• "robert de niro'nun messi'ye benzediği film. sonradan da meireles'e dönüşüyor."
  • "filmin tek kötü tarafı sürekli dönüp duran pornomsu tema müziği."




Facebook Yorumları
  • comment image

    1976 yapımı yalnızlıkla alakalı bi film.
    her yalnız adam gibi ilk önce bir kızın ilgisini çekersiniz.sosyal tecrübeniz olmadığı için onun neden hoşlandığını bilemezsiniz anlamsız şeyler yaparsınız.
    ilk başta hoşuna gider sonra sıkılır ve sizi terkeder.
    sizde piskopat olup bir hobiyle özgüveninizi tekrar kazanırsınız.kötü şeyleri yok etmeye çalışırsınız. yok ettiğinizde bir kahraman olursunuz.
    sonra bir hikaye olursunuz.


    (caktim cakmagi optum yapragi - 9 Mart 2009 20:56)

  • comment image

    dile bir çok replik dolayabilme ozelligine sahip martin scorsese filmi. bana inanılmaz sempatik bir ses tonu ile söylenen "anytime, anywhere" bulaştı mesela. (filmin hemen başında herşeyi yaparım derken)

    --- spoiler ---

    travis'in, betsy'yi "kärlekens språk" adlı filme goturmesi ve o filmi travis hariç herkesin porno olarak algılaması da ilginç bir ayrıntıydı. aslında bir belgesel olan film sadece açık sahneler içerdiğinden dolayı toplum tarafından yanlış sınıflandırılmış, betsy de herkes gibi kısa bir süre sonra, yüzeysel bir yorumdan sonra yani, terk etmiştir salonu. izlemeye gelenler de porno film olduğu için gelirken betsy de porno film olduğu için terk etmiştir. aslında tek doğruyu yapan porno film olmadığı için o filme gelen travis'dir. travis yine yalnızdır ve toplum onu yine kabul etmemiştir.

    ---
    spoiler ---


    (dirtyfrank - 11 Temmuz 2009 17:14)

  • comment image

    --- spoiler ---
    talihsiz olay*dan hemen sonra, travis'in betsy ile yaptığı ilk telefon görüşmesi adeta sinema dersi vermekte, "ben yönetmenim" diyeni uykusuz bırakmaktadır.
    travis'i, tüm pişmanlığı ve çaresizliğiyle telefon kulübesinde yaptığı yanlışı düzeltmeye çalışırken izlemek, hayatının tek tanığı, belki de tek arkadaşı olan izleyiciyi derinden üzmekte ve tam da "did you get my flowers?" dediği anda bakışlar kamera marifetiyle boş koridora yönelmektedir. travis o kadar acınacak durumdadır ki izleyici onu görmeye bile dayanamamaktadır.
    ---
    spoiler ---


    (martin edilen - 17 Temmuz 2009 22:33)

  • comment image

    ilk kez izlemeye başlamadan evvel kafamda bir takım önbilgiler ve önyargılar raks ediyordu. bir tarafta filmin onyıllardır övüle övüle bitirilememesi, imdb'deki yeri, arkadaş arasında adı geçtiğinde duyulan hayranlık dolu sesler... öte tarafta "neden seviyorsun?" yahut "nasıl buluyorsun?" sorularına herhangi bir somut karşılık alamayışım sonucunda oluşan bir önyargı: "taxi driver, tıpkı pulp fiction gibi, estetik bir takım sahneler ihtiva etmesi dışında herhangi bir şey vadetmeyen bir yapım herhalde."

