• "löwy, michael*. “marxism and religion: opiate of the people?” new socialist may/june 2005: 19-23.(bkz: #18823773)"
  • "(bkz: religion ist opium fürs volk)(bkz: din kitlelerin afyonudur)(bkz: religion is opium of the masses)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    sözlükte kendini solcu/sosyalist olarak adlandıran, daha doğrusu öyle oldukları sanrısı ile yaşayıp giden, halbuki meseleyi kavrayamamış, ideolojik ebleklikten başka bir halt yapmayan bir grup yazar var. ekşi sözlük solculuğu üzerinden gidersek oldukça geniş bir kümeye de tekabül ediyor kendileri. bu solcu oldukları iddiasını taşıyan ve tek dertleri şeriat mı geliyor, iran mı oluyoruz, laiklik elden mi gidiyor olan, islamı ile dalga geçmeyi kendilerine farz edinmiş olan grubun pek çok ortak özelliği olmakla beraber en fazla dikkat çekeni din düşmanlıkları. herhangi bir dine mensup olmayan şahsımı dahi tiksindirttikleri bu tavırları ile ne yaparlarsa yapsınlar da bunun adına solculuk falan demesinler, kendi aralarında cici cici takılsınlar, bu gerizekalı duruşlarına başka isim bulsunlar da rica ediyorum sosyalizmi falan buna alet etmesinler.

    şimdi meseleye ufacık bir temas yapmak için ak sakalkı nur yüzlü marx amcamız üzerinden gidip marksizmin din ile olan ilişkisine bakmakta fayda var. zaten üzerine çokça konuşulup tartışılan, marksistlerin fikir birliğine varmakta en çok zorlandıkları alan marksizm ve din konusudur. marksizm’in dini dışlayıp dışlamadığı veya şöyle söyleyelim dinin marksist bakış açısı içerisinde ele alındığında marksist ideallere ulaşmak için eninde sonunda yıkılması gereken bir üstyapı kurumu olup olmadığı tartışılmaktadır. bununla alakalı konuşmadan önce sıkça yapılan bir ayrımı tanımlamakta fayda var. bahsedilen inanç değil din'dir. inanç tarih içerisinde din'in azımsanmayacak ama bütün içerisinde ufak bir yer teşkil ettiği bilinmelidir.

    marksizm’in din ile olan ilişkisini anlamak için ilk önce marx’ın din konusuna yaklaşımı ele alınmalıdır. tüm bu çözümleme çabalarında olduğu gibi marx’ın meşhur sözü üzerinden farklı görüşlere yer vererek bir nebze de olsa konunu ne denli muğlak bir alan olduğu görülebilir. meşhur söz ise elbette ki marx’ın “din halkın afyonudur” cümlesi. ve çok farklı şekillerde tevil edilerek elastik bir forma büründürülemesi.

    marx’ın bu sözü üzerinden hareket eden ayhan yalçınkaya’nın konuyla alakalı makalesinde çeşitli bakış açılarından örnekler verilmiş. asıl mesele şu; “dine karşı mücadele sosyalizm’e karşı mücadele midir?” o kadar hassas ve pamuk ipliğine bağlı bir yerde konumlanıyor ki bu, verilecek cevap çok önemli. ancak cevabın olumlanması da saf haliyle din karşıtı bir marksizm çıkarmıyor karşımıza. dine karşı mücadele sosyalizm için mücadele ise dahi dine karşı verilen mücadelenin onu ortadan kaldırmaktan ziyade çürümüş yapısını elden geçirmek olarak karşımıza çıkabiliyor. bu son derece kaba tanımlamayı açacağız. önce bir kaç örnek üzerinden marx’ın meşhur sözünün yorumlarına bakmakta fayda var.

    genelde marx’ın henüz 26 yaşında iken sarfettiği bu cümlenin farklı anlamlar taşıdığı koşulların değişimi ile anlamını yitirdiği ya da aslen söylenmediği gibi yorumlar vardır. marx ‘ın bu sözü ölümüne dek yalanlamamış olması en azından söylenmediği ile ilgili tezleri boşa çıkarmaktadır. o zaman üzerinde durulması gereken ne anlama geldiği olmalıdır. alpaslan ışıklı'nın “kemalizm, sosyalizm ve din” adlı kitabında dine karşı mücadelenin sosyalizm için mücadele olamayacağını ve bu çıkarımın kesinkes yanlış olduğunu söyler. hatta bu yanlış çıkarımların sovyetler’de devlet politikası haline getirilmesinin ters etki yarattığını, yasaklanan her şey gibi tam ters eğilim yarattığı ve din’e yönelişe sebep olduğunun altını çizer. ışıklı'nın -aynı makaleden alıntı yaparsak- bu söz için yorumu şudur.

