Süre                : 1 Saat 42 dakika
Çıkış Tarihi     : 20 Ekim 1989 Cuma, Yapım Yılı : 1989
Türü                : Cinayet,Drama
Taglar             : ilaçlar,Pusuya düşmek,amfetamin,kül tablası,yatak
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Avenue Pictures
Yönetmen       : Gus Van Sant (IMDB)(ekşi)
Senarist          : James Fogle (IMDB)(ekşi),Gus Van Sant (IMDB)(ekşi),Daniel Yost (IMDB)(ekşi),William S. Burroughs (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Matt Dillon (IMDB)(ekşi), Kelly Lynch (IMDB)(ekşi), James Le Gros (IMDB)(ekşi), Heather Graham (IMDB)(ekşi), Max Perlich (IMDB)(ekşi), James Remar (IMDB)(ekşi), Grace Zabriskie (IMDB), Beah Richards (IMDB)(ekşi), William S. Burroughs (IMDB)

Drugstore Cowboy ' Filminin Konusu :
Uyuşturucu bağımlısı bir grup gencin lideri olan Bob (Matt Dillon); karısı Dianne (Kelly Lynch) ve yanlarındaki Rick (James Le Gros) ve Nadine (Heather Graham) ile birlikte ülkedeki eczaneleri soyarak yaşamaya çalışıyorlar. Arkadaşlarından bir tanesinin aşırı doz sonucu ölmesiyle Bob uyuşturucuyu bırakma çalışmalarına giriyor ancak karısının böyle bir niyeti olmadığından, bırakması daha da zorlaşıyor.

Ödüller      :

Berlin Film Festivali:C.I.C.A.E. Award-Forum of New Cinema
Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best Screenplay, Independent Spirit Award-Best Male Lead, Independent Spirit Award-Best Supporting Male, Independent Spirit Award-Best Screenplay


  • "sedye sahneleri ve bob'un akibetiyle carlito's way'a ilham kaynagi olan film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    1989 new york film eleştirmenleri birliği: en iyi senaryo, 1990 abd ulusal film eleştirmenleri ödülleri: en iyi yönetmen; en iyi film; en iyi senaryo, 1990 abd bağımsız ruh ödülleri: en iyi görüntü; en iyi senaryo; en iyi erkek oyuncu (matt dillon); en iyi yardımcı erkek oyuncu* ve 1990 berlin cicae ödüllerini alan film 26. uluslararası istanbul film festivali'nde gösterime girdi.

    edit: en kötü kopyayı istanbul'a yollamışlar...


    (ranini - 10 Mart 2007 17:40)

  • comment image

    filmin derdinin arada bi yerde sozlu olarak soylendiği ve bunun filme yakıstıgı, seyirciyi rahatlattığı, yapıştırma gibi durmadığı nadir filmlerden biri. uyusturucu kullanımının, son zamanlarda olduğu gibi özentilik, sevdiği kızdan karşılık görememe veya herhangi bir dert yuzunden değil de (filmde televizyon çocukları olarak bahsedilir bu tipler), tamamen hayata bakış açısının bir yansıması olarak anlatıldığı filmde, selim işık'tan gregor samsa'ya kadar uzanan, günlük hayatın rutinlerinden, orta sınıf alışkanlıklarından, "ayakkabı bağını bağlama zorunluluğundan" uzaklaşmaya çalışan "insan" ve bu alışkanlıklara tutanamamış insanların geliştirdiği savunma mekanizması olarak uyuşturucu anlatılır filmde. yönetmen, arada odaklandığı objelerle, ermiş pederin sözleriyle, ironilerle bu anlatımı dantel gibi işler.


    (just keep swimming - 2 Nisan 2007 17:31)

  • comment image

    bulanık, yağmurla ıslanmış pencereler arasından görüntüler, hem bir fetişizmi hem de büyüğü küçülten küçüğü büyülten bir algının yansıması aşırı yakın çekimler, sonradan uyuşturucu müptelalarıyla ilgili filmlerin olmazsa olmazı olmuştur da; bu filmde yaratılan o atmosfer bir başka bence: hem boğuyor insanı, hem de anlıyoruz karakterlerin halinden.

