalanmanıza yakın bir ya da eşdeğer bir suç. misal emanet araç kullanıyosunuz ve dur levhası açmış okul otbizinin arkasında (ya da otbiz yolun karşı tarafındaysa ve ortada refüj yoksa, önünde) durup beklemediniz ve ileride pusuya yatmış olan polise enselendiniz. o aracın sahibi mahkemeye verilir. siz de mahkemeye çıkar ve ayrıca ceza alırsınız. amerika'da turist olarak bulunuyosanız pek koymaz belki ama, bir süre amerika'da yaşayacaksanız ve bu suçu işlerseniz, misal new jersey eyaletinde, 5 ceza puanı birden alırsınız. ceza puanı toplamınız 12 olduğunda, ehliyetinize el koyuyolar. mahkemeye çıkar ve 400 dolar gibi bir para cezası ödersiniz. bu da yetmiyomuş gibi, kasko sigortanızın primleri öyle bi zıplar ve her ay öyle bir kol gibi girmeye başlar ki, o tarihten sonra her sarı okul otbizi gördüğünüzde, götünüz acır ve yanar. bunun mânâsı şudur: ''dur levhası açmış sarı okul otbizine bile dikkat etmeyen ve çocuklarımızın hayâtını tehlikeye atacak kadar dikkatsiz veya onların hayâtını siklemeden araç kullanan bir sürücü, potansiyel bir katildir. başka bir kazaya neden olma ihtimali çok yüksektir. o yüzden misal, iki misli sigorta primi ödemesi gerekir.'' bu sarı okul otbizi mevzuu öyle bir önemlidir ki, sisli ve kapalı havalarda, okul otbizi daha rahat görülsün diye, otbizin üstünde fotoğraf makinesi flaşı gibi flaşlar çakıp durur. bi de durmuş ve öğrenci indirmiş otbizin önünden metal bi sırık kaldırıma doğru iner ve öğrencinin yola inmesini engeller.

    ahan da hepsi şurda görünüyo, stop levhasını kanat gibi açmış, kırmızı dörtlülerini yakmış ve metal sırığını da çıkarmış otbiz:

    http://upload.wikimedia.org/…bodaux,_louisiana).jpg

    mesela bu yolda, siz o otbizin aksi istikamette seyrediyosanız bile, durmanız ve o otbiz stop levhasını kapatıncaya kadar beklemeniz gerekir. yol çok daha geniş, 3 şerit gidiş 3 şerit geliş olsa bile ortada refüj yoksa durmanız gerekir. durmazsanız, ileride pusuya yatmış olan polis sizi enseler. eh adam başı 400 dolar ceza, sonra iki misline çıkan sigorta primlerinden devlete kesilecek vergi filan derkene, iyi bir gelir kaynağısınızdır da aynı zamanda.

    yollardaki stop levhası da dur demektir. durmazsanız biçerler.

    zencilerle başınız belâya girerse, aym mazlım bro! diyin. ben dedim işe yaradı.

    istanbul'da büyümüş biri için, ny çocuk bahçesi gibi gelir.

    köprü, tünel girişlerinde, yaya veya araçla girerken ve çıkarken fotoğraf ve video çekmek yasak. polis durdurur ve çektiğiniz şeyleri siler.
    arkanızda bir polis aracının tepe lambası yakıp sizi takip etmesi, sağa çek demektir. aracı yavaşça sağa çekin. hiçbi şey yapmadan, arabadan inmeden efendi gibi polisi bekleyin. arabada beklerken hiçbişey yapmayın.

    amerika'daki iklim türkiye'dekinden farklı. çok koyu gri renkte yoğun bulutlar, sel baskınının habercisi olabilir. öyle bulutlar varken, otomobille yola çıkmayın. başka bir plan yapın. otbiz olur tren olur filan. yollar balık sırtı bombeli olduğundan, şiddetli yağmurda, yolların iki kenarında su birikebiliyor ve aquaplanning, hydroplanning denen, otomobilin su kayağına dönüşmesi hadisesi yaşanabiliyor. özellikle virajda olursa, yoldan dışarı uçarsınız.

