Süre                : 1 Saat 48 dakika
Çıkış Tarihi     : 29 Ekim 2015 Perşembe, Yapım Yılı : 2015
Türü                : Komedi,Drama
Ülke                : Slovenya,Czech Republic,Republic of Macedonia,Italy
Yapımcı          :  Perfo Production , Evolution Films , Kino Oko
Yönetmen       : Jan Cvitkovic (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Jan Cvitkovic (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Ziga Födransperg (IMDB), Marko Miladinovic (IMDB), David Furlan (IMDB), Jana Prepeluh (IMDB), Marijana Brecelj (IMDB), Aleksandar Rusic (IMDB), Gala Kovac Mljac (IMDB), Marjuta Slamic (IMDB), Tine Moljk (IMDB), Uros Albert (IMDB), Ludvik Bagari (IMDB), Gregor Bakovic (IMDB), Andrijana Boskoska Batic (IMDB), Aleksander Bulatovic (IMDB), Janez Burger (IMDB), Natasa Burger (IMDB), Alenka Cilensek (IMDB), Srecko Coragic (IMDB), Maurizio Fanin (IMDB), Olga Kacjan (IMDB), Uros Kaurin (IMDB), Irena Kovacevic (IMDB), Nada Mihajlovic (IMDB), Raniero Monaco Di Lapio (IMDB), Rossana Mortara (IMDB), Matteo Oleotto (IMDB), Nina Orel (IMDB), Primoz Petkovsek (IMDB), Janez Skof (IMDB), Marinka Stern (IMDB), Luna Pestotnik Stres (IMDB), Tilen Terpin (IMDB), Mitja Tripkovic (IMDB), Borut Veselko (IMDB), Gasper Markun (IMDB)

Siska Deluxe (~ Šiška Deluxe) ' Filminin Konusu :
Siska Deluxe is a movie starring Ziga Födransperg, Marko Miladinovic, and David Furlan. The four friends decides to turn the workhouse of a dead dressmaker into a pizza restaurant.





Facebook Yorumları
  • comment image

    ea’in 2009 baharında piyasaya sürmeyi planladığı bir çoğumuzun hayatını kaydıracak oyun…

    oyunla ilgili sağdan soldan öğrendiğim ve benim gözümü döndüren bazı özelliklerin birincisi cinnet geçirtici yükleme ekranının artık aramızda olmaması. simimiz başını alıp istediği yere gidebilecek; komşusuna kahve içmeye veya parka gezmeye.. bu sırada karşılaştığı karakterlerle etkileşebilecek` :interact`..

    oyunun sim yaratma (“create a sim”) kısmında da büyük ve etkileyici değişimler var. fiziksel olarak daha detaylı simler tasarlamak mümkün. sims oynayanların bilecegi gibi sims 2’de bir tanesi sıska ve bir tanesi etine dolgun iki tip vücut ile sınırlıyız. sims 3’de ise gerçekten zayıf, gerçekten şişman ve bunların arasında bir yerde olan karakterler yaratılabilecek. simlerin vücut büyüklüklerinden farklı olarak kas yapıları ile de oynayabileceğimiz için fiziksel çeşitliliğin sims 2’ye kıyasla hayli fazla olması bekleniyor.

    simlerdeki diğer büyük değişiklik kişilik yaratma aşamasında. sims 2’de iyi-huysuz, aktif-tembel vs. puanlayarak şekillendirdiğimiz simlerin karakterlerini, şu anki planlamalara göre yaklaşık 80 tane kişilik tanımlayıcı sıfat barındıran bir havuzdan seçebileceğiz. her sim toplam beş adet sıfatla tanımlanacak. seçeneklerden bazıları mükemmeliyetçi, arkadaş canlısı, paranoyak, kaba, iyi kalpli, fütursuz, cesur, sakar, kleptoman, hydrophobic*, dahi, duyarsız, sanatçı ruhlu…

    bütün bunlar bir yana, oyuncuların hemen fark edeceği kısım artık simlerimizi çişe götürmenin önceliğimiz olmaması. açlık, uyku, temizlik gibi ihtiyaçları kontrol için kullandığımız modül ortadan kalkıyor. simler biz tersini istemezsek kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayacaklar. temel ihtiyaçlarla vakit harcamak yerine, simin hayatındaki hedefler ve ilişkiler gibi daha üst seviye işlevler ile meşgul olacağız. örneğin maaşına zam alan sim bir günlüğüne çok mutlu olacak ancak işten kovulan bir sim uzunca bir sure kendine gelemeyecek.

    simler birbirleri ile konuşurken arkadaşlarının karakterleri hakkında bilgi edinebilecek ve simler arası etkileşimler öncekinden farklı olarak arkadaşça, flört vb. olarak ayarlanabilecek. kısaca artık bütün simler iki saniye başka tarafa baktığımızda en iyi arkadaşlarına asılmaya başlamayacaklar.

    oyunun görsel kısmındaki bir yenilik de kullanıcının bir “kumaş” tasarlayıp çok basit bir şekilde istediği nesneleri, mobilyaları, hatta yanılmıyorsam kıyafetleri bu kumaş ile kaplayabilmesi. tahmin ediyorum sims iç mimarları ve modacıları bu fonksiyonu sıkça kullanacaktır.

    simlerine ortalığı toplatmaktan nefret edenler için de bir müjde var. isteyen oyuncular simlerinin dağıttıklarını –tabaklar, çöp, ortalıktaki kitaplar- bir anne edası ile toplayabilecekler, kıymetli simlerin bir şey yapmasına gerek olmayacak.

    hepimize, ödevlerimize, projelerimize ve boş zamanlarımıza geçmiş olsun.