    bir zaman meselesi var: orta sınıf alışkanlıklarına bir başkaldırının ötesinde, film yaşadıkları anın içine gömülmüş, geçmişi ve geleceği olmayan, uzayıp giden, uyuşturucuyla bulanmış algıyla eğip bükülen bir "şimdiki zaman"da geçiyor. uyuşturucuyla ilgili meselesinde ne ahlakçılığa, ne de kurusıkı bir isyan felsefesine kaptırmaksızın anlatıyor meramını film. filmin sorusunun ne olduğuyla ilgilenmek mümkün, ama böyle kalender meşrep, akıp giden, baş karakteri gibi sarhoş bir havaya sahip bir filmin seyir zevkini uzun uzadıya analizlerle bulandırmaya halim yok. ne yapmalı? burroughs okumalı, ben okumadım ama okumak istedim. the man with the golden arm izlemeli, izledim ve güzeldi.

    iyi bir film, aslında çok iyi bir film izlemek isteyenlere tavsiye edebilirim drugstore cowboy'u.


    (bir takim dis mihraklar - 30 Mayıs 2008 02:56)

  • comment image

    gus van amcanin adami germeyen filmlerinden biri , ayricada festivallerden de bolca odul almisti bu film . belki trainspotting , requem for a dream gibi filmlerle kıyaslanamaz (zaten gerekde yok biraz farkli sanki) ama spun' u 5 e katliyacagida bir gercek .


    (jokera - 1 Ekim 2008 15:02)

  • comment image

    neredeyse hiç kurşun sıkılmayan, hem uyuşturucu hem de kovboy filmi.

    --- spoiler ---

    yönetmen ne verdiyse içiyorum kanka. daha filmi çekmeye başlamadık düşün. düşük bütçeli film çekelim dedik önce, ama baktık olmuyor, neredeyse titanic filmini çekecek kadar para harcadık, uyuşturucu bu, sırayla değil ki, parayla. ver allah ver, damarsız kaldım.

    neyse drugstore cowboy –eczane kovboyu- diye de bir isim bulduk filme. yardırıyoruz. adım bob. kısaca da bob diyebilirsiniz. gençlik zamanlarım… saçlar, kaşlar o biçim, ama gel gör ki bu filmde hiçbiri bi’ boka yaramıyor. damarların ne kadar genişse o kadar iyi.

    uyuşturucu bağımlılığımdan sadece bir kez utandım. evet, ben bob. annesinin minik oğlu… ben ve ekibim eczaneleri soyarız. hepsini soyduk. kuzey batı pasifik’teki açık veya kapalı tüm eczaneleri… demek istediğim, enteresan bir teknik. fikri kavrayamazsınız da, kolay iş. bağımlı olmak zor bir şey. ve eğer bir ekibiniz varsa daha da zor.

    diane adında güzel bir karım var. onu severdim. o da beni severdi. o da uyuşturucuyu severdi sağolsun. o yüzden iyi bir ikili oluşturduk. ne zaman bir esrar sarsam, sonunu diane’e verirdim.

    rick denen çılgın ise benim sağ kolum. kaslarım… suç hayatına pek yabancı biri değildi. kayıtlara göre, çocukluğunda ufak bir hırsızlık olayına karışmış. işini iyi yapan biri. nadine, rick’in kız arkadaşıydı. bir tezgahtardı. soygun sırasında yanımıza rehin olarak almıştık. tam bir sanat eseriydi. sabıkası yoktu, sadece bizim tüm gardımızı düşüren, küçük bir gülüşü vardı. ben de onların tartışmasız lideriydim. esas oğlan bendim yani hacı. tüm ekibin lanet yükünü, sanki yeni doğan çocuğummuş gibi sırtımda taşıyordum. fakat derinlemesine düşündüğümde hiç kazanamayacağımızı biliyordum. kazanamayacağımız bir oyunu oynadık. tüm gayretimizle…

    senarist iyi sıkıyor valla. bunların hepsini bir gecede yazdı, tam bir maratoncu. neyse, konuyu dağıtmayayım.

    amerika beni hasta ediyor. koca memlekette iş yok. iş olmayınca para yok, para olmayınca da işte böyle mal mal eczane filan soyma işlerine girişiyoruz. yalnız, tabii para için değil, tamamen kafa güzelliği.

