• "araba ile kasis üzerinden geçerken mutlu olan yaşı küçük, gönlü engin insan."
  • "sizden tek cikari sevgi olan nadir insan ce$itlerinden biri."
  • "nankordur!.. dunya kadar parayi bogup, en pahali ultra-prima bezi alirsin, icine sicar..."




Facebook Yorumları
  • comment image

    eskiden cocukluguma donmek isterdim; en dandik seylere bile surekli heyecanla yaklasmak, acayip bir merak, sikinti yok, dert yok, gecmis ve gelecek yok. carpe diem diye ortada dolasan ergenlerin hayal bile edemeyecegi bir kafa hali var cocukta.

    fakat ne yazik ki bunun bir masa olmayi istemekten pek bir farki yok. cocuklugun "safligina" buyuk onem atfediyoruz ama tekrar cocuk olunca bu onemi atfetmemizi saglayan, bu hayranligi ve ozlemi duymamizi saglayan birikimi de kaybetmis olacagiz. cocuk olmanin guzelligi ancak cocukluktan sonra anlasilacak birsey.

    bunun felsefi acilimi da su: bir bilinc kendi ustune cikamaz. cocuk hem cocuk olup hem de kendine kusbakisi bakarak, cocuklugunun ne kadar degerli bir sey oldugunu kavrayamaz. bunu kavradigi an cocuk degildir zaten. zaman mevhumunu yitirecek kadar yogun birsekilde bir seye konstrantre oldugunuzu idrak ettiginiz anda o mevhum yerine gelmis oluyor zaten.

    kendi kendine psikanaliz gibi kabiliyetlerle, "benligini/zamani/mekani unuturcasina" yasamak zaten ters kavramlar. e surekli o ani yasayan, gecmis ve gelecekle ancak minimal baglantilar kurabilen, kendinin farkinda olmayan bir varliga ozenmekle, masa gibi tamamen bilincsiz bir varliga ozenmenin arasinda kategori farki degil, seviye farki var. ancak masa olunca bunun rahatligina varabilen bir babayigit, cocuk olunca da "oh be dunya varmis" diyebilir.

    benim cocuklugum introspection kabiliyetiyle bitti kardesim, zevkin farkina varildigi an zevkin safligi da bitti. artik bu saatten sonra carpe diem marpe diem anca frontal lobu "ucundan accik" almakla mumkun.


    (immanuel tolstoyevski - 24 Haziran 2008 22:00)

  • comment image

    annemin teorisine göre, ancak anne olduktan sonra sevmeyi anlayabileceğim varlık.

    öğretmenim. en azından okuduğum şey eğitim. hiç hazzetmem öğretmenden. sevmem, sevmeyeceğim de galiba. bunun öğretmen ebeveynlerle yakından ilişkisi var, zira bıktım öğretmen cemaatten... neyse, konumuz bu değil.

    insanın hayatında anlık farkındalık yaşadığı zamanlar vardır. ki bazen hayata yön verecek kadar önemli, bazen de önümüzde yeni bir kapı açılmışcasına heyecan verici olurlar.

    benimki ikinci şıktı.

    kimyasal tepkimelerde dengeyi anlattım, sonra da test dağıttım. ortalamanın çok üstünde bir sınıftı, lise üç. yeni sistemde ama. her biri 16 - 17 yaşında çocuklar...

    denizi gören bi sınıftaydım, puslu yağmurlu bir hava. onlar test çözerken, pencereden istanbul'a gidip gelen deniz otobüslerini izlemeyi severim, çocuklar da sever bunu, boydan boya camdır çünkü sınıflar.

    o an her birinin elinde çözmeleri gereken gayet ağır yirmi soruyla cebelleşmekteyken, benim gözümün denizi izlemeyi bırakıp onlara döndüğünü fark etmediler tabi...

    bilmem, diğer öğretmenlere de olur mu, ama o an bi yabancılaşma yaşadım. çok değil, 4 sene önce ben o sıralarda oturup öğretmeni dinliyordum. şimdi bayrak yarışında sıra bendeydi. ben, bu sefer etkendim.

    öğretmenlerimin kimi zaman surat asışımı dert edip, meraklanmalarını mantıklı bulmamıştım hiç bi zaman. onlara neydi ki? benim derdim onları mı geriyordu? otursundu işte yerinde, ben de kendi çapımda önümdeki ödevle ilgileniyordum. herkes yerini bilsindi. ahaha, hadordan!

