Çıkış Tarihi     : 10 Ağustos 2016 Çarşamba, Yapım Yılı : 2016
Türü                : Kısa Film
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  CYRK , Meridian Content
Yönetmen       : Janicza Bravo (IMDB)
Senarist          : Janicza Bravo (IMDB)
Oyuncular      : Michael Cera (IMDB)(ekşi), Alex Borstein (IMDB)(ekşi), Michael McMillian (IMDB)(ekşi), Octavio Gómez Berríos (IMDB), Nicole LaLiberte (IMDB)(ekşi), Conrad Roberts (IMDB)(ekşi), Bob Heslip (IMDB), Eileen Saki (IMDB), Jodie Turner-Smith (IMDB), Megaa Williams (IMDB)

Man Rots from the Head (~ Door to Door) ' Filminin Konusu :
Nancy Bell 34 yaşında, bekâr, akşamdan kalma, çok iyi niyetli ama beceriksiz arkadaşlarının başarısız çöpçatanlıklarından yılmış bir kadındır. Şimdiye kadar yaşadığı korkunç ilişkiler yüzünden ilişki olayını tamamen rafa kaldırıp, ailesinin evlilik yıldönümünü kutlamak üzere Londra'ya gider. 40 yaşındaki boşanmış Jack ise kör bir randevuya çıkmıştır ve Nancy'yi Waterloo tren istasyonunda, saatin altında buluşmak için sözleştiği kadınla karışıtırır. Jack kendisine yaklaştığında, Nancy olacakları hiç düşünmeden karşısındaki adamın teklifini kabul eder. İkili birlikte hayatlarının en komik ve tuhaf macerasına atılır. Alkol, gerçekler, kayıp boşanma evrakları, boş umutlar ve sonunda Jack'in randevulaştığı kişinin aslında Nancy olmadığını anlamasıyla ortam iyiden iyiye karışır.


  • "(bkz: piç piçi 100 metre öteden tanır)"
  • "sattığı mendiller de kazandığı para da kendine ait değildir."
  • "annesi, babası, abisi yavrucakla ilgilenmediği için büyüyüp sözlük yazarı olduğunda dikkat çekmek için abuk subuk başlıklar açabilme potansiyeli hayli yüksek bir piçtir."
  • "asidir, hayatını yaşamak için sıcak evini, danonesi bırakıp zevki için soğukta millete el açar."
  • "başlık açmaya çalışan beş yaşındaki* cahil piçlerin,* asıl üzerine düşünülmesi gereken olduğunu bize hatırlatandır. bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür."




Facebook Yorumları
  • comment image

    sümüklü ve piç olmalarına rağmen son derece kral muhabbetler yapabileceğiniz elemanlardır bunlar. özellikle ankara yüksel caddesinde bol bol vardır mendil satarlar, sonra onlarla dertleşirsiniz. hatta ve hatta onlara yemek alırsınız mutlu olurlar... piç olmalarının nedeni babalarının başlarında olmamalarıdır, sümüklü olmaları ise dışarının -5 derece olmasından kaynaklanır. siz sıcacık evinizde otururken onlar mendil satarlar. yine de çok ii dertleşirler sizle


    (horricik - 12 Ocak 2009 01:09)

  • comment image

    annesi, babası, abisi yavrucakla ilgilenmediği için büyüyüp sözlük yazarı olduğunda dikkat çekmek için abuk subuk başlıklar açabilme potansiyeli hayli yüksek bir piçtir.


    (boktan kaleler - 12 Ocak 2009 01:47)

  • comment image

    asidir, hayatını yaşamak için sıcak evini, danonesi bırakıp zevki için soğukta millete el açar.