    (leliel - 24 Mart 2008 03:16)

  • comment image

    the sims 2'de yaşadığım birtakım kadersizliklerin aynen devam ettiği oyundur bu...
    her zamanki gibi jason priestley ve kendimi young adult olarak yaratıp attım bi eve...ev muhteşem; motherlode sağolsun, güzelce de döşedik...önce çok iyi arkadaş olduk, sonra birbirimize aşık olduk...ama gel gör ki going steady olamıyoruz, partner kısmında hala "?" var...neyse dedim zamanla olur herhalde..
    bu arada world adventures pakedimiz de var, adam tutturdu mısır'a gidelim diye, rüyalarında orayı görüyo sürekli falan...madem çok istiyo gidelim dedim...hem belki daha yakınlaşırız, tatiller iyi sınavdır ilişkiler için diye..kıçımda eteğim ve ayağımda topuklu çizmelerle mısır'ı talan ettik, çadırda kaldık...gıkım çıkmıyo ama aşığım ya...bir gece ateş yaktık, belki orda sevgilim ya da karım ol der diye bekledim, ııhhh, tık yok herifte...
    evimize döndük, bu sefer çocuk istedi..işin ilginci ben de istiyorum çocuk ama yani adam resmen fuck buddym sadece, niye yapıyım ki? baktım ikimizin de rüyalarına girer oldu, doğurdum bi tane..kız olması zaten yeterince canımı sıkmışken bi de ne göriyim? adam soyadını bile vermedi çocuğa!!! delirdim resmen ama hala umudum vardı, evlenince onun da soyadı değişir belki falan diye?
    bu arada kariyerlerimiz süper şekilde devam ediyo, açıkçası özel hayatımdaki mutsuzluktan ötürü kendimi işe verdim..gün geldi adult olduk; hah dedim artık herhalde düşünür bir şeyler...tek düşündüğü 2.çocuk oldu..inat ettim yapmıycam diye..bi gün woohoo yerine yanlışlıka try for baby'e tıklayınca olan oldu...hoşgeldin 2. bebek (allahtan bu sefer erkek) ve yine benim soyadımı taşıyo!
    iyice depresyonun eşiğine geldim..bastım fransaya gittim...gezdim, tozdum, düşündüm, taşındım..."tüm gençliğimi bu herif uğruna harcadım, 2 de çocuk yaptım ama hala kız arkadaşı konumunda bile değilim" düşüncesini hazmettikten sonra orda bi fransızla yattım...
    eve döndükten sonra hem veletleri hem jason'ı son kez öptüm...bi odaya tıktım ve kapısını kaldırdım...bi süre sonra baktım ölmüyolar, e ben de bastonlu olcam artık; toptan yok ettim evi...

    yarın bi young adult olarak yeni bi hayata başlıycam, huzurluyum artık...


    (lavinyaa - 26 Mart 2010 12:45)

  • comment image

    pembe dizi gibi bi hayat yaşadım ben. sims oynamayanların da oynayanlar kadar ilgisini çekebilecek derecede hayatın içinden bir hikaye. vaktiniz varsa anlatayım:

    çok hovarda başladım. gittim en ucuz evi aldım en ucuz eşyalarla döşedim. kalan paramla da baba parası yiyen eşekler gibi yaşamaya başladım. akşamları televizyon izleyip bilgisayarda oyun oynuyor, öğlene doğru kalkıp dışarı çıkıyor, o park senin bu sergi benim çapkınlık yapıyordum. ulan oyunun başında o 5 trait'i öyle bi seçmişim ki, tanıştıktan sonra sohbet sırasında "hopeless romantic" trait'inden bi kaç numara çevirdim mi 5 dakika içinde düşüremeyeceğim kız yok şehirde. her gün bi başkasıyla sabahlıyorum. ama içlerinde bi tanesinin yeri farklıydı: erin. ilklerin yeri ayrıdır, ilk tanıştığım sim'di o. eve taşındığım gün şöyle bi yürüyüş yapayım diye dışarı çıktığımda tanışmış, uzun süre romantik takılmıştık. sonra ben hovardalığa başlayınca onu aramaz, telefonlarını açmaz oldum. neyse.. bi süre sonra iş çığrından çıktı, bunlara zaman ayıramaz oldum ben. evde devamlı birileri var, temizlik yapmaya bile zamanım olmuyor, gelenlere evi falan temizletiyorum. ileride param bitip çalışmak zorunda kaldığımda bi sik bilmediğim için kimse beni işe almayacak ama skill kasmak falan aklımın ucundan bile geçmiyor. paso hovardalık. eve birisi girerken diğer çıkıyor, tuhaf tuhaf bakıyorlar birbirlerine falan. sonra eğlence trait'im ile iki üç güldürüyorum falan her şeyi unutuyorlar. kadınlar gerçekten de kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanıyorlar sims'te de. o kadar abartmış durumdayım ki, evde başka bir kız varken lavaboyu tamir etmek için gelen tamirci kızı banyoda 3 dakikada tavlayıp sevişiyorum ve diğer kıza yakalanmıyorum. şehirdeki kızların dörtte üçü ile bi şekilde ilişki yaşamış durumdayım. sadece ilişkisi olan bir kaç kız tarafından geri çevrildim. ilişkisi olanları bile ayartıyorum. neyse efenim.. günler böyle gelip geçerken benim para artık suyunu çekiyor, faturalarımı ödeyemez, çapkınlık yapamaz hale geliyorum. gazete falan okumayan bir hödük olduğum için bahçede biriktikçe biriken gazetelerden bir tanesini alıp iş ilanlarına bakıyorum. ama o da ne?! saatte 18 dolar gibi komik meblağlar söz konusu. ulan bi top lahana 10 dolar. ben nasıl geçineyim o parayla.. üstelik bütün günüm işte geçecek, ne kızlara ne eğlenceye zaman kalacak. caddenin ortasına yatak koyup komşunun karısıyla sevişen bir insanı adeta bir devlet memuruna çevirecek olan süreç başlıyor ve ben saatte 20 dolara çalışmayı kabul ediyorum. yine de karizmamdan ödün verip kasiyerlik temizlikçilik gibi işleri kabul etmiyor, gitar dersleri veren bir yerde işe başlıyorum ama yaptığım işin müzikle hiçbir ilgisi yok. ayak işleri. parasızlık hayatıma kabus gibi çöküyor. bütün günüm işte geçiyor ama kazandığım parayla karnımı bile zor doyuruyorum. reçel-ekmek yemekten, sebze çorbası içmekten anası ağlıyor midemin. ve... bir gün işten çıkıp yorgun argın eve dönerken onu görüyorum: erin.. asker olmuş. hayvan gibi atletik skill kasmış. gayet iyi kazanıyor. yaşlanmış. zaten benden büyüktü, yine de gençti, güzeldi..ama öyle yaşlanmış ki..tanıdığım erin'den eser yok. konuşuyoruz. beni neden aramadın diyor. cevap veremiyorum. ilişkisi olup olmadığını soruyorum. yok diyor. sanırım hiç olmamış da.. beni beklemiş. beni hep sevmiş. bir damla yaş damlıyor gözümden klavyeye. ve çok tuhaf bir şey yapıyorum. evlenme teklif ediyorum. apar topar gidip evleniyoruz. gece yarısı giriyoruz evimize. her şey güzel, mutluluktan uçuyorlar. açlık falan umrumda değil. daha sonra erin'in evini eşyaları ile birlikte satıyoruz, yüklü miktarda para geçiyor elimize. bu para ile çalıştığım yerin yanındaki küçük marketin ortağı oluyorum. gayet iyi para getiriyor. bir gün erin'e serenat yapmak için gitarımı elime alınca bir şey fark ediyorum ki, hovardalık yaptığım günlerde kızlara hava atacam diye gitar çalarken deli gibi gitar skill'i geliştirmişim. sabah hemen gidip kendime bir grup kuruyorum. ilk günler biraz zor oluyor. hiç tutmayan şarkılar falan yazıyoruz. bir miktar zarara bile giriyorum. ama bütün gün gitar çalışıyorum. sabah akşam çalıyorum. grubumuz iyice meşhur oluyor. imza isteyenlerimiz falan belirmeye başlıyor etrafta. ama ben bütün bunlara odaklanırken erin'le iletişimimiz iyice kopuyor. o sabahın 5'inde kalkıp üsse gidiyor. bense işim gereği sabah doğru uyuyor, güne öğleden sonra başlıyorum. ama yine de onu aldatmıyorum. ona karşı artık hiçbir şey hissetmediğimi biliyorum ama anlaşılmaz bi sadakatim de var. müzik skill'imi kullanarak tavlayamayacağım kız yok. güzel, ondan çok daha genç ve çekici bir çok kız var etrafımda, hatta bana asıldıkları da oluyor. ama ben hep ona sadığım. derken erin'le nötr olan ilişkimiz artık negatife dönmeye başlıyor. ne yapsam kızıyor, kafasında devamlı (--)'lerle dolanıyor, etrafı toplarken söyleniyor. tamam