    " marx bu sözü söylemiştir çünkü 19.yüzyılda onun yaşadığı dönemde katolik kilisesi özellikle dönemin egemen sınıflarıyla iç içe geçmişti ve katolik kilisesi kurumsal düzeyde bizahiti avrupa’da geçerli kutsal ittifakın en önemli bileşenlerinden biriydi. dolayısıyla bu sözü ettiğinde hıristiyanlık ya da adı her ne olursa olsun özel olarak bir din hedef değildir. o dinin kurumsallaşmış biçimleri hedeftir. bu açıdan hıristiyanlık’la hıristiyanlığın kurumsallaşmış biçimi olan çeşitli kiliseleri birbirinden ayırmak gerekir. sözün hedefi kiliselerdir, kiliseler halkın afyonudur.”

    ışık'lı bu sözün spesifik olarak bir dine yöneltilmediğini ve hatta dinlere değil onların çürümüş ve egemen sınıfın hizmetine girmiş kurumlarına atfedildiğini söyler. yani bu statükocu ve mevcut düzenin sürdürülmesi için aracı rol üstlenmiş din kurumları halkın afyonudur anlamına gelir. halkı uyutan din değil dinin kullanılış biçimidir. inanç ve din ayrımı burada kendini daha net göstermektedir.

    bilindiği üzere marx’ın diyalektik anlayışı hegel’den ayrılır. hegel’in doğaya yamanan diyalektiği ile marx’ın ki tamamen farklıdır. ordan filizlenmiş ancak tamamen farklı yolllardan farklı yerlere varmıştır. arkeitipi hegel’dir, hegel’i referans alarak marx ortaya çok başka bir diyalektik anlayışı koymuştur. hegel’in keyfiyetçi anlayışından ayrılır. işte bazı görüşler marx’ın bu sözü hegelci olduğu gençlik yıllarında sarfettiği yani “marksist” olmadığı yönündedir. marx’ın marksist olup olmadığı ise çok başka bir konu olmakla beraber özetle bu sözün marksist bir açılım sağlamadığı, hegel’e öykündüğü ve bildiğimiz marksist literatürün içine dahil edilemeyeceği söylenir. löwy’nin tezi de buna benzerdir. ya da ışıklı böyle yorumlamıştır. ancak bunun zorlama bir yorum olduğu da söylenmektedir.

    ışıklı’nın diğer referansı montly review’dir ve yine aynı makaleden alıntılarsak şöyle denmektedir.

    "marx ve marksizm’in dinin ölümcül düşmanı olduğu tezi tümüyle marksizmin düşmanları tarafından özel olarak uydurulmuş bir tezdir. hiç böyle bir şey yok. marx’ın din karşısındaki tutumu ya da tavrı hiç bir şekilde özellikle dine karşı, dine düşman değildir. tersine marx din halkın afyonudur dediğinde dini olumluyordur. niçin bir olumlama olarak algılanıyor; çünkü nasıl afyon kanserli hastanı acısını dindiriyorsa bu dünyada çaresizlikle, umarsızlıkla baş başa kalmış insanlığın acılarını dindiriyordu din. bu açıdan marx dinin son derece önemli bir rolü olduğunu vurgulamak istemiştir.”