    nitekim ilk izleyişim sırasında ve ardında da, yani önyargımın yargılaştığı süreç boyunca da filme olan bakışım çok da çeşitlenmedi, değişmedi. başta kırmızı olmak üzere renk kullanımının, sıkıntılı atmosferin, estetik çekimlerin arasında kalmış güzel replikler, güzel oyunculuklar... fakat iş hikayeye gelince olumlu sıfatlar üretmekte ve bunları bol keseden tüketmekte zorlanıyordum. geçmişi -kelimenin iki anlamıyla da- karanlık bir adam vardı. adı travis'ti ve o, new york sokaklarını taksisiyle arşınlıyor, şehrin gece olduğu vakit boşalan bağırsaklarından dökülen pislikleri eşeliyordu. gönlünü o pislikler arasında keşfettiği bir inciye kaptırıyor, fakat kısa süre sonra hüsrana uğruyordu. ardından bir gece vakti iris ile karşılaşıyor ve -belki de geçmişine dönercesine- asileşiyor ve küçük yaşta fahişeliğe itilmiş kızı pezevenklerinin elinden kurtarmak umuduyla silahına sarılıyordu. hepsi bundan ibaret gibiydi; ya bir şeyleri kaçırmış olmalıydım, yahut satır aralarını okumaktan acizdim. üçüncü ihtimal ise kimilerin gönül rahatlığı ile kabul edip geçebildiği, banaysa katı bir huzursuzluk veren "vasat bir film" söyleminin işaret ettiğiydi. sahiden, 226.246 kişinin (ki bunlar filme 10 üzerinden 8, 9 ve 10 puanlık değer biçenler) filme böylesi yüksek puanlar verirken yanıldıklarını iddia edebilir miyiz? öylece söyledik, "siz aşağı beğenilerin insanlarısınız, vasat filmleri büyütüyorsunuz." dedik diyelim; bu yorumumuzu nasıl destekleyebileceğiz? hiç şüphe yok ki destekleyemeyeceğiz.

    bu sebeple yıllar boyunca filme çekimser kaldım. hakkında konuşmaktan imtina ettim ve bu "görkemliliğinin" sırrına vakıf olacağım günü gözledim. ve cevap 32. uluslararası istanbul film festivali'nde, slavoj zizek'in çılgın attığı "the pervert's guide to ideology*" filminde geldi. adı geçen filmde slavoj zizek, sözünü ettiği filmlerden seçilmiş sahnelerin içinde, filmler ile ilgili minör-majör ideoloji tahlilleri yapıyordu. taxi driver hakkında söyledikleri ise akla epey yatkın.

    --- spoiler ---

    zizek'e göre travis bickle, belalı geçmişi, stabil bir meslek edinmiş hali ve silaha yatkınlığı ile amerika birleşik devletleri'ni simgeliyor. iris ise içinde bulunduğu durum ile, pezevenklerince yani diğer devletlerce sömürülmekte olan gelişmemiş bir ülke. travis, iris'in bu halini görüyor ve tıpkı abd gibi, kendisinden yardım talep edilmediği halde iris'i fahişelikten kurtarmak için kendi kendine karar alıyor. ne var ki, iris'in baharı kolay gelmeyecektir; çokça kan dökülecek ve abd, her şeyi eline yüzüne bulaştıracaktır. bu olay medyada da yansıma bulacaktır elbette. travis'in iris'e yardım etmedeki niyetinin masumluğu tartışmalı olmakla birlikte medya organları abd'yi bir aziz olarak anacak, vietnam'da yaşananları ise hasır altı edecektir.

    bu dahiyane yorumun biraz daha özeline inersek, marx'a kadar varabiliriz aslında. karl marx, kapitalizmin sonunun kendi elinden geleceğini öngörüyordu, travis'in sonu da -sembolik bir şekilde- şu harikulade sahnede görüldüğü gibi yine kendi elinden gelmekte.

    bu yorumların ışığında filmi bir klasik haline getiren bir diğer yön ise, filmin ilk gösteriminden bu yana geçen yaklaşık 40 yıl boyunca ne abd'nin dünyaya bakışında ne de dünyanın abd'ye bakışında pek bir değişiklik yaşanmamış olmasıdır. gelişmemiş ülkeler, abd'nin nazarında hala kollanması ve belki de yararlanılması gereken şeylerdir. abd ise diğerlerinin nazarında, olaylara müdahale etmek için çağırılmayı dahi beklemeyen bir kabadayı konumunda. eh, taraflar bu kadar barizken, travis bickle'ı sembolik bir karakter olarak nasıl olumlu karşılayabiliriz?