ben de suçluyum, ona hiç yardım etmiyorum. ama iç sorgulamalarımda, kendimi iyi hissetmek için bi şekilde hep onu suçlamayı da başarıyorum. bi akşam benim banyoda unuttuğum waffle tabağını ve sifonu çekilmemiş klozeti görünce görünce bunun iyice tepesi atıyor. gelip benimle tartışmaya başlıyor. gitarı kafasında parçalayasım geliyor. dayanmayıp bi tokat aşkediyorum bunun suratına. vay efendim, sen misin bunu yapan... bu benim üstüme panter gibi atlıyor. üstümde tepine tepine, beni o duvardan o duvara ata ata dövüyor. zor kurtuluyorum elinden. bu bardağı taşıran son damla oluyor. o gece onu evden kovuyorum. yıllarca para biriktirip aldığımız arabayı da alıp gidiyor bir daha gelmemek üzere. siktirsin gitsin amınakodumun orospusu. bak hala kızgınım. ben ise çok üzgünüm. yaşam sevinci yerlerde. bir şeyler yapmam lazım. ilişkileri açıp eskilere bakıyorum. ulan herkes yaşlanmış, nene olmuşlar. iş yerindeki genç gitar hocası geliyor aklıma. öyle güzel, öyle çekici ki.. kendisine bunca zaman asılmadıysam tek nedeni evli olmamdı zaten. çağırıyorum. gece geç vakit olmasına rağmen geliyor. erin'in arkasından konuşup rahatlıyorum, omzuna yaslanıp dakikalarca ağlıyorum. onun kolay etkilenen biri olduğunu da biliyorum, benden hoşlandığını da. hiç flört etmeden direkt first kiss diyorum. ateşli bi şekilde öpüşüyorlar. sonra yatağa gidiyorlar. onunla sabahlıyorum. sabah çok mutluyum. sanki bi gece önce karısından dayak yiyen ben değilmişim gibi. ama üzerinden bi gün, hatta bi kaç saat geçince acım yine depreşmeye başlıyor. hayat böyle a dostlar, sevmediği bir şeyden ayrılmak bile acıtıyor insanın içini, alışkanlıklardan vazgeçmek zor. evde benimle hiç konuşmadan etrafı toplanmasını, hatta söylenmesini, beyazlarını kapatmak için boyattığı kızıl saçlarını özlüyorum... hiç iyi gelmiyor bu ayrılık bana. kendimi yine hovardalık yaparken buluyorum. artık kendimi de iyice geliştirmiş, olgunlaşmış durumdayım, kadınları etkilemek çok daha kolay. her gün bir başkasıyla birlikteyim, biriktirdiğim paralar azalıyor, özelliklerim köreliyor. ve artık yeter diyorum. ayrıldıysan ayrıldın, ayrılan ilk insan sen değilsin ya.. ve yine saçma bir karar alıyorum. evlilik yüzünden bok olan hayatımı başka bir evlilik ile düzenlemeye karar veriyorum. genç müzik hocası ile evlenmeye karar veriyorum. kabul edeceğinden eminim. iki gün sonra da evleniyoruz. ilgi göstermediğim için dağılan grubumu siktiredip tek başıma çalışma kararı alıyorum. kendimi sahnede gitar çalmak için fazla olgun hissediyorum. şarkı sözü yazıp, genç yetenekler arayacağım ve menajerlik yapacağım. evliliğimin ilk günleri balayı tadından geçiyor. her gün saatlerce sevişiyoruz. ben yeni iş hedeflerime ulaşmadan önce kendimi daha da geliştirmek için, müzik tarihi dersleri alıyor, bütün gün evde kitaplar okuyor, gitarda artık master seviyesine gelecek kadar ustalaşıyor ve internetten araştırmalar yapıyorum. menajerlik işine başlangıcım iyi oluyor. herkes tarafından aranan, istenen bi menajerim. saatte 400 dolar kadar kazanıyorum. bu muhteşem bi şey. ama aynı şeyi evliliğim için söyleyemeyeceğim. ulan her evliliğin kaderi aynı mı? bu da boka sarıyor. yine iki yabancıya dönüşüyoruz. bi yandan da bende kıskançlık başlıyor. zelda genç, güzel. ilişkilerine bakıyorum, bi tane kız olmaz mı, hepsi erkek. hepsiyle de samimiyet full. eve her gün bi başkasının arabasıyla geliyor. ne zaman görsem dörtlü beşli erkek gruplarının ilgi odağı haline gelmiş. eve her girişimde beni öpücükle karşılayan insan artık benimle de ilgilenmiyor. yeter ulan diyorum. boşanacağım. bi daha evleneni de siksinler. hem belki iyi gelir. daha acıklı şarkı sözleri yazarız. kimse kırılmadan, kimse dayak yemeden, iki medeni insan gibi ayrılıyoruz. ayrıldıktan sonra da dost kalıyoruz. biraz yavşakça ama iyi bi şey bu. neyse. artık yaşım da iyice ilerliyor. hovardalıktan da tat almaz hale geliyorum. tek başıma yaşıyorum. çok iyi para kazanıyorum. en büyük müzik grupları bana muhtaç durumda, süper gençler yetiştiriyorum. aslında en büyük isteğim bi çocuğumun olmasıydı. hatta yaptığım saçma sapan ve ani evliliklerin bile en büyük nedeni buydu diyebilirim. ama olmadı. bi türlü olmadı. bi türlü o kıvamı tutturamadım hayatımda. hep bi koşuşturmaca, hep bi savaş, günde yarım saat bile boş vakti olmuyor insanın. belki gençliğimde o hovardalık yaparak harcadığım zamanlarda daha yararlı işler yapsam şimdi benim boyumda bir çocuğum olurdu. gitar çalardı belki. menajeri olurdum. gençliğimi özlediğim şu günlerde bana benzeyen biri. genç. ah.. neyse. şimdi hayatımın son günlerini yaşıyorum sayılır. yalnızım. zenginim. ama geri dönüp baktığımda, mutluyum diyebilir miyim? bilmiyorum.. ama yaptığım hiçbir şey için pişman değilim.