    öyle değilmiş ya! işte değilmiş! açık seçik görüyorum işte, yağmur sıkıldı çözmekten. yok, çözemediğin sanmıyorum, az önce çok iyi bi şekilde anladı çözdüğüm örneği. kim bilir neye sıkıldı da gözleri dalıyor. yanına gitsem mi? neyse, gitmeyeyim, konsantrasyonu bozulmasın.

    ceyda ne yapıyor öyle? silgisini mi düşürdü ki? hı hı, düşürmüş, gidip alıvereyim, o aramadan.

    gürsu, kafasını kaşıyor. bilirim, içindekileri yerleştirmeye çalışırken kaşır kafasını. hatta takılmıştım ona, ben de aynı dertten muzdaribim diye.

    emine, hırsla çözüyor. balıkçı babası. hayatın ona veremediklerini elde etmeye azmetmiş halde. gerekirse beni de sileceğinden, ezip geçmek için tırnaklarını kullanacağına eminim.

    hasan, babası vefat etmiş. aile balıkçılıkla geçiniyor. hasan ailenin babası görevinde. o da emine'ye benziyor. fazla hırslı. kimi zaman bana kızdığını, kıskandığını biliyorum. ona göre tuzu kuru tipim. marka giyiyorum, param var. bunları gözünden okuduğumda korkmuştum önceleri, sonra vazgeçtim, bıraktım kararlarını kendi versin.

    selin, uflayıp pufluyor. sıkılmaktan değil. çözmek istemiyor. oysa ki inci gibi yazıları vardır. içine fazlasıyla kapanık. derdi nedir söyletemedim, belki anlatır bir gün diye.

    sonradan fark ettiler, onları izlediğimi: kocaman gülümsediler. yağmur sakınmaz lafını:

    "ne oldu, nasıl gülüş o öyle?"

    ukalaca gelen bi tonlama ama bilirim, yağmurum değildir öyle. kimbilir nasıl bi gülümsemeyle baktıysam şaşkınlar. sınıfta muhteşem bi maskem vardır, kolay açmam yüzümü, belli etmem kendimi. zamane çocukları derler ya, öyleler gerçekten. her an tefe koyup çalabilme olasılıkları vardır insanı.

    sonra düşünüyorum. üniversiteye gidecekler. ayakları üstünde durmaya çalışırken düşecekler. ama temennim o ki, ayağa kalkarken yerden bir avuç toprakla kalkmaları. o zaman, kimse olmayacak çünkü yanlarında. birisi tutmayacak kolundan, hayatta kalma savaşı verecekler. kazanmalarını çok istesem de, rolüm bitecek hayatlarında...

    --------------

    14 yaşında öğencim de oldu, ki skalada en küçük öğrencilerimdi. onlara bakarken, çoğu zaman annemin bana bakarkenki surat ifademi kullandığımı fark ettim, mütebessim halde izledim çok zaman. çocuktular işte. kızmadan anlatmak lazımdı. art niyetsiz son zamanlarıydı. heybelerinde biriktirdikleri öğrenmeleri önyargı haline getirmemişlerdi henüz.

    güzellerdi, her biri...

    --------------

    evlenen öğrencim de oldu, boşanan da. artık jübilemi yaptığım öğretmenlik mesleğinde bulunduğum dört senede yaşadım bunları.

    her birini sevdim, kimisini az kimisini çok belki, dürüst olacaksam. ama sevdim. değil cinsel istismarlarına, ellerine değecek dikeni bile mümkünse yollarından uzak etmeye çalıştım. şimdi ise midem bulanıyor. 14 yaşındaki çocuğumu hoyrat bir elin boyunduruğunda görmeye tahammülüm yok. aşk, henüz kitaplığın üst raflarından inmemişken, birilerinin kucağında kimi sapık emellere alet edilmeleri içimi acıtıyor. taciz fikri kanımı donduruyor.

    ben sadece öğretmenleriyim. ne anneleri, ne de babalarıyım. anne bile değilim henüz. ama söz konusu benim çocuklarımsa, ki dikkat buyrun, 17 yaşına kadar çocuktur, o vakte kadar gayet barışçıl, iyi niyetli olan ben, pençelerimi çıkarıyorum, içimdeki şeytan ya da her ne haltsa can buluyor, can almaya muktedir görüyorum kendimi. bireysel müslümanlığım tavan yapıyor, yaradanımdan taleplerde bulunuyorum, normalde ağzıma almadığım dualarla...

    çocuk. sen ne güzelsin. güzelliğini bozanlar utansın.