    ışıklı’nın bu yorumu diğerlerine oranla daha havada kalmaktadır. bu sefer kelimelerin anlamları ile oynayarak bir din-marksizm düşmanlığı yerine din-marksizm olumlaması çabası işine girişmiştir. böyle bir düşmanlığın olamayacağını, sözün yanlış yorumlandığını iddia etmektedir. yani halkın afyonu halkın acılarını dindiren bir ilaç olarak ele alınmıştır. biraz zorlama ve abes bir çıkarım olarak görünmektedir bu. marx’ın dine bu denli olumlu yaklaşıyor olması ne yeni hegelci zamanında ne de ilerki zamanlarında görülmüştür. çünkü burada başlı başına yücelteme ve teşvik vardır. fakat marksizm’in dini kullanmaya veya ondan bu şekilde bir fayda sağlamaya ihtiyacı yoktur.

    bir de olaya iki yönlü yaklaşımdan bahsedilmektedir. dinin tek yönlü olmadığı hem egemen sınıflara hizmet ederken, aynı zamanda ezilenlerin de tutunacağı bir dal olarak acılarını dindiren bir unsur olduğu durumu. yani hem iktidarlar için ezen bir araç, hem ezilenler için yardımcı bir araç. çift yönlü bakarsak eğer her iki tarafa da hizmet eden ve kimin elinde ne şekilde kullanıldığına bağlı olarak niteliği değişen bir olgudur din. ancak yine de her iki koşulda da bir araç olduğu kabul edilmektedir.

    engels de dinin devrimci bir yanı olduğunu, özünün ezilen sınıfların mücadelesi için yararlı olduğunu söyleyerek ezilen sınıfın faydaları doğrultusunda kullanılabileceğini söyler.

    marx ; "insanı din yaratmaz, insan dini yaratır. gerçekten din henüz kendini bulamamış ya da kendini yeniden yitirmiş insanın benlik bilinci, kendi kendisinin ayırdına varmasıdır” der. çünkü din yaşadığımız dünyadan soyutlayamayacağımız ölçüde içe içe geçmiş karmaşık ilişkiler ağına ve en kuvvetli manevi duyguya işaret eder. buradan hareketle marx’ın meşhur sözünün biraz gerisine gidersek cımbız etkisinde kurtarıp belki meseley daha geniş bakmayı sağlayabiliriz. “din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur, din halkın afyonudur”. evet gerçekten de bir olumlama olup olmadığı tartışmaya açık. fakat yapılan hata olumlama varsa dahi bunun marksizm’in dine olan savaşımını etkilemeyeceği. çünkü ruhsuz dünyanı ruhu’nun değişmesi daha başka bir ruha evrilmesi, insanın baştan yaratılması idealinin takibi vardır. marx’ın şu cümlesi bunu destekler..

    “din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantalitesi, yüceltişi, coşkusu ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntuyu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir. insanın özünün hayali gerçekleşmesidir. böylelikle dine karşı savaşım , manevi kokusu din olan bu dünyaya karşıda dolaylı olarak savaşımdır. “

    din’in tamanen bu düyaya ait olması, bu dünyaya karşı savaşın dine karşı savaş anlamına gelmesine yol açıyor. marks “din var olanın tepetaklak resmidir” derken çok yönlü bir saptama yapmaktadır. ve genişletilmeye, farklı açılımlar getirmeye müsait bir saptama. din adı altındaki tüm çürümüş kurumlara ve davranışlara karşı bir savaşımdır bu. ama aynı zaman da marx “yaratan” tandanslı her olguyu reddeder. özün madde olduğu, ilahi güç olmadığı hususu ayrıdır. ama bu maddenin bir ruhu olmayacağı anlamına gelmez. ilahi değil sezgisel bir ruhtan dem vurulmaktadır. bahsedilmeye çalışılan marx’ın dine karşı özel bir tutumu olmadığıdır. yani özünde dine karşı savaşmaz. ancak insan yeniden yaratılacaksa ve nihai amaç bu ise marksizm de o zaman tüm değerleri ile beraber onu baştan başa yenileyecektir. dine karşı savaşarak değil bu dünyaya karşı savaşarak olacaktır bu. ancak din de var olanın tepetaklak resmi ise eğer bu dünya ile savaşım dünyanın ruhu, sesi, kalbi olan dine karşı da savaşımdır. bu onu yok edip, silmeye çalışmak olarak anlaşılmamalıdır. din çeşitli kurumlardır, dünyayı algılma, anlamlandırma gözlüğüdür, binlerce yıllık kemikleşmiş kabullenişin geldiği yerdir. dervimci öz dinin o tutucu halinden ve kurumlarından sıyrılıp saf bir "inanç" haline dönüştüğü an ortaya çıkacaktır.