    istanbul'da yaptığınız gibi, bir aracın kıçına kadar girip selektör yapmayın. reckless driving diye bir suç var. sizi cep telefonundan polise şikâyet edebilir. önünüzdeki aracı geçmek istiyorsanız, emniyetli takip mesafesini koruyarak, bir süre arkasından gidin ve başkaca bir şey yapmayın. büyük bir ihtimalle yol verir. debbağhaneye bok yetiştirmiyosanız, ve araç yol vermiyosa, vermesin. çok aceleniz varsa, sağından geçer gidersiniz. araçla slalom ve makas gibi dallamalıklar yapmayın, yapan olursa, siz onlara uymayın. çoğu eyalette, araç kullanırken, kulaklıksız olarak telefonla konuşmak ve sms yazmaya çalışmak suç. yakalanma ihtimaliniz düşük olsa bile, bilmediğiniz bir ortamda araç kullanacağınız için, dikkatinizi araca ve yola verin.

    amerika'da yavaşlayıp ya da durup selektör yapmak, ''ben sizi bekliyorum, buyurun geçin hadi!'' demektir. türkiye'de ise selektör yapmak ''bekle lan deve! ben geliyorum ve ben geçecem!'' demektir. bunu bilmezseniz kaza yapabilirsiniz. misal siz selektör yaparsınız, karşınızdaki, ona yol verdiğinizi sanır ve geçmeye kalkar filan.

    amerika'da, yaya otomobil ilişkileri de, yayalar lehinedir. yayaların çoğunluğu, sizin yaya geçitlerinde, dur levhalarında filan duracağınızı düşündüğü için, yola bile bakmadan, kendilerini yola atıverirler. amerika'daki yayalarda, türkiye'deki yayaların her daim teyakkuzda olma hallerinden herhangi bir eser yoktur. dalgın dalgın yola inerler ve sizin onlara yol vereceğinizden %100 emindirler. yol vermemek ya da taa diplerine kadar yaklaşıp son anda durmak gibi hareketlerden de çok tırsar ve terörize olurlar. özellikle yayalara karşı çok efendi olun. ayrıca yayalara yol vermek, eyalet yasasıdır genellikle. bulunduğunuz şehrin trafik kuralı filan değildir.

    maksimum hız limitinin saatte 65 mil olduğu otoyollarda, siz 65'le gidiyorken, sağınızdan ve solunuzdan vızır vızır geçip gidenler olabilir. siz onlara uymayın. 70-72 mil sürati geçmeyin.

    iki şerit gidiş, iki şerit geliş bir yolda, sol şeritten gidiyorken, o yolun hız limiti ne ise, o hızla gitmek zorundasınız. misal, o yolda, speed limit 45 diye bir tabela varsa, siz sol şeritten, 45 milden daha yavaş bir süratle gidemezsiniz. 45 mil hız limitli yolda, sol şeritten 30 mille gitmeye kalkarsanız, polis sizi sağa çekebilir.

    ayrıca, uzun yolda, sürekli olarak sol şeritten gitmemeniz, sol şeridi sadece sollamalar için kullanmanız beklenir. çünkü bazen polis, bazen de eyalet polisi, 100-110 mil süratle biyerlere yetişir sol şeritten giderek. onlar için yolu boş bırakmanız gerekir.

    trafik levhalarının çoğu yazıyla anlatılmıştır. mesela ben ilk araba kullanıyoken, narrowing shoulder diye bi tabela görmüştüm ve tabii bi bok anlamamıştım. biraz daha ileri gidince, ulan sakın bu shoulder omuz diil de, şarampol, emniyet şeridi karışımı bi şey olmasın? diye sordum kendime ve haklı çıktım. buna benzer bir sürü yazılı levha görürsünüz. o yazıları sürekli olarak okumak ve anlamak zorundasınız. belki gitmeden önce gugıl görsellerden, gideceğiniz eyaletin adını ve traffic signs yazarak, neler olduğunu çalışmanız faydalı olabilir.

    bi de şehir içi trafikte, trafik ışığı ile kontrol edilen bir dörtyol ağzında, misal siz sola dönecekseniz, sizin için sola dönüş okunun yeşil ve sarı yandığı 4. bir ışık olabilir. yani bu tür kavşaklarda sola ve sağa dönüşlerinizde, ortada 3 trafik lambası mı var, 4 trafik lambası mı var diye dikkat edin. 4 trafik lambası varsa, altında muhtemelen açıklaması da yazar. bazı kavşaklarda delayed green yazar. mânâsı, ''patlama ulan! bekle adam gibi''dir.