    (liikapa - 12 Ocak 2009 01:52)

  • comment image

    mendil almazsan tükürürüm diyen ve bir anlık sinirle tükürürsen ananı s.kerim gibi bir cevap verdiğim çocuktur ama piç değildir.

    onu oraya gönderip o yaşta çalıştıranlar da bulmak lazım sorunu, çocuk bu napsın aq başka, babası "s.kerim belanı git sat" dediğinde o kadarcık boyuyla kafamı tutsun babasına. derinlere inmek gerekirse babasınında üstünde bü insanları bu sefalet içine çekenlerde aramak gerekli ya sorunları orasına hiç girmiyorum.

    ayrıca küçük yaşta hayat denen şeyi bizim gibi götümüzü yaya yaya tanımıyorlar bu çocuklar, aralarından gururları da vardır. bir anımda vardır gel abicim kola ısmarlıyım sana dedim içti parasını vermeye kalktı olmaz benden dedim mendil ikram etti bu da benden olsun dedi evet böyleleride vardır içinde. emin olun istisnaları hariç kibar bir şekilde almıcam abicim dediğinzde gidiyor, birinci de gitmez se ikinci de gidiyor o da olmazsa üç önemli olan sakin olmaktır, unutulmaması gereklidir ki o çocukların yerinde sende olabilirsin ya da ilerde senin çocuğunda olabilir.

    asıl sorun klavyeyi eline alıp bu çocuklara piç vb gibi tanımlarda bulunmaktadır.


    (from brain to fingers - 12 Ocak 2009 01:57)

  • comment image

    -aeaabijim bi selpak alsana noolur ekmek parası
    -yok be abicim var cebimde selpak
    -olsun be aaeebijim nasssa bitçek o noolur açım be abi (acınır uşağa)
    -iyi ver hadi bi tane. (cepte bozuk para aranıyodur)
    -bi yetele
    -oha ulan ne bi yetelesi
    -abi ekmek bi yetele
    -biliyoz hadi al bakalım.(parayı alır gitmek için arkasını dönmek üzeredir)
    -selpağı versene!
    -selpağı alıcan mı abi? ssen de var nassa almasan da ben başkasına satsam?
    -...
    (bkz: mavi ekran)


    (rodeocu - 12 Ocak 2009 02:18)

  • comment image

    kerameti kendinden menkul bir yazar! kişisinin açtığı başlığa konu olmuş çocuk. aslında anlatacağım hikayenin bu başlık konusu ile bire bir benzerliği yok. (80'lerin ortasına doğru başlayan bir hikaye çünkü. o zamanlar selpak satma mevhumu yoktu) aslında bu başlığın altına yazıpta, dikkat çekmek isteyen birisinin egolarına hizmet etmenin de bir alemi yok. lakin bu hikayeye yeni bir başlık açıpta, 5 dakika sonra 4. sayfaya gitmesine de vicdanım el vermezdi. haa ''yazdığın okunsun diye niçin kendini kasıyorsun, ezik misin?'' düşüncesine hasıl olur iseniz; özel mesajdan istediğiniz ayarı verebilirsiniz. yapmadığınız iş değil nitekim.

    ***

    ilkokulda, o dönemler her sınıfta olduğu gibi bizim sınıfımızda da dört tane murat vardı. soyismi ile hitap ettiğimiz murat'lardan birisi de çankaya idi. evin tek çocuğuydu ama çok fakir bir ailesi vardı. kitaplarını ekim ayının ortalarına doğru alır, beden eğitimi derslerine mecburen pijama altı ile gelirdi. kızılay'ın dağıttığı, üzerinde; ''en az 1.200 tl koyacaksınız'' zarflarından hiç verilmezdi ama maarifin dağıttığı radyasyonulu fiskobirlik fındıklardan paket paket verilirdi çankaya'ya. öğretmenimiz, bir çok kez hasta annesi için yardım tertiplemiş ama bizim hiç haberimiz olmamıştı.

    ilkokul 3. sınıfta hayat bilgisi dersi çerçevesinde, sebebini bilmediğimiz bir biçimde bütün sınıfımızı semt pazarına gezmeye götürdüklerinde; hepimiz iki sıra halinde boş gözlerle pazarı gezerken, en arka sırada olan çankaya pazar esnafı ile selamlaşıp, şakalaşıyordu. yanımdaki arkadaşım; ''çankaya'nın pazarda su sattığını'' söylemeseydi, pazar esnafını nereden tanıdığına anlam vermeyecektim . pazarda su satmak! bizim yapmaktan utanacağımız bir şeydi.