    görüldüğü üzere marx’ın dine bakış açısı ile ilgili olarak hatta öteye gidersek -marx ve marksizm ayrımı da var- çok çeşitli yorumlar olmakla beraber çizilen resim genelde kati bir inkar ve savaşım olmadığı iki yönlü bir diyalektik ile olayın ele alınmaya çalışıldığı oluyor.. ancak bu da bir yedek unsur olarak dini geri planda tutarak ona pozitif ve aslında var olmayan anlamlar atfetmeye götürebiliyor bizi. diyalektik gereği eğer din de kendini yadsıyabiliyorsa sorun yok. burada din ve inanç ayrımı yeniden ortaya çıkıyor. din kendini yadsıyamazken inanç bunu mümkün kılabiliyor. yani marksizm dinsiz olabilir/olması gereklidir, ama inançsız değildir gibi bir sonuç çıkarılabilir.

    konuyu bu kadar kabaca ve olabildiğince özetle açıklamaya çalışsak da marksizm-din ilişkisi daha çok konuşulacak ve marksist doktrin içerisinde en muğlak ve en fazla ayrılığa düşülen konu olarak kalacak gibi görünüyor. ancak meselenin hangi tarafında olursanız olun din olgusuna bu sığırlıkla yaklaşmamak gerektiği de gayet açık bir şekilde görünüyor herhalde.

    öpüldünüz.


    (coffee and cigarettes - 9 Eylül 2009 12:32)

  • comment image

    marksizm 2010'daki "sosyalizm ve din" başlıklı konuşma nedeniyle tekrar tartışılmaya başlanmış ilişkidir.

    marx'ın din toplumların afyonudur tanımlaması, ne tek başına ele alınılabilir, ne de bu ele alışı eleştirenlerin yaptığı olumlu ilişki ile yorumlanabilir. yine de bir yerden başlamak için söylenenlerin tamamına bakmamız gerek. ne demiş marx:

    "religion is the sigh of the oppressed creature, the heart of a heartless world, and the soul of soulless conditions. it is the opium of the people."

    farklı kaynaklardan birçok çevirisini bulabilirsiniz. ancak bu cümleyi çevirirken bu cümlenin geçtiği kitabın marxın critique of hegels philosophy of right eseri olduğunu hatırlamalıyız. ayrıca hegel'in elements of the philosophy of rightda absolute, soul, the spirit gibi kavramları incelediği de akıllarda tutulmalı. tüm bunları göz önüne alınca, şu şekilde çevirmenin meşru olduğunu düşünüyorum:

    çevirisi: "din, ezilen varlıkların (koşullarına) göğüs geçirmesini sağlayan, kalpsiz dünyanın kalbi, gerçek anlamın olmadığı (ekonomik) koşullarda bir subjektif anlam (ruhtur)."

    burada ustaca kullanılmış bir hegel terminolojisi yoğunluğu var. başlamadan önce, hegel'in absolute, the spirit, absolute idea, reality terimlerini çoğu zaman eş anlamlı kullandığını, ya da en azından benim bu noktada bu şekilde kullanacağımı söylemeliyim. bunların tersi olarak, daha doğrusu gelişmemiş formları olarak da, subjeftik gerçeklik, görünüş (appearance), soul kullanılabilir.

    hegel'e göre tarih, subjekfit gerçekliğin (subjective spirit), the spirit'e dönüştüğü bir düzlemdir. inişler çıkışlar olabilir, ancak son kertede ilerici bir gerçeklik anlayışı tarihte gözlenir. hegel'in çok farklı yorumları vardır, ancak hegel'in, dünya'daki herhangi bir düşünce, kurum, ideoloji vb. tüm varlıkların aslında ne oldukları ve nasıl göründükleri/algılandındığı ayrımı yaptığı kanaatindeyim. bu gerçeklik - görünüş, yani absolute, reality - appearance farklılığı burada ortaya çıkıyor. tarih, bu görünüşün yani subjektif görünüşlerin git gide gerçekliğe doğru yol alacağı düzlemdir hegel'e göre. bu yüzden marx'a göre de 1843, "soulless world"dür, yani gerçekliğin ulaşılamadığı, hala sadece görünüşün gerçek olarak algılandığı, gerçek özgürlüğün oluşmadığı bir evredir. işte din de, dünya'daki aslında her şeye dair algının gerçeklikten uzak olduğu bu dönemde, bir "soul" yani bir subjektif spirit'tir.