    bazı eyaletlerde, her kavşakta değil, bazı kavşaklarda, size kırmızı ışık yanıyoken, sağa dönüp sıyrılıp gitmeniz tamamen yasaktır. sağa dönebilmek için, size yeşil yanmasını, size yeşil yandıktan sonra da, yayaların geçmesini bekleyeceksiniz. yayalar da geçip gittikten sonra sağa dönüp yolunuza devam edebilirsiniz. mesela manhattan aynen böyledir. new york eyaletinde, size kırmızı ışık yanıyoken, sağa, sola dönemezsiniz. misal, new jersey eyaletinde, bazı kavşaklarda buna müsaade vardır. peki nası annayacaksınız müsaade olup olmadığını? eğer dönmek yasaksa, kavşakta, no turn on red tabelası bulunur. dönmeden önce, etrafta no turn on red diye bir tabela olup olmadığını araştıracaksınız ve emniyetli bir şekilde dönüşünüzü gerçekleştireceksiniz.

    diğer önemli bi mevzu da, sağa ve sola dönüşler için, uygun şeritlere girmeniz gerektiğini önceden gösteren ileri ve sağa sola oklu levhalar vardır. bu oklar, dönüş yapacağınız noktada asfaltta da boyalı olarak vardır. onlara da dikkat edin ki, bi tereddüt yaşayıp hafif sürttürmeli veya yandan bindirmeli kazalar yapmayın.

    sokağa pantalonsuz ve donsuz bile çıkabilirsiniz ama gps'siz olarak asla çıkmayın. haa, götünüze güvenir ve çıkarsınız, yolunuzu da bulursunuz belki ama hem vakit kaybedersiniz, hem para kaybedersiniz, hem de bayaa bi enerji sarfedersiniz. kasmaya hiç gerek yok.

    çoğu eyalette para karşılığı seks yasak biliyorsunuzdur. las vegas'ta youtube şöhreti olan türk gençlerinin durumuna düşmeyin.

    fast food zincirlerinden uzak durun.

    marketlerde gördüğünüz ıvır zıvır şeylere, anaaa ne güzelmiş la! anaaa bunlar türkiye'de çok pahalı la!, diye yaklaşırsanız, sermayeyi kediye yükler ve pişman olursunuz. göze görünmüyo ama sonunda feci yekûn tutuyo.

    ***

    başka bi soruya cevap:

    önce soruyu alalım:

    new york'u bilen duyurucular
    arkadaşlar birkaç sorum olacak yardımcı olabilirseniz çok sevinirim.

    1) şimdi ben jfk'ya indiğimde yanımda 5000 dolar civarı bir para olacak. bu parayı doğrudan bankaya yatırmak istiyorum. yanımda durursa çaldırmaktan korkacağım hep. önerebileceğiniz, az masraflı bir banka var mıdır ? varsa nerdedir ? doğrudan havaalanından yatırabilir miyim ?

    2) metrokartın limitsiz aylığı 112 dolarmış. havaalanından bunu alabilir miyim ? doğrudan metroyu kullanmayı düşünüyorum. jfk şehir merkezi arasındaki metroda da bu kartı kullanabilir miyim ?

    3) harlem'in 160 ile 170. caddeleri arasında bir yerde kalacağım. bu bölge güvenli midir ? biraz yanımda columbia üniversitesi hastaneleri varmış. gece yarısı metro kullanmamda bir sorun olur mu ?

    4) çay ve çaydanlık nereden bulabilirim ?

    şimdiden teşekkürler herkese.

    şindi de soruya cevâbı verelim:

    başka birinin yanında kalacaksanız, paranızı orada çaldırmaktan korkuyosanız, (siz duştayken, cüzdanınızı, ceplerinizi karıştırdı v.s. gibi bi korkuysa bu), kilitli valiz alın ve duşa girerken valiziniz kilitli olsun. onun dışında paranıza bişey olmaz, korkmayın. sadece gergin ve tuhaf hareketler yapmayın. rahat olun.
    bankaların tamamını bilmediğim için ''az masraflı banka'' öneremiyorum. banka dediğiniz kuruluş, size en iyi nasıl sokabilir mantığıyla kurulmuş bir şirkettir. bir vampirdir.
    gidin, bank of america'ya yatırın diycem ama ilk bir ay mı ne o paraya ellettirmiyor bi daha. onları çok iyi sorgulamanız lazım. 5 bin dolar nasıl bi para ona bakalım: 50 tane 100 dolarlık. valla ben olsam, kot pantalonumun cebine sokar ve öyle gezerim. bankaynan filan uğraşmam ama biraz çatlağımdır yani.

