Ulrike's Brain (~ El cerebro de Ulrike) ' Filminin Konusu : Ulrike's Brain is a movie starring Gertrud Stammheim, Susanne Sachße, and Jonathan B. Johnson. Referencing sixties B-movies like They Saved Hitler's Brain (1968) and The Brain That Wouldn't Die (1962), Ulrike's Brain finds Doctor...
Sophia Antipolis(2018)(6,6-88)
Gerontophilia(2014)(6,1-2071)
Pierrot Lunaire(2014)(4,9-75)
bıktıran senaryodur maalesef. yasadigi her iliskisi elinde patlayan histerik bir amerikalı kadın, hayatına bir anda giren ve dünya umurunda olmayan* bir fransıza aşık olmak suretiyle kendi bireysel özgürlesmesini tam da eyfel kulesinin altında bulur. e ama yetti?!?
(defne turac - 19 Şubat 2008 02:54)
günümüz aşk tarifine 30 lu yaşlarını yaşıyan kadınların gözüyle bakan başarılı bir romantik komedi.konuyu sadece amerikalı bir kadının kendi kültüründen olmayan bir adama aşkı demek konuyu basite indirgemek olur.filmin baş rol oyuncusunun yaşadığını o yaşlarda yaşayan hemen hemen her kadın yaşamakta olduğunu gözlemliyorum.konu vasattan çok güncel ve yaşanan bir konudur.evet sonu hüzünlü bitse belki şaşırtıcı olurdu ama her romatik komedi mutlu biter.bitmese konu drama döner.
(joey82 - 10 Mayıs 2008 00:42)
sex and the city'nin vizyona girdigi bir dönemde beyazperdede boy gösterecek olmasi, bir hayli ironik olan film. çünkü iki film hemen hemen aynı meseleyi ele almalarına ve de yaklaşık olarak aynı noktaya varmalarına rağmen, ikisinin konuya bakış açıları birbirinden oldukça farklı. bu yüzden de broken english üzerine konuşmak için sex and the city'den bahsetmek oldukça mantıklı görünüyor. bir film diğerinin 180 derece tersinde durduğundan, birinden bahsedildiğinde diğerinde olmayan yönler ortaya çıkıyor. --- spoiler ---iki yapımın da meselesi, iş güç sahibi amerikalı orta sınıfa dahil kadının ilişkileri, kariyeri ve onun duygusal açmazları. fakat ortaklık ikisinin de aynı konuyu dert edinmelerinden ibaret denebilir. bir dizi olarak başlayıp, sinema filmiyle noktalanan sex and the city hayatındaki en büyük sorunun bazen vitrinde görüp de alamadığı ayakkabı olan kadınların erkeklerle olan sorunları ve kadınların kendi aralarındaki ilişkileri üzerine bir yapımdı. burada ‘ideal aşk’ı arayan kadın, zaman zaman erkeklerden kazık yese de kendini bekleyen dost meclisinin güvenli şemsiyesi altına gireceğinin garantisi altında yaşamını sürdürürdü. ideal ilişkinin tanımı da, dizinin sinema filminden anladığımız kadarıyla evlilikle biten, iki karşı cins arasındaki ilişkiydi. bir romantik komedi tadında ilerleyen olaylar, materyalist bir dünyada geçer ve burada ‘şeytan marka giyerdi’…broken english'de ise durum farklı. filmin başkarakteri nora, beyaz atlı prensini beklese de her ilişkiden hicran yarasıyla ayrılan bir ‘kaybeden’. ailesinin ve çevresinin beklentileri var. çevresindeki en ideal ilişki modeli arkadaşı audrey’nin evliliği. fakat o da sallantıda. yani ilişkilere karanlık taraftan bakan bir film bu. parlak bir dünyası yok. evliliği ve de kariyeri idealize etmiyor aydınlık ikizi sex and the city gibi. nora da zaten ucu belirsiz bir ilişki için, işinden (yani kariyerinden) ve vatanından ayrılıp avrupa’ya gidiyor. onun avrupa’ya gitmesi filmin yapısı bakımından biraz alaycı sanki. çünkü ortaya net fikirler koymayıp da soru işaretleri bırakan bağımsız bir film olarak broken english bir amerikan filminden çok avrupa yapımı filmleri andırıyor. bu bağlamda sex and the city'nin gişeye oynayan bir yapım olması da manidar. çünkü onun idealleştirdiği evlilik ve kariyer, yani sistem içinde kalma durumuyla gişedeki başarısı broken english'in kısıtlı bir izleyici kitlesine sahip olmasıyla yine bir zıt durum oluşturuyor. amerikan bağımsız sinemasının babalarından john cassavetes’in kızı zoe cassavetes bu filmiyle babasına pek ihanet etmiyor ve bir kadın duyarlılığıyla hemcinslerinin hayattaki kafa karışıklarına bir ışık tutuyor. bu ‘karışıklık’lara kesin yanıtları yok belki ama 30’larındaki kadınların bunalımlarını samimi bir şekilde yansıtabiliyor.--- spoiler ---
(whatdreamsmaycome - 8 Haziran 2008 00:14)
konusu her ne kadar kliselerle dolu olsa da bu yaslarda yalnız yasayan insanlarin hayatından kesitler icerdigi icin hosuma giden film.boyle beyaz atli prensler cok etrafta ama fark etmesini bilen yok.
(matthew mccourt - 10 Eylül 2008 11:20)
parker posey için izlediğim konusundan bir haber olup, parker kötü filmde oynamaz dediğim, fransıza rastlayana kadar kendimi izlediğim sonra ayıldığım film.
(labit - 14 Eylül 2008 14:38)
(bkz: engrish)
(zebercet - 3 Temmuz 2002 23:40)
romantik komedi diye tanimlanan ancak komedisi evde calisiyo galiba olan, sadece romantik film. oyle romantizmin falanda doruklarinda gezdigi yok, kliselerinde surunuyo desek daha anlamli olur.gece gece belki biraz eglenirim diye izledim ama, yok yani sonunu zor getirdim.
(korkmam yalandan yilandan kadar - 11 Ocak 2009 01:24)
--- spoiler ---bitiş sahnesine kondurulan "uçağı kaçıracağını biliyorsun" klişesi before sunsetten araklanmış gibi geldi. bir tek benim fark etmem de garip. onun dışında film güzel, genç kızlarımız kendilerinden pek çok şey bulabilirler bu filmde. --- spoiler ---
(balderdash - 4 Şubat 2009 22:38)
fazlasıyla only you filmini hatırlatan; ama hem gidişatı hem de finali açısından çok daha gerçekçi olan, sevimli film.
(ah belinda - 1 Haziran 2009 23:12)
--- spoiler ---nora ve fransız kadın arasında geçen diyalog;- are you married?- no.- but you want to be.- yea, i guess so.- why?- i don't know. i guess then i would believe someone really loved me.- marriage is a contract, but feel love is something else, entirely.--- spoiler ---
(shirizankly - 27 Aralık 2009 05:14)
Yorum Kaynak Link : broken english