    marx'ın dini, gerçekliğin bir başka ilkel formu olarak mı, yoksa daha ilerici bir formu olarak mı tanımladığı tartışılır, ancak marx'ın din hakkındaki görüşlerini tartışırken, marx'ın dinin varoluşuna, işlevine dair nesnel algısını ve bu algının tartışıldığı çevrenin hegel tarafından oluşturulduğunu unutmamak gerekir.

    bu iddiayı tamamlamak ve yukarıdaki soruya bir cevap aramak için bir de on the jewish question'a göz atmak gerekir:

    "the most rigid form of the opposition between the jew and the christian is the religious opposition. how is an opposition resolved? by making it impossible. how is religious opposition made impossible? by abolishing religion. as soon as jew and christian recognize that their respective religions are no more than different stages in the development of the human mind, different snake skins cast off by history, and that man is the snake who sloughed them, the relation of jew and christian is no longer religious but is only a critical, scientific, and human relation."

    çevirisi: "yahudi(ler) ve hristiyan(lar) (toplumları) arasındaki en katı muhaliflik biçimi(nin) (nedeni) dinsel muhaliflikleridir. peki bu muhaliflik nasıl çözümlenebilir? imkansız kılınarak... peki bu dinsel muhaliflik nasıl imkansız kılınır? dini feshederek.. yahudi ve hristiyanlar kendi dinlerinin insan zihnindeki ilerlemenin farklı aşamaları, tarihin çıkarıp attığı farklı yılan derileri olduğunu ve deriyi atıp çıkartan yılanın kendileri olduğunu anladığında, yahudi ve hristiyan arasındaki ilişki artık dinsel değil, sadece düşünsel, bilimsel ve insancıl bir ilişki olacaktır."

    görüldüğü üzere, marx'ın dine bakışı hegel'in terminolojisinden çok etkilenmiştir. tamamen nesnel bir incelemedir. evet, din gerçekliğin ulaşılamadığı dünyada, farklı bir algıdır, ama sadece görünüştür, "subjektif spirit"'tir. bu farklı algılayış biçimleri de tarih içindeki ilerleme ile kendisini farklı algılayış, yani aslında sadece farklı görünüşlere bırakır, ancak en sonunda absolute idea, the spirit yani gerçekliğe ulaşıldığında din yok olacaktır ve yerini gerçek insancıl, bilimsel, rasyonel ilişkilere bırakacaktır. zaten bu yüzden marx, din konusunda çok kafa patlatmamıştır, nitekim din de yitip gidecek bir diğer nesnel ögedir. dini sadece verili koşulların, yani gerçekliğin olmadığı yerde ilişkileri düzenleyen bir kurum olarak görmektedir. rasyonel, düşünsel, bilimsel, yani gerçeğin ulaşıldığı yerde dine yer, her ne kadar işlevsel yorumları sevmesem de, ya da ihtiyaç olmayacaktır.

    marx'ın her şeyden çok bir bilim insanı olduğu, onu okumadan önce kabul edilmesi gereken bir gerçektir. buna değer veren biri olarak da yaptığım hataları düzeltmekten mutluluk duyacağımı belirtmek isterim.

    edit: marx'ın gerçek - görünüş algısı tabii ki de hegel'den çok farklı, ancak marx'ın hegel'in tarihin akışı ile görüşlerini en azından materyal düzeyde kabul ettiğini söyleyebiliriz.