    thy ile gelecekseniz, terminal one'ın en üst katından air train'e, howard beach istasyonuna gitmek için bineceksiniz. howard beach istasyonundan metro kartınızı kredi kartıyla alabilirsiniz. air train'den inişte onun da parasını ödetecek size 7 dolar gibi bişiy. ona şaşırmayın. türk kredi kartını okumazsa, limitsiz kart almazsınız da, nakit ödeyerek 10'luk kart alırsınız mesela. o kartı kullanarak, tek metroyla harlem'e gidersiniz. a train'e bineceksiniz.

    gece vakti çok geç kalmiyim derseniz, air train, jamaica, lırr, penn station, harlem yapın.

    yani jamaica station'dan metroya diil de, bildiğimiz normal trene long ısland rail road (lırr)'a binip, penn station'a gitçeksiniz. ordan a train'e yani metroya bineceksiniz uptown istikametinde. uptown önemli yoksa brooklyn'e geri gidersiniz.

    şöyle yapalım: vakit dar ve yük hafifse, air train + lırr + a train (subway=metro)
    vakit bol ve yük ağırsa, air train + a train

    aha bu da haritası:

    http://www.panynj.gov/…irtrain-brochure-english.pdf

    güvenli kelimesi, sizin ne zaman, ne yaptığınıza bağlı. harlem hızla turistik bir bölge olma yolunda ilerliyor. gecenin absürd saatlerinde, absürd bir şekilde sakat maallelerin sokaklarında gezmediğiniz sürece, new york güvenli bir şehirdir.
    columbia presbyterian nedeniyle etraf biraz daha hareketli olur o saatlerde. merak etmeyin, tırsmayın. seveceksiniz. hele istanbul'da büyüdüyseniz, size çocuk bahçesi gibi gelecek.

    çay ve çaydanlığı türk bakkalında bulursunuz. queens, astoria'daki yerleri bulamazsanız, 8. cadde ile 42. sokağın kesiştiği yerde port authority bus terminal var. oradan 190 numaralı paterson otobüsüne bineceksiniz. 45 dakika sonra new jersey'nin paterson şehrine götürecek o otobüs sizi. main street'te inip, yolda yürüyenlere bi 'selamınaleyküm agalar!'' çekeceksiniz, çaydanlığı ve çayı onlar gösterecek size. en kötü ihtimal yani. metro kartınız o otobüslerde geçmez, çünkü eyalet değiştiriyosunuz.

    eklemedir, koca konak ekleme: hay ağzımı kırıyım! ulan adam harlem'de kalacak, sen onu paterson'a yolluyosun, mal herif seni!!!

    yok hocam yok, paterson'a hiç gerek yok. harlem'den uptown istikametine giden a train'e (yani metroya) atlayın. 175. sokakta inin. orası cii dabılyu bii yani george washington bridge'in manhattan ayağı. ordan cliffside park'a giden dolmuşları bulup binin. oralarda sorsanız gösterirler. 20 - 25 dakkada gider. parayı nakit ödersiniz, en eğlenceli dolmuş yolculuklarınızdan birini yapmış olursunuz. ciffside park anderson avenue'da inin. belki şoförün gözüne çarpmıştır, gelip geçerken. nizam markette ineceksiniz. tam adresini de yazıyim size: 608 anderson avenue cliffside park, new jersey. telefonu da (201) 313-9540. mustafa ağbiye de selam söyleyin. gendi yoktur da, oğlu veya gızı vardır. toplam 90 dakka gibi bi sürede çayı ve çaydanlığı halletmiş olursunuz.

    ***

    gecende, berber degdiriyo mu diye bi soru vardi burda.

    degdiriyo ama meme degdiriyo...

    berberler genellikle unisex. sac kesen kadin da var, erkek de var. sirf kadinnarin kestigi yer de var. musteriler de kadin, erkek karisik.

    biri de fiyat soruyodu. 10 dolarlik herif essek tirasi yapiyo. 20 dolara essek tirasi yapan da var. essek tirasi demeyelim de, aliyo elektrikli makinaynan giriyo, cim bicer kimin. sen de gendine kufrediyon, bi daa gelirsem siksinner diye cikiyon ordan... ama o 10 dolara tiras yapan herife bi kac kere gittim. donuma isetecek kadar gomik bi herifti. mutemadiyen konusuyodu, sanki film seyrediyom, bi yandan da figurannik yapiyom kimiydi. en son usturaynan ensemi ganatinci, biraktim, bi daa gitmedim.