    hangi uyuşturucuyu çekersek çekelim, gruptaki herkes uçardı. zaten topu topu dört kişiyiz. dördümüz de uçardık işte, guş gibi. kendime çok gülerdim. mavi, ışığın içinden, içinde bu mükemmel şey olan kaşığı getiriyordu. damarlarıma girer girmez uyuşturucu dalga dalga yayılan ılık bir kaşıntı verir, beyin onu ufak çaplı bir patlamayla ufaltana kadar. bu da boynunun arkasından başlar ve yavaşça yayılır, taa ki baskı hissettiğin ana kadar… tüm dünya gözüne hoş ve yumuşak gelir. yükseklerdesindir. ondan sonra her şey havalanır. en kötü düşmanınız bile bu kadar kötü olamaz. çimlerdeki karıncalar, onlar sadece, bilirsiniz, işlerini yaparlar. her şey sonu olmayan başarının doruk noktası gibidir. hata yapamazsınız. uzun sürdüğü sürece hayat güzeldir.

    nadine, mavi’den istiyor. damardan şırdan çekecek. ama ben “olmaz, sana ağır gelir,” filan diye ıvıldanıyorum. ben ona yarım mavi verip azarlıyorum. biraz mırın kırın yapıyor, ama uzatmıyor. good girl.

    az önce anlattığım oldukça sağlam eczane vurgunundan sonra evde kafayı dinleyelim biraz derken polis giriyor içeri, hem de kapıyı kırarak. itekleyerek geliyorlar. tabancanın birini bulmuşlar. oralarda düşürmüşüz herhalde. kafa işte… doğal olarak bizi o eczaneyi soymakla suçluyor memur bey. “siz beyler çok fazla mickey spillane falan mı okuyorsunuz?” diye kızıştırıyorum ortalığı. adamım, polisleri seviyorum. eğer ortalıkta takılan üst sınıf polisler yoksa, sonuçları çok ağır olabiliyor. çalacak hiçbir şey kalmıyor. değil mi?

    evet, bu polisler canımı sıktı. başka bir eve taşındık. daha tenha, daha serin. josephine diye bi’ mahalle. ne yani? hiçbiriniz charles bukowski okumadı mı? ya da factotum ve barfly filmlerini izlemedi mi? bu da öyle bi’ film işte. saçma sapan trainspotting ve requiem for a dream filmleri ile karıştırmayın. polisler canımı çok sıktı, sıra sende mi izleyici? öte kay, filmimi oynayamıyorum senin yüzünden. sahneyi kaplama, seyirci!

    size komik gelecek ama, lanetleniyoruz. çünkü köpekten ve şapkadan bahsedilmemesi gerekiyor. fakat sivri zekalı grup üyeleri sanki başka bahsedilecek konu yokmuş gibi köpeklerden bahsedip duruyorlar. sırf aptallık. her şey çok kötü gidiyor. ve aynalar, asla bir aynanın arkasına bakmayın. çünkü bunu yaparsanız, geleceğinizi etkiler. çünkü kendinize ters bakmış olursunuz. hayır, aslında içinizdeki kişiye bakarsınız. ve onu tanımazsınız, çünkü onunla hiç karşılaşmamışsınızdır. her neyse, geleceğinizi harekete geçirmiş olursunuz. bu iyi de olabilir, kötü de. yine de şansa bırakmak istemeyiz. ama yine de en önemli şey, şu allah’ın belası şapkalar! yatağın üzerindeki lanet bir şapka, hepsinin kralıdır. kahretsin, bu kadar konuşmak 15 sene kötü şans getirmiştir bile! belki de ölüm. ölümü tercih ederim, çünkü 15 yıllık bir lanetle boğuşamam.

    iyice şeytanlaşıyorum. bizim o aptal polislere bir oyun oynuyorum. anlatmayacağım, uykunuz kaçar yoksa bebeler.

    artık manzarayı değiştirmenin zamanı, ne olacağını belirleyecek bir kavşağın eşiğindeyiz. diane uyuşturucuları aldı ve bir otobüsle kuzeybatı pasifik’teki bir depoya yolladı. böylece istediğimiz zaman uyuşturucuları alabiliyorduk. bir araba dolusu uyuşturucu ile polise yakalanmayı göze alamazdık. bu yüzden bir b planı yaptık. arabadaki bir delikten ilaçları yola atacaktık. yanıp sönen kırmızı ışıkları gerçek olduğunda, bingo! her şey delikten aşağı… daha sonra bir sonraki randevumuza gittik. en iyi olasılıkla altı saatte, uyuşturucu tükenmeden önce… size şöyle diyeyim, hiçbir inşaat işi bizim yaptığımızdan daha ağır ve stresli değil. sadece iyi yaşamaya çalışıyoruz.