    (yokoylebisevgili - 29 Ekim 2008 16:32)

  • comment image

    insanın küçüğü.
    ve sihirli güçleri var.
    bu sabah uyanıp sigara içmeye çıktığım balkonda karşılaştım bir tanesiyle. üç ya da dört yaşlarında bir kız. esmer güzeli denilen cinsten.
    merhaba dedi, kekekkekek diye kaldım bir an. akşamdan kalmışım, hiç beklemiyorum evden bir çocuk çıksın falan, merhaba dedim ben de sonra.
    ''bana bunu açar mısın?'' dedi, akşam balkonda içtiğimiz biraların yanında duran fıstık paketinden bahsediyor. lan o biralardan mı utansam, sigaralardan mı, bunun annesi nerede, kahvaltı etti mi acaba, şimdi fıstık yese annesi bana kızar mı vs vs bir sürü panikledim ben.
    açtım paketi, ''benimle konuşsana'' dedi.
    lan ne konuşayım? fsdhgjfsdlk
    üç yaşında bebe nasıl panikletti beni olm. neyse toparladım kendimi, ''ne hakkında konuşmamı istersin?'' diye sordum, ''mesela tokalar'' dedi.
    sabahın dokuzu, akşamdan kalma kafayla bir balkonda güneşlenerek tokalar hakkında konuşmak. hım hım. dertleşiyoruz resmen böyle. lastik olanlar böyle, kıstırmalılar acıtıyor falan. baya konuştuk biz. ve ben normalleştiğimi fark ettim. nasıl iyi geldi lan küçücük şey.
    onun o güvenini hissetmek ne güzel şeymiş. balkonda takılırken odadan bir kadın çıkıyor. ona direk güveniyor lan. ne biçim kafa? lan ben çocuğum olsa geri yerine sokarım galiba ya, nası hemen güvendi inandı bana, of ne biçim tehlikeli dünyada bu nasıl güven lan yazık.
    neyse biz uzun süre muhabbet ettik, annesi uyandı geldi sonra, dedim kusura bakmayın canı çekince ben açtım fıstığı falan, sonra çıktım evden. çıkarken kapıya gelip ''senin adın ney?'' dedi, söyledim, ''gitmek zorunda mısın? boyalar hakkında da konuşmak istiyordum.'' dedi. jfghsldfkj
    of lütfen çocuklarınıza çok dikkat edin lan, ben yapınca doğurmayacağım zaten, çıkmaya çalışırsa hemen geri sokacağım.


    (git - 29 Mayıs 2012 12:40)

  • comment image

    "çocuk musun" diyorum, "çocuklaşma" diyorum. hep küçümseme anlamlarında kullanıyorum bu kelimeyi. bi çocuk utandırdı beni. artık yüceltmek istediğim bir insana "çocuklaşma" dicem. büyümeden olgunlaşmış çünkü çocuklar.

    hediyeler alıp kuzenimin yanına gidiyorum. tam gidicem eve, ufaklığı aklıma geldi. "lan çocuğa hiçbir şey almadım ya, nasıl unuturum" diye bi aydınlanma yaşadım. neyse girdim markete, çikolata cips falan aldım gittim.

    içeri girdikten sonra, kenarda unuttuğum poşetle geldi yanıma. "bu cipsler benim mi acaba" dedi. "bu evin en güzel gözlüsünün" dedim. gitti oyuncaklarını döktü annesinin "oğlum sakın dökme onları!!" kızmalarıyla birlikte. bi kamyon getirdi sürükleye sürükleye. bütün cipsleri boşalttı kamyonun kasasına.

    + anneeee sakın mutfaktan gelme. biz cips yiyoruz kamyondan. ellerimi yıkadım.

    diye bağırdı annesine. oturduk dev kamyonun yanına cips yiyoruz. sürekli de konuşuyor: "en sevdiğim cipsten almışsın. nerden biliyorsun? babam mı söyledi? yasak bana cips yemek ama sen aldıysan yerim :) hem tam da en sevdiğim! tek bunu severim..."

    o esnada kuzenim geldi. kamyonun kasasındaki cipslere baktı ve o günümü anlamlandıran cümleyi söyledi:

    - oğlum sen bu cipsten nefret edersin, şimdi nasıl yiyorsun?
    + ya anne sus :(

    birilerine hediye almak şu hayatta beni en mutlu eden şey. o gözlerdeki ışığı görmek pahasına, son paramı harcadığım en anlamlı eşya hediye. bazı insanların gülüşünü özlediğim, bazılarının öpüp koklamasına hayran kaldığım için. seviyorum yani. bana bir şeyler hediye edilmesinden ne kadar nefret ediyorsam, birilerinin eline ufacık bi kutu tutuşturmayı o kadar seviyorum.

    ama hiç kimse bana, nefret ettiği bi şeyi ona verdiğim zaman "nasıl da biliyorsun çok sevdiğimi, en sevdiğimi almışsın :)" demedi. 4 yaşındaki bi çocuk hariç.

    sevmediği bi şeyi görünce yüzünü buruşturan tüm tripli insanlara inat, karşısındaki insanı mutlu etmek için gözlerinin içiyle gülümseyen çocuklarımız olsun bizim de. olgunluk dersleri alabileceğimiz.

    + hani sen bi keresinde masal anlatmıştın ya, ne süper uyumuştum ama!


    (ismimuzundiyenickimkisaolsun - 7 Ocak 2013 00:52)

  • comment image

    üst komşunun oğlu efe var bizim. çok geç konuştu efe. ama konuşmadığı zaman kafasında neler biriktirdi ise; efenin okuldaki öğretmeninden, tüm komşulara kadar hepimiz efenin cümlelerine hayran kalıyoruz. insanın karşısına alıp muhabbet edesi geliyor.

    kapı çalındı.

    hop diye hepsi birden girdiler içeri. efe önden koşuyor tabi. ablası tablet almış, google hesabı açmak için "herşeyi bilen samet abi bu işi de yapar" diye gelmişler. efe belimde sarılı olarak içeri girdik. aldım tableti elime koltuğa oturdum. "adres ne olsun", "şifren ne olsun" felan diye sorarken; her kafadan bir ses çıkmaya başladı. birden "of bi susun bakim" diye bağırdım gülerek.

    efe dibime kadar sokuldu; "samet, sen çok iyi birisin var ya" dedi. hukukumuz var. samet diyor bana. öyle anlaştık biz. beraber temple run oyuyoruz babasının telefonunda.

    sarıldı şöyle boynuma doğru.

    içim irkildi birden.

    "çocuklar, başka bir dünyanın canlıları" dedim kendi kedime; çünkü sarılmak da öyle değil miydi?

    (bkz: sarılmak/@turuncu gibi sari)


    (turuncu gibi sari - 6 Şubat 2013 18:08)

  • comment image

    büyüdükçe hayatı zorlaştırıyor. okuma yazma öğrendiğinde daha açık gözlü olmak lazım. e artık kandırılamıyor da.

    kucağımda laptop, sözlük açık. yanımda da idil cadısı, elinde telefon oyun oynuyor. kaşla göz arasında " beni öyle bir sik" *diye bir cümle kurdu. kafamı çevirdim burun buruna geldik. küçük mikrop telefonu bırakmış, gözü laptop ekranında. neyse ki şimdilik çok hızlı bir şekilde ve içinden okuyamadığı için cümleyi tamamlayamadan sayfayı kapattım. bu arada başlık açık değil, sol frame'den tespit etmiş. "beni öyle bir sıkıştır" gibi bir şey yazıyordu dedim. bildiği en ayıp kelime, sadece kulağıma söyleyebildiği "oha" olduğu için inandı. konu kapandı gitti. şimdilik.


    (gyne - 9 Nisan 2013 19:05)

  • comment image

    insan yavrusudur. bu canlıyla ilgili hoşuma giden bir ayrıntı ise, yeni yürümeye başladıklarında kafalarını taşıyamamalarıdır. genelde şöyle olur, o minicik parmaklı minicik ayaklar pıtır pıtır bir yöne koşturuken, şahısın kafası yana ve arkaya savrulmuş bir vaziyette geriden gelir. hatta vücudu dengelemek için ellerini (evet o mininik parmaklı minicik ellerini) ilerde turmak zorunda kalırlar. hatta kafa organı bazen öyle bağımısz takılır ki ne olduğuna şaşırırsınız güzelim çocuğa. mesela "alicim gel bakiyim buraya koş koş koş" dersiniz. yavrucak röööaar diye kafa bacak farklı yönde exorcist gibi size saldırınca, parkta bahçede bırakıp kaçasınız gelir. sanırım camiye bırakılan çocukların büyük kısmını bunlar oluşturmakta. hani biz ıslah edemedik, belki burada düzelir diye.

    ya bu arada ben niye takıldım şimdi bu mevzuya anlamış değilim. ufacık parmaklar falan. allah allah sevmem de bak aslında ben bunları. yaşım mı geldi nedir ? (yok selam falan etmiyorum) kafasıyla vücudunu kordine edemeyen bir canlıyı neden istiyim ki lan ben. şirin de ama bir yandan şerefsiz. böyle badi badi. eheheh


    (limon kimyon zorro - 4 Ağustos 2006 19:37)

Yorum Kaynak Link : çocuk