    bahsis dahil 25 dolari gozden cikardiginda, adama benzer bi tiras oluyon. beni ilk tiras eden kadin, cocugun var mi diye sorduydu. niyeyse?

    bazilarinin isigi cok kotu oluyo. ulan yazik heriflere ve karilara bea! sabahtan aksama gadar, o boktan isikla tiras ediyolar. tam tepeden gelen, direkt isik, dukkanin diger yerleri los filan.

    sac yikama lavabolari ayri. muhtemelen turkiye'de de vardir oyle yerler ama param yetmezdi, hic gitmedim.

    kapisinda, kirmizi, lacivert spiral cizgili silindirin dondugu berber buldum bi tane, ona yazildim. herif de cok gomik ve cok zeki. ona gidiyom sindi. 3. gittigimde, ben daha saci tarif etmeden, ilk sefer gibi mi olsun, ikinci sefer gibi mi olsun diye sordu lan! ohaaaa dedim icimden...

    yeteneksiz, beceriksiz bi adam zor yapar tabi o isi... biliyonuz amerika land of law suit'tur. delinin biri dava eder, hayatinizi garartir.

    avmlerde de var. ara sokaklarda da...

    bundan onceki, yunan ciktiydi. tespih mespih diye sohbet ediyoduk biraz. 3 dolar bahsisnen beraber 20 dolar veriyodum. bu seferki, 25'e geliyo bahsisnen.

    gendi sacini kesen cengaverler de var ama benim gotum yemiyo tabi...

    gittigim berberlerden birinde, lavabo yoktu la! berber dukkani olmayan bi yerde sac kestiriyomusum gibi bi tuhaf hissettim gendimi.

    ne kadar etkiliyosa beni lavabo, su basligi acmisim:

    (bkz: berberin kafayı lavaboya eğdirdiği an)

    basligin tarihine baktim da sindi, yatar pozisyonda kafayi yikadiklari sac yikama lavabosunu gordukten sonra, bizim yonteme icerlemisim gibime geldi.

    ***

    amerika'daki bir akademisyenin ekşi duyuru'da sormuş olduğu soruya verdiğim cevaptan alıntı:

    miserable hayat ne hocam? yerde yorgan üstünde mi yatıyon? şilte alacak paran yok mesela, he mi? haftada 20 dolarla mı geçiniyon ha? part time fare ölüsü mü topluyon bodrumlardan? pazar günleri benzin mi pompalıyon? generic peanut butterdan başka bişey alamıyon mu? tek girebildiğin yer wal mart mı? sürekli mcdonalds dollar-menu mü yiyon? ekmek alabilmek için 3 saat yol mu yürüyon? sadece su, armut ve muzla mı yaşıyon? şu miserable hayattan ne anladığını bi de hele...

    ***

    gene aynı cevaptan bir alıntı:

    amerika'nın genel bir özetini yapmışsın hocam. yazdıklarından cımbızla çektiklerimi sıralıyorum:

    - yalnizlik (akademisyenlikle ilgisi yok)
    - saat farki (akademisyenlikle ilgisi yok)
    - cok fazla cinli var onlar hep kendi aralarindalar (akademisyenlikle ilgisi yok, çinli heryerde çok, hepsi it gibi birbirini destekler. nüfusları, senin ülkenin nüfusunun 20 katı. üstelik senden çok daha çalışkanlar. üstelik senin vatandaşların gibi birbirlerinin kuyusunu kazmıyor, birbirlerine çelme takmıyor, aksine birbirlerine deli gibi destek oluyorlar. dolayısıyla, amerika'ya gelmiş bir türk, karşısında 20 değil, 30 çinli görebilir for a given situation, 20 de hintli görür tabii.)
    - evde yalniz kaliyorum, skype da yapmasam 5 gun insan yuzu gormeden geciyor. (akademisyenlikle ilgisi yok)
    - ayda yilda bir de olsa dostlarimlaydim. (amerika'da dost diye bişey bulamazsın. akademisyenlikle bi ilgisi yok bunun).
    - surekli calisma ve yalnizlik hali zaten (bu da amerika'nın getirisi ya da götürüsü. akademisyenlikle bi ilgisi yok)
    - burs anca kiraya yemege yetiyo. (reel sektörde çalıştığında, karnın biraz daha iyi doyar, elin biraz daha bollaşır).
    - surekli ayni rutin, (akademisyenlikle hiçbir ilgisi yok)

    dolayısıyla, seni yoran ve üzen şeyler, amerika'nın genel özellikleri. akademisyen olmasan da, bunlar olacak zaten. bunlara dayanamayanlar, 2. sene sonunda türkiye'ye geri dönerler. biraz daha dayanıklılarsa, 7. senede kayış yarar.