    ---
    spoiler ---

    başta paul schrader ve martin scorsese'ye böylesi yoğun bir esere imza attıkları için 37 yıl öteden tebriklerimi sunuyor, filmin hakkını vermeme vesile olan slavoj zizek'e de şükranlarımı yolluyorum. demek ki neymiş, film vasat değilmiş, ben anlamaktan acizmişim. darısı pulp fiction'ın başına...


    (siyah giysili adam - 4 Mayıs 2013 19:28)

  • comment image

    tarantino daha videocuda çalışırken çekilmiş hemen hemen her sahnesi gerek sinema tarihindeki önemli yapıtlara, gerek filmin kendi içindeki gelişmelerine göndermeler içeren scorsese filmi.

    --- spoiler ---
    -travis'in tam da yapacağı işlere karar verdiği sahnede masasının yanındaki duvarda asılmış olan "one of these days i'm gonna get organiz-ized"(ki sondaki -ized dağınık ve aşağı düşen bir şekilde yazılıdır) yazısının olması,

    -scorsese tarafından canlandırılan aldatılan adamın çok sakin bir şekilde 44'lük bir magnum'un bir kadının yüzünü yahut cinsel organını nasıl dağıtabileceğini anlattıktan sonra travis'in silah satıcısı ile görüştüğü anda 44'lük bir magnum istemesi, hatta diğer silahların da iyi olduğunu anlatan satıcının otel odasının camından elindeki 38'lik ile dışarıda yağmur altında oynaşan bir çifte nişan alması,

    -betsy'nin çalışma arkadaşına iki parmağıyla bir kibriti yakıp yakamayacağını sorduğunda salak konumuna düşse de yakmaya çabalayan adamın yapamayacağını söylemesi ve betsy'nin köşe başındaki gazete bayisindeki adamın bunu yapabildiğini anlatması, adamın zenci olduğunu söylemesi ve filmin sonuna doğru travis'in oteli işleten adamı tam da iki parmağı kalacak şekilde elinden vurması,

    -bir gün bir yağmur yağacak ve kaldırımlardaki bu pisliği tamamen temizleyecek diyen travis'in arabasında bir fahişe ile bir adam olduğu sırada patlamış bir yangın borusundan fışkıran su ile arabanın yıkanması,

    -taksicilerin abisi konumundaki wizard(büyücü) lakaplı elemana akıl danıştığında tatmin edici bir yanıt alamadığı ve wiz'in bunu anlaması üzerine ne bekliyordun ben kendi halinde bir taksiciyim, bertrand russell değilim demesi(ki bu isim hiç boşuna değildir),

    -travis'in taksicilik için başvurduğu sırada "sicilim de ahlakım gibi tertemiz" demesi ve o rahatsız gülüşü yapması,

    -travis'in benim de şimdiye kadar duyduğum en salak diyaloglardan birini içeren bir aşk filmini izlerken televizyonu ayağıyla itip dağıtması ve sonra da kendi kendine "kahretsin" diye hayıflanması,

    -travis'in girdiği marketi soymak için gelen zenciyi aldığı 4 silahtan siyah olan 3.80 walther'la pezevenk sport, otel çalıştırıcısı ve iris'in müşterisini beyaz kabzalı olan diğer iki silahla vurması(ki burada 44'lük magnum'u bilerek yere attığı bir sahne vardır), söylemeden geçemeyeceğim bir nokta da silah satıcısı adam 25'lik otomatik colt 'un şarjörünün 6 mermi aldığını ve bir tane de namluya aldığını ama orada taşıyacakların ancak manyak olduğunu söylemesi ve sonundaki kapışmada o silahtan çıkan yedi kurşunun sayılması
    ---
    spoiler ---

    bunlar benim yakalayıp hatırlayabildiklerim, kimbilir daha neler vardır.