    şok bir gelişme var. yani size nasıl desem, aptal sarışın nadine aşırı dozdan dünyayı terk eyliyor. kahretsin, sanki çocuk yetiştiriyoruz. bunlar gibi bir çifti yanına alıp, uyuşturucu çalmayı öğretiyor ve gösteriyoruz. dediğimi anlıyorsunuz değil mi? bunlar televizyon çocukları. insanların birbirlerini öldürmesini ve kazıklamasını izliyorlar. tek bildikleri bu. bunun yasal olduğunu sanıyorlar. yapılması gereken bu sanıyorlar. gerçekten yorulmaya başlıyorum.

    uyuşturucuyu ve türevlerini bırakmaya karar verdim. terapi seanslarına gidiyorum. orada tesadüfen kral’ı gördüm. tom’u, kilise korosundaki çocuklardan biriyken tanımıştım. hayırsever peder murphy, şehrin en ünlü uyuşturucu bağımlısı… elinde olduğunda, her zaman olmayanlarla paylaşırdı. çok cömert biriydi. o yüzden tom kraldı. her şeye sahipti. onun kıçı bu ve öbür dünyada korunacak. eminim lanet olası koluna milyonlarca kez vuruş yapmıştır.

    bob, yani ben, adamın olmadığı yerde adam gibi adamım. kendime çeki düzen veriyorum. bir fabrikada boktan bir işe girdim. nadine’nin ölümünü düşünüyorum. bu beni çok sarstı hacılar. gözüm hiçbir dünya nimetini –uyuşturucusunu- görmez oldu.

    uyuşturucular, sistematik olarak suçlarını üstlenirler ve şeytanidirler. bu aptalların ana teması, herkesin uyuşturucu kullanıp, kaderinden kaçmak istemeleridir. öngörüme göre, yakın bir gelecekte, sağcılar uyuşturucu kullanımını bahane edip uluslararası bir polis birimi kuracaklar. neyse, ben ne saçmalıyorum böyle, artık yaşlanıyorum ve uyuşturucu sorununun kesin sonucunu görecek kadar yaşamayabilirim.

    bazı şeyler de kötü gitmiyor değil. misal benim deli hatun diane artık yok. az ansızın çıkıp geldi benim fakirhaneye. “sen büyük bi’ çılgınsın,” filan dedi. “artık başka bir erkek arkadaşım var, kalamam, bi’ çay gideceğim,” filan dedi ve gitti namussuz karı. gitti gitmesine de bir paket kadar da uyuşturucu bıraktı hediye olarak. ulan, neyse… baktım yeminim sağlam içmeyeceğim bu pislikleri, gittim tom’un kapısını çaldım, adam yemin ediyorum daha eline almadan orgazm oldu. “tanrı seni korusun, oğlum. cennete gitmelisin,” diye ıvıldanmaya başladı. tiksintiyle izledim onu. getirdiğim 15 şişe uyuşturucudan sadece birini beğendi, 116’lık dilaudid. “bu sana biraz zevk verebilir,” dedi şeytanca ve incil’in üzerine koydu uyuşturucuyu.

    aksilik bunlarla da bitmiyor. iki tane velet, fakirhaneme pusu atmış. “uyuşturucular nerede bob?” diye diye doyasıya dövdüler beni. yeminimden dolayı kendimi savunmadım. bunlar hep cezalarımdı. bu kadar çok tekme yedikten sonra, yaşam değişimine inanasınız gelmiyor. tüm kalbimle biliyorum. sistemi aşabilirsiniz, ama yeryüzü boyunca uzanan, gizli, karanlık güçleri aşamazsınız. bazıları buna, “batıl inançlar,” diyor. uluyan kurtlar, kara kediler, yataktaki şapkalar, köpekler ve şeytanın gözü… bu yüzden kendimi savunmadım ve hayatımda ilk kez gevşedim. bir sonraki hamlenin ne olacağını bildiğim fikrine kendimi kaptırdım. onlar da beni acayip bir şekilde dövmeye kaptırmışlar olmalılar ki, tekmelemekten sıkılıp bir kurşun sıktılar vücuduma.