    surekli gecen gunduzun olmadan researchu dusunme fikri beni yordu. (bunu değiştirebilirsin bak! kendini eğitebilirsin bu konuda. kapıdan çıktığın andan itibaren, research'ü unutacaksın.)

    bide job marketin giderek daha rekabetci olmasi da etken oldu, yan masamdaki arkadas son sinif ve simdiden 2 makalesi olmasina ragmen iyi gitmiyor diyor. cok az pozisyon var ve cok fazla iyi aday var.
    (sen 2008 - 2011 arasındaki krizde, özellikle de 2009 yılında abd'de olmadığına dua et. rekabetin tillahı asıl o zaman vardı. şimdi ekonomi tırmanışta which is very good for us!)

    surekli hirs ve rekabet ortamini istemedigim icin biraz da akademiye yonelmistim. (hırs ve rekabeti, akademiden, hele amerika'daki akademiden soyutlayabileceğini pek sanmıyorum. burası kurtlar sofrası. dünyanın en iyileri buraya geliyor ve burda kapışıyolar.)

    ama burada da fazlasiyla durum boyleymis. sanirim hic bir yerde isimi iyi yapayim, maasimi alayim yastiga kafami rahat koyayim yok. surekli bitmeyen rekabet hayat. (amerika'da, kebap yapmak, keyif yapmak, kaytarmak, arazi olmak, başkasının sırtında asalak olarak yaşamak gibi kavramlar yok. ak göt kara göt burada belli olur. güvenilecek bi götü olmayan da silinir gider zaten).

    bu verdiğim bilgiler ışığında, sana göre olmayan şeyin akademi mi, yoksa amerika mı olup olmadığını yeniden düşün.
    8 ay, karar vermek için çok kısa bir süre. ikinci senenin sonunda, amerika'da mutlu olup olamayacağını anlamış olman gerekir. öğrenmeyi, öğretmeyi ve it gibi çalışmayı sevmiyosan, amerika zor gelir. yalnızlığa tahammül edemiyosan, gene çok zor gelir.


    (compadrito - 5 Ocak 2014 02:22)

  • comment image

    muhteşem bir rammstein şarkısı. videosu da rammstein'ın yaptığı en harika iş.
    aklınıza gelebilecek her grubun amerika ile ilgili bir şarkısı vardır. ancak hiçbiri amerika'yı böyle algılayamamıştı, böylesine anlatamamıştı.

    amerikasız bir dünyanın mümkün olmadığını, giydiğimiz, yediğimiz-içtiğimiz, yaptığımız her şeyin amerikan olduğunu anlatmaya cesaret edememişti belki hiçbiri. kimse bu kadar ince eleştiremezdi.

    umarız bu bazılarına örnek olur ve ellerindeki gibson, fender gitarların, marshall amfilerin nerenin ürünü; yaptıkları müziğin nasıl bir kültürün eseri olduğunu, babaya paraların nereden geldiğini unutarak "hedefini al, piyasanı al" gibi basit sözlerle ve her şeyin gözümüze sokulduğu basit kliplerle dinleyiciyi/izleyiciyi salak yerine koymaktan vazgeçerler. *


    (gemini stonehead - 20 Ekim 2004 21:34)

  • comment image

    we're all living in america,
    coca-cola, sometimes war

    kısmı ile ironiyi, komediyi, gerçeği bu kadar bariz ve sade ortaya koymuşlar. ilk duyduğumda beni çok şaşırttı bu sözler. hedefine ulaşmış, şahane rammstein şarkısı.


    (crimsonsunsets - 21 Ekim 2004 23:16)

  • comment image

    klibinde amerikalı astronotların ay'ın yüzeyine kullanım kılavuzunu okuyarak bayrak dikmesi ve bunu yaparken bile kafalarının karışması ile yarmış bitirmiş bir rammstein şarkısıdır.

    (bkz: users manual)


    (hotwhoppercheese - 11 Şubat 2006 01:23)

Yorum Kaynak Link : amerika