    (ars - 8 Haziran 2005 14:06)

  • comment image

    mütena martin scorsese amcamızın başevlatlarından biridir taksi şoförü..

    film, bazı çevre mühendisleri tarafından faşizan olarak değerlendirilse de, scorsese'nin pek ilerici bir öngörüsüdür aslında..

    imdii, film, travis (martin'in gelini robert de niro) nam şoförümüzün toplumsal bir gerizekalı portresi çizmesiyle başlar; misal, yeni tanıştığı sarı çizmeli kadınla (cybill shepherd) ilk buluşmasında, onu porno filme götürmeye kalkar (ki herhangi bir artniyeti olmadan, doğal bir davranış sonucu); teknik hayatı algılamakta güçlük geçer, hepsine zamazingo olarak bakar (lakin alet kullanmakta değil, sadece aleti algılamaktadır, bu mevzubahis güçlük); sonracıma vietnam'da asker olmasına karşın, silahlar hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildir (orduda sadece patates soymuştur tabii, kimbilir), silahcı bey, kendisine çeşitleri gösterdiğinde hepsini almaya kalkar vs..

    yani tam bir tabula rasa'dır bizim travis'in beyni, sanki dünyaya aniden atılmış da ne halt edeceğini bilmez haldedir; bir bebe gibi, kendi dili yoktur, "agu"ları vardır sadece.. ha, olmayacak mıdır kendine ait bir dili: olacaktır tabii ileriki sahnelerde..

    travis'in bu karmaşasında belirgin bir tek öğe vardır: o da köpürmesidir, yani fena halde kızgındır oğlumuz; peki neye karşıdır bu öfkesi?..

    işte filmin ana teması burada ortaya çıkar: "pezevenk"; yani travis pezevenk'e karşıdır; öfkesi onadır.. imdi böyle orta yerde pezevenk demekle olmuyor tabii (genç dimağlara eza vermenin alemi yok); nedir, nasıldır bu pezevenk?.. derhal betimleyelim:

    filmde baştan itibaren iki güç arasında bir çatışma vardır: birincisi egemen güç olan, yani belediye başkanında şekillenmiş, toplum-satıcısı "pezevenk", ikincisi de bir alt-kültür elemanı olan karı-kız pazarlayan pezevenk (bandanalı harvey keitel).. travisimiz bu ikisini de yok etmek, yani bir "temizleme" harekatında bulunmak içün yanıp tutuşmaktadır işte..

    imdi buraya kadar ki, lacan bey'in düsturları; bizimkinin dilini oluşturduğu, yani sevgili "ayna evresini" atlatıp (malum ayna karşısında dili sürçer bir de, ah scorsese amca ah, gönderme paşası mısın nesin, bilmiyorum ki), toplumun anlam dizgesine duhul olduğu ana kadar devam eder.. nitekim, travis artık ne yapacağını bilir haldedir: iki planı vardır, biri dominant pezevenki temizlemek, diğeri ise resesif pezevenki..

    önce başkanı hacılamaya kalkar, lakin başaramaz; sonra da şansını harvey'de denemek üzre yola çıkar.. bu sefer gayet de başarılı olur, bir güzel döktürür kurşunlarını ve dahi kurtlarını..

    eh yeterdir bu kadar; filmin sonunu da ben söylemeyim gayrı.. (jodie foster'ı felan da bir yere sıkıştırırsınız artık..)


    (atlantisten gelen zekiye - 28 Kasım 2001 02:07)

  • comment image

    filme dair alternatif bir analiz: (spoiler da içerebilir)

    elimizde neler var ? savaş sonrası akıl sağlığı yerinde olmayan, kronik uykusuzluk çeken, sosyopatik davranışları ve sanrıları olan bir adam: travis bickle. bir parlamenter için gönüllü olmuş, özgürlükçü fikirleri olan hem güzel hem politik bir kadın betsy. güzel ancak yetişkin olmayan ve kendisini pazarlayan pezevenge aşık olan, onunla isteyerek kaldığını söyleyen bir kız: iris (ki kendisine easy diyor).ayrıca filmin gelişiminde karşımıza çıkan ve gerçekliği konusunda biraz şüpheleyle yaklaştığımız kimi sahneler: travisin seçim bürosuna olanca umarsızlığıyla girip sınıf ve politik görüş farklılıklarına rağmen kızı bir kaç cümlede tavlaması (gerçi sosyopatların ikna güçleri ve manipulatif davranış yetilerini göz ardı etmemek gerekir), kızı porno yada erotik film oynayan bir filme götürmesi (bu da imkansız değil ama başkanlığa oynayan birinin seçim kampanyasında kampanya ofisinde yönetici konumu olan zeki bir kızı böyle bir sinemaya kandırır götürürüm diyen babayiğit tanıyor musunuz?)