    (naxy - 21 Nisan 2010 03:02)

  • comment image

    terry eagleton vs richard dawkins başlığında gominstlerle anarşiklerin birbirini yemesini keyifle izliyordum ki gavesigara vasıtasıyla buraya düştüm. marx'ın dini olumluyor olabileceğini düşündürten, ya da en azından yoruma açık bırakan diyelim, pasajlar olduğunu görünce aklıma geldi, gavesigara zaten hadi len demiş; canım çekti ben de üç beş çiziktireyim.

    evvela karl dayının dini yerden yere vuran ludwig feuerbach'tan etkilendiğini bi hatırlayalım. 'the essence of christianity', ya da almanca orjinaliyle 'der haouzın dibi neboksa', ortalığı sarstığında engels'i de marx'ı da işte bu be işte bu!! diye sokağa dökülmüş. hatta bak, bi kaç yıl sonra karl dayı "insanı din yaratmaz, insan dini yaratır" derken ludwig abisini birebir takipteydi. hatta karl dayı feuerbach için aha şunu yazmıştı:

    "..it is only with feuerbach that positive, humanistic and naturalistic criticism begins. the less noise they make, the more certain, profound, extensive, and enduring is the effect of feuerbach’s writings, the only writings since hegel’s phänomenologie and logik to contain a real theoretical revolution.." [1]

    dahası demişti ki;

    "..for to the theological critic it seems quite natural that everything has to be done by philosophy, so that he can chatter away about purity, resoluteness, and quite critical criticism; and he fancies himself the true conqueror of philosophy whenever he happens to feel some element [4] in hegel to be lacking in feuerbach – for however much he practises the spiritual idolatry of “self-consciousness” and “mind” the theological critic does not get beyond feeling to consciousness.." [bknz. 1]

    gerçi mevzu karl dayı lakin anmadan geçmeyelim; engels amca da feuerbach'a kaş göz eder:

    "..we will not go further into this side of the decomposition process of the hegelian school. more important for us is the following: the main body of the most determined young hegelians was, by the practical necessities of its fight against positive religion, driven back to anglo-french materialism. this brought them into conflict with the system of their school. while materialism conceives nature as the sole reality, nature in the hegelian system represents merely the “alienation” of the absolute idea, so to say, a degradation of the idea. at all events, thinking and its thought-product, the idea, is here the primary, nature the derivative, which only exists at all by the condescension of the idea. and in this contradiction they floundered as well or as ill as they could.

    then came feuerbach’s essence of christianity[d]. with one blow, it pulverized the contradiction, in that without circumlocutions it placed materialism on the throne again.."[2]

    karl dayıya döner isek meşhur din halkın afyonudur sözünün önü ve ardı da önemli sanırım burada. zira karl dayının dini olumladığı şüphesi bile, bu pasaja bakınca kalmayabilir. şöyle demiş:

    "..religious suffering is, at one and the same time, the expression of real suffering and a protest against real suffering. religion is the sigh of the oppressed creature, the heart of a heartless world, and the soul of soulless conditions. it is the opium of the people.

    the abolition of religion as the illusory happiness of the people is the demand for their real happiness. to call on them to give up their illusions about their condition is to call on them to give up a condition that requires illusions. the criticism of religion is, therefore, in embryo, the criticism of that vale of tears of which religion is the halo.." [3] (bunun girişinde de zaten "din insanı yaratmaz, insan dini yaratır" durmakta)

    tam bitti diyordum ki, bi de dayının gençliğinde prometheus'a yaptığı atıflara takıldı gözüm, göt gugıl, dik dik bakıyorum:

    "..the confession of prometheus: 'in simple words, i hate the pack of gods' [aeschylus, prometheus bound] is its own confession, its own aphorism against all heavenly and earthly gods who do not acknowledge human self-consciousness as the highest divinity. it will have none other beside.." [kaç numaradaydık lan]

    neyse işte, kısaca diyorum ki, marx dini olumlamaz yahu, o konuda kafalarda bi soru işareti, bi kımıltı, içte bi kemirme kalmasın. tabi mevzuyu dar bi yerde tutuyorum. marx, feuerbach'ın dediklerini kamil gibi büsbütün almamış, eksik yerleri tamamlamış, beğenmediğini çıkarmış, kimi yerde siktir lan ibiş demiştir. yani tam gominis mantığı işte bu.

    velhasıl ben kaçıp sözü gavesigara'ya bırakmadan karl dayının rezil edildiği şu diyalog ile sizleri başbaşa bırakıyorum:

    - gominism mominism artık dünyada kalmadı yau, bırakın bu işleri. ve marx siz bir koministsiniz. kabul edin.
    + komünistim amına koyayım ne var?*

    terbiyesiz allahsız.


    (dopermen - 28 Nisan 2010 03:42)

Yorum Kaynak Link : karl marx ve din