    işte siktiğimin hayatı. bir dahaki sefer ne olacağını asla bilemezsiniz! belki de nadine bu yüzden kolay yoldan kendini postaladı. ve diane yaptığı şeylere bu yüzden devam ediyor. gördünüz, çoğu insan, birkaç dakika sonra nasıl hissedeceğini bilmez, ama bir uyuşturucu bağımlısının iyi bir fikri vardır: tek yapmanız gereken küçük kutular üzerindeki etiketlere bakmak. bu şeyleri nasıl okuyacağınızı bilmelisiniz. yatakta duran şapkadan kendim için korkmuyordum. yukarda allah var, şapkaya olan borcumu ödedim hacı. ironi kesinlikle harika. bu tavuk boku polisler, beni ilaçlara götürmesi için koruma verdiler. hâlâ hayattaydım. umarım beni hayatta tutarlar.

    ---
    spoiler ---

    konu kilit


    (saykoblack - 2 Şubat 2012 17:24)

  • comment image

    requiem for a dream ya da spun ile kıyaslandığında vasatın üzerine çıkamayan bir junkie filmi...filmi tek ilginç ve güzel kılan, william s burroughs'un da filmde küçük bir rol alması...hatta burroughs izleyici ile buluşmadan önce, trip esnasında ekranda uçuşan silahlar ve şapkalar burroughs'u adeta selamlıyor...


    (polyethylene - 20 Eylül 2003 19:13)

  • comment image

    başından sonuna kadar olaylar ihtiva etmesine bağlı olarak muhtelif mekan geçişleri olsa da karakterlerin ikamet noktalarının standart bir salaşlık ve kasveti barındırmasından ötürü olsa gerek belli bir yere saplanmış, algılanabilen mekanlar dışında bir uzamda konumlanmış gibi kendine ait bir boşlukta geçen film. filmin geneline yayılan uyuşturucu ile sıradan hayat karşılaştırması ve uyuşturucunun bir geleceğe muhtaç olmadığı fikri de filmin ayrı bir boşlukta duruşunu destekler nitelikte. konunun işlenişi bakımından klişelikten kurtulamasa da detaylarda farklılığı yakalamış görünüyor. fakat şöyle bir sıkıntı var ki, detaylar yeterli değil. bir fikir oluşturma bakımından kafi ancak ortaya bir olgu koyamıyor.
    örneğin bob'un tedavi için başvuru yaptığı sahne ilk bakışta standart görünse de gerçekten canavar bir sahne. filmin genelinde bu tandans yakalansa çok farklı bir yapıt ortaya çıkabilirmiş.


    (tek serit - 12 Şubat 2015 02:17)

  • comment image

    gus van sant'in 89 tarihli filmi.eczaneleri soyan bob(matt dillon) ve arkadaşlarının hayatını anlatan filmin son sahnelerinde matt dillon'ın söylediği sözler gerçekten çok güzeldi.gitmesi gereken yere de gitti hem de olmayacak bir şekilde.bu ironik sahne bilerek mi yapılmış acaba...


    (atmosphere - 7 Temmuz 2005 18:56)

  • comment image

    uyuşturucu/uyarıcı maddeler filmi olma açısından fear and loathing in las vegas'ı akla getirse de alakası yoktur gus van sant sinematografik çekimleriyle fark atar ayrı yönlerde ilerlerler.zaten kurgu ve karakterler daha çok tatmin eder izleyiciyi.

    --- spoiler ---
    polis amcalar bob'u bir güzel benzetirken onun gözleri aileyle yapılan mutlu sabah kahvaltılarının,köpek gezdirmelerinin,pazar günleri kiliseye gitmelerin doldurduğu düzenli bir hayatın,kuralların,sorumlulukların düğümlendiği sıkıca bağlanmış kırmızı-beyaz çizgili polis kravatına takılır,kamera birkaç saniye odaklanır tekmelerin yumrukların arasında izleyici birden bu simgeyle başbaşa kalır,bir an bob'un karnına yediği tekmeler içini daraltır.
    ---
    spoiler ---

    sonra william s burroughs'u da kanlı canlı peder tom şeklinde felsefe yaparken görme şansını veren filmdir.


    (atomunu yesile kaptirmis alelade bi ot - 4 Nisan 2006 22:13)

Yorum Kaynak Link : drugstore cowboy