    (melankomik - 19 Temmuz 2010 21:13)

  • comment image

    sims 2 oynayıp uzun bir ara verdikten sonra yeni yeni adapteye olmaya başladığım yaşam oyunu. şimdi sims 2'nin hareket kolaylığına alışan biri bunda ilk başlarda zorlanıyor. hareket için farenin sağ tuşuna basılı olarak çeviriyoruz. diğerinde öyle mi? neyse efendim.

    nuri adında şişman bir çocuk yarattım. 15 bin liraya eşyalı ev satın aldık nuriciğimle. baktım eşyalar kötü dekor boktan kolları sıvayıp daha yaşanabilir bir hale getirdik. bir de doğa dostu koçum benim. her yere bisikletiyle gidiyor abisi. bir gün yine bol bol para harcamışız fakirlere bağış yapmışız yorgun argın döndük maçtan kapı çaldı.

    yemin ediyorum karşımda banu alkan'ın sim hali. sanki sim yöneticileri bilerek yapmış diyeceğim. kilo, göbek aynı. çocukta bir tutuldu buna. oğlum etme eyleme nurim sana daha güzelleri olur bak bu şişman hem çirkin dedim yok "isteriiimmm" diye tutturdu gizli gizli sevişmeler, wohoolar havada uçuşuyor. 2 saate kalmadan bununla evlendi kızda evde kalmış sanırım pat diye kabul etti evliliği. sonra iki işsiz takılıyorlarken dedim kız biraz kariyer yapsın. verdim bunu tübitak sims'e çırak olarak. 2 kademe yükselince götü kalktı kavga etti hastaneye geçti.

    hademe olarak başladığı hastane kariyerinde şu anda dünyaca ünlü cerrah kendisi. artık yetişkin çağına da erişince bir akıllandı ki sormayın. valla ilk başlarda çok kızdım oğlana ama allah için gelinim bir tane. allah her eve böyle gelin nasip etsin. doktor olunca bir alet verdiler buna gece gündüz farketmeksizin acil durum olunca hastaneye koşuyor. elbiseleri değiştirip biraz makyajladım bu seferde ikbal gürpınar'a benzedi.

    nurim ise kasabanın en ünlü şef aşçısı. ikisinin günlük kazandığı para 4 bin sim lirası. artık o kadar çok param var ki nereye harcasam ben de bilmiyorum. bizim oğlan çocuk yapalım diye geline baskı yaptı. 3 kez try for baby dedik 3. anca hamile kaldı gelin. ben de anlamadım doğum kontrol hapımı kullanıyordu gizli gizli aşufte.

    şu oyunun en sevdiğim yanı kilo vermek. iki koşuyorsun göt göbek gidiyor şerefsizim. nuri artık fit bir delikanlı. ama gelinin biraz spora ihtiyacı var. lakin mesleği gereği sürekli sağlık kitapları okumak zorunda olduğundan yedir içir hastaneye koş sinemaya git derken zayıflatamıyorum. ama kilo almanın önüne meyve yedirerek geçtim. 1 elma yiyor pıtır pıtır doluyor çizgi kiloda almıyorlar. ohh misss.

    şimdi bebek yolda 3 güne doğurur bu kız. napacoğuk bilmiyorum. hem doktorluk hem annelik zor olacak bir dünya bebek ve çocuk kitabı aldık. bir de dikkatimi çekti bu meslek paketini yükledik yüklemesine ama yazarlık kısmında bizim oğlan aşçı olduğu halde yemek kitabı yazamıyor ya da kadın bebek ve annelik üzerine yazamıyor. bu ayrıntıyı atlamasalardı güzel olacaktı.

    edit: entryi okuduktan sonra beddua mı ettiniz lan nazar değdi gelinime. doğum yapıp eve geldi bebeği beşiğe yatırır yatırmaz alev alıp öldü. daha yavrusunun kokusuna doyamadan çöpe attık küllerini. nurim psikolojik olarak çöktü atamıyor aklından. birde yaşlandı adam. daha kundakta bebeği var. ailecek yasa girdik. şaka maka bende üzüldüm. ne kötü bir kader arkadaş ya. kadın bebeğini öpemeden sarılamadan gitti ya la. evi satıp başka bir yere taşındık belki unutur diye yok o da olmadı. işten istifa edip bebeğimi büyütmeye çalışıyorum. yaşlılıkta zor enerji çabuk düşüyor. nuri'yi izdivaça yollayacam valla. çıtır sim arıyorum. 70 gün sonra ölecek karısından miras olarak hastanenin %50 hissesi kaldı. havuzlu botanik bahçeli süper bir evi de var.


    (patlak fermuar - 11 Aralık 2011 22:21)

  • comment image

    çok garip oyun... adamlar millet gülsün eğlensin, saçma sapan şeyler yapsın, duygularını tatmin etsinler diye oyun yapıyorlar, sen de 9-10 nesil bu adamları oynatıp, onları türlü şakrabanlıklara sokuyorsun, hem sen eğleniyorsun, hem onlar kazanıyor... yani oyunun amacı çok basit ; amaçsızlık.

    peki benim derdim ne o zaman?? şu zamana kadar oyunda bi abukluk, bi gariplik , bi çılgınlık yapmışlığım yok.. simlerimi her gün birini işe , birini okula yolluyorum, anneyi de ev hanımı yaptım , ortalığı toparlıyor falan, adam işten, çocuk okuldan geldikten sonra akşam yemeği yediriyorum, çocuk ödevini yapıyor, bizimkiler de hanımlı beyli tv karşına kurulup romance tv izliyorlar... bildiğin memur hayatı yaşatıyorum sims'de. tek eksiğim; the sims'de çay demleme özelliğinin olmaması.. kuru kuru oturuyolar öyle tv karşısında.

    sırf böyle ot gibi oynatmayı gücüme yediremediğim için , the sims 3 late night yükledim ek paket olarak.. barlara falan gittiğim yok ha.. sadece kendi kendimi kandırıyorum..