    ilkokul 5 te, yani aklımız yeni yeni ermeye başladığında, matematik dışında bütün dersleri başarısız olan çankaya; ilk kantin sırası bizde olduğundan dolayı o işi kendisinin yapması için öğretmenimize yalvardı. güldük o haline ama canımıza minnetti. öyle ya o işi biz yapıyor olsak nasıl top oynayacaktık? veya kızlara ilk komplimanlarımızı nasıl yapacaktık? öğretmenimiz, hatta müdürümüz çankaya'nın bu işten az da olsa yolunu bulacağını ama hesabı da tam getireceğini bildiği için o yıl boyunca kendisini görevlendirdi. yani o yıl bir kere bile tenefüse çıkmadı.

    ortaokul da, birkaç arkadaş yine aynı sınıfa düştük. çankaya bu sefer farklı bir iş geliştirmişti kendisine; şişe. evet bildiğimiz şişe işte. hani şu depozitolu ayran ve cola şişeleri. hani şu bizim bi zahmet kantine inipte parasını almayı gurur meselesi yaptığımız ve sınıfın köşelerine attığımız şişeler. okul dağılır dağılmaz çankaya bütün sınıfları gezip boş şişeleri toplar ve kantine satardı. lakabı hazırdı; ''şişe simsarı'' komiğiz ya. ortaokulda da derslerle alakası yoktu ama hiçbir zaman da çıkışta okul önünde toplanan tayfaya dahil olmadı. şişelerini satar ve o zaman yaptığı iş ne ise koşarak onu yapmaya giderdi. kimi zaman kıpkırmızı gözlerle gelirdi okula. ve yine bir arkadaşımın; ''kendisini bildiğinden beri annesini hastaneye götürdüğü için, işin kompetanı olduğunu ve kimi zaman para karşılığında hastalara refakatçilik yaptığını'' söylemesi ile vakıf oldum gözlerinin niçin öyle olduğu konusuna.

    tembel, inek ayrımı olmayan herkesin iyi anlaştığı bir sınıftık. kimisi top peşinde koşan, kimisi en iyi fen lisesini tutturmak için çalışan, kimilerinin ilk fırtınalı aşkını yaşadığı, kimisi mühendis, kimisi dolmuş şoförü olma hayalleri kuran bildiğin sınıf işte. çankaya hiç bir zaman sınıf maçımızda bırak oynamayı, izlemeye bile gelmedi. onunla hiç bir zaman kız muhabbeti yapmadık. çünkü ne onun hiç bir kıza karşı alakası vardı, ne de hiç bir kız da ona bakacak göz yoktu. ne doğum günü partilerinde gördük onu, ne de mahallenin düğün salonlarında düzenlenen okulun çay partilerinde.

    ortaokul bitti ve herkes bir yerlere dağıldı. duyduk ki çankaya liseye devam etmemiş. ''-isabet olmuş, zaten çalışmayı çok seviyordu'' dedik ve unuttuk. sanki bilmiyorduk onun çalışmayı sevdiğinden değil, çalışmaya mecbul olduğundan çalıştığını.

    aradan yıllar geçti; o sınıftan sinema yönetmeni de çıktı, teşrifatçı da. mühendis te çıktı, bodyguard da. hiç bir baltaya sap olamayan da çıktı, literatüre geçmiş makalesi yayınlanan da. ama çankaya'dan bir haber yoktu.