    filme ilişkin analizim şudur iris ile betsy aynı kişidir travisin kafasında, film tümüyle olmasa da çoğunlukla travisin sanrılamaları üzerine kurulmuştur. muhtemelen travis betsy ile yakınlaşmaya çalışmış ancak filmde de olduğu gibi başarız olmuştur. daha sonrasında travis kendi fantazi dünyasında betsy'i bir öteki imgesine dönüştürmüş, iris'e indirgemiştir. travis, betsyi bulunduğu yer dışında algılama eğilimindedir. (she appeared like an angel. out of this filthy mess, she is alone.) travis'in uyanıklık olarak yatağında yada gece boyu taksisiyle dolaşırken kafasında kurduğu ve betsy/iris'i odağına alan fantazi dünyası filmin genelini oluşturur.

    travise göre, iris de betsy gibi kendisinden faydalanan erkeklerle çevrilmiştir ve bunu isteyerek/gönüllü olarak (kadının) özgürlüğü ile ilintili olarak yapmaktadır. kadının yerini ailesinin yanı olarak gören travis, kendisine onu/onları kurtarma görevi vermiştir. üstelik travis muhtemelen bu görevin kendisine tanrı tarafından verildiğine inanmaktadır.(i'm god's lonely man, yada "thank god for the rain to wash the trash off the sidewalk") bu noktada travisin betsy'i elde etme şansını ancak ondan faydalanan betsy'inin pezevengi olarak gördüğü senator palantine'dan kurtarmasıyla elde edeceğine inanır. ancak palantine da travisin düşünce dünyasında ötekileşmiş 12 yaşındaki iris'i pazarlayan sport'a dönüşmüştür, çünkü politakacılar da pezevenkler gibi cezayı haketmektedir çevrede canını sıkan hertürlü kötülükten bu sistemi ayakta tutan politakacılar sorumludur. o yüzden politikacı öldürülmelidir yada politikacının dönüştürülmüş olduğu pezevenk öldürülmelidir. ("listen, you fuckers, you screwheads. here is a man who would not take it anymore. a man who stood up against the scum, the cunts, the dogs, the filth, the shit. here is a man who stood up.")

    travisin zihninde kurulan bu fantazinin ulaşması gereken bir katarsis olması lazım. bu katarsis için kötüyü haklayan kişinin kahramanlaşması ve arzu nesnesinin de bu durumu onaylaması gerekli. filmin sonlarında iris'i kurtarırken, yani kötüleri öldürürken yaralanan travis, gazetelere çıkar kahraman olur; iris'in ailesi ona ne kadar taktir ettiklerini ifade eden mektup yazar, kahraman kahraman olmuştur ancak katharsis için betsy'nin taksisine binmesi ve travisin kahramanlığı karşısında eğilmesi gerekir. travis, zihninde iris'i ve dolayısıyla beysy'i kurtarmış böylece nasıl birini kaçırdığını anlayan betsy'i travisin ayaklarına getirmiştir.

    ayrıca "are you talkin to me?" repliği kanımca travis'e, betsy yada ofis çalışanlarından biri tarafından (belki de palantine tarafından) söylenen ve travisin tabir yerindeyse pimini çeken bir sözdür. bunun nerede ve ne zaman olduğu konusunda scorsese bize net bir ipucu vermiyor (yada ben hatırlamıyorum) ancak saplantılı bir şekilde bu sözü tekrar etmesi ve söylerken silah çekme üzerine antrenman yapması muhtemelen egosunun yaralandığı bir duruma referans veriyor.


    (hazecrow - 17 Mayıs 2006 01:50)

Yorum Kaynak Link : taxi driver