    ne bi çılgınlık yapıyorum, ne bi parti veriyorum.. perili-cinli bi ek paket çıkmıştı, yüklediğim gibi sildim , gerçek hayatta öyle şey mi olur lan ? çocuk simlerim, ellerinizden öperler, çok efendi, çok düzgün çocuklar, okuldan eve , evden okula.. kızı da baleye yazdırdım, maksat o da eğlensin.

    düğün falan yapıcak oluyorum , beni bi stres basıyor, 3 gün öncesinden hazırlanıyorum düğüne.. vay anasını. hiçbir bok da istediğim gibi olmuyor düğünde.. evlenme alanına giremiyorlar, konuklar ; 'sıkıldık biz, bu party mi lan? ' diye diye tavır yapıp gidiyolar, gelin altına ediyo, damat düğününe eşortmanla geliyo, gelinin babası düğünde hakkın rahmetine kavuşuyo, azrail gelip bizimkilere pirinç atıyo falan böyle salakça şeyler.. ben istiyorum ki gidelim efendi gibi kıyalım nikahımızı, gelinliki-damatlıklı.. böyle aile büyüklerinin ellerini öpelim, düğün pastamızı keselim, 'ı will always love you' eşliğinde ilk dansımızı yapalım, dostlarımızla bi kasap havası attıralım falan, hep içimde kalıyor bunlar... geçen gelinin abisi, düğünde pirinç atarken takıldı, 3 gün oldu , hala sırıta sırıta pirinç atıyor adam orada ... arıyoruz ediyoruz; yok gelemem işim var falan diyo.. işi var tabi koduğum pirinç atıyo çünkü.. git bak hala atıyodur orada.. ölmedi de piç. neden ölmedi biliyo musunuz? çünkü bu koduğumun simleri bi bilgisayar simülasyonu, nasıl bireşy bekliyorum ki ben?

    ea games'den tek beklentim; siktir edin böyle ek paket falan kasmayın, bi demlikle ocağın üzerinde çay demleme özelliği koyun yeter.

    beni de yadırgamayın.


    (ml in neverland - 3 Mart 2013 20:11)

  • comment image

    sınıf farkının derin bir şekilde hissedildiği oyun.

    şimdi efendim, oyun yeni bir kasabayla geliyor: sunset valley. burası yeşillikler, şelaleler, rengarenk yapılarla dolu şirin bir yer görünümde. fakat iyi ve güzel manzaralı evlerin fiyatları ateş pahası. yine de kalitesiz, küçük ama denize sıfır olan bir evi rahatlıkla alabilirsiniz. ayrıca, kasaba sakinlerinin rahatı için her şey düşünülmüş. askeri üs, kasabanın cern'i falan hep merkezden uzaktalar. fakat suç binasının neden şehir merkezinde olduğunun mantığı hala çözülememiştir.

    evet, gayet şirin ve sevgi dolu değil mi? ama işin iç yüzü çok farklı! şöyle ki, süper zenginler hep şehir dışında. yanlış duymadınız, cidden onlar kasabanın lanet olası fakirlerine yakın bir muhitte oturmayı doğru bulmuyorlar. zaten genelde bunlar sizin fukara simlerinizin patronu oluyorlar ve yükselmek için yalakalık yapmanızı bekliyorlar. işe bak! ayrıca öyle pislik ki bunlar, evlerinde buzdolabı bozulsa tamirci çağırmayıp gariban çalışanlarını arıyorlar. amaç eziyet etmek. hatta size süre veriyorlar tamir etmeniz için: "bunu bir hafta içinde tamir et, yoksa senin o varoş hayatını sikerim." diyerek. eğer o buzdolabını tamir etmeyip satarsanız daha çok para kazanıyorsunuz. o yüzden tamir etmeyin. bok gibi parası var, yenisini alsın piç.

    belli başlı dört süper zengin aile var, gelin tanıyalım şu şerefsizleri:

    goth ailesi: bu sülaleyi diğer oyunlardan da biliyorsunuz ama bu oyunda gunther goth & cornelia goth çifti ve onların aşkının meyvesi mortimer goth'tan oluşuyor aile. evleri dağların oraya doğru böyle, zinhar ışık almıyor, gotik bir malikane. eşyalar falan muazzam. şato gibi maşallah. diğer zenginlere göre daha mütevazı olmaları artı puan kazandırıyor onlara. mesela evin firdevs yöreoğlu'su cornelia goth mezar taşı yazıcısı. kadın mezarlıkta çalışıyor. zaten marjinal bir aile bunlar, pek sevenleri yok ama ben seviyorum. mortimer moron gibi ama. yine de zengin çocuğu ya, delikanlı olunca genç kızların sevgilisi oluveriyor. ama, tahmin edeceğiniz gibi, kimseye yüz vermiyor kıçımın kenarı. bu aile üzerinde daha fazla durmayacağım, isterseniz şunlara göz atın: (bkz: #32702501) (bkz: cornelia goth)

    alto ailesi: koca göbekli, tipik zengin türk işadamı olan nick alto; büyük ihtimalle zengin bir ailenin kızı olan ve bu sayede koca bulabilen evin hanımı statüsündeki nursuz karı vita alto; ve en az anası kadar çirkin olan kızları holy alto'dan oluşan bu sonradan görme ailenin evleri sunset valley'deki en güzel evdir. az odası vardır ama o kadar güzel döşenmiştir ki hayran kalırsınız. denize tepeden bakan bu eve gitmek için bayağı bir yol tepersiniz, ulaştığınız yer ise iki tane saray yavrusunun karşılıklı durduğu düz bir arazidir. bir de landgraab sarayı vardır burada, sonradan değineceğim. süper zenginler kervanına yeni katılan bu görmemiş aile için konuşmak gerekirse:

    -nick alto: selahattin çakaler'e benzeyen bu kıronun gözü hep dışardadır, muhtemelen kendisi amelelikten gelmektedir ve hayatını kurtarabilmek için vita'yla evlenmiştir. karısını aldatan bu herifi ayartmak o kadar kolaydır ki. ama boşamaz karısını, anca metresi olursunuz. iç güveysi ayı.

    -vita alto: doğru dürüst giyinmeyi bilmeyen, gülümsemekten bir haber ve kürküyle görgüsüzlüğünü belli eden bu kadını gören kıkırdayıp dalga geçiyor. parasıyla bulmuş kocayı ama bula bula onu bulmuş aptal karı. kimse sevmez bunu fakat her partiye çağırırlar. zengin ya hani. nemrut şey.

    -holy alto: hık demiş anasınının burnundan düşmüş. hakkında söyleyebileceğim tek şey; evlenemeden ölüyor. :( (o parayla da yapamadı, yazık, halbuki tam bir abaza kendisi.)

    landgraab ailesi: sunset valley'deki en büyük evinde oturular, bahçeleri ve havuzları muazzamdır. galiba sunset valley'i bunlar inşa etmiş o yüzden bayağı saygınlar. eski zenginlerdenler. nancy landgraab, geoffrey ile evlenince kocası almış bunun soyadını. geoffrey çalışkan işinde gücünde bir adam. nancy ise sürekli sosyeye partileri düzenleyen, onun bunun dedikodusunun peşinde koşan saçma bir kadın. ee, bulmuş çalışkan kocayı, her işi ona yaptırıyor. kendine yapacak bir şey kalmıyor haliyle. o da "kim ne giymiş?" diye dedikodu yapmak için geceler düzenliyor. bu aile hakkında söylenecek pek bir şey yok. yalnız nancy'e bir uyarı: dikkat et canım, eşin yıllardır seni kapının önüne koymak için birikim yaptı ve çalıştı, ayrılık kapıda. ;) bir çocukları var bu arada.

    wolff ailesi: iki kişilik bu ailenin evleri hatay gibi uzanan bir çıkıntının kıç kısmında, resmen denizin içinde gibiler. fakat evin mimarisi gerçekten berbat, kötü eşyalar da cabası. fazla soğuk bir ev, bir aile sıcaklığı yok. sebebi parayı elinde tutan thornton wolff. adam çocuklardan nefret ediyor, kötü kalpli ve cimri. yazık, uyanıklık yaptığını zannedip bu öküzle evlenen morgana wolff çok acı çekiyor. kadın deli gibi çocuk istiyor ama adam yanaşmıyor. kadın da doktor ha. boşan kız. tak bir yakışıklıyı koluna, koyun gibi yavrula. eski zenginliğin olmaz ama gayet iyi şartlarda yaşarsın hem. gerçi o kötü kalpli kocan hep peşinde olur, seni işinden attırır, hayatı zindan eder. :/ neyse, bu ailenin kırmızı spor bir arabası var ama öyle duruyor, mr. wolff ne kullanıyor ne de kullandırtıyor. bari verin kasabadaki bir fakire.

    eveeet, artık tanıyorsunuz bu zenginleri. yolda gördünüz mü selam falan vermeyin, eteklerini öpmeyin. unutmayın, siz çalışmazsanız onlar da zengin olamaz. çıkardığımız gibi indirmesini de biliriz.

    ya da boşverin devrimi falan, hileyle manyak para yapın, hepsinin evini satın alıp atın bunları sokağa. işten de çıkartın. mal mal şeyler isteyin sonra. fakirlik neymiş görsünler.

    (bkz: keser döner sap döner gün gelir hesap döner)


    (aroma - 23 Mart 2013 12:16)

  • comment image

    az önce bir simimin diğerine: "güya bizi kontrol eden biri varmış, her şeyimizi o ayarlıyormuş, bütün ipler onun elindeymiş falan inanabiliyor musun hahahaha" minvalinde bir şeyler söyleyip sesli güldüğü oyundur.

    ahahahahaha.


    (aroma - 23 Mart 2013 15:22)

  • comment image

    zibidiliğin sınırının olmadığı oyun. bir haftanın bir pazartesi gününe efsane başladım. ambrosia yedim, spa yaptırdık, iki gün önce first kiss aldım fransız bi hatundan. arkada klasik müziğimiz açık bi resim yaptık ki allah'ım yok böyle bir şey. 9.208 simoleon dedi resim için.

    bakıp bakıp resme "botticelli kim, rembrandt kim" diye havalara giriyorum.

    neyse parti verdim bi gün. işte millet takılıyor evde. hadi dedim hazır aşçılık da taş gibiyken ben bu denyolara güzel bi tri-tip steak hazırlayayım. hazırlarken gözümün önünde kleptomani bi ibine aldı bu resmi çat diye koydu mu cebine. bıraktım yemeği gititm yanına. "lan napıyosun" diyecem seçeneklerde yok. "oğlum gördüm ben. hadi karakter görmese ben gördüm" diyecem iplemiyor beni. bastım tokatı, bastım küfrü o şekilde de alamadım hıncımı.

    çok ağrıma gitti len. ben onu bi denyoya keklerdim. kesin 9binlik resim de tek başına 100k getirirdi. aah ah..


    (apuleius - 27 Mayıs 2013 13:07)

  • comment image

    birgün artık nasıl bi canım sıkıldıysa başka işim yokmuş gibi oturdum bunun başına kendimi yapıyorum..şaka şaka ne can sıkıntısı ya, delicesine zevk alıyorum bundan da itiraf edemiyorum amk, alay ederler falan diye, kaç yaşına gelmişsin nelerle uğraşıyorsun demesinler diye özel bi dosya yaptım bilgisayarda, porno gibi oraya saklıyorum oyunu. gizli gizli de oynuyorum, manyak zevk alıyorum.

    neyse işte efendim yine o can sıkıntısı buhran günlerimden birinde kendimi yaptım ben bunda, baya da bana benzedi zaten şerefsiz. karmaşık, anlaşılmaz sürprizlerle dolu bi karakterim var sanırdım, 5 traidle benden daha çok bana benzedi hayvan. kendimden iğrendim. neyse efendim ben bunu yaptım bi eve yerleştirdim, doğal ortamına saldım bunu, daldım başka bir aileleyle oynamaya.. arada bizimkini çarşıda bazarda görüyorum, hafif bir irkilme falan yaşıyorum (harbi çok benzedi lan öyle böyle değil), napıyomuş bizim hayvan diyorum, yanına gidiyorum konuşuyorum arada falan.

    benim sim boşboş işler peşinde.. sims gibi saçmalıkların kol gezdiği, erkek simlerin uzaylılar tarafından hamile bırakıldığı bi oyunda memur hayatı yaşıyor gerizekalı. sinirlerim bozuldu. kendi kendime trip yaptım, onun loser hayatını görmeyeyim diye görüşmeyi kestim. oyunda kendi kendiyle görüşmeyi kesen gerizekalı olarak bi ben varımdır dünyada.

    neyse efendim işte, aylar ayları mevsimler mevsimleri kovaladı, birden bire hüzünlü bir müzik eşliğinde kenarda uyarı çıktı;

    ''john * ağlıyor, çünkü ml in neverland öldü, ruhu sonsuzluğa karıştı vs vs..''

    yüreğim hop etti lan! insan kendi ölüm ilanını öyle birden bire karşısında görmeyi beklemiyor tabii; 'ne ara öldüm lan, bu kadar mıydı yani??' diye kendi kendime hüzünlendim. kak hadi john mezarıma gidelim, fatiha okuyalım dedim mezarımı bulamadım , kimsesiz mezarlığına mı gömdüler allah bilir naptılar.

    ot gibi yaşamışım zaten, ne çoluk var ne çocuk.. bi kere nişanlanmışım o da bozulmuş amk, adam gitmiş başka biriyle evlenmiş evli mutlu çocuklu köpekli oturuyor üç katlı evde, para bok. benim gariban neverlandım de gelen 3 kuruş emekli maaşıyla ıssız sessız ölmüş gitmiş evinde. keşkem benim john'la everseydim zamanında.

    ölüm böyle birşey işte, bir oyunun uyarı levhasında bile görsen feleğini şaşırtıyor. oyunda bile yaşamadıklarımdan pişmanlık duyarken gerçek hayatımda yaşamadıklarından duyduğum pişmanlığı nasıl gideririm bilmiyorum..

    neyse lan, gidip tekrar yapayım kendimi de artık hilenin falan dibine vurup bol arkadaşlı, bol aşklı , bol paralı bi hayat yaşatıyım sunset valley'deki kendime. hile benim köpeğim olsun.


    (ml in neverland - 19 Temmuz 2013 22:13)

  • comment image

    bugün ''dur yeaa azıcık oynayayım ehieheiehe' diye açıp az önce ''ohaaa 7 saat oynamışımm'' diye apar topar kapattığım oyun.
    ama neler yapmadım ki...

    başta albino bi kadın yaptım, para şifresi yazmayacağıma dair kendime söz verip bir eve yerleştirdim, gazetede işe girdim, öküz gibi çalışıyorum falan baktım hala zengin olamadım...
    sıkılıp para şifresi yazıp gazeteye ortak oldum, evimi değiştirdim, deli gibi en ufak ayrıntıya kadar döşedim. yalnızlıktan sıkıldım, ama işkolik kadın kimseyle henüz flört bile etmemişti, evlatlık alayım bari dedim. albino hatuna gele gele zenci çocuk geldi. beşiktaş amblemi gibi gezdik, maniküre giderken bile çocuğunu yanında gezdiriyordu. ama çocuk agresifti, ha bir de korkaktı... havuza gir diyorum kenarda iki saat titriyor, odasına yaptığım tuvalete ışık koymayı unutmuşum, gece çişe kaktı moral yine sıfırlandı... ödev yapmıyordu, ne desem sinirleniyordu falan, çocuk esirgemeden gelip aldılar yavrumu benden.
    hatun bu sırada sevgili yaptı, evlendi bebeği oldu, günlerce bilgisayar başında roman yazıyordu, çocuğunu doyurmayı unuttu onu da aldılar. kocası hizmetçiye aşık oldu. çok sinirliyim şuan. bir daha oynamayacağım.


    (rashgarroth - 14 Ağustos 2013 03:25)

Yorum Kaynak Link : the sims 3