    ***

    bundan bir ay evvel; iş görüşmesine gitmek üzere otobüs durağında bekliyorum, haliyle şık giyimli ve traşlıyım. önümde bir tane audi a6 durdu. ben arabanın sağ tarafında olduğum için sürücüsünü tam göremiyorum ama arabanın sağında oturan bir esmer güzeline kitlenmişim. arabanın solundan bir kafa uzandı bana doğru;

    -nabeg? dedi. (evet r leri söleyemezdi)

    hemen tanıdım çankaya'ydı o. şaşırma, aslında şaşırmama, onun için sevinme, kendi haline üzülme... hepsi bir saniye de geçti kafamdan.

    -vaaay çankaya ne yapıyorsun lan kaçak! dedim
    -nereye? dedi
    -iş görüşmesine, gop'a. dedim
    -biz de oraya gidiyoruz, atla. dedi

    gözlerine baktım hep, gözlerinin; ''yaa gördünüz mü? siz otobüs durağında beklerken, o acıdığınız çocuk artık 60.000 euroluk arabaya biniyor''u demesini bekledim. gözlerinin; ''yaa dknm efendi sen okulun en güzel kızları ile gezerken, ben kenara attığın şişelerini satıyordum. ama bak şimdi en güzel kızla ben geziyorum'' demesini bekledim. demedi...

    yarım saat konuştuk. yanındaki kız nişanlısıymış, ortaokuldan sonra sanayide bir elektrikçinin yanına girmiş. sonra adamın işi bozulunca biriktirdiği para ile biraz da borca girerek devralmış orayı. sonra başka bir yere taşımış, büyütmüş ve şimdi çok büyük bir yedek parça dükkanının ve iyi bir markanın bakım servisine sahip olmuş.

    bunları bana anlatırken bırak hava atmayı, bırak ezmeye çalışmayı utana-sıkıla anlattı. nişanlım ile yazın evleniyorum, seni de davet ederim dedi. nişanlımla yazın bilkent otel'de evleniyorum seni de davet ederim demedi.

    liseden sonra çalışmaya başlamış, tırnaklarıyla kazıyarak en son bir yere bölge müdürü olmuş ama sonunun ne bok olacağı belli olmayan (ki halihazırda 4 aydır işsizim) ''hayatı çözdüm aga'' diyen ben gerizekalının. yüksek doktora, master allah ne verdiyse yapmış ama şimdi bir bankada 750 tl maaşla müşteri temsilcisi olan arkadaşına yaptığı gibi;

    -olm okudun okudun, ola ola bankacı mı oldun eheh...

    demedi bana. çünkü gözünü açtığından beri mücadele etti o. çünkü elindekileri ne kadar zor ede ettiğinin ve bunun insanlar üzerinde bir araç olamayacağının farkına varacak kadar hayatı gördü o. çünkü nerden geldiğini unutmadı o. ne beni görünce geçmişini hatırlayarak ezildi. ne de benim şimdiki halimi görüp beni ezmeye çalıştı. ve bana, o arabadan indiğimde adamlık konulu yüksek lisans tezi verdi.

    çankaya selpak satmadın ama piçsin olm.

    edit: ilkokul kompozisyonu tarzında yazılmış bir entrydir... belki de bilinçli yaptım. kim bilir?


    (dis kapinin nahit mentesesi - 12 Ocak 2009 15:52)

  • comment image

    taksimde gormustum bunlarda bi tane
    bundan yaklasık bi 7-8 yıl once
    ben babamla yuruyodum
    hava aydınlık
    saat aksam 7 civarı
    ama mendil satmıyodu
    mendilleri yanında
    bir poşetin içinde
    yere uzanmıs ders calısıodu
    evet evet ders calısıyodu
    babam o cocugu gosterdi bana
    "bak" dedi..
    "o cocuk mendilleri gece de satabilir. ama karanlıkta ders calısamaz.."
    dusundum bi bana verilen imkanları
    saglanan olanakları
    yollanan okulları
    bi de yerde yatan , o taslarda yatıp ders calısan cocugu...
    ne zaman sınavlara calısmaya usensem
    o cocuk aklıma gelir
    sizin deyminizle
    o sumuklu piç gelir...


    (wilzyx - 12 Ocak